GÖREV
"Görev şerefindir. Görevini ne kadar iyi yaparsan o kadar şereflisin."
Gaziantep'e kültürüne, insanlarına alışmakta zorlandım. İstanbul'dan gelmiş biri için şehir küçük, insanları da bir tuhaftı. Tam anlamıyla alışamadan da babanın atama haberini aldık.
Evleneli henüz birkaç ay olmuştu. Bir gün postacı elinde bir zarfla kapıda göründü. Hayatımızı değiştirecek o kâğıdı, taşıdığı, götürdüğü diğer mektuplardan farksız bir soğuklukla verdi. Bir imza alıp gitti. Kâğıdı açtım ve haberi ilk ben okudum. Cenk Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine atanmıştı. Başta sevindim ama çok sürmedi. Bu demek oluyordu ki küçük bir şehre terörün içine gidiyoruz. Daha önce adını bile duymadığım bu şehre gideceğimizin haberini Cenk'e ben verdim.
Sevinçten havalara uçacaktı. Sonradan öğrendim ki meğer okuldan mezun olduklarında kendileri seçiyormuş gidecekleri yere. Babana neden daha iyi bir yer seçmediği için dert yandım. "Doğu görevinin ilkini yapar aradan çıkarırız." Dedi. Ama onun niyetinin teröristlerle çatışmak olduğunu sırf bu amaç uğruna Şırnak'ı seçtiğini biliyordum. Daha fazla üstelemedim. Valizlerimizi toplamaya başladık.
Şırnak'a taşındık. Daha Gaziantep' e tam alışamadan bu kez bambaşka bir yerde kendimi buldum. Buraya baban da ben de alışmakta çok sıkıntılar yaşadık. İnsanların askerlere karşı önyargıları vardı. Hemen hepsi babanı üniformayla görünce korkuyordu. Biz yanlarından geçtikten sonra da babandan öğrendiğim kadarıyla Kürtçe bir şeyler söylüyorlardı. Konuştukları dilin Kürtçe olduğunu babandan öğrenmiştim. Çünkü bu benim Kürtçeyle ilk karşılaşmamdı. Baban da bir Kürt'tü. Ama ailesi kendi aralarında hep Türkçe konuşuyorlardı. Bu yüzden Şırnak' ta geçirdiğim ilk sene çok zor geçti.
Yaşadığımız korku dolu olayları hala hatırlıyorum. Cenk işe başlayalı daha birkaç ay olmuştu ki; bir çatışma sırasında yaralı bir asker teröristlere esir düştü. Babanın o gün eve geldiğinde nasıl sinirli olduğunu hatırlıyorum. Sinirden küplere biniyor. Evin içinde bir aşağı bir yukarı yürüyüp duruyordu. Sorduğum onlarca sorudan sonra cevap alabilmiştim. Baban askerin onların eline geçmesini hazmedemiyordu.
Bir an önce bir operasyon yapılıp askerimizin kurtarılmasını istemişti. Ancak komutanları bunun olmayacağını bekleyeceklerini söylemişlerdi. Cenk askerin kaderine terk edildiğini, bunun haksızlık olduğunu iddia ediyordu. Komutanları bir asker için yüzlerce askerin canını tehlikeye atmalarının daha büyük haksızlık olduğunu söylemişler. Cenk durumu kabullenemiyordu. Askerin bir an önce kurtarılmasını istiyordu. O gece ne yaptıysam babanı sakinleştirmedim. Biraz yatışır gibi oldu ancak öfkesi geçmek bilmedi. O akşam ilk defa babanın sigara içtiğine şahit oldum. Belki öfkesini yatıştırmasına yardımcı olur düşüncesiyle bir şey söylemedim.
Aradan bir ya da iki hafta geçti. Cenk yüzündeki bütün hayat enerjisi çekilmiş bir şekilde eve geldi. Askere işkence yaptıklarını söyledi. Askerin ayağından yaralı olduğunu yarasının enfeksiyon kaptığını ve muhtemelen bacağının kesileceğini söylediğinde içimden bir parça kopmuş gibi oldu. Askerin bazı tırnaklarını çektiklerini, vücudunun çeşitli yerlerini bıçakla kestiklerini ve daha bir sürü şeytanın aklına gelmeyecek işkencelerden bahsetti. Baban böyle olacağını bildiğini, müdahale etmeyi bu yüzden istediğini söyledi birkaç defa. Cenk asker için çok üzülmüştü. Komutanlarına da kızıyordu. Ama hepsi faydasızdı. Her şey olup bitmişti.
Asker eşi olmanın tahminlerimden daha zor olduğunu yaşayarak öğreniyordum. Bazen kendime kızıyor "Acaba onu asker olarak kabul etmesem vazgeçip bana gelir miydi?" sorusunu kendime soruyordum. Cevap hep aynı oluyordu "Hayır, askerliği seçerdi." Baban operasyonlara gidiyordu. Bazen bir bazen iki hafta gelmiyordu. Geldiğinde saçı sakalı uzamış, üstü başı kir pas içinde ve yıkanmamaktan çok kötü kokar bir halde oluyordu. O her gittiğinde ben uyuyamıyordum. Gecelerin ne kadar uzun olduğunu ilk o zamanlar fark ettim. Yatakta dönüp duruyor, uyuyamıyordum.
Kalkıp zaman geçirmek için bir kitap okumaya başlıyordum. Kitabı okurken göz kapaklarım ağırlaşıyor, olduğum yerde uyuyakalıyordum. Bazen de aynı senaryo televizyon izlerken tekrarlanıyordu. Hasretle babanı bekliyordum. Cenk geldiğinde sevinçle boynuna atlıyordum. Ancak o her geldiğinden biraz daha yıpranmış biraz daha ruhsuzlaşmış geliyordu. Baban her seferinde daha kötü haberlerle dönüyordu. Olaylar çığırından çıkıyor gibiydi. Her operasyon da şehit ya da yaralılar oluyordu. Ben baban sağ döndüğü için dualar etsem de sonra şehit ve gazi ailelerini düşündükçe içim parçalanıyordu. Günlerimiz birbirinden daha kötü haberleri getirmek için yarışarak geçiyordu.
Baban bir gün yüzünde kurumuş gözyaşlarının iziyle geldi operasyondan. Dağılmış adeta bitmişti. Hiçbir şey sormadım. Kıyafetlerini değiştirmesini seyrettim. Sonunda dayanamayıp geldi ve bana sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağladı. Babanı ilk defa böyle görüyordum. Çok kötü bir şey olduğunu anladım. Hıçkırıklarını kontrol altına alıp konuşabildiğinde "Orhan, öldü." Dedi. Dondum kaldım. Olduğum yerden kıpırdayamadım. Orhan babanın buradaki en sevdiği arkadaşıydı. Bizimle aynı apartmanda kalıyorlardı. Sık sık birbirimizi ziyarete gidiyorduk. Ne diyeceğimi bilemedim. Aklıma karısı ve çocuğu geldi. Babana evlerine gideceğimi söyledim ama baban karısının haberi alınca fenalaştığını söyledi.
Hastaneye kaldırmışlar, sakinleştirmeye çalışıyorlarmış. Birkaç gün boyunca baban ile ben ruh gibi evin içinde dolaştık. Orhan'ın eşini görmeye gittik. Yüzünde sevinci, gözünde feri kalmamıştı. Bir insanın nasıl yaşarken öldüğünü o gün o kadında öğrendim. Öyle çok yandı ki içim onunla oturup ağlamaktan başka bir şey gelmedi elimden. Teselli verebilecek bir şey bile yoktu. Zaten en kötüsünü yaşıyorlardı. Çok geçmeden karısı ve çocuğu memleketine gönderildiler. Bu olayı atlatamadan kötü haberler almaya devam ettik.
Baban bazen operasyonların faydasızlığından dert yanıyordu. Operasyonların yanlış planlandığından söz ediyordu. Bir başka gün uçakların boş yere kalkıp indiğinden, boş araziden başka bir şey bombalamadığından söz etti. İçten içe bir şeylerden şüpheleniyor ama dillendirmiyordu. Sonra bir gün kendini daha fazla tutamamasına sebep olan bir şey oldu. Dağ karakolunda askerliğini yapıp terhis olan ve kabul toplama merkezlerine gönderilmek için kendi birliğinde birkaç gün misafir edilen bir askerin anlattıklarını bana anlattı. Bir gün nöbetteyken karakola çok yakın bir mevkiden büyük bir grup teröristin ağır silahlarla hareket halinde olduklarını tespit etmiş.
Hemen bunu üstlerine telsizle bildirmiş. Ancak askerin dediğine göre teröristler ateş etmedikçe görmezden gelinmesini emretmişler. O gece ilerleyen saatlerde bir başka köydeki karakola saldırı düzenlenmiş. Asker babana "Komutanım bunları anlatmazsam içim rahat etmezdi. Ben verilen emirleri yerine getirdim. O şehitlerin kanı benim elime de bulaşmadı değil mi? Ben de suçlu muyum komutanım?" demiş. Baban saldırı düzenlenen dağ karakolundan bir askeri arayıp bulmuş. Önceki askerin karakolundan teröristlerin yaklaştığına dair bir rapor gelip gelmediğini sormuş.
Asker hiçbir şey duymadığını, hepsinin uykudayken saldırı olduğunu söyleyince baban şüpheleri iyice artmış. İçerideki hainlerden söz etmeye başlamıştı. Birilerinin muhakkak hainlik yaptığından söz ediyordu. " Yoksa koskoca devlet nasıl olur da birkaç tane dağ faresiyle başa çıkamaz olsun ki." Diyordu kendi kendine. Baban şüphelerinde haklı mıydı bilmiyordum. Bildiğim tek gerçek onun her geçen gün daha çok yıprandığı ve duygusuzlaştığıydı.
Eski Cenk'ten eser yoktu. Baban giderek başka bir adam olup çıkmaya başlamıştı. Bu durum beni çok rahatsız etse de ona hiçbir şey anlatamıyordum. Son yaşanan bu şüphe olaylarından sonra babanın akıl sağlığından da korkmaya başladım. Yaşadıkları hiç kolay şeyler değildi. O günlerde babana tekrar askerliği bırakmak konusunu açmayı düşündüm. Ancak elimde daha çok gerekçe olması gerekliydi. Bir süre daha beklemeliydim.
Son zamanlarda iştahım kesilmeye başlamıştı. Kokulara olan duyarlılığım belki de onlarca kat artmıştı. Her şeyden rahatsız oluyordum. Canım tuhaf yiyecekler istiyordu. Başım hiç olmadığı kadar dönmeye başlamıştı. Evde yürürken aniden bütün ev dönmeye başlıyordu. Kendimi zar zor bir yerle atıyordum. Mide bulantılarımda iyiden iyiye arttığında durumu babana söyledim. Kesinlikle hastaneye gitmem gerektiğini söyledi. Aldığımız kötü haberlerin sağlığımı bozduğundan korkarak hastaneye gittim.
Hayatımın en mutlu haberlerinden biriyle döndüm. Belki de Şırnak'ta olan tek iyi olaydı. Sana hamile olduğumu öğrenmiştim. Sevinç içinde eve döndüm. Babana hamile olduğumu söylediğim anı hatırlıyorum. Adeta şok geçirdi. Gözleri dolmuş, boğazı düğümlenmişti. Elini karnıma koymuş gözlerimin içine bakarak ikimizin bebeği dedikten sonra bana sarılmıştı. Onun yaşadığı bu duygu yoğunluğu karşısında benim de gözlerim dolmuş ama bunu ondan gizlemiştim. Hamileliğim güzel geçiyordu. Baban ne istersem yapmaya çabalıyordu. Ama bir yandan da terör olayları canımızı sıkıyordu.
Bir gün baban eve canı çok sıkkın geldi. Artık babanın böyle gelmesine alıştığımı üzülerek fark etmiştim o gece. Ne olduğunu sorduğumda baban şehir merkezinde bir subayın ailesiyle gezerken kaçırıldığını söyledi. Gözlerinde korku vardı. O cesur adamın gözlerinde ilk kez gördüm bu yabancı duyguyu. O an babana askerliği bırakmasını istediğimi söyledim. İlk kez hemen tepki vermedi. Bir süre düşündü. Hamile olduğumu hatırlattım ona. Çocuğumuzu birlikte büyütmekten söz ettim.
Gözleri doldu ama yine vazgeçmedi çocukluk hayalinden. Babanın da aklına askerliği bırakma düşüncesinin yerleştiğini hissedebiliyordum. Ancak vazgeçmek için daha çok sebebe ihtiyaç duyuyor gibiydi. Babaannen ve dedeni arayıp o zamana kadar üzülmesinler diyerek sakladığımız ne varsa anlattım. Bir hafta sonra Şırnak'a geldiklerinde baban çok şaşırdı. Deden babanı çok seviyordu. Ona bu işe muhtaç olmadığını, bütün bunlara hayali olduğunu bildiği için karışmak istemediğini söyledi. Daha fazla bunlara müsaade etmeyeceğini, babanın yarından tezi yok istifasını vermesini istedi. Baban üstün ikna kabiliyetiyle dedeni biraz daha beklemek için ikna etti. Deden nasıl olsa değişen bir şey olmayacağını düşünerek bunda bir sakınca görmemişti.
Birkaç gün sonra kaçırılan subay ve ailesinin vahşice katledilmiş bedenleri askeriyeye yakın bir yerde bulundu. Bu olaydan sonra Cenk babasına beni alıp Gaziantep'e götürmesini kendisinin de çok geçmeden geleceğini söyledi. Hiçbirimiz bunu kabul etmedik. Baban çok önemli iki operasyon olduğunu mutlaka katılması gerektiğini söyledi. Bu operasyonlardan sonra eğer değişen bir şey olmazsa geleceğine söz verdi. Dedenler onun ne kadar inatçı olduğunu bildiklerinden daha fazla ısrar etmediler.
Gaziantep' e geldik. Deden amcana şehirde bir iş kurdu. Amcanla birlikte kalıyorduk. Bana çok iyi davranıyor, saygıda kusur etmiyordu. Her ne kadar bedenim Gaziantep'e gelmiş olsa da aklım ve kalbim Şırnak' ta babanın yanında kalmıştı. Her gün telefonla konuşmaya, nasıl olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Şimdilik durumların iyi olduğunu söylese de bunu beni üzmemek için söylediğini ses tonundan anlayabiliyordum. Elimden gelen bir şey de yoktu. Bahsettikleri iki büyük operasyonla teröristlere büyük darbeler vurmayı başardılar. Bu başarılara üzülsem mi sevinsem mi bilemedim? Baban bu olumlu gelişmelerden sonra gelmekten vazgeçti.
Doğum günü geldiğinde amcan beni hastaneye götürdü ve sen doğmuştun. Amcan hemen babana ve dedenlere haber yollamış. Deden ve babaannen öğle saatlerinde hastaneye geldiler. Odaya girdiklerinde babaannen yanıma geldi, beni öptü. "Geçmiş olsun kızım."dedi. Bebeğin cinsiyetinin erkek olduğunu öğrendiklerinde ise havaya uçacaklardı. Deden seni kucağına aldı. Acaba kız olsaydın bunu yapar mıydı diye düşündüm. Pek de önemsemedim sonra.
Akşam ise baban geldi. Onu iyi görünce çok sevindim. Yanıma geldi. Beni alnımdan öptü. Sonra seni kucağına aldı. Yine gözleri dolmuştu. "Oğlum, bizim oğlumuz!"demişti. Sanki hala inanamıyor gibiydi. Yanağına küçük bir öpücük kondurup yatağına bıraktı. Bize İstediğiniz bir şey var mı?" diye sordu. Biz "Hayır." dedik. Sonra kapıya yönelince "Nereye?" diye sordum, "Hemen geleceğim." Dedi. Baklava alıp bütün hastaneye dağıtmış. Sevincinden ne yapacağını bilmiyordu. Onun böyle mutlu olması bizi de çok mutlu ediyordu.
Bir sonraki gün hastaneden çıkıp eve geçtik. Sıra sana isim bulmaya gelmişti. Baban "Düşündüğün bir isim var mı?" diye sordu. Ben "Hayır." Deyince benim aklımda bir şeyler var eğer senin de hoşuna giderse çocuğumuza veririz bu isimleri." Dedi. "Tamam, ama hoşuma gitmezse olmaz." "Tamam. Bence hoşuna gidecek. Oğlumuz bu ailenin ilk torunu o yüzden babam şimdi kendi adını koymamızı bekler. Ali babamın adı bir de yanında Çınar olsun. Ali Çınar." "Babanın ismi tamam da Çınar nereden çıktı ?"
"Onu da ben buldum. Çınar gibi kudretli olsun. İnsanlar onun gölgesinde huzur bulsunlar." "Çok güzel düşünmüşsün. Tamam olur." Dedim. İsmini dedene söyleyince sana bir cumhuriyet altını taktı. Çok mutlu olmuştu. Baban bir hafta bizimle kaldı. Sonra izni bittiği için hiç istemeyerek de olsa geri dönmek zorunda kaldı. Deden de köye döndü. Babaannen ilk ay kaldıktan sonra o da köye döndü.
Baban sadece izinlerde bizi ziyarete gelebiliyordu. Diğer zamanlarda telefonla hasret gideriyorduk. Seninle ilgili gelişmeleri ona anlattıkça mutluluktan uçuyordu. Baban ilk emeklemeni, ilk adımlarını atmanı, ilk kelimelerini söyleyişini, ilk diş çıkarmanı hep telefondan haber aldı. Bir gün izine geldiğinde bana " Üstüne yeni şeyler giy, oğlumuzu da güzelce giydir. Size bir sürprizim var." Dedi. Ne kadar zorlasam da ne olduğunu söylemedi. Beraber fotoğraf çekmeye gittik. O yıllarda fotoğraf çekinmek pek yaygın bir şey değildi. Çok sevinmiştim. Bu ailece çektirdiğimiz ilk fotoğraftı. Senin çok sevdiğin, yanından ayırmadığın fotoğraftı bu. Ailemizin ilk ve son fotoğrafı.
Babanın zorunlu görev süresi giderek azalıyordu. Ama terör olaylarında da hızlı bir tırmanış vardı. Yol kesmeler, faili meçhuller... Haberleri izledikçe korkum artıyordu. Doğuda köyler boşaltılıyor. Batıya göç ettiriliyorlardı. Bu durumun olayları azaltacağını düşünüyorduk. Fakat olaylar artmaya devam ediyordu.
Babanın görev süresinin bitmesine üç ay kalmıştı. Artık kavuşacağımız günler yakındı. Bir sabah içimde bir sıkıntı ile uyandım. Sende de bir tuhaflık vardı. İki yaşına gelmiştin. Ve normalde çok uslu bir çocuktun. O gün ise sürekli ağlıyordun. Seni kucağıma aldım. Genelde öyle yapınca susardın. Ama susmadın. Kucağımdayken rahat durmuyordun ayağın masanın üstündeki çerçeveye çarptı. Aile fotoğrafımız yere düşmüştü. Çerçeve kırıldı. Camlar etrafa sıçradı. İşte o zaman sustun. Cam kırıklarının arasından fotoğrafı alıp seni dışarı çıkardım. Seni bahçeye bırakıp içeriyi temizleyecektim. Ama gözüm araca takıldı.
İnstagram: bzkrtmslm1
Yakın zamanda instagramdan çok güzel çekilişler olacak. Takip etmeyi unutmayın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro