Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

DEĞİŞİM

"İstesek de istemesek de her geçen gün hayatımız değişiyor. Değişim durdurulamaz bir gerçektir."

Merak içinde ilerlerken beni evlerinin önüne getirdi. Küçük bahçe kapısını açtı ve içeri girerken, ben istemsizce elini bıraktım. Arkasını döndü ve bana baktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. İçeri girmeye çekiniyordum çünkü daha önce kimsenin evine girmemiştim. Arkadaşlarım bazen beni evlerine çağırır ama ben arkadaşlarımın ebeveynlerinin bana acıyan bakışlarına maruz kalmamak için tekliflerini reddederdim. Onlarda bir süre sonra bu duruma alışmışlardı. Şimdi bu tanımadığım kız çocuğu beni evine davet edince yine çekinmiştim. Elimi tekrar tuttu ve karşı koymamın mümkün olamayacağı bir ses tonuyla "Hadi gelsene." Dedi. Bu kadarı yetti. Bu ses tonuna ikna olmuştum. Elimden çekiştirmesiyle tekrar peşine düştüm. O önde ben arkada, dün bahçe duvarının üzerinden izlediğim, kilit taşı döşeli yolda yürürken, yol ayrımına gelince durdu ve "Dut sever misin?" diye sordu. "Severim." Demekle yetindim. Sol taraftaki dut ağacına yöneldik.

Ağacın yanına geldiğimizde bir çırpıda ağaca tırmandı. Elini bana uzattı "Ağaca çıkmaktan korkmazsın değil mi?". "Neden korkayım ki?" dedim ve elini tutup tırmanmaya yeltendim. Daha biraz yerden yükselmeyi başarmıştım ki, göğsüme saplanan bir ağrıyla, refleks olarak iki elimi de göğsüme atınca kendimi yerde buldum. Kız ne olduğunu anlamamış bir şekilde, bir iki dakika bana baktıktan sonra ağaçtan atladı. Yanıma geldi. "Ne oldu? İyi misin?" diye sordu telaşlı bir şekilde. "Göğsüme bir şey saplandı sanki." Dedim boynumu bükerek. Kız daha da telaşlanarak "Ne! Bir şey mi battı? Hemen aç bakalım." Dedi. Bir yandan da üstümdeki tişörtü çıkarmaya çalışıyordu. Ben utanarak geri çekildim. "Sabah bir darbe aldım ondandır. Birkaç güne geçer." Dedim. Utana sıkıla adeta sesim içime kaçarak söyledim bunu. "O adam vurdu değil mi?"diye sordu kızgınlıkla. Öyle sert sormuştu ki korkarak hızlı hızlı evet anlamında kafamı salladım. Bunun üzerine kalktı. Tekrar ağaca çıktı.

Dut topladığını gördüğümde şaşırdım. Bana tişörtümün altından tutarak bulunduğu dalın altına gelmemi söyledi. Dediğini yapınca topladığı dutları tişörtüme bıraktı ve yine bir çırpıda ağaçtan indi. "Sen dutları ye. Ben hemen geliyorum.". Emreder gibi bir ses tonuyla söylemişti. Ben, sabahtan beri dediği her şeyi yaptığım gibi bunu da yaptım. Kamelyaya oturup sessizce dutlarımı yerken, o çoktan eve varmış hızlı hızlı kapıya vurmaya başlamıştı bile. Biraz sonra kapı açıldı ve hışımla içeri girdi.

Evden tekrar çıktığında yanında annesi de vardı. Yanıma geldiklerinde annesi "Merhaba çocuğum. Ben Filiz'in annesiyim. İsmim Belgin. Filiz bana göğsünde bir ağrı olduğunu söyledi. İstersen bakıp ne olduğunu anlamaya çalışalım." Dedi kibar bir ses tonuyla. Bizim mahallede annemden başka bir kadının böyle şivesiz ve güzel konuşuyor olmasına şaşırdım. Ayrıca bana bir şeyler yapmamı emretmiyor sadece rica da bulunuyordu, bu da o zamana kadar mahalle kadınlarından görmediğim bir durumdu. "Tamam." Diyebildim sadece. "Tam olarak neresi ağrıyor gösterir misin bana?" diye sordu. Tişörtümü yukarı kaldırıp ağrıyan yeri gösterdim. Biraz morluk vardı. Annesi moraran yere dokundu ve dokunmasıyla benim çığlığı basmam bir oldu. "Bu kadarını beklemiyordum. Bunu bir doktora göstermemiz şart. Filiz, siz arabanın yanına geçin, ben geliyorum." Dedi ve hızla eve yöneldi. Filiz yine elimden tutup beni arabanın yanına götürdü.

Çok geçmeden annesi, Filiz ve ben arabayla doktora gidiyorduk. Ben yine şaşırmıştım çünkü bizim mahallede kadınların araba kullanması da hiç rast gelmediğim bir olaydı. Hem de öyle hızlı kullanıyordu ki, yol boyunca hayranlıkla Belgin teyzeyi izledim.

Hastaneye geldiğimizde babaları da bize katıldı. Hasta kabul bölümünde hastane personeli kimliğimi sordu. Belgin teyze kimliği unuttuğumuzu bir kereye mahsus yardımcı olmalarını istedi. Personel böyle bir şeyin mümkün olmadığını izah etmeye çalışsa da annesi ısrar ediyordu. Bu sırada Filiz'in babasını uzaktan gören bir doktor yanlarına gelerek selam verdi. Sorunun ne olduğunu öğrenmek için personele birkaç soru sordu. Öğrenince de "Ömer Bey benim yakın arkadaşımdır. Onu mağdur edemeyiz. Kızın ismine kayıt yapın da yakışıklıyı tedavi edelim" Dedi. Personel kendisine söylenileni çabucak yaptı. Kayıt bittikten sonra doktorun odasına geçtik.

Doktor morluğu görünce nasıl olduğunu sordu. Her şeyi olduğu gibi anlattım. Doktor anlamadığım bir şeyler istedi. Belgin teyzeye bu işlemleri halletmesini, kendisinin ve Ömer amcanın konuşmalarını gerektiğini söyleyince Belgin teyze hemen kabul etti ve beni elimden tutup dışarı çıkardı.

Hastane koridorlarında ilerlerken hiç bilmediğim, adını bile duymadığım hastalıklarla karşılaştım. Solunum zorluğu çekenler, yürüyemeyenler, kollarında serumla gezenler, sürekli yanımızdan geçen sedyelerde hareketsiz yatan hastalar ve daha bir sürü insan. Hepsi sağlık sorunlarından şikâyetçiydi. Kendi ağrımın ne kadar küçük olduğunu o an anladım. İnsanların yüzündeki telaş, üzüntü ve endişeyi gördükçe ben de bunalmaya başlamıştım. Bu kalabalığın arasından bir an önce çıkıp evime dönmek istiyordum.

Önce eksi bire sonra zemin kata, en son yine doktorun olduğu kata geldik. Bir sürü bilmediğim tetkik ve tahliller yapıldı. Sonuçlar çıkınca doktorun yanına gidip morluğun sebebini öğrenebileceğimizi söyledi Belgin teyze. Hastanenin kafeteryasına gittik. Filiz annesinden ısrarla dondurma isteyince annesi kırmadı, bana da bir tane aldı. Kabul etmek istemesem de ısrarlarına dayanamadım. Dondurmanın fıstıklı olması da beni savunmasız bırakmıştı. Bana ailemle ilgili bir şeyler sormalarını bekledim. Ancak ikisi de bundan hiç bahsetmediler. Sadece okulla ilgili bir şeyler sordular o kadar.

Ne kadar zaman geçirdik bilmiyorum. Baya eğlenceli vakit geçiriyorduk ki Ömer amca gelip sonuçlarımın çıktığını, doktorun son bir muayeneden sonra reçete yazacağını söyledi. Doktor birkaç soru sorup, reçeteye birbirine karışmış harflerle bir şeyler yazdı. Basit bir ezilme olduğunu, merhem sürmem gerektiğinden bahsetti. Kafamı sallayarak dediklerini anladığımı gösterdim.

Ömer amca evlerine gitmeden önce bana nerede yaşadığımı sordu. Evimizi görmek istedi. Ona yolu tarif ettim. Kendi evlerine çok yakın olduğunu, hatta yol üzerinde olduğunu da ekledim. Evimizin önünde durup doğruluğundan emin oldu. Ben inmeye yeltenmiştim ki Filiz kolumdan tutarak "Bize gidiyoruz." dedi. İkimizi Filizlerin evine bırakıp, annesiyle babası arabayla devam ettiler. Tahminlerimde yanılmıyorsam bizim eve gideceklerdi. Neden gittiklerini daha sonra anlayacaktım.

Bahçede el ele yol ayrımına kadar sessizce yürüdük. Yol ayrımında Filiz bana ne tarafa gitmek istediğimi sordu. Bilmem der gibi dudağımı büzdüm ve omuz silktim. Sağ tarafa yöneldi. Çınar ağacında asılı salıncaklı koltuğa oturduk. Filiz elindeki ilaç poşetini kurcalarken bana tişörtümü çıkarmamı söyledi. Dediğini yaptım. Bana uzanmamı söyledi. Ne yapmak istediğini anlamıştım. Poşetten çıkardığı merhemden göğsümdeki morluğun üstüne sıktı. Soğuk merhem, temmuzun kavurucu sıcağından bunalmış vücuduma küçük bir ferahlık verdi. Filiz elleriyle merhemi masaj yapar gibi sürdü. Utandım ve gözlerimi kapadım. Biraz beklememi merhem tamamen emilince tişörtümü giyebileceğimi söylerken, koltuktan inmiş, ellerini yıkamak için bahçedeki çeşmeye doğru gidiyordu. Arkasından öylece baktım. Neden bana yardım ettiğini anlamaya çalıştım. Muhtemelen bana acıyor diye düşündüm ama mahalledeki diğer çocuklar da bana acıyordu. Bunu sözlerinden, gözlerinden ve davranışlarından gayet net anlayabiliyordum. Filiz diğer çocuklardan farklıydı. O acımakla durumu geçiştirmiyor, bana yardım ediyordu. Çünkü onun o küçücük sevgi dolu yüreği bütün bir mahalleninkinden daha büyüktü.

Yanıma geldiğinde "Dutlar nasıldı?" diye sordu tebessümle. Bu kız nasıl bu kadar güzel ve içten tebessüm ediyor diye düşündüm. Onun gülümsemesini gören daha önceki gördüklerinin sahte olduğunu hemen anlardı. "Çok güzeldi." Dedim. "Tişörtünü giy de sabah ki ağaca çıkalım." Dedi heyecanla.

Cevabımı beklemeden ağaca koştu. Tişörtümü giyer giymez ben de soluğu yanında aldım. Önden o çıktı ağaca elini bana uzattı yine. Buna gerek olmadığını söylediğimde gülümseyerek "Peki." dedi. Dut ağacına tırmandık. Bir dala ata biner gibi karşılıklı oturduk. Çıplak ayaklarımızı aşağı sarkıttık. İri bir dut kopardı ve ağzına attı. Keyifle yerken "Imm nefis. Hadi yesene." Dedi. Davetine kulak verdim ve bir dutta ben ağzıma attım.

Cesaretimi toplayıp aklımdan geçen bir sürü sorudan ilkini sordum ona. "Buraya nereden geldiniz?". Bu ani sorum karşısında şaşırdı ama konuşma isteğim onu mutlu etmiş görünüyordu. "Ankara'dan geldik. Babamın tayini çıktı buraya. O da senin baban gibi asker." Dedi. Son cümlesi beni şaşırttı. "Benim babamın asker olduğunu nereden biliyorsun?" "Duvarın dibinde gözlerini ayırmadan baktığın fotoğraftan." Ben bunu tamamen unutmuştum. "Ama bir farkla benim babam" cümlemin burasında araya girdi "Onu da biliyorum. Nasıl olduğunu da sen sormadan söyleyeyim. Evden çıkan adamla fotoğraftaki adam aynı kişi değildi. Hem hastanede de seni dövenin amcan olduğunu söylemiştin. Eğer baban sağ olsaydı, amcan size bunları yapamazdı." Bu son cümlesi beni mahzunlaştırdı. Gözlerim dolar gibi olmuştu ki yanağımda bir öpücük hissettim. Yine şaşırmıştım. İlk defa bir kız beni öpüyordu. Az önceki mahzunluğumun yerini şimdi utanmak almıştı. Diğer arkadaşlarım gibi saçma ve faydasız teselliler vermek yerine beni öpmeyi tercih etmişti. Beni üzdüğünü fark etmiş bu şekilde bir öpücükle özür dilemişti. Filiz diğer arkadaşlarımın hepsinden farklıydı. Bunu daha o an fark ettim. Hakkımda hiçbir şey bilmediğini düşünüyordum ama o birçok şeyin farkındaydı. O gün akşama kadar o dalın üstünde oturup, dut yiyip sohbet ettik. Hayatımda yediğim en lezzetli dutlardı. O dutları lezzetli yapan şey ağaç değildi ama, bunu biliyordum. Bana o lezzeti veren Filiz'in dünyalar tatlısı sohbetiydi.

Hava kararmaya başlayıncaya ağaçtan indik ve vedalaşıp ayrıldık. Eve geldiğimde annem uzun zaman sonra beni gülerek karşıladı. Onu böyle gülerken görünce o kadar mutlu oldum ki. Beni hemen koltuğa oturttu. Heyecanlı görünüyordu. Bana Filiz'in annesiyle babasının eve geldiğini kendisini muayene için hastaneye götürdüğünü söyledi. Biraz direnmiş ama sonra beni de muayene ettirdiklerini ve vücudumda bazı ezikler olduğunu kendisinin de vücudunda böyle ezikler olabileceğini söylemişler. Ömer amca kendisinin de asker olduğunu söyleyince, annem ikna olmuş. Hastaneye gitmişler, doktor tepeden tırnağa muayene etmiş. Hastaneden dönerken de Ömer amca, amcamın iş yerini öğrenmek istemiş. Annem ne yapacağını anlayınca, bunu yapmaması için kendisine yalvarmış. Çünkü amcamın daha çok sinirlenmesinden korkuyormuş. Belgin Teyze annemi ikna etmek için uzun uzun konuşmuş ve sonunda da başarmış. Amcamın dükkânına gelince Ömer amca arabadan inmiş. Belgin teyze kendisini eve kadar bırakmış ve kendi evlerini ona göstererek herhangi bir sorun olduğunda gelip kendisinden yardım isteyebileceğini, kapısının daima açık olduğunu söylemiş.

Annem eve geçip, dinlenmek için kendi odasına çekilmiş. Yatağına uzanmış, dinlenirken kendinden geçmiş. Amcamın odasının kapısını yumruklayıp, bağırıp çağırmasıyla uyanmış. Korkarak kapıyı açmaya gitmiş. Kapıyı açtığında bir de ne görsün amcamın ağzı burnu kan içinde, gözlerinden biri şişmiş, kaşı açılmıştı. Bu manzara başta onu mutlu etse de sonra üzülmüş. Amcam kendisini bu hale getirenden eninde sonunda intikam alacağını söylemiş bağırarak. O askere fazla güvenmemesini, bir şekilde icabına bakacağını sonra sıranın kendisine geleceğini de eklemiş. Sonra hışımla çıkıp gitmiş. Annem en azından bir süre rahat olacağımızı, Ömer amcanın korkusuyla amcamın bizden uzak duracağını söyledi. Sözleri beni çok mutlu etmişti.

Anneme "Bizi yaşadığımız işkencelerden kurtarmak bu kadar kolaysa, neden kimse bu zamana kadar yapmadı?" diye sordum. Biraz kızgındım. Annem, amcamın göründüğünden daha güçlü olduğunu, bunu benim şimdi anlamamın mümkün olmayacağını söyledi. Ne tür bir güçten bahsettiğini sorsam da söylemedi. "Ömer amca daha mı güçlü?" diye sorduğumda annem bir an duraksadı ve şöyle dedi "O bir devlet adamı devlet her zaman en güçlüsüdür ama amcan sonunda onu alt etmenin de bir yolunu bulabilir." dedi. Sesi hüzünlüydü. Bize mi yoksa Ömer amcaya mı üzülüyor kestiremedim. Konuştuklarında öyle bir ifade vardı ki amcamdan kurtuluş olmadığına inanıyor gibiydi. Bu ifadesi beni çok üzmüştü. Tıpkı uzun süre bir kabın içinde hapis kalan bir sineğin, onlarca başarısız denemesinden sonra kaptan çıkış yolunun olmadığına inanması gibi. Kabı kaldırıp onu serbest bıraksanız bile o sinek yine de uçup gitmez, bir süre daha esir gibi davranır. Psikolojide buna öğrenilmiş çaresizlik denirdi. Annem de bu hastalığa tutulmuştu. Uzun süre daha amcamdan kurtulabileceğimize ikna olmayacak gibi görünüyordu. Ben ise çocuk düşlerimin de verdiği cesaretle bu pislik adamdan kurtulacağımıza sonsuz inançla bağlıydım. Bunu başaracağımıza inanıyordum. Amcam bana göre alkolik bir adamdan fazlası değildi çünkü. Çocuk irademle ancak bu kadarını görüp, yorumlayabiliyordum. Ne yazık ki hayat, her zaman biz çocukların görebildiklerinden daha fazlası olmuştur ve hiçbir zaman bir çocuğun, masum hayal dünyasındaki kadar temiz ve güzel olmamıştır.

İnstagram: bzkrtmslm1

Yakın zamanda instagramdan çok güzel çekilişler olacak. Takip etmeyi unutmayın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro