Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

SABIR

"Sabretmek zordur. Ancak dağı delmek için sabretmezsen Şirin'e kavuşamazsın."

Yurtta duş almamız için bize verilen süre on beş dakika ile sınırlıydı. Bu sürede doğru düzgün yıkanmak mümkün değildi. Duş kabinlerine kapı yapılmamıştı. Birer bez kapatmışlar, bezin arkasında yıkanıyordunuz. On beş dakikayı geçerseniz bakıcı hemen bezi açıyor sizi dışarı atıyordu. Çıplak olmanıza ve ya vücudunuzun köpüklü olmasına aldırış etmiyorlardı.

Uzun zaman sonra rahat bir duş almanın keyfini çıkardım. Kendimi arınmış hissediyordum. Saçlarımı kurularken, televizyon izleyip dinlenmek istiyordum. Ama etrafa göz gezdirince televizyon olmadığını fark ettim. Evin içinde bir süre televizyon aradım ama yoktu, sonra ustama sorarım düşüncesiyle vazgeçtim. Ustam evde yoktu, aşağı bakkala inmiş olmalıydı. Saçlarımı kuruladım, giyinip onun yanına gittim. Bana yardım edeceğini söylemişti. Nasıl yardım edecek merak ediyordum.

Bakkala indiğimde ustam müşterilerle ilgileniyordu. Bakkala gelen müşterilere çok sıcak davranıyordu. Gelen her müşteri bugün bakkalın neden kapalı olduğunu önemli bir şey olup olmadığını soruyordu. Ustam ise önemli bir şey olmadığını bazı işleri olduğunu söylüyordu.

Müşterileriyle arasındaki samimiyet şaşırtıcıydı. Ustam beni görünce neden dinlenmediğimi sordu "Biraz televizyon izlemek istiyordum. Ama bulamadım televizyon nerede?" diye sordum. "Televizyonum yok. Almadım." Dedi gülümseyerek şaşırdım. Gittiğim her ev de hatta çoğu restoranda bile televizyon vardı. "Neden almadın ki?" diye sordum. "Çünkü ben kitap okumayı severim evlat.

Televizyon düşünmeni, hayal etmeni engeller. Ama kitaplar öyle değildir. Kitaplarda yazar sana bir nesneyi betimler. Sen bu nesneyi düşünüp, hayal gücünle gözünde canlandırırsın. Ama televizyon nesneyi sana hem görsel hem de işitsel olarak sunar. Yani sana düşünmek, hayal etmek için hiçbir şey kalmaz. Her şey zaten hazırdır. İstersen okuman için sana bir kitap verebilirim." Dedi. Ustamın dedikleri çok doğruydu. Ben hiç bu açıdan düşünmemiştim. "Aslında ben de kitap okumayı çok severim. Bakkalı kapatalım gidip kitap okuruz." Dedim. Ustam tebessüm etti ve "Sen bilirsin." Dedi.

Birkaç saat kalıp bakkalı kapattık. Eve döndüğümüzde hiç uykum yoktu. Ustam üst kata çıkınca "Ben de gelebilir miyim?" diye sordum. "Gel bakalım." Dedi gülümseyerek. Yukarı kattaki küçük koridorda şark köşesi vardı. Çok otantik görünüyordu. Yanına da büyük bir kitaplık yaptırmıştı. İçerisinde yüzlerce kitap vardı. Dört tane de oda vardı. Odalardan bir tanesinin kapısına kilit vurulmuştu. "Usta bu odada ne var?" diye sordum. "O odayı sormanı da, o odaya girmeni de istemiyorum Çınar. İçeride özel eşyalarım var. "Bu kadarını bilmen yeterli." Dedi.

Ustamın sesindeki sertlikten ne kadar ciddi olduğunu anlamıştım. "Tamam." Dedim. Ustam kitaplıktan bir kitap alıp şark köşesine oturdu ve okumaya başladı. Ben de oturdum. O kitap okurken ben de sessizce oturmaya başladım. Bir süre sonra sıkılmaya başladım. Ustama "Bu kitapların hepsini okudun mu?" diye sordum. "En alt raftakiler hariç." Dedi. Başka sorular sormaya hazırlanıyordum ki "Sessiz olur musun okuduğumu anlamıyorum." Dedi.

Ben de sustum. Yine sıkılmaya başlayınca "Usta bana da bir kitap versene." Dedim. Ustam gülümsedi. "Canım sıkılıyor." Dedim. Ustam kitaplıktan bir kitap alıp verdi. "Ömer Seyfettin-Falaka" ismindeki kitaptı. Ömer Seyfettin'i, Reşat Nuri Güntekin'i, Mehmet Akif Ersoy'u, Dostoyevski'yi, Victor Hugo'yu ve daha yüzlerce yazarla onun sayesinde tanışmıştım. Her kitap ayrı bir dünyaydı. Her birinde başka şeyler öğreniyordum. Ustam daha ikinci günden yeni hayatımın eski hayatımdan çok daha farklı olacağını göstermişti.

Kitap okumayı ben de çok severdim ama ustam yaşında olanların pek kitap okuduğunu görmemiştim. Küçük bir dükkan işletip bir kitaplık dolusu kitap okuyan bir insanı ilk defa görüyordum. İnsanlar kitap okumuyorlardı. Okuldayken öğretmenlerimiz çocuklara zorunlu kitap okuma ödevleri vermese, birçok çocuk hayatında ders kitabı dışında pek de bir şey okumayacaktı.

Aileler çocuklarının kitap okumamasından hep şikayet ederlerdi. Ancak unuttukları bir şey vardı. Çocuklar anne babaların sözlerine değil yaptıklarına bakarlardı. Bütün gün çocuklara kitap okumalarını öğütlemek yerine, karşısına geçip kitap okumak daha doğru bir davranıştı. Eğer kendiniz kitap okumuyorsanız çocuğunuzdan beklemek yanlış bir davranış olurdu.

Ustamın beni sarsmasıyla uyandım. Tebessüm ediyordu. "Hadi yatağına git. Burada uyuyamazsın." Dedi. "İyi geceler." Demekle yetindim. Kalktım ve yatağıma gittim. Şimdilik yer yatağında idare etmek zorundaydım. Ustam bana en yakın zamanda bir yatak alacaktı. Yine de yarın sabah ihtiyaç defterine yazmalıydım. Çok yorulmuştum. Başım yastıkla buluştuğunda gözlerim kapanmıştı bile.

Ertesi sabah ustam erkenden uyandırdı. Bana bahçeden doğrudan bakkala açılan bir kapı olduğundan bahsetti. O kapıdan geçip bakkala girmemi, fırın sepetlerinin içinde taze ekmekler olacağını ve onlardan iki tane alıp gelmemi söyledi. Ustam öyle bir anlattı ki ekmeği elimle koymuş gibi buldum.

Kahvaltımızı yaparken "Dün çınar ağacıyla arandaki dostluğu gördüm. Sanırım sen de ağaçları seviyorsun. İstersen bahçeye sana arkadaşlık edecek birkaç yeni fidan ekebiliriz." Dedi. "Çok isterim ama ben ağaç dikmeyi de, bakmayı da bilmiyorum. Eğer bana yardımcı olursan dikelim." "Tabi ki yardım edeceğim. Kahvaltıdan sonra gider birkaç fidan alırız." Hemen o an karar verdim. Mutlaka bir çınar fidanı alacaktım. Diğerlerine orada karar verirdik.

Kahvaltıdan sonra arabayla, ustamın fidan ve her türlü çiçek sattığını söylediği yere gittik. Büyükçe bir sera çadırının içinde neredeyse yüzlerce çeşit fidan ve çiçek vardı. İlk isteğim bir çınar fidanı oldu. Sonra kararsız kaldım ve ustama sordum. Ustam onların benim ağaçlarım olacağını bu yüzden benim karar vermem gerektiğini söyledi. Bütün çadırı gezdikten sonra bir elma ağacıyla, bir tane de çam ağacında karar kıldım.

Ustam "Bunları almak için bütün çadırı gezmene gerek yoktu ki. Ben de belki egzotik bir şeyler arıyorsundur sandım." Dedi. "Diğerlerini bilmiyorum. Hem okuduğum bir kitapta bu fidanların bakımının biraz daha kolay olduğundan bahsediyordu." Dedim. "Demek daha kolay olduğundan bahsediyordu." Dedi ustam düşünceli bir şekilde kafasını sallayarak. Fidanları alıp evin yolunu tuttuk.

Bahçeye o zamana kadar pek dikkat etmemiştim. Birçok ağaç vardı. Ağaçların altında da çiçekler ekiliydi. Gül, lale, sümbül, gelincik ve daha adını bilmediğim birçok çiçek vardı. Bahçe bakımlı görünüyordu. Ustam bahçesine iyi bakıyordu anlaşılan. Fidanları dikmem için yer seçmemi istedi. Bahçeye göz gezdirdim. Ustama evin arkasına yakın bir yer gösterim, biraz kuytuda kalıyordu. Ustam ağacım için seçeceğim yerin yeteri kadar güneş görmesi gerektiğini söyledi ve orasının yeterli güneş ışığını alamadığını belirtti.

Güneş alan bir yer gösterdim. Sürekli güneş gören değil, yeteri kadar güneş alan bir yer olması gerektiğinden bahsetti. Başka bir yer gösterdim. Etrafında ağaçlar vardı. Güneş açısından uygun olduğunu ama çevresindeki ağaçlara çok yakın olduğundan gelişemeyeceğini söyledi. Ustama "Neden bana nereye dikmem gerektiğini söylemiyorsun." Dedim. Sinirlenmeye başlamıştım. Benimle oyun oynuyor gibi hissediyordum.

"Hayır kendin bulabilirsin." Dedi gayet sakin bir tavırla. Başka bir yer daha gösterdim. "Evet, işte doğru yeri buldun." Dedi sevinmişti. İkinci fidan içinde yer seçmemi söyledi. Bir yer gösterdim. Bu kez tek denemede bulmuştum. Üçüncü ve son fidan için de bir yer belirlememi istedi. Bir yer daha gösterdim. Ustam kafasıyla onayladı. Evet, yine tek seferde bulmuştum.

Ustam içeriden kazma ve küreği almaya gittiğinde ikinci ve üçüncü fidanı nereye dikeceğimi hemen nasıl bulduğumu düşündüm. Ustam ilk fidanın yerini seçerken bana yer gösterseydi, ikinci ve üçüncü fidanı nereye dikeceğimi de ona soracaktım. Ancak o bana nasıl yer seçmem gerektiğini söylemişti. Benle oyun oynadığını sanmıştım ama o bana yer seçmeyi öğretmişti. Bir defa öğretmiş ikinci defa ve üçüncü defada ise ben kendi başıma karar verebilmiştim.

Ustam gelince ona teşekkür ettim. Sebebini sordu. Az önce düşündüklerimi anlattım. "Hızlı öğreniyorsun evlat." Dedi ve babacan bir tavırla birkaç kez omzuma vurdu. İlk fidanı alıp gösterdiğim yere gittik. Ustam kazmayı bana uzattı. "Ben mi kazacağım?" diye sordum şaşkınlıkla. Kafasıyla onayladı. "Ama ben daha önce hiç kazma kullanmadım ki?" dedim. "Daha önce bir fidanı nereye dikmen gerektiğini de seçmemiştin." Dedi tebessüm ederek.

Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Ne demek istediğini anlamıştım. Kazmayı elime aldım. Kaldırdım ve toprağa indirdim. Ustam hiç sesini çıkarmadan beni izliyordu. Bir süre sonra "Şimdi küreği al ve kazdığın çukurdaki toprakları çıkar." Dedi. Dediğini yaptım. Sonra tekrar kazmayla kazdım. Sonunda çukur hazır olduğunda çok yorulmuştum. Beden işçilerinin ne zor şartlarda çalıştıklarını düşündüm. Benim sadece küçük bir çukur kazmakla bile bütün enerjim neredeyse bitmişti.

Ustam "Hadi bırak şimdi düşünmeyi de fidanı çukura yerleştir." Dedi. Çınar fidanını alıp kazdığım çukurun içine koydum. Ustam gülmeye başladığında yine bir şeyleri yanlış yaptığımı fark ettim. Fidanın köklerini saran poşeti yırtmazsam köklerinin toprağa ve suya erişemeyeceğini söyledi. Aslında bunu biliyordum ama yorulduğumdan bir an önce bitsin istiyordum. Acele ettiğimden yanlış yapmıştım.

Poşeti yırtıp fidanı tekrar yerleştirdim. Küreği alıp çıkardığım toprakları tekrar çukura doldurdum. Zeminle aynı hizaya gelene kadar doldurdum ve kürekle düzelttim. Bitirince ustama dönüp "Bitti mi?" diye sordum. "Hayır. En önemli yeri kaldı. Can suyu vermelisin." Dedi. Bahçedeki musluktan su getirip ağacın köküne döktüm. Suyun toprağın içinde hızla kayboluşunu keyifle izledim.

Ustam "Yorucuydu değil mi?" diye sordu. "Evet öyleydi." Dedim. "Unutma evlat. Yorucu olan her işin ayrı bir güzelliği vardır. Ağaç dikmek için harcadığın çabaya hiç acıma. Ne kadar zengin olursan ol, ne kadar yoğun çalışırsan çalış, hep toprak işleriyle uğraşmak için vaktini ayır. Biz insanlar da topraktan yaratıldık. Ne zaman toprakla uğraşsak rahatlarız. Toprak bir anne şefkatiyle bütün derdimizi, stresimizi unutturur bize. Ayrıca kesinlikle unutmamanı istediğim bir şey daha var. Bir çınar ağacı bin yıldan fazla yaşayabilir. Düşünebiliyor musun tam bin yıl? Sen ölüp gittikten sonra bile o burada yaşamaya devam edecek ve belki senin gibi bir genç onun gölgesinde oturup kitap okuyacak. Ağaçlar bu dünyaya bırakabileceğimiz en güzel eserlerden sadece biri." Dedi.

Diğer iki ağacı kendi başıma halledebileceğimi, kendisinin gidip bakkalı açmasının gerektiğini söyledi. İki ağacı dikmem ve dinlenmem için toplamda bir saatim olduğunu, bir saat sonra bakkalda olmam gerektiğini de ekledi. İşi bitirmem için süre vermesi ağrıma gitmişti. Kendimi bir işçi gibi hissetmiştim.

İki tane fidan daha dikecektim. Fidanları on beşer dakikada diker, yarım saatte dinlenirdim diye düşündüm. İkinci fidanı alıp dikeceğim yere giderken, yüzüme yine istemsiz bir gülümseme yayıldı. Ustam bana planlı çalışmam için süre vermişti. Anlaşılan bu evde ilk aklıma gelenlerle değil, daha derin düşünerek hareket etmeliydim.

Bakkala gittiğimde ustam müşterilerinden biriyle sohbet ediyor, bir yandan da istediklerini hazırlıyordu. Öyle çok büyük bir bakkal sayılmazdı. Mahalle bakkalı dedikleri türdendi. Birden aklıma bir şey takıldı. Ustam bana nasıl zengin olacağımı öğreteceğini söylemişti ama eğer bunu nasıl yapacağını biliyorsa, kendisi neden bu küçücük dükkanda ömür çürütüyordu. "Çünkü daha fazlasına ihtiyacım yok." Dedi ustam. Şok oldum.

Ustam aklımdakileri mi okuyordu yoksa? "Anlamadım usta." Dedim. "Neden bu küçük dükkânda ömür çürüttüğümü düşünüyordun. Ben de cevap veriyorum, daha fazlasına ihtiyacım yok. Güzel bir evim ve arabam var. Bunlar bana yetiyor da artıyordu. O yüzden hiç daha fazlasını istememiştim. Ancak şimdi senin annene verdiğin söz sayesinde ben de kendimi daha istekli, daha gayretli hissediyorum. Seninle çok çalışacağız ve önce bu bakkalı büyüteceğiz. Sonra da ikinci belki de üçüncü şubemizi açacağız. Bana güven evlat, birlikte bunu başaracağız." Dedi.

Sesi, yüzü, el hareketleri kısacası her şeyiyle öyle ikna ediciydi ki, ona inanmamaktan başka şansım yoktu. İşin açığı ona inanmaktan başka çarem de yoktu. Tekrar sokağa dönüp banklarda yatarak zengin olamazdım. Zengin olmayı bırakın, ertesi sabaha uyanmam bile garanti değildi. Düşüncelerimi bir kenara bırakıp "Usta ne düşündüğümü nasıl anladın?" diye sordum. Gerçekten bunu merak etmiştim.

"Bakkala girer girmez, etrafı inceledin. Muhtemelen dükkânın ne kadar küçük olduğunu fark ettin ve aklında hemen o soru uyandı. Bu küçücük bakkal dükkânını işleten adam beni nasıl iyi bir konuma getirecek? Yüzünü umutsuz bir ifade kapladı. İnsanların birçoğu böyledir biliyor musun? Yüzlerine bakarak ne düşündüklerini kolaylıkla anlayabilirsin. Eğer ticaret ile uğraşıyorsan insanları bir kitap gibi okumalısın. Onların ne istediklerini hemen anlamalı, ne düşündükleri hemen çözmelisin." dedi.

Ustamın az önce yaşadıklarımı eksiksiz anlatması beni etkilemişti. "Peki, ama insanların ne düşündüğünü nasıl anlayacağım?" diye sordum. "Acele etme evlat. Bunu zamanla ve daha çok kitap okuyarak anlayacaksın. Kitaplar sana bir insanın duygularının yüzünü nasıl şekillere soktuğunu anlatacak. Bakkala geldiğinde öğrendiklerini test etme imkânı bulacaksın ama her şey zamanla olacak. Önce sabırlı olmasını öğrenmelisin." Ustam haklıydı. Hiçbir şey öyle birdenbire olmuyordu. Sabırlı olmak gerekiyordu. İnsanların birçoğu sırf sabırsız oldukları için karşılarına çıkan fırsatları kaçırıyorlardı. Sabredip sakin kalmaya çalışarak daha doğru düşünebilirdim.

Ustam o gün bakkala gelen çocuk müşterilerle benim ilgilenmemi istedi. Çocuklar uğraşmak çok zordu. Elindeki parayla, almayı istediği eşyaların fiyatları hep birbirinden farklı oluyordu. İlk çocuklar beni çok zorladı. Bütün bir bakkalı gezmemize rağmen bir türlü onlara bir şey beğendiremiyordum. Sürekli paralarının yetmeyeceği şeyler istiyorlardı. Sinirleniyordum ama ustama belli etmemeye çalışıyordum. Ancak ustam her şeyin farkındaydı. Ne zaman ona baksam bıyık altından gülüyordu.

Zorlandığımı görüyordu ve sabrımı ölçüyordu. Benim çocuk müşterilerle ilgilenmemi istemesinin sebebi, çocukların yetişkinlerden daha zor olmasıydı. Beni sınava zor olan sorudan başlatmıştı. Böyle yaparak daha sonra yetişkinlerle daha kolay anlaşmamı hedefliyordu. İlk birkaç çocuktan sonra onlara nasıl davranmam gerektiğini öğrendim.

Çocuklar bakkala geldiğinde parasını uzatıyor ve ne istediğini söylüyorlardı. Ben onlara istediklerinden daha güzel bir yiyecek bildiğimi kendisine onu vereceğimi söylüyordum. Çocuk daha güzel olduğunu duyunca hemen benim ona uzattığımı alıyor, kendi istediğini unutuyordu. O hafta boyunca çocuklarla uğraştım. Birkaç gün sonra artık hiç zorlanmıyordum. Çocuk içeri girip çıkıncaya kadar en fazla üç dört dakika geçiyordu. İnsan isterse ve sabrederse gerçekten başarıyordu.

İnstagram: bzkrtmslm1

Yakın zamanda instagramdan da çekilişler yapacağım. İki hesabı da takip etmeyi unutmayın. :)

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro