CESARET
"Cesur olmak korkmamak değil, korkmana rağmen yapmaktır."
Denetim bittikten birkaç gün sonra müdür beni odasına çağırdı. "Ne içersin?" diye sordu. "Bir şey içmek istemiyorum. Teşekkür ederim." Dememe rağmen bize iki çay söyledi ve söze başladı "Bize çok yardımın dokundu evladım. Sana daha önce de söylediğim gibi dile benden ne dilersen." Dedi. Çoktan kararımı vermiş olmama rağmen düşünüyormuş gibi yaptım.
Sonra kafamı kaldırıp "Efendim biliyorsunuz ben kitap okumayı çok seviyorum. Diğer çocuklar koğuşlarda çok fazla ses yapıyorlar. Benim kitap okumama engel oluyorlar. Acaba çatı katındaki küçük odayı benim için tek kişilik bir koğuşa çeviremez misiniz?" diye sordum çekinerek. Çok mu abarttım, diye düşünmekten kendimi alamadım. Müdüre baktığımda her biri iki yaprak sarması kalınlığındaki parmaklarıyla çayının yanındaki şekerleri alıyordu.
Cevap vermek için acele etmeyecekti sanırım. Şekerleri çayına attı ve bardağı kıracakmış gibi karıştırmaya başladı. Kel kafasına yansıyan bilgisayar ışığına takıldı gözüm. Neden bütün müdürler keldi acaba. Yoksa müdür olmak için bu bir ön koşul muydu? "Kel ve göbekli değilseniz müdür olamazsınız!" mı diyorlardı sınavlarda? Müdür çayından höpürdeterek bir yudum aldı.
Yemek esnasında herhangi bir ses çıkarılmasından nefret ederdim. Çayını tekrar masaya indirince bu kez sigara paketini aldı ve bir sigara çıkardı. Sigarasını yakıp derin bir nefes aldıktan sonra çekmecesinden çıkardığı küllüğün üstüne bıraktı. Nihayet konuşmaya karar vermiş gibi toparlandı ve gözlerime bakarak "İstediğin şey diğer çocukların canını sıkacak bir şey. Sana böyle bir ayrıcalık tanırsak hemen göze batacaktır. Ayrıca bir çocuğa tekli koğuş açmak yurt kurallarına da aykırı ama ben senin için bunu yapacağım.
Sen bunu hak ettin. Ayrıca çatı katındaki tuvalet ve banyoyu da temizleteceğim. Diğer çocukların çatı katına çıkmasını da yasaklayacağım. Ancak benim de bazı şartlarım olacak. Bu şartları kabul edersen sana bu ayrıcalıkların hepsini sağlayacağım. Kabul etmezsen de hiçbir şey alamadan buradan gidersin. Artık buradaki işlerin nasıl yapılacağını öğrendin.
Benim imzamı taklit etmeyi de biliyorsun. Okulun biter bitmez buraya benim odama gelip bana yardımcı olacaksın. O gün ki işler kaçta biterse ondan sonrasında özgürsün. Bakıcılarla, gece bekçisi, diğer personellerle ve çocuklarla da konuşacağım. Bundan sonra kimse sana dokunamayacak. Böyle bir şey yaşanırsa onlara çok sert cezalar vereceğim. Şartlarım bunlar kabul ediyor musun?" diye sorduğunda ben sevinçten uçmak üzereydim.
Bütün bunlar bundan sonra yurttaki yaşantımı harika yapacaktı. Müdürün düşünmeye zamanı kalmadan cevap vermeliydim. Düşünürse fikrini değiştirebilirdi. "Size yardım etmeyi her zaman sevdim. Yardım ederken hiçbir beklentim de yoktu. Her şey için çok teşekkür ederim. Şartlarınızı kabul ediyorum. Okuldan sonra hemen buraya geleceğim." Dedim.
Müdür keyiften dört köşe olmuştu. "Senin zeki bir çocuk olduğunu biliyordum. Sen sana vereceğim işleri tamamla, ben personellere odanı hazırlamalarını söylemeye gidiyorum. Çocukları da hemen şimdi bahçeye toplayıp uyaracağım." Dedi ve önüme birkaç dosya atıp gitti. Ben dosyalarla uğraşırken hala acaba benimle alay mı ediyor, diye düşünüyordum. Dışarıdan gelen sesler öyle olmadığını bana kanıtlayacaktı. Hoparlörden müdürün sesini duyduğumda hemen pencereye yöneldim.
Bütün çocuklar bahçede toplanmış "Yine ne oldu?" der gibi müdürü dinliyorlardı. Müdür şöyle konuştu: "Biliyorsunuz ki zor bir denetim sürecinden geçtik. Bu süreçte bazı arkadaşlarınızın bize çok büyük faydaları dokundu. Biz de bize yardımcı olan her arkadaşınızı ödüllendirmekten geri durmadığımız gibi bu arkadaşlarınızı da elbette ki ödüllendireceğiz. Çınar da bu arkadaşlarınızdan biridir. Bundan sonra Çınar çatı katında tek başına kalacak.
Kimse ona dokunmayacak, onu rahatsız etmeyecek. Buna cesaret eden olursa karşısında beni bulur." Dedi ve mikrofonu müdür yardımcısına bırakıp içeriye girdi. Her şey gerçekti. Bundan sonra diğer çocuklarla değil, tek kalacaktım. Temiz tuvaletler kullanacaktım. Duşta on beş dakika değil istediğim kadar kalacaktım. En mükemmeli de kitap okurken kimse beni rahatsız edemeyecekti.
Yurtta bu olaydan sonra benim için yeni bir dönem başladı. Adeta yurdun yöneticilerinden biri olmuştum. Bakıcılar ne istersem hemen yapıyor, artık benden çekiniyorlardı. Ancak yurttaki çocuklar benim bu ayrıcalıklı dünyamı kıskanıyorlardı. Daha müdürün o duyuruyu yaptığı günün akşam yemeğinde bana düşmanca bakmalarından anlamıştım bunu. Kimse gelip masama bile oturmamıştı. Ben yemek yerken hepsi dikkatle beni izlemişti. Kimse yanıma yaklaşmaya cesaret etmiyordu. Ben halimden memnundum. Bu yeni yaşantım bana göre müthişti.
Yurtta kalırken her geçen gün daha çirkin bir olayla karşılaşıyorduk. Yönetim bu olaylara engel olamıyordu. Bir gün bir çocuk müdürün yanına gidip tecavüze uğradığını söylemişti. Müdür küplere binmişti. Bütün çocukların bahçeye inmesini söylemişti. Müdürle çocuk da bahçeye çıktılar. Çocuğa "Kimler?" diye sordu. Çocuğun gösterdiklerini bahçenin ortasına topladı. Bahçedeki ağaçları sulamak için kullanılan kalın hortumu alıp suçluları ıslatmaya başladı. Ne olduğunu anlamıyorduk. Sonra hortumla çocukları dövmeye başladı.
Çocukların her tarafını morartana kadar da bırakmadı. Hatta yardımcıları araya girmese müdür onları öldürebilirdi. Suçlular bir hafta hastanede yattılar. Hastaneden çıktıkları ilk gün o çocuğu yine buldular. Gece yarısı bakıcılar uyuduktan sonra ben hariç herkesi depoya indirmişler. Kimsenin karşı çıkacak cesareti yokmuş. Çocuğu da getirmişler. Herkesin gözü önünde tecavüz etmişler.
Bu iğrenç sahneyi görmemek için gözlerini kapatmışlar ama ellerindeki sopalarla vuruyorlar, gözlerini açmalarını, onlara karşı gelme cesaretinde bulunurlarsa onlarında sonunun böyle olacağını söylüyorlarmış. Çocuğun acı çığlıkları kulaklarımda yankılanmıştı. Gece ben de sesleri duymuştum ancak artık sıradanlaşmıştı bu sesler. O gün orada yüzlerce çocuk eli sopalı on kişiye karşı koyamamıştı. Anlamıştım ki eğer büyük bir kitleyi yönetmek istiyorsanız bunu korkuyla başarabilirdiniz.
O gecenin sabahında bahçede her zaman gölgesinde oturduğum çınarda sallanan bir beden gördük. Bu tecavüze uğrayan çocuktu. Çocuk bu olayı gururuna yedirememiş olmalıydı. Yurttaki herkesin acıyan bakışlarına maruz kalmaktansa ölmeyi tercih etmişti.
Zaman hızlı geçiyordu. Ancak yurtta hiçbir şey değişmiyordu. Eski iğrenç olaylar da aynen devam ediyordu. Onlar yüzünden yaşanan ölüm olayı bile onları durdurmadı. Değişen müdür yardımcıları, bakıcılar hiçbiri engel olamıyordu. Çünkü hepsi aynı şeyi deniyordu: "Dayak.". Dayakla hiçbir şeyin çözülemeyeceğini anlamıyorlardı. Artık tek amaçları yurtta olan olayları dışarıdakilerin duymasını engellemekti. Bu şekilde koltuklarını garanti altına almış oluyorlardı. Kaç çocuğun günahına girdiklerinden ise bihaberlerdi.
Tecavüz çetesi günden güne etkinliğini arttırıyordu. Herkes onlardan korkuyordu. Bir gün müdür yanıma gelip şöyle demişti "Evlat sen zeki çocuksun. Yurttaki olaylardan da haberin var. Sence ne yapmalıyız? Bu çetelerden nasıl kurtulacağız? En önce de şu tecavüz çetesinden." Diye sordu . "Yapacağımız şey çok basit efendim. O çeteyi şartları buradan çok daha kötü yurtlara dağıtacağız. Çeteler bu olaydan sonra korkacaklardır. Kimse daha kötü yerlere gitmek istemez." Dedim bilge bir tavır takınmaya çalışarak.
"Bu fikir benim de aklıma gelmişti. Galiba haklısın başka bir çözüm yolu kalmadı. Bu çocuklar bir arada durdukça olay çıkarmaya devam edecekler. Bir an önce diğer yurtlara yazılar yolla. Hangi yurtlarda kontenjan varsa çocukları teker teker dağıtalım." Dedi acele olmamı anlatan el işaretleri yapıp odadan çıktı.
Ertesi gün bir haber duyduk. Tecavüz çetesi iyice haddini aşmıştı. Birilerini onlara yurttan gönderileceklerini söylemişti. Onlar gitmeden önce yurda ve idarecilere nasıl zarar verebileceklerini düşünmüş ve bir bakıcı kadını bayıltıp tecavüz etmişlerdi.
Bakıcı kadın çocuklardan ve yurt müdüründen şikâyetçi oldu. Olaylar basına yansıdı. O zamana kadar hiç duymadığımız, görmediğimiz idari yetkililer yurda akın etmeye başladılar. Bizimle konuşmaktan tiksinen müfettişler başımızı okşar olmuştu. Olaylar mahkemeye taşındı. Tecavüz çetesi hapis cezası aldı. Sadece biri kaldı.
O olaylara bulaşmamıştı. Olacakları önceden tahmin edip, uyanıklık yapmıştı. Müdürü görevinden aldılar. Haberlerde yurtların kapatılacağı bile söylendi. Hepimiz korktuk. Her ne kadar burayı sevmesek de dışarıdaki hayatın çok daha kötü olduğunu biliyorduk. Ancak yurt kapatılmadı.
Belki de en çok zararı ben gördüm. Çatı arasındaki yalnız, kendi halinde yaşamım sona erdi. Yurda yeni bir müdür geldi. Kendinden önce lakabı geldi. Yeni müdüre "Kanun kitabı" diyorlarmış. Sebebini çok geçmeden anladık. Her şeyi kurallarına göre yapmaya çalışan kaçığın tekiydi. Gelir gelmez yurdu baştan aşağı gezmiş ve benim tekli odamı görünce de nedenini sormuştu.
Ona eski müdüre yaptığım yardımlardan, her işi bildiğimden bahsettim. Hatta isterse kendisine seve seve bu yardımları edeceğimi anlattım. Ancak o "Kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Kendi işimi kendim hallederim. Burayı hemen boşaltın. Bu çocuğu da diğer çocukların koğuşlarından birine taşıyın." Dedi küstahça.
Yaptıkları bu kadarla da sınırlı kalmadı. Kuralları ihlal edenlere öyle cezalar vermeye başladı ki eski müdürün dayaklarını özler olmuştuk. Bir keresinde tuvalette sigara içen bir çocuğu yakalamış sigarayı çocuğun yüzüne basmıştı. Başka bir seferinde bir çocuğu uyuşturucu kullanırken yakalamış, çocuğu bahçeye çıkarmış yurdun etrafında kendine gelene kadar koşturmuştu. Çocuk koşmaktan yorulup yere çökünce, ayağına bir ip bağlamış yerde sürükletmişti. Yeni müdürün bu insanlık dışı yöntemleri olayları azaltmadı. Sadece müdürün kulağına gitmemesi için alınan önlemleri arttırdı.
Yeni müdür geldikten sonra artık rahatladık diye düşünürken çeteden kalan tek çocuk kendine yine bir çete oluşturmaya başladı. Eğer bir sepette çürük elmalar varsa hepsini çıkarıp atmanız gerekiyormuş. Tek bir çürük elma bile kalsa sepetteki sağlam elmaları yine çürütüyorlarmış. Bu çocuk kendisine zorluk çıkartmayacak korkak, içine kapanık çocukları seçiyordu. Bir gün bahçede otururken benim yanıma geldi. " Arkadaşlarım senin yüzünden hapisteler. Bedelini ödeyeceksin. Bu hafta sıra sende.". Deyip gitti.
Hemen müdürün yanına gittim. Çocukların tek tek isimlerini verdim. Müdür bu konuda yaratıcı cezalarını vermek yerine öncekilerin yaptığını yaptı. Çocukları hastanelik edene kadar dövdü. Fakat yine hiçbir şey değişmedi. Çocuklar hastaneden çıkınca yanıma geldiler "Pazar günü senin ölüm günün olacak!" dediler. Bir kez daha müdüre gitmeyi düşündüm. Neye yarardı ki? Çetenin bana olan nefreti artardı sadece. Başka bir çözüm bulmalıydım.
Çözüm bulmak için düşünürken aklıma yurttan kaçmak geldi tekrar. Ama kaçanların hepsi yakalanıyorlardı. Çünkü bütün bilgilerimiz müdürün yanındaydı. Kaçan kişinin hemen kimliği tespit ediliyor, gidebileceği yerlere bakılıyordu ve bulunuyordu. Kimliğimi de almalıydım. Dışarıda da lazım olacaktı. Kaçmayı kafama koymuştum. Ama bir plana ihtiyacım vardı. Bahçede çınar ağacının altında otururken yurda günlük olarak gelip giden hazır yemek arabasına gözüm takıldı. Öğle ve akşam saatlerinde geliyor, yemek bırakıp gidiyordu. Yemek saatinde güvenlik görevlisi de yemekhaneye geliyordu. Kararımı vermiştim. Kaçmak için en iyi zamandı.
Cuma günü müdürün yanına gittim. Çetenin beni tehdit ettiğini söyledim. Müdür büyük bir hışımla yerinden kalktı. "Gel benimle." Dedi sesindeki öfke ürkütücüydü. "Şey efendim ben gelmesem korkuyorum." Dedim sesime öyle bir masumiyet katmıştım ki müdürün hayır demesi olanaksızdı. Kâğıt kalem verip isimlerini yazmamı söyledi. Yazdım. Kâğıdı alıp odadan çıktı.
İşte aradığım fırsattı. Hemen masasının çekmecelerini karıştırdım. Hiçbir şey bulamadım. Dolabı açtım. Bir sürü dosya vardı. Üstlerinde harfler vardı. "Ç" harfini aldım. Dosyayı açtım. İsimlere bakıyordum. Hızlı davranmalıydım. Her an biri gelebilirdi. Evet, işte buradaydı. "Çınar Versay." Kimliğimi alıp cebime koydum. Sonra pencereye geçip müdürün çeteye attığı dayağı büyük bir zevkle izledim.
Cumartesi günü yemek arabası geldi. Bakıcılar bizi toplayıp yemekhaneye götürdüler. Tuvalete gitmem gerek deyip yemekhaneden çıktım. Koşarak bahçeye çıktım. Beni göremeyecekleri bir yere saklandım. Güvenlik yemek arabasının çıkmasını bekliyordu. Yemek arabası çıkınca, yemeğe gidecekti. Yemek arabası çıkıp gitti. Güvenlik yemeğe gitti. Kapıya koştum ama kilitliydi. Bunu hesaplamamıştım. Nasıl olurda böylesine basit bir plan yaparım diye kendime kızdım.
Kapıya tırmanmayı düşündüm ama bu çok zordu. Üstünde dikenli teller vardı. Artık geri de dönemezdim. Çünkü yurdun her tarafı kameralarla doluydu ve eğer kayıtları incelerlerse kaçmaya çalışmam başıma iş açabilirdi. Yeni müdür de eskisi gibi kaçanları kalorifer dairesine indiriyordu. Ancak onları dövmek yerine kolonlardan birine bağlıyor ve bir gece orada bırakıyordu. Kalorifer dairesi çok karanlık ve sıcaktı. Ben karanlıktan korkuyor, sıcaktan ise nefret ediyordum. Bir yolunu bulup kesinlikle kaçmam gerekti.
Bahçeye göz gezdirdim. Her zaman gölgesinde oturduğum çınara gözüm takıldı. Dallarının bazıları bahçe duvarını aşıyordu. Bu zamana kadar nasıl olur da fark etmedim diye dert yandım. Buradan beni kurtaracak çınar ağacının aylardır altında oturuyordum ama bir kere olsun kafamı kaldırıp da dalları nereye kadar uzanıyor diye bakmamıştım. Sadece ağacın altında gölge var mı ona bakıyordum.
Düşüncelerimden sıyrılıp ağacın yanına gittim. Eğer ağaca tırmanmayı başarabilirsem dışarı çıkabilirdim. Tırmanmaya çalıştım. Ayakkabılarım kayıyordu. Ayakkabılarımı çıkardım. Yalın ayak tırmanabiliyordum ama bu şekilde duvardan yere atlarsam ayaklarım mahvolurdu. Ayakkabılarımı yanıma almalıydım. Çöp kutusunu fark ettim.
İçindeki poşetlerden birini çıkardım. İçindekileri boşaltıp ayakkabılarımı koydum. Poşeti koluma takıp tırmanmaya başladım. Ayaklarım, karnım her tarafım çizilmişti. Sonunda duvara yetiştiğimde aşağı baktım. Çok yüksekti. Ama yapabilirdim. Yapmak zorundaydım. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapadım ve kendimi boşluğa bıraktım.
Ayaklarıma giren ağrı yere ulaştığımı müjdeledi. Gözlerimi açtım. Yerdeydim. Başarmıştım ve kaderin cilvesine bakın ki başarmama, ismini taşıdığım Çınar ağacı yardım etmişti. Aklımda bir soru dönmeye başlamıştı. Acaba ben sadece tecavüz çetesinden korktuğum için mi kaçıyordum. Hayır, bu doğru değildi. Daha önce de çeteler benle uğraşmıştı. Ancak onlara derslerini vermiştim.
Şimdi de onlarla pekâlâ uğraşabilirdim. Beni kaçmaya iten asıl sebep yeni müdürün elimden aldığı ayrıcalıklardı. Ben rahat yaşamaya alışmışken yaşam şartlarımın kötüleşmesi, bana katlanılması zor gelmişti. Önüme çıkan ilk problemi bahane edip kaçmıştım. Bir ara, bu saçma diye düşündüm. Ama sonra okuduğum gazetelerde ve kitaplarda zenginken iflas edip hiçbir şeyleri kalmayınca intihar eden insanları hatırladım. Sonra gerçeği kendime itiraf ettim. Ben rahatımın bozulmasına dayanamamıştım. İnsanlar rahatlarının bozulmasını kaldıramıyorlardı.
Peki, şimdi ne yapacaktım? Nereye gidecektim? Bu kısmı hiç düşünmemiştim. Bütün planlarım kaçmak üzerineydi. Sonrasını planlamamıştım. Kalkıp yürümeye başladım. Nereye gittiğimi ben de bilmiyordum.
instagram: bzkrtmslm1
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro