SOKAK
"Hiç farkında olmadan geçip gittiğimiz sokaklar birilerinin evi, dert ortağıymış."
Sabah uyandığımda gün yeni aydınlanıyordu. Sabahın yüz okşayan, tatlı rüzgarı bana yüzümü yıkamam gerektiğini hatırlattı. Ayağa kalktım, ancak sonra durdum. Yurtta değildim artık. Burada da su yoktu. Yan oda da uyuyan Engin ve arkadaşını uyandırmadan çıkıp gitmeliydim.
Sessiz adımlarla ilerledim ve onların uyuduğu odanın önüne geldim. Gece karanlığı bir örtü gibi her şeyi örtmüş. Sadece Engin'in yüzünü görebilmiştim. Oysa gün ışığı uyudukları odaya dolunca şimdi üstündekileri, elini ve ayaklarını, her şeyi daha net görebiliyordum.
Engin'in üstündeki kıyafetler önceden hangi renkte olduklarını unutmuşlar, siyah olmaya meyilleşmişlerdi. Ayakkabılarının yanları açılmış, pantolonunda delikler vardı. Çok uzun zamandır aynı kıyafetlerle dolaştığı çok belliydi. Ellerini görünce içim parçalandı. Çalışmaktan nasır tutmuş, yara bere içindeydiler. Elleri de kıyafetleri gibi simsiyahtı. Yüzü neredeyse tanınmayacak hale gelmişti. En fazla on sekiz olmasına rağmen, gözaltı torbalarını ve alnındaki kırışıklıkları gören bir insan onu çok daha büyük zannedebilirdi.
Yüzü yorgunluktan ve rahat uyuyamamaktan çökmüştü. Arkamı dönmüş, harabeden çıkmak üzereydim ki öksürdüğünü duydum. Öyle bir öksürüktü ki bu, ciğeri dışarı çıktı sanmıştım. Engin hasta olmalıydı. Hem de çok hastaydı. Acaba haklı mıydı? Sokaklar bana göre değil miydi? Aklımda oluşan sorulardan kurtulmam kolay oldu. Ne pahasına olursa olsun, ben geri dönemezdim. Yurtta cehennemi yaşayacağıma, dışarıda ölürdüm daha iyiydi.
Harabeden uzaklaşmıştım. Karnım guruldadı. "Yemek istiyorum." Dediğini duyar gibi oldum. Ceplerimi yokladım. Para namına hiçbir şey yoktu. Doğruca sanayiye gidip, para kazanabileceğim bir iş bulmalıydım. Sanayiye kadar yürüdüm.
Gördüğüm her yere iş sordum. Ustalar önce beni baştan aşağı süzüyorlar. Temiz giyimli bir hanım evladı olduğumu görünce "Yok oğlum çırak lazım değil." Diyorlardı. O gün akşam kadar gezdim. Kimse beni işe almadı. Bazıları tam alacak gibi oldu.
Ama kalacak yerim olmadığını dükkânda yatıp yatamayacağımı sorunca hırsız olduğumdan şüphelenip vazgeçtiler.
Karnım çok acıkmıştı. Nereye gittiğimi, ne yapacağımı bilmeden yürüyordum. Ayaklarımda mecal kalmamıştı.
Bir kaldırıma oturdum. Etrafa bakıyordum. Sanayiden epey uzaklaşmıştım. Burası hangi mahalleydi acaba. Yol üstünde birçok esnaf vardı. Kalktım son bir gayretle hepsine tek tek iş sordum. Hiçbiri işe almadılar. Akşama kadar deli divane gibi dolandım, durdum.Açlıktan artık kıpırdayamayacak hale geldiğimde en yakındaki parka gidip banklardan birine uzandım. Çok yorulmuştum.
İleride bir ağacın altında oturmuş, elindeki kaptan büyük bir iştahla çorbasını içen bir kadın gördüm. Üstündeki kıyafetlere bakılırsa benim gibi sokakta yaşıyor olmalıydı. Ayağa kalktım. Yanına gidecektim. Biraz bekledim. Cesaretimi toplayıp ona doğru yürümeye başladım. Yanına yaklaştığımı görünce bir an durdu, bana baktı sonra umursamadan yemeye devam etti.
Aramızda çok az bir mesafe kalınca durdum. Elindeki kapta belediyenin ismi yazıyordu. "Acaba çorbayı nereden aldığınızı sorabilir miyim?" diye sordum çekinerek. "Hemen parkın çıkışındaki büfede dağıtıyorlar. Koş yoksa yetişemezsin." Dedi telaşla. Kadının sesindeki telaş beni telaşlandırdı.
Parkın çıkışına baktım. Orada büfe görünüyordu. Hemen koşmaya başladım. Az önce daha fazla yürüyemeyeceğini bana bildiren ayaklarım şimdi yemeği duyunca enerji dolmuş gibiydiler. Sizi nankör ayaklar diye düşündüm. Sonra kendi vücudumla aramdaki bu küçük anlaşmazlığı komik bulup güldüm.
Büfeye vardığımda hala sırada bekleyenler vardı. Sevinçten havalara uçacaktım. Hemen sıraya girdim. Çorbamı ve ekmeğimi aldığımda çok mutluydum. Büyük bir iştahla ekmeğimden kocaman bir ısırık aldım ve çorbamı yudumladım. Aman Allah'ım dünyanın en lezzetli çorbası olmalıydı bu.
Yurtta da hemen her gün çorba içiyordum. Peki neydi bu çorbayı bu kadar lezzetli kılan? Sanırım açlıktı. Yurtta her gün menüde en az üç yemek olurdu. Yemeklerden biri de çorba olurdu. Oysa şimdi sabahtan hatta dün akşamdan beri boğazımdan geçen tek yemekti. Yokluk insana elindekilerle mutlu olmasını öğreten en iyi öğretmendi.
Az önce oturduğum banka geldim tekrar. İlerideki kadın çorbasını bitirmiş, yerde bulduğu belli olan, üstüne basılmış, yarım bir sigarayı yakıyordu. Sigarasından büyük bir keyifle bir nefes aldı. Bana doğru yürümeye başladı. Gelip yanıma oturduğunda bir yabancı hem de normal insanlar için tekinsiz bir yabancı olmasına karşın, beni korkutmadığını fark ettim.
Sanırım az önce yemek bulmama yardım ettiği içindi. "Sen yeni mi düştün sokaklara?" dedi yanına gelen sokak köpeğinin başını okşarken. "Evet." Dedim. Yemeğime ara vermek istemiyordum. "Sokakta kalacaksan benden sana küçük bir tavsiye genç adam o içtiğin çorbayı sabah ve akşam dağıtıyorlar. Ancak belirli saatleri var. Saatleri kaçırırsan aç kalırsın. Ancak eğer kendine iş bulur da çalışırsan bu çorbalara da muhtaç olmazsın." Dedi nasihat verircesine.
"Sen ne iş yapıyorsun?" dedim aklıma gelen ilk soruyu sormuştum. Güldü ve bana baktı. Yüzümü görmek istiyor gibiydi. "Ben dileniyorum." Dedi herkesin yaptığı alelade bir işmiş gibi söyledi bunu. Bana utanç verici bir iş gibi gelmişti ama belli etmedim. "İnsan mecbur olunca her işi yapar." Dedi aklımdan geçeni okumuş gibiydi ve devam etti "Sen erkek olduğundan biraz daha şanslısın. Madem evden kaçtın ve sokakta kalmaya karar verdin. O zaman hiçbir iş seni gocundurmayacak. Karnını doyurmak için dileneceksin de, hamallık da yapacaksın. Sokak acımasızdır. Her şeye burun kıvıranlar, buralarda çok yaşayamazlar." Dedi.
Öyle bir konuşması vardı ki, sokaklarda uzun süre kalmış olmalıydı. Etrafımızda bir sürü sokak köpeği birikmişti. Gidip ilerideki çalıların arasından bir poşet aldı ve geldi. Elindeki poşetin içindekileri köpeklere verdi. Köpeklerle arasındaki dostluğun yeni olmadığı çok belliydi. Bense köpeklerden çekiniyordum. "Korkma! Bir şey yapmazlar. Onlar benim çocuklarım. Ayrıca sokakta hayvanlardan değil, insanlardan korkacaksın." Dedi. Yine nasihat veren babaanne tonuyla söylemişti bunu.
Kalktım ve yürümeye başladım. Nasihatleri canımı sıkmıştı. Hayatım boyunca nasihat veren insanlar bana hep itici gelmişti. "Nereye gidiyorsun?" diye seslendi arkamdan. "Bilmiyorum." Dedim kayıtsızca. "Kalacak yerin var mı?" diye sordu bu kez. Bu soruyu duyunca durdum. Arkama döndüm "Yok." Dedim. "İstersen sana kalacak bir yer veririm." Dedi.
Tekrar ona yürüdüm. Teşekkür ettim ve banka oturdum. Ceketinin cebinden küçük bir şişe çıkarıp, bir yudum aldı. Ağzını silerken şişeyi bana uzattı. "Nedir bu?" dedim çekinerek. "Konyak. İçin ısınır."dedi. Sanki sudan bahsediyor gibi bir hali vardı. İçim ısınsın diye değil ama tadını merak ettiğim için bir yudum aldım. Boğazım yandığımdan yüzümü ekşittim. Şişeyi elimden çekip aldı "Ver şunu hanım evladı. Sen sokakta bir ay bile kalamazsın." Dedi alay ederek.
"Neden kalamayacakmışım? Sanki sen hemen alıştın sokaklara." Dedim sesimi yükselterek. "Ben senin gibi böyle temiz giyimli, sağlıklı ve bakımlı değildim ki. Ben hapisteydim. Annem, babam ve bütün akrabalarım sanki kadın olmak günahmış gibi nefes aldırmıyorlardı bana. Bakkala gitmek yasak, gezmeye gitmek yasak, eğlence yasak. Hastaneye bile yanımda biri olmadan yollamıyorlardı.
Evlilik zamanım geldiğinde de bana sormadan, sırf akraba diye meymenetsizin birine vermeye kalktılar. Ben de daha fazla dayanamayıp kaçtım. Kaçmasaydım bir ömür sevmediğim bir adamla, kutu gibi bir gecekonduda çürüyüp gidecektim. Bütün varoluş sebebim çocuk doğurmak, yemek yapmak ve ev temizlemek olamazdı ki.
Evden kaçtım. Bazen pişman oluyorum.
Acaba kalsaydım daha mı iyi olurdu diyorum. Sonra saçmalama diyorum kendime. Şimdi canım ne isterse onu yapıyorum. Bazen aç kalıyorum ama olsun, kıyafetlerim kirli ama olsun. Bu hayatı ben seçtim. Başkalarının bana dayattıkları hayatı değil, kendi seçtiğim hayatı tercih ederim her zaman. Ben böyle mutluyum.".
Konuşmasını bitirdiğinde konyağından bir yudum daha aldı. Onun da Engin ve arkadaşı gibi üstü başı pislik içindeydi. Ancak söylediği gibi mutluydu. Köpekleriyle oyunlar oynuyor, eğleniyordu. "Ben onların annesiyim." Diyordu. Ona kendi hikayemi anlattım. Ağlamıştı ve gözyaşlarını silerken "Vay be çocuk. Sen ne talihsizmişsin." Demişti. Bir süre daha konuştuk.
Kolundaki saate bakıp geç olduğuna karar verdi. "Hadi uyuyalım." Dedi. Ağaçlardan birinin altındaki yatağını serdi ve üstüne uzandı. Beni de yanına çağırdı. Yanına uzandım. "Burası güvenli mi?" diye sordum. Köpeklerin bizi koruyacağını söyledi. Yataktan ağır bir koku geliyordu. Sonradan fark edecektim ki sokakta yaşayan insanların hepsi o yataktakine benzer bir kokuyla dolaşıyordu. Galiba o koku sokağın, kimsesizliğin ve çaresizliğin kokusuydu.
Uyurken vücudumda gezinen bir el yüzünden uyandım. Ama uyandığımı belli etmedim. Vücudumu okşuyordu. Kasıklarımı, karnımı okşuyordu. Etrafta başka kimse olmadığından emindim. Ben yanına uzanırken aklımdan hiç böyle bir şey geçirmemiştim. Birkaç yıl önce ergenliğe adım atmış olmama rağmen hiçbir kadını arzulamamıştım. Şimdi bir kadının beni arzulaması, vücudumda gezinen eli hoşuma gitmişti. Sesimi çıkarmadım, karşılık da vermedim. Uyuyormuşum gibi davranmaya devam ettim. O akşam karnımı doyurmasının karşılığını onu tatmin etmekle ödediğimi düşünerek uyudum.
Sabah beni erkenden uyandırdı. "Hadi çorbaya geç kalmayalım."dedi sesinde tatlı bir ifade olduğunu fark ettim. Hiç umursamadım. Belediyenin çorba dağıttığı büfeye doğru yürürken "Gece hiç uyanmadın mı?" diye sordu. Suç işlemiş bir çocuğun muzırlığıyla sormuştu. "Neden uyanayım ki?" sorusuna soruyla karşılık verdim. Neyi kast ettiğini bilmeme rağmen bilmiyormuş gibi davranacaktım.
Biraz düşündü. Sanırım bu cevaba hazırlıklı değildi. "Gece birkaç kişi yanımızdan geçti, köpekler havladı. O yüzden sordum." Bunu hemen o an uydurduğu yüzünden belliydi. "Hayır, uyanmadım. Hem benim uykum ağırdır."dedim. Bir şey söylemedi ama inanmadığı çok belliydi.
Ben dün onu ablam gibi görüp yanına uzanmıştım ve onun benim için öyle kalmasını istiyordum. Daha fazlasını kabul etme imkanım yoktu. Yaşı benden büyük olduğu için veya temiz ve güzel olmadığı için de değil benim hala kalbimin bir yerlerinde Filiz'in gelme ihtimali vardı. Aklım evin üstünde yazan satılık ilanından sonra ikna olmuştu ama kalbim hala umutluydu.
Çorbalarımızı aldığımızda tekrar parka doğru yöneldi. Kendisine eşlik etmediğimi görünce durdu ve sordu "Neden gelmiyorsun?" "Benim sanayiye gidip iş bakmam gerekiyor." Evet sanayiye de gidecektim ama asıl gitme sebebim bu değildi. "Akşam buraya gelirsin. Ben yine o ağacın altında olacağım." dedi davetkar tavrı gözümden kaçmadı.
"Burası sanayiye çok uzak belki yakınlarda bir yerde kalırım. Buraya kadar yürüyemem." İnandırıcı olmaya çalışıyordum. "Bir daha gelmeyecek misin?" üzüldüğünü hissettim. Kafamı hayır anlamında salladım. Yanıma yaklaştı. Yüzüme baktığında gözlerinde derin bir anlam gördüm. Ben ona ablam gibi bakıyordum ama onun bakışlarında başka bir ifade vardı. Yanağımdan öptüğünde önce şaşırdım sonra hızla yüzüm kızardı, utanmıştım.
Ancak o zaman fark etmiştim ki en fazla on sekizindeydi. Sokakta kalmaktan yüzü çökmüştü ama henüz çok genç olduğu belli oluyordu. Benim gibi töre kurbanıydı o da. Belki kader ortağı olabileceğimizi düşünmüştü ama ben gelmeyeceğimi söyleyince üzülmüştü. "Elveda yakışıklı." Bu ses beni düşüncelerimden uzaklaştırıp kendime gelmemi sağladı. Arkasını dönmüş parkta ilerliyordu. "Elveda köpeklerin annesi." Dedim. Sesimdeki hüzün beni şaşırtmıştı. Ekmeğimden bir ısırık aldım ve sanayiye giden yolda yürümeye başladım.
Bugün de sonuç aynıydı. Akşama kadar sanayiyi karış karış gezmiştim. Hep aynı sorular, hep aynı bakışlar vardı. Bazıları benim çok narin göründüğümü düşünüyor, bazıları da sokakta kaldığımı anlıyor olmalıydılar. Ayrıca kimse on beş yaşına kadar hiçbir işte çalışmamış birini işe almak istemiyordu. Herkes nitelikli eleman arıyordu ama kimsenin nitelik kazandırmak gibi bir derdi yoktu.
Akşam büyük bir hayal kırıklığı içerisinde sanayiden çıktım. Dükkanların neredeyse hepsi kapanmıştı. Günden güne umudum azalıyordu. Gidip kendime kalacak bir yer bulmalıydım. Nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım yine. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum, nerede olduğumu da.
Önümde yürüyen bir genç gördüm. Benim gibi sokakta kaldığını hemen anladım. Yanına yaklaştım ve "Sen de sokakta mı kalıyorsun?" diye sordum. Durdu, soruyu soranın ben olduğumdan emin olmak ister gibi yüzüme baktı. Tedirginlikle "Evet." Dedi. Yüzündeki bitkin ifadeye, kızarmış gözlerine bakan biri onun hemen uyuşturucu bağımlısı biri olduğunu düşünürdü.
Ancak ben de sokakta kaldığım için onun bu halinin rahat uyuyamamaktan olduğunu biliyordum. Tedirginliğine bakılırsa benim sokakta kalmam ona inandırıcı görünmemişti. "Nerede kalmayı düşünüyorsun? Benim de kalacak yerim yok." Utanarak başımı önüme eğmiştim ama beni baştan aşağı süzdüğünü gördüm. "Karnın aç mı?" diye sordu. "Evet." Dedim büyük bir sevinçle sonra fazla tepki gösterdiğim için kendime kızdım.
"Gel benle." Dedi. Emre itaat etmek zorunda olan bir asker gibi takıldım peşine. Bilmediğim sokakları arşınlamaya başladım yine. Hava iyice kararmıştı. İnsanlara ne zaman böyle çabuk güvenmeye başladığımı kendime soruyordum. Sokakta gördüğüm bir insanın peşine takılmış, beni hiç bilmediğim yerlere götürmesine izin veriyordum. İçimden bir ses onların kötü insanlar olsa sokakta değil de daha iyi koşullarda yaşamaları gerektiğini söylüyordu. Ben de her seferinde içimdeki sese güveniyordum. Ben hiç yanılttığı da olmamıştı ama bu defa yolun uzaması beni tedirgin etmeye başlamıştı.
Sonunda durmuştuk. Bir lokantanın önündeydik. "Burada bekle." Dedi bana. Yine emre uymak zorunda olan bir asker gibi bekledim. Hatta yerimden bile kıpırdamadım. İçeri girdi. Birileriyle selamlaştı ve sohbete başladı. Ona arka tarafı işaret ettiler. Üzerinde mutfak yazan kapıdan içeri girdi.
Çıktığında elinde bir poşet vardı. Poşetin içinde yemek olduğunu görünce istemsizce sırıtmaya başladım. Yanıma geldiğinde "Hadi gidelim." Dedi. Sesinde yine o emir veren ton vardı. Ben emir verir gibi konuşan insanlardan nefret ederdim. Ancak bu çocuğun konuşması beni rahatsız etmemişti.
Bir parka geldik. Parkın içinde ilerledik ve süs havuzunun kenarındaki banklardan birine oturduk. Poşeti açtı. İçinde iki dürüm ve iki tane de ayran vardı. Büyük bir iştahla yemeklerimizi yedik. Yemeğimizi yeni bitirmiştik ki yanımıza kırklı yaşlarında olduğu belli olan bir adam geldi. Adamın üstü başı temizdi. Sokakta yaşayanlardan rahatsız olan mahallelilerdendi sanırım. Bizi kovmaya mı gelmişti acaba? Yoksa daha mı kötü bir niyeti vardı?
İnstagram: bzkrtmslm1
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro