Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MERHAMET

"Bir insanın yüreğindeki en değerli madendir, merhamet."

Multimedya: Benim Adım Öğretmen

Mahallemizin aşağısında güzel büyük bir park vardı. Biz bu parka sürekli gelirdik ama annelerimiz bize bu parkın çok tehlikeli olduğundan bahsederlerdi. Bize oraya gitsek bile tek başımıza gitmememizi öğütlerlerdi. Filiz demek ki dün tek başına çıkıp bu parka gelmişti. Onu bu cesur davranışa neyin teşvik ettiğini merak ettim.

Parkın sonuna kadar yürümeye devam ettik. Nihayet durduğumuzda yerde oturmuş kâğıt mendil satan bir yaşlı kadının yanındaydık. "Bir tane kâğıt mendil verir misin teyzeciğim?" Filiz o kadar tatlı bir ses tonuyla söylemişti ki zamanın o an, orada durmasını istedim. Yüzündeki, o doğa harikası tebessümün yerini, başka bir duygunun almasını istemedim. "Al kızım." Bu kez anın çabucak bitmesini istedim.

Bu boğazdan gelen çirkin sesin yaşlı kadından mı geldiğine emin olmak için, istemeyerek de olsa gözlerimi Filiz'den ayırarak yaşlı kadına baktım. Uzun burnu hemen göze çarpıyordu. Lekelerden grileşmiş siyah eşarbının altından ağarmış saçları görünüyordu. Kaş namına birkaç beyaz tüy vardı. Gözleri çukurlarına çökmüş, küçücük kalmışlardı. Ağzı kocamandı ve gülümsemeye çalıştığından ağzında kalan birkaç çürük dişi gözüküyordu. Bu durum zaten korkunç olan görüntüsünü daha da korkunçlaştırıyordu. Bu kadın beni ciddi anlamda korkutuyordu.

Öyle Çetin'den ya da amcamdan korkmak gibi değildi hem de. Dizlerim titremeye başlamış, kalbim yerinden çıkmak ister gibi ritmini arttırmıştı. Filiz "Hadi gidelim." Deyince biraz rahatlar gibi oldum ama hemen ardından söylediği sözü duyunca hevesim kursağımda kaldı. "Yarın yine görüşürüz teyzeciğim."

Eve dönerken Filiz'e o kadından korktuğumu söyledim. Fark ettiğini söyledi. Biraz utandım. Filiz durdu, elimi ellerinin arasına aldı ve şöyle dedi "Aslında ben de ilk gördüğümde ondan korkmuştum. Çünkü o yaşlı teyze, bizim hep televizyonlarda ve ya masallarda gördüğümüz cadı karakterine çok benziyor ama sırf dış görünüşü ona benziyor diye onu kötü bir insan olarak düşünmek ona haksızlık olurdu. Ona bir şans verdim ve ne kadar iyi bir insan olduğunu gördüm. Sen de öyle yap. Bana güven pişman olmayacaksın." Dedi. Bu kızın böyle büyümüş de küçülmüş gibi konuşmaları benim hep kafamı karıştırıyordu. Ne dediğini anlamasam da ona güvenimin boşa çıkmayacağından fazlasıyla emindim.

Bir süre boyunca her gün ondan kâğıt mendil almaya gittik. Filiz'in bir kez daha sözlerinde haklı olduğunu gördüm. Fatma teyze gerçekten çok iyi bir insandı. Bize kendi hayatını anlatıyor. Çocuklarının, ona nasıl sahip çıkmadığından, hastalıklarından bahsediyordu. Onun hüzün dolu hikâyesini öğrendikçe ona daha çok bağlandık daha çok sevdik. Bir gün bize "Allah sizi birbirinize bağışlasın." Diye dua etti. Bu dua ikimizi öyle çok duygulandırdı ki boynuna sarıldık. O anda fark ettim ki ondan artık hiç korkmuyordum. Sevgim ona olan korkumu silip süpürmüştü.

Kâğıt mendil almaya geldiğimiz bir gün Fatma teyzeyi bulamadık. Hemen park bekçisine gidip onun nerede olduğunu sorduk. "Sabah geldiğimde her zaman ki yerinde yatıyordu. Uyandırmaya çalıştım ama uyanmadı. Allah rahmet eylesin."dedi. Park bekçisi sanki bir arkadaşıyla sıradan bir günlük konudan bahseder gibi konuşmuştu. Oysa o cümleler bizim yüreğimize aynı sıradanlıkla girmemişti. Filiz'in hıçkırıklarını duyduğumda o güzel yüzünden gözyaşları süzülmeye başlamıştı bile. Bana sarıldı ve omzumda hıçkıra hıçkıra ağladı. Gözyaşlarının omzumda oluşturduğu ıslaklığı hala hissediyor gibiyim. İnsanların asıl güzelliklerinin, dış görünüşleri olmadığını yanağımdan süzülen iki damla gözyaşıyla anlamıştım.

Ortaokul yılları da benim okula dair fikirlerimi değiştirmedi. Birkaç küçük değişiklik dışında tabi. Okul yine sevimsiz ve sıkıcı derslerin okutulduğu bir yerdi, bana göre ama her şeye rağmen sevdiğim birkaç ders ve öğretmen de yok değildi.

Matematik dersinin öğretmeni, Erkan öğretmeni çok severdim mesela. Matematiğe doğuştan bir yeteneğim olmasının da bunda büyük bir payı vardı elbette. Öğretmenimiz de bize matematiği öğretmek için üstün çaba gösterirdi. Matematiğin hayatın ta kendisi olduğunu savunur. Matematik olmadan hayata adapte olamayacağımızı öne sürerdi. Etrafımıza dikkatle baktığımızda aslında her yerde matematikle karşılaşacağımızı söylerdi. Derslerden sonra da bizimle ilgilenir. Bir çocuğu, o gün üzgün görmüşse mutlaka yanına gider, ona ne olduğunu sorardı. Onu teselli etmeye çalışır ve moralini biraz daha iyi bir duruma getirmeden yanından ayrılmazdı. Okuldaki bütün çocuklar gibi ben de onu çok severdim. Ama okulu sevebilmem için yeterli değildi.

Sevdiğim öğretmenlerden biri de Sosyal bilgiler öğretmenimiz Ahmet öğretmendi. Bize derslerde şiirler okur, tarih konularını daha iyi anlamamız için bize küçük tiyatro oyunları oynatır, bazen de gündem de olan konuları münazara etmemizi isterdi. Filiz bir gün onun dersinde harika bir şiir okumuştu. Atilla İlhan'ın "Ben Sana Mecburum" şiiriydi bu. Şiiri öyle duygulu öyle güzel okumuştu ki kendimi ayakta alkışlarken bulmuştum. Öğretmen de Filiz'i tebrik etmişti. O günden sonra benim de şiire ilgim başlasa da Filiz kadar üst düzeyde değildi.

Multimedya: Atilla İlhan-Ben Sana Mecburum 

Ahmet öğretmen bir derste de ben ve Filiz'in de dâhil olduğu bir gruba, Lale Devri'ni anlatan bir tiyatro oyunu yazıp, oynamamızı istedi. Grubun toplanma yeri Filizlerin eviydi. Filiz senaryoyu kendisi yazmıştı. Roller açıklandığında bana Nevşehirli Damat İbrahim Paşa rolünü yazmıştı. Kendisi de padişahın kızı Fatma Sultan rolündeydi. Benim de eşim oluyordu aynı zamanda. Bize provalar yaptırıyor, eksiklerimizi ve nasıl düzeltilmesi gerektiğini söylüyordu. Tam bir yönetmen gibiydi. Ben nasıl yapacağımı bilmiyordum. Daha önce öğretmenler çağırmadan tahtaya bile çıkmamıştım. Filiz beni teşvik ediyor, hazırlıyordu.

Yaklaşık bir hafta süren provalarda Filiz, bizleri çalıştırdı ve hazırladı. Hepimizi motive ediyor, harika birer oyuncu olduğumuzu söylüyordu. Oyun günü geldiğinde hepimiz çok heyecanlıydık. Ahmet öğretmen bizden bir prova yapmamızı istemişti. Prova bittiğinde çok beğendiğini söylemişti. Bu bizi çok motive etmişti.

Okulun karşısında sahnelediğimiz oyunda senaryo gereği ben ölüyordum. İsyancılar beni idam ettirdiğinde Filiz'in nasıl ağladığını hala hatırlıyorum. Nasıl bu kadar gerçekçi ağlıyor diye şaşırmıştık hepimiz. O gün oyunumuz çok beğenildi. Ahmet öğretmen hepimizin sözlüsüne yüz puan verdiğini söyledi. Hepimiz Filiz'e teşekkür ettik. Filiz'e nasıl bu kadar gerçekçi ağladığını sordum. Gözlerimin içine bakarak "Sana gerçekten bir şey olmuş gibi düşündüm." Dedi. Çok duygulanmıştım. Ona sımsıkı sarılmıştım. Beni uyarıp nefes almadığını söyleyene kadar da geri bırakmamıştım.

Okulda ne zaman bir derse çalışıyor olsam ve ya motivasyona ihtiyacım olsa Filiz bana yardım ediyordu. Yanı başımdaki iyilik meleğim gibiydi. Okul futbol turnuvasında da beni motive etmişti. Her maça çıkmadan önce bana "Eğer gol atarsan sana piyano çalarım." Diyordu. Saha kenarında takımı desteklemek için kızları teşvik ediyordu. Bazen kendimi yorgun hissettiğimde saha kenarına bakıyordum. Filiz bana gülümsüyor, el sallıyordu. Bütün enerjim yenilenmiş oluyordu.

Bütün maçları kazanıp finale kadar gelmeyi başarmıştık. Finalde rakip takım Çetin'in sınıfıydı. Çetin de takımdaydı. Üstelik savunmada oynuyordu. Bir duvar gibi duruyor, geçit vermiyordu. Bizim takımda en ileride ben oynadığımdan onunla eşleşmiştim. Maç başladığında Çetin ikili mücadelelerin hepsini kazanarak bana geçit vermedi. Gol atamadık ama iki gol yedik. Geriye düşmüştük. Devre olduğunda beş dakikalık molada Filiz beni saha kenarına çağırdı. "Attığın her gol için seni bir kere öpeceğim." Dedi.

Artık yaşımız büyümüştü ve bazı şeylerin farkına varmıştık. Filiz ile en yakın arkadaştan daha fazlası olduğumuzu anlamıştık. Maçın ikinci yarısında Çetin'in bir tank gibi ağır olduğunu fark ettim. Hızımı kullanarak onu geçip gol attığımda Filiz'in kenardaki sevinç çığlıkları beni daha çok motive etti. Tam beş gol attım ve maçı kazandık. Bütün enerjimi harcadığımdan kendimi çimlere bıraktım. Çimlerde uzanmışken takım arkadaşlarım beni havaya kaldırdılar ve atıp tutmaya başladılar. Turnuvayı kazanmıştık. Hayatımın en güzel anlarından biriydi ve bu anın perde arkasında da yine Filiz vardı.

Diğer arkadaşlarım Filiz'i kıskanmaya başlamıştı. Okulda ve okuldan sonra hep Filiz ile vakit geçirdiğimi söylüyorlardı. Kendileriyle niye eskisi gibi maçlara gelmediğimden, oyunlara ve ya etkinliklere katılmadığımdan bahsediyorlardı. Bir derste benim onu neden bu kadar önemsediğimi hepsi anlayacaktı.

Okula yeni bir öğretmen gelmişti. Diğer sınıflardaki arkadaşlarımız çok sert bir öğretmen olduğundan hatta bazı çocukları dövdüğünden bahsetmişlerdi. Bizim dersimize geldiğinde haklı olduklarını anladık. Sınıftan hiç ses çıkmamasını istiyordu. Herkes pür dikkat kendisini dinlemek zorundaymış. Bu isteği bana hiç uymuyordu. Ben en fazla on dakika dersi dinleyebiliyor sonra başımı masaya koyuyor, Filiz'i izlemeye başlıyordum.

O derste de öyle olmuştu. Dersle bağlantımı kesmiş Filiz'i izlerken kulağımın acıdığını hissettim. Öğretmen kulağımı çekiyordu. Beni ayağa kaldırdı ve en son ne anlattığını söylememi istedi. Tabi ki söyleyemedim. Bunun üzerine öğretmen bana bir tokat attı. Bir çığlık koptu. Ben çığlık atmamıştım. Filiz çığlık atmıştı. Öğretmene "Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı. Öğretmen kendisiyle nasıl böyle konuştuğunu sordu.

Ne hakla bir öğrenciye tokat attığını sorarak karşılık verdi Filiz. Öğretmen hemen yerine oturmasını yoksa kendisine de tokat atacağını söyleyerek onu tehdit etti. Bunun üzerine Filiz sınıftan çıktı ve çıkarken de "Benim böyle birinden öğrenecek bir şeyim yok." Dedi. Öğretmen kelimesini bile kullanmak istememişti. Ben de onun peşinden dışarı çıktım. Öğretmen bağırarak çabuk sınıfa dönmemizi yoksa disipline gideceğimizi söylüyordu ama bu tehditleri faydasızdı. Filiz doğruca müdürün odasına gitti. Ben de onu takip ettim.

Müdüre öğretmenin bana vurduğunu ve şikayetçi olduğumuzu söyledi. Müdür öğretmenimizin haksız yere böyle bir şey yapmayacağını söyleyince Filiz adeta çılgına döndü. Hiçbir gerekçenin dayağı haklı çıkaramayacağını, öğretmenin benden özür dilemesi gerektiğini söyledi. Müdür alaycı bir kahkaha attı.

Bizim mahalledeki çocuklar evde ve başka yerlerde de şiddet görmeye alışkın olduklarından hiçbiri eve gittiğinde öğretmenin kendisini dövdüğünden bahsetmezdi. Bazı velilerde öğretmenlerin isterse dayak atmalarından yanaydılar ve bunu onlara söyleyerek teşvik edenler bile vardı. Müdür bütün bunları çok iyi bildiğinden Filiz ve bana derhal odasından çıkıp derse gitmemizi söyledi. Filiz o öğretmen özür dileyene kadar dersine gitmeyeceğimizi söyledi. Müdür Filiz'in cesareti karşısında şaşırdı. Hemen çıkıp derse gitmezsek bize disiplin cezası vereceğini söyledi. Filiz müdür ile konuşmanın da faydasız olduğunu anlayınca odadan çıktı. Ben de hemen peşinden çıktım.

Filiz koşar adımlarla eve gidiyordu. Eve vardığımızda annesine olan biteni anlattı. Annesi de babasını arayarak her şeyi anlattı ve okula gittiğini kendisinin de oraya gelmesini söyledi. Okula gittiğimizde müdür karşısında bir veli görünce neye uğradığını şaşırdı. Filiz'in annesi, o öğretmenin hemen çağırılmasını istedi. Müdür öğretmeni çağırttı. Belgin teyze ile öğretmen arasında şöyle bir konuşma geçti.

"Çınar'a neden vurdunuz?" "Dersi dinlemiyordu." "Bir öğrenciniz dersi dinlemiyor diye ona vuramazsınız. Çocukların belirli bir dikkat süreleri vardır. Ders süreleri çok uzun. Çocukların dikkati dağılıyor, dersten kopuyorlarsa onların ilgisini tekrar derse yöneltmek sizin probleminiz." "İçlerinden bir tanesini tokatlayınca hepsi tekrar dersle ilgileniyor." "Nasıl bu kadar çağ dışı kalabildiğinize şaşırıyorum doğrusu. Çocukların hiçbirini dövemezsiniz. Böyle bir hakkınız yok." Belgin teyze cümlesini bitirince Filiz'in babası içeri girdi.

Kapıyı çalmadan direk dalmıştı müdürün odasına. Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla müdür ve öğretmeni korkutmuştu. Üzerindeki askeri üniformanın da bunda payı vardı. Belgin teyze konuşmaları kısaca ona anlattı. Ömer amca öğretmenin üstüne yürüdü. Öğretmen korkuyla geri çekildi. Çocukları dövmeye hiçbir hakkının olmadığını söyledi öğretmene. Öğretmen askerlerini eğitirken de aynı şekilde mi davrandığını sordu. Ömer amca burasının bir askeriye değil bir okul olduğunu bu çocuklarında yirmi yaşında olmadıklarını söyledi.

Askeriyenin de okul gibi bir eğitim yeri olduğunu, yirmi yaşında olunca dayağın haklı mı olduğunu söyledi öğretmen. Ömer amca bunu söylemediğini sözlerini çarpıtmamasını söyledi ve devam etti. Askeriye disiplinin elden bırakılmaması gerekilen bir yerdir. Bütün askerlerin öğretilenlerin her harfini öğrenmesi gerekir. Çünkü askerler vatanı korumak için eğitilirler. Eğer onlar bir hata yaparsa bu bütün ülkenin felaketiyle sonuçlanabilir. Üstelik yirmi yaşında artık yetişkin olan askerlerin dikkat süreleri de yüksektir. Yani bir asker anlatılanları yapmıyorsa bu tamamen problem çıkarmak istemesindendir. Ayrıca biz sizler gibi çocukları kırk dakika robot gibi sıraya oturtup ders dinletmeyiz. Bizim eğitimlerimizin hepsi uygulamalıdır."

Öğretmen bundan sonrasında saçmalamaya başladı. Ömer amcanın söylediklerine saçma cevaplar veriyordu. Öyle saçmalıyordu ki müdür bile olaya dahil olup Ömer amcanın haklı olduğundan bahsetti. Öğretmen ısrarla kendisini savunmaya devam edince Ömer amca yumruğunu masaya vurdu ve "Valizini toplamaya başla. Senin gibilerin çocuklara vereceği hiçbir şey yok." O gün Ömer amcayı asıl sinirlendiren şey öğretmenin dayak atması değildi. Öğretmen hatasını kabullenmemekte ısrar ediyordu. Bir öğretmenin, bir cahil gibi davranması Ömer amcayı çok kızdırdı. Öğretmen eğer özür dileyip bir anlık bir hata olduğunu söyleseydi ve o davranışı tekrar etmeseydi, belki bizim okulda kalabilirdi. Ama onu bir daha okulda görmedim.

Filiz yine koruyucu meleğim gibi beni kurtarmıştı ve tabi ki ailesi de. Arkadaşlarım bu olaydan sonra bir daha Filiz'i kıskanmadılar. Belki beni kıskanmışlardır. Çünkü herkes Filiz gibi bir iyilik meleğinin olmasını isterdi ama o şanslı kişi bendim.

O gün ki o tartışmadan şunu anlamıştım. Her insan hata yapabilir. Önemli olan hiç hata yapmamak değil. Çünkü bu mümkün değil. İnsan hata yaparak öğreniyor ve olgunlaşıyor. Ancak bir hata yaptığımızda bunu kabullenip gerekli dersleri çıkarmazsak tekrar hata yapmamız kaçınılmaz oluyordu. İnsanlar bize hatamızı telafi etmek için çoğu zaman bir şans veriyordu. Asıl önemli olan ise bizim telafi mi edeceğimiz yoksa yanlış yapmadığımız fikrinde ısrarcı mı olacağımızdı. Bu sorunun cevabını o gün yaşayarak öğrendim. Öğretmen hatasından dönmeyip okuldan giderken, müdür hatalı olduğunu kabullenince işine devam etmişti. Hayatta işler böyle yürüyordu. Hata yaptığını kabullenme erdeminde bulunanlar bağışlanıyordu.

İnstagram: bzkrtmslm1

Yakın zamanda instagramdan çok güzel çekilişler olacak. Takip etmeyi unutmayın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro