KAMP
"İnsan metropollerde yaşayarak kendini medeni kabul etse de önünde sonunda doğaya kavuşmak yabanıllığına karşı gelemez."
Bir ses duydum birileri geliyordu. Kafamı kaldırıp baktığımda ileride bize yaklaşan bir çifti gördüm. Hemen doğruldum. Yeliz hala bana küfürler savuruyordu. Nehre ittiğimde elinden düşürdüğü çakıyı alıp balığı temizlemeye başladı. Bu haliyle komik görünüyordu. Neden hala burada kaldığını soruyordum kendime. Daha bir saattir tanışan insanlara göre fazla şey yaşamıştık.
Genç çift bize yaklaştı. Erkek olanı "Merhaba arkadaşlar. İleride nehirden çıktığınızı gördük. Görünüşe bakılırsa kendi isteğinizle girmemişsiniz. Ancak şimdi iyi görünüyorsunuz. Yine de sormak istedik. Yardıma ihtiyacınız var mı?" dedi sırıtarak. "Teşekkür ederim. Ben iyiyim. Yeliz sen nasılsın?" "İyi değilim şu kıyafetlerimin haline bak." Dedi ve elindeki balık ve çakıyı yere bıraktı. Şok yaşayan insanlar, şoka maruz kalmadan önce ne yapıyorlarsa bir an önce o işe geri dönmeye çabalarlar. Şok psikolojisi de denebilir buna.
Yeliz de nehre düşmeden önce olduğu gibi balık temizleme işine devam etmeye çalışmıştı. Ancak sorduğum soru onu kendisine getirmişti. Ayağa kalktı ve "Arabanın anahtarlarını ver. Kıyafetlerimi almam gerekiyor." Dedi. Öfkeliydi, çünkü bütün bunlara benim sebep olduğumun farkındaydı. "Özür dilerim. Benim de gelmem gerekiyor. Birlikte gidelim." Dedim.
O önde ben arkasından yürümeye başladık. Bu halimle bir kabahat işleyip annesinden azar işitmiş ve ona yaklaşmaya korkup arkasından yürüyen çocuk gibiydim. Hatalı olduğumu biliyordum ancak o da sütten çıkmış ak kaşık sayılamazdı. Benimle sürekli alay edip, küçümseyerek beni çıldırtmıştı. Eğer ortada bir suç varsa bunda ikimizin de payının olduğu gün gibi aşikârdı.
Arabanın yanına vardığımızda bagajı açtım. Kendime bir tişört ve şort aldım. Yeliz cebindekileri arabaya bırakıyordu. Cebinden telefonu, cüzdanı, ıslanmış ve mürekkepleri akmış, küçük kâğıt parçaları çıktı. Kâğıt parçalarını görünce beynimde bir şimşek çaktı. "Paralar" diye bir çığlık attım ve hemen ceplerimi boşaltmaya başladım. Paralar ıslanmıştı. Bereket versin ki kâğıt paralarda gazete ve kitaplarda kullanılanlarla aynı türde kâğıtlar kullanılmıyordu.
Gazete kâğıtları selülozdan, paralar ise pamuktan yapılıyordu. Pamuktan yapılan paralar kolay yıpranmıyordu. Cebimdeki bütün parayı boşalttığımda Yeliz şaşkınla bakıyordu. "Bu kadar parayla kamp yerinde ne yapacaksın ki?" diye sordu. "Bilmiyorum, ustam ısrar etti." Dedim. "Ne görgüsüz insanlarsınız siz? Buraya şehirden uzak kalmaya, doğayla iç içe olmak için gelir insan. Sen sanki burayı satın almaya gelmişsin." Dedi ve yanımdan geçip gitmek için hareketlendi.
Onu kolundan tuttum "Eğer bana bir daha hakaret edersen bu senin için iyi olmaz. Seni yanımda zorla tutmuyorum. Hemen şimdi defolup gidebilirsin. Ayrıca benim ustam çok medeni ve kültürlü bir insandır. Kütüphanesini görsen ağzın açık kalırdı." Dedim bağırarak. "Kolumu bırakır mısın?" dedi. Korkmuş görünüyordu. Hemen kolunu bıraktım. "Ben böyle birisi değilim. Lütfen beni istemediğimi birisi gibi davranmaya zorlama." Dedim. Yaptıklarım için gerçekten üzülmüştüm. O da bunu fark etti. "Tamam anlaştık. Seni bir daha küçümsemeyeceğim, seninle alay da etmeyeceğim." Dedi. Bunu ciddi bir tavırla söylemişti. Kıyafetlerini alıp kamp alanındaki tesislere doğru yöneldi. Tabi ben de yine arkasından yürümeye başladım.
Tesislerden içeri girdik. Yeliz oradaki çalışanlardan birisine "Pardon, burada kıyafetlerimi değiştirebileceğim bir yer var mı?" diye sordu. Böylesine kibar olabiliyorken bana neden kaba davranıyor diye sinirlendim. "Arka tarafta kabinler var. Orada kıyafetlerinizi değiştirebilirsiniz." Dedi görevli. Kabinlerde ıslanmış kıyafetlerimi değiştirdim ve çıktım. Yeliz'i beklemeden arabanın yanına gittim.
Bagajı açtım. Cüzdanımı boşaltacaktım. İçinde önemli kartlar ve kimliğim vardı. Cüzdanımda Filiz'in bana verdiği resimde vardı. Aman Allah'ım ben onu ne zaman koymuştum cüzdanıma. Hemen açtım. Çok az bir kısmı ıslanmıştı. Arabanın arkasına çöktüm ve ağlamaya başladım. Filiz'in bana bıraktığı ender somut miraslarından biri olan ve bizim ilk anımızın resimlenmiş hali olan bu resme iyi bakamadığım için kendimi suçluyordum. Az sonra uzaktan Yeliz'in sesini duydum.
"Orada ne yapıyorsun? Neden yerde oturuyorsun?" kafamı kaldırıp ona baktığımda ağladığımı gördü ve koşarak yanıma geldi. Diz çöküp sordu "Neden ağlıyorsun? Ne oldu?" diye sordu. Sonra elimdeki resme baktı. Benim için değerli bir şey olduğunu anlamıştı. "Benim yüzümden oldu. Çok özür dilerim. Hemen çantamı alıp gidiyorum." Dedi ve gerçekten çantasını alıp gitti. Ona mani olmadım. Ona kızmıştım ancak en iyisi ona bir şey söylememekti.
Çünkü tecrübelerim bana yeni şeyler öğretmişti. Eğer bir insan sizi üzdüğünde ona bağırıp çağırırsanız o insan kendince yaptığı yanlışın bedelini ödediğini düşünüyordu. Ancak hata yapan insana hiçbir şey söylemezseniz kendi vicdanı onu mahvedene kadar cezalandırıyordu. Bir insana verilebilecek en büyük ceza da buydu. Onu vicdanının sesine bırakmaktı. O benim yapacaklarımdan çok daha etkili olacaktı.
Aklıma bir fikir gelmişti. Bu şekilde kıyafetlerimi de kurutabilirdim. Bir ağaçtan yakın diğer bir ağaca ip gerdim. Çamaşır ipi gibi olmuştu. Önce resmi sonra da kıyafetlerimi astım. Güneş bana bu konuda çok yardımcı olacaktı. Resim çok fazla tahrip olmamıştı ve bu benim adıma sevindirici bir gelişmeydi.
Çadırımın yanına tekrar geldiğimde okumak için bir kitap aldım. Katlanabilir sandalyeme oturup kitabımı okumaya başladım. Uzaktan bir yerden burnuma enfes kokular geliyordu. Sanırım birileri balık yapıyordu. Gözlerimi kitaptan bir süreliğine ayırdım ve etrafta balık yapan birilerini aradım. Görünürde kimse yoktu. Ancak dumanlar nehir kenarından yükseliyordu. Aklıma bizim tuttuğumuz balık geldi. Yoksa Yeliz o balığı mı pişiriyordu? Eğer öyleyse yakası açılmadık bir küfrü hak ediyordu.
Benim çok sevdiğim resmime zarar vermişti. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi gidip balık yapması beni öfkelendirmişti. Bugün ne kadar çok öfkelendiğimi fark ettim. Bütün bunların suçlusu Yeliz idi. Yaptığı her hareketle beni sinir ediyordu. Kalkıp yanına gitmeyi düşündüm. Ona küfürler savurmak geçti içimden. Ancak yapmadım. Kendimi frenlemeyi başardım. Ben bu kadar sinirli bir insan değildim. Öfke bir hastalıktı, bunu biliyordum. Bir kez bu hastalığa bulaşanların yakasını kurtarması çok zordu. Ben bu hastalığa mağlup olanlardan olmayacaktım. Kitabımı okumaya devam ettim.
Oldukça güzel bir kitaptı. Kurgusu beni hemen içine çekmişti. Dış dünya ile bağlantımı kesmiştim. Kitabın bana sunduğu hayal dünyasında karakterlerin peşinde maceradan maceraya sürükleniyordum. Bir koku beni maceralar dünyasından gerçek dünyaya gelmeye zorladı. Koku, kapıya dayanan alacaklı gibi hayal dünyamın kapısına vuruyordu. Beni çıkmaya zorluyordu. Bir müddet dirensem de başarılı olamadım.
İstemeyerek de olsa başımı kaldırdım ve kokunun nereden geldiğine baktım. Elinde tabakla bana yaklaşan Yeliz'in gördüm. Karnımdaki boşluğu o an hissettim. Buraya geleli birkaç saat olmuştu ama ben ağzıma tek lokma bir şey koymamıştım. Açlığın verdiği etkiyle balığın kokusu daha da enfes geliyordu. Midemin bütün feryatlarına aldırış etmeyip kitabıma devam ettim. Onun yaptığı hiçbir şeyi yemeye niyetim yoktu. Yanımdan gidince tesislere gider, orada yemek yerdim.
Yeliz yaklaştı ve "Balığı pişirdim. Yarısını da sana getirdim. Ben resim için gerçekten çok üzgünüm. Okulda resim bölümünde arkadaşlarım var. İstersen aynısını çizebilirler. Hem çok daha iyi bile çizebilirler." Dedi. "Ne saçmalıyorsun sen? Kimse o resimden daha güzel bir resim çizemez. Sen sadece resmi değil, benim çok sevdiğim bir hatıramı da mahvettin." Dedim. Yine sinirlenmiştim. Bu kız sürekli beni öfkelendiriyordu. "Ben çok özür dilerim. Senin için bir şey yapmalıyım." Dedi. Sesindeki masum ifade beni rahatsız etti.
"Beni rahat bırakabilirsin. Kitabımı okumak istiyorum. Giderken balığını da al." Dedim ve ne diyeceğini beklemeden kitabımı okumaya başladım. Bir şey demeden çekip gitti. Ancak balığı götürmemişti. Bıraktığı yerden kokusu gelmeye devam ediyordu. Göz ucumla tabağa baktım. Balığın yarısı, biraz salata ve bir parça ekmek vardı. Hemen tekrar kitabıma döndüm. Artık balığı görmesem de kokusu hala geliyordu. Çok acıkmıştım. Kitaptaki kelimeler bana balık olarak görünmeye başladılar. Sanırım daha fazla dayanamayacaktım. Bu balık neden bu kadar güzel kokuyordu.
Sonunda pes ettim. Tabağı aldım ve büyük bir iştahla yemeye başladım. Bir yandan da bu yaptığım için kendime kızıyordum. Eminim Yeliz bana bakıyor, onu affettiğimi düşünüyordu. Ancak eğer cesaret eder de yanıma gelirse onu affetmediğimi sadece çok acıktığımı söyleyecektim. Neyse ki gelmedi. Akşama kadar da onu görmedim.
Akşam olduğunda ipe astığım elbiselerimi ve resmi topladım. Resme tekrar zarar gelmesin diye onu arabanın torpidosuna bıraktım. Bagajdan pompayı alıp uyku tulumunu şişirdim. Ustam gaz fenerinin saçma ve tehlikeli bir fikir olduğunu söylemişti. Onun yerine küçük pilli fenerlerden vermişti. Feneri alıp çadırdaki uzantıya astım. Akşam için bir şeyler atıştırmaya karar verdim.
Tesislerde karnımı doyurup çadırıma döndüm. Ustamın öğrettiği gibi taşlardan küçük bir ocak yaptım. Çalı çırpı ve odun toplayıp ateş yaktım. Ateş közlendiğinde cezveme suyumu koyup kaynamaya bıraktım. Çok fazla odun topladığımdan, köz de fazla olmuştu. Su hemen kaynadı. Kahvemden biraz ekledim ve karıştırdım. Kahve suya karıştıkça o güzel kokusu etrafa yayılmaya başladı. Hazır olduğundan emin olunca fincana boşalttım ve biraz soğuması için yere indirdim.
Hava serinlemişti, üşümeye başlamıştım. Ustam evdeyken bana bir kapüşonlu vermişti. Ben ise "Buna ne gerek var usta. Yaz mevsimindeyiz." Demiştim alaycı bir gülümsemeyle. O da "Sen kamp alanlarını bilmezsin evlat. Oralarda geceleri rüzgâr eser. Yanına al, üşürsen giyersin. Eğer üşümezsen de araba da dursun." Diye ısrar edince ben de ne zararı olacak ki düşüncesiyle alıp arabaya koymuştum. Ustam yine haklı çıkmıştı. Şimdi üşümüştüm ve üstüme bir şeyler almalıydım. Arabanın yanındayken hala kahvenin kokusunu alabiliyordum. Hızla ceketimi alıp çadırıma döndüm.
Kahvemi yudumlarken nehir kenarında yanımıza gelen çifti gördüm. Bana doğru geliyorlardı. "Kahven çok güzel kokuyor." Dedi erkek olanı. "İsterseniz size de biraz yapabilirim." Dedim. "Kız arkadaşın görünmüyor." Dedi kız ve ocağın yanına bıraktığım cezveyi alıp suyla yıkamaya başladı. Yeliz'i kast ettiğini anlamıştım. "O benim kız arkadaşım değil." dedim. Heyecanla lafa girdi erkek olan "Biz sizi nehir kenarına öyle görünce sevgili sandık." Dedi. Öpüşmemizden bahsediyordu.
Kız arkadaşı yerden küçük bir taş alıp ona attı. "Ne kadar da boşboğazsın Burak." dedi onun bu hatırlatmasının ne kadar yersiz olduğunu ona hissettirmek istemişti. Burak da yaptığı şeyin doğru olmadığını fark edince konuyu değiştirmeye çalıştı "Ben Burak, kız arkadaşım Tuğçe ile ayda en az bir kez kamp yaparız. İnsanı inanılmaz rahatlatıyor. Şehrin gürültüsünden ve kalabalığından boğulduğumuzda kendimizi hemen buraya atıyoruz. Ancak seni ilk defa gördük. Sen galiba buralı değilsin ya da ilk defa buraya geldin." Burak'ın klişelerle dolu konuşmasının bitmesi beni sevindirdi.
"Benim adım Çınar, ben de buralıyım. Ancak daha önce hiç kamp yapmamıştım. İlk defa buraya geliyorum." Dedim. Tuğçe şaşırmış görünüyordu. "Kamp yapmak insanı rahatlatır. İnsan doğaya, özüne dönmek ister." Dedi çokbilmiş bir tavır sergileyerek. Cevap vermedim. Bu sıkıcı muhabbettin daha fazla sürmesini istemedim. Onlar konuşmak istiyorlardı ve soru sormaya devam ettiler. Hangi okula gittiğimi sordular. Ben de okumadığımı söyledim. Bana acıyan gözlerle bakmışlardı.
Karanlık da olsa yüzlerindeki ifadeyi yakalamıştım. Ama önemsemedim. Ben hayatımdan fazlasıyla memnundum. Okulu hiç özlemiyordum. O sıkıcı dersleri merak bile etmiyordum. Zaten coğrafya dersinde Japonya'nın nüfusunu öğrenmek, matematik dersinde trigonometri çözmek ve ya tarih dersinde İngiliz ile Fransızların kaç kez savaştıklarını öğrenmek hiçbir işime yaramayacaktı. Beynimi bana yaramayacağını düşündüğüm bu bilgiler ile doldurmaktansa kendi okuduğum kitaplardan edindiğim bilgileri tercih ederdim. Aslında en güzeli yaşayıp öğrenmekti.
Bir süre sessizlik oldu. Burak sıkılmış görünüyordu. Gitarını getirip çalmayı teklif etti. O gelene kadar ateş yakmamızı söylemeyi de unutmadı tabi. Yine bir klişe peşindeydi. Bu bir kamp klasiğiydi. Ateş başında gitar çalıp, şarkı söyleyecektik. Bir de "Akdeniz Akşamları" şarkısını söylersek kesinlikle ben bayılırdım. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Burak gitarını getirir getirmez "Akdeniz Akşamları" söylemeye başladı. Ancak ben bayılmadım. Aksine içime bir enerji dolmaya başladı. Ateşin etrafında şarkıyı söylerken sayımız giderek artmaya başladı. Gitarın sesinde büyülü bir çekicilik vardı sanırım, sesi duyan geliyordu. Bir süre sonra sayımız onu geçmişti.
Burak ikinci bir parça söylemeye hazırlanıyordu ki bir ses işittik "Ben de bir şarkı çalabilir miyim?" dedi bir kız. Burak hemen "Olur." Diyerek gitarı uzattı. Kız ancak oturunca Yeliz olduğunu fark ettim. Gitarı çalmaya başladığında hepimiz konuşmayı bırakıp onu dinliyorduk. Burak gibi tek bir akort ile değil, notalarıyla çalıyordu. Öyle güzel çalıyordu ki kimseden çıt çıkmıyordu. Şarkı sözlerine başladığında gözlerimin içine baktığını görebiliyordum. Şarkıya şöyle başladı; "Eğer seni kırdıysam, Darıl bana". Müslüm Gürses'in yorumladığı "Affet" şarkısıydı. Bu şarkıyı bana söylüyordu.
https://youtu.be/2YYLr6yVruQ
Herkes hüzünlenirken ben istemsizce gülümsedim. Bu hareketi çok hoşuma gitmişti. Sanırım daha fazla uzatmamalıydım. Üstelik resim kurumuştu ve eskisi gibi olmuştu. Hem resmin ıslanmasında onun kadar benim de suçum vardı. Sinirlerime hâkim olmayı becerebilseydim, onu nehre atmazdım ve arkasından atlamama da gerek kalmazdı. Ustamın hep dediği gibi duygularına söz geçirmek gerekliydi. İnsanın ani davranışları, sözleri hep başına bela açıyordu.
Yeliz şarkıyı bitirdiğinde herkes ikinci bir şarkı söylemesi için itiraz etti. Yeliz "Boğazım kurudu. Ne yazık ki bir şeyler içmeden söylemem." Dedi. Yeliz'in bu sözleri üzerine adeta seferberlik ilan edildi. Herkes gidip çadırından içecek bir şeyler getirdi. Sanki eski gazinolarda çalışan assolistler gibiydi. Herkes etrafında pervane olmuştu. Bazılar alkollü, bazıları alkolsüz içecekler getirdi. Bir süre sonra herkes alkollü içecekleri tüketmeye başladı.
Ben ilk defa tükettiğimden kırmızı şarap içiyordum. Gerçi pek de içmek denemezdi. Dudaklarımı ıslatmak daha doğru bir tabirdi. Ancak yine de oradakilerin ısrarıyla birkaç bardak içmekten kurtulamadım. Başım dönmeye başladı. Vücudum uyuşuyordu. Sırt üstü uzandım. Kendimi müziğin ve gecenin eşsiz dansına bıraktım. Göz kapaklarım birer yorgan gibi gözlerimi örtene kadar müziği dinledim.
İnstagram: bzkrtmslm1
İnstagram: bir_cinarinfilizi
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro