Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

ARKADAŞ


"İnsan her zaman vakit geçirebileceği birileri olsun ister."

Hafta boyunca ustamla direksiyon eğitimlerine devam ettik. Şahin model araba ile öğrenmeye başladığım sürücülüğü, bir haftada ustamın deyimiyle "Olağanüstü." Geliştirdim. Birkaç kez trafiğe bile çıktım. Heyecanım tamamen geçmişti. Artık direksiyona kaçıp gidecekmiş gibi iki elle sımsıkı tutunmuyordum. Arabayı daha rahat, daha sakin kullanıyordum. Bir haftanın sonunda ustam başlangıç aşamasını geçtiğimi söyledi.
İkinci aşamada ise kendi arabamızla çalışacaktım. Ustam arabanın anahtarını verdi. Şoför koltuğuna heyecanla oturdum. Ayaklarım arabayı çalıştırmak için debriyajı aradı. Ancak debriyaj yoktu. Şaşkınlıkla eğilip baktım. Sonra ustama dönüp sormak üzereyken bana güldüğünü gördüm.
Ancak yine de sordum "Usta debriyaj nerede?". Ustam gülerek cevap verdi "Debriyaj yok ki." "Peki, ama debriyaja basıp kontağı çevirmezsem arabayı nasıl çalıştıracağım ki?" "Kontak çevirmek mi? Sanırım onu da yapamayacaksın." "Usta sen neden bahsediyorsun?" gözlerim kontağı aradı ama onun yerine "Start" düğmesi vardı.
Bizim arabamız diğer arabadan oldukça farklıydı. Daha rahat ve daha geniş olmasının yanı sıra çalışma sistemi de farklıydı. "Hadi o zaman anlatır mısın? Ne yapmam gerekiyor?" dedim. "Önce o eski modelle başlamamızın sebebi şuydu: o araba klasik model bir araba debriyaj ve manüel vitese sahip, ancak bizim arabamız otomatik vites.

Bu da demek oluyor ki bir debriyaja ihtiyacın yok, vites değiştirmeye de ihtiyacın yok. Yapman gereken tek şey ayağını frene koyup "Start" düğmesine basmak." Hemen dediklerini yaptım. Araba çalıştı. Eski model arabada alışkanlık olmuştu. Arabayı çalıştırdığımda hemen vites arttırıyordum. Elim yine vitese gitti ama ustamın dediğini hatırlayıp durdum.
"Şimdi ne yapacağım usta?" "Şimdi yapman gereken şey çok basit. Ayağını frenden çekip gaz vereceksin. Ancak dikkat etmen gereken şey şu ki, ayağını frenden çektiğin anda araba hareket etmeye başlayacak. Sen çok az gaz vermelisin. Unutma bu araba otomatik vites, sen gaz verdikçe vites yükseltir."
Ustamın dediklerini uygulamaya geçtim. Aynen dediği gibi oldu. Ayağımı frenden henüz yeni çekmiştim ki araba kaplumbağa hızıyla da olsa hareket etmeye başladı. Gaz vermeye başladığımda araba hızlandı. Ustam uyarmasına rağmen arabaya fazla gaz vermiştim. Ustam uyarana kadar da bunu fark edemedim.

"Çınar hızını bana söyler misin?" hemen hız göstergesine baktım. İbre altmış kilometreyi gösteriyordu "Altmış mı?" dedim şaşkınlıkla. "Evet. Bu arabanın kötü yanı budur evlat. Sen gaza bastıkça vitesi arttırır. Hızının fazla olduğunu anlamazsın bile. O yüzden gaza çok basmaman gerekiyor." Dedi. Haklıydı, eski model arabayla bu boş alanda yirmi kilometre hızla çalışıyorduk ve şimdi arabanın hızı altmış kilometre olmasına rağmen hiç fark etmemiştim. Daha dikkatli bir biçimde gaz pedalını yönetmeye başladım. Arabanın hızını kontrol altında tutmak önemliydi.
Eski arabadan bizim arabamıza geçince müthiş bir farklılık yaşadım. İnsanlar kullandıkları arabayı satıp daha düşük model araba alınca neden "Attan inip eşeğe binmiş gibi oldum." Dediklerini şimdi daha net anlıyordum. Eski abradan sonra bizim arabayı kullanmak inanılmaz rahattı. Çocukken halının kenarında sürdüğüm oyuncak arabalardan biraz daha fazla zorlanıyordum o kadar. Sürüş inanılmaz keyifliydi. Direksiyonu tek parmağımla bile çevirebiliyordum. O gün eğitim bitince, eve dönüş yolunda arabayı ben kullandım.
Üç gün de bizim arabamızla eğitimlere devam ettik. Ustam yeteri kadar öğrendiğimi artık tek başıma da kullanabileceğimi söyledi. Boş alanda ustam dışarıdan beni izlerken ben arabayı kullanıyordum. Her gün alıştırma yaptığımızdan artık hiç zorlanmıyordum. Ustam "Bu işi iyice öğrendin. Kırk yıllık şoförler gibi oldun." Diyordu.
Kamp tarihi yaklaşırken, kamp yerini gidip görmemiz gerektiğini söyledi. Ben de bu fikre katıldığımı belirttim. Ustam arabayı benim kullanmam gerektiğini söylediğinde ise "Ama en yakın kamp alanı buradan on beş kilometre uzakta." Dedim. "İşte asıl şoförlük deneyimin şimdi başlıyor. Bütün öğrendiklerini deneme fırsatı bulacaksın." Dedi ustam.

Açıkçası bana çok fazlaymış ve yolda kaza yapacakmışım gibi geliyordu. Ancak ustam yine beni ikna etmeyi başardı. Arabayı ben kullandım. Sandığım kadar da uzak değildi. On beş dakika sürmüştü. Kamp yerini öğrenmiştim. Yakın olması cesaretimi arttırmıştı. Artık kendi başıma gelebilirdim.
Kamp gününe kadar sürücülük eğitimine ve kamp eğitimine devam ettik. Artık hiç yardım almadan araba kullanabiliyor, bir izci gibi kendi başıma kamp çadırımı ve diğer malzemelerimi hazırlayabiliyordum. Geriye sadece heyecanla kamp gününü beklemek kalıyordu. Kamp yapmak beni çok heyecanlandırmıyordu. Beni asıl heyecanlandıran yeni insanlarla tanışmak, belki de yeni arkadaşlar edinmekti.
Kamp iki günden oluşuyordu. Ustam gerekli olduğunu düşündüğü her şeyi arabaya doldurmuştu. Her malzemeyi arabaya yerleştirirken nasıl kullanıldığıyla ilgili hatırlatmalar yapmayı da ihmal etmiyordu. Ustamın benden daha heyecanlı olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Her şeyi özenle yerleştirdikten sonra üç defa defterine yazdığı "Gerekli Malzemeler" listesini baştan aşağı kontrol etti.

Malzemelerin eksiksiz orada olduklarına ikna olduktan sonra bana döndü, anahtarları verdi ve kamp alanını almaya yetecek kadar para uzattı. Hayır, bu bir abartı değildi. Ustamın verdiği parayla iş bile kurulabilirdi. İki yüzlük banknotlardan oluşan bir tomar para vermişti.
Ustama kampın sadece iki gün olduğunu hatırlatmak zorunda kaldım. Ancak o buna aldırış etmedi "Ne olur ne olmaz. Paranın ne zaman, nerede gerekli olacağı belli olmaz evlat. Sen cebine koy bakalım şunları." Dedi. Israrlarına dayanamayıp parayı aldım. Cebime koyduğumda şişkinlik yaptı. Paraları cüzdanıma, ceplerime hatta kitaplarımın arasına bile koydum.
Ustam evden çıkmadan önce bana öyle bir sarıldı ki, yabancı biri görse askere gittiğimi düşünürdü. Ustamın benim üzerime bu kadar titremesi beni çok mutlu ediyordu. Beni evlat edinmişti ancak ben sadece kâğıt üzerinde kalacağını, onun için bir yardımcıdan farksız olmayacağımı düşünmüştüm. Ustam bana kendi öz evladıymışım gibi davranıyordu. Her ne kadar ona "Usta." Diye hitap etsem de o benim için çok daha fazlasıydı.

Kamp alanına az bir mesafe kalmıştı ki yol kenarında otostop çeken bir kız gördüm. Sarı ip askılı bluzu ve kot bir şortu vardı. Hasır bir şapka takmış, şapkanın önünü güneşten dolayı bir kovboy gibi öne eğmişti. Ona yaklaşırken arabaya alıp almamak konusunda kararsızdım. Sırt çantasına bakılırsa o da kamp alanına gidiyordu. Onu biraz geçmiştim ki arabayı durdum.

Arabadan indim ve gelmesi için el işareti yaptım. Hızla yanıma geldi, çantasını kolundan çıkardığı gibi bagaja koydu ve gidip arabanın ön koltuğuna oturdu. Tekrar direksiyona geçtiğimde şapkasını çıkardı ve "Çok teşekkür ederim. Hava öyle sıcak ki yürünmüyor bile." Dedi ve şapkasını bir yelpaze gibi yukarı aşağı sallamaya başladı.
Ona dönüp baktığımda, şapkasının gizlediği yüzünün, mükemmel güzelliğine hazırlıksız yakalandım. Uzun süre bakmış olmalıyım ki "Tamam biliyorum. Güzel olduğumu söyleyeceksin. Ancak buna hiç gerek yok." Dedi ve yüzünü dışarıya çevirdi. Konuşmaya çalışınca ağzımın açık olduğunu fark edip biraz utandım, sonra bunu çok önemsemedim. "Hayır, çok daha fazlasını söyleyeceğim. Sen usta bir yazarın kitaplarında uzun uzun betimlediği karakterlerden biri gibisin. Bir ressam kitabı okumuşta yüzünü çizmeye karar vermiş gibi. Hem de öyle güzel çizmiş ki eminim, Da Vinci kıskançlıktan mezarından ters ddöndü. Dediğimde ilgisini çekmeyi başarmıştım.

Yüzünü tekrara bana döndü ve "İtiraf etmeliyim ki bunu ilk defa duydum. Teşekkür ederim." Dedi. Arabayı çalıştırıp kamp alanına doğru yol almaya başladığımızda, daha adını bilmediğim bir kıza neden böyle bir iltifat ettiğimi sorguluyordum. İçimden bir ses "O zaman adını öğren, konu kapansın." Dedi. İstemsizce gülümsedim. "Ben Çınar." Dedim. "Memnun oldum. Ben de Yeliz." Dedi.

Bir kez daha o güzel yüzü görmüş olmanın sevinci doldu içime. Sarı saçları, yeşil gözleri, küçük bir burnu ve gülümsediğinde yanaklarından başka bir zamana açılan boyutlar arası kapılar gibi, iki küçük gamzesi vardı. Gerçekten çok güzeldi.
Kamp alanına vardığımızda arabayı park edip indik. Arabadan inerken sağ ayak bileğine yakın bir müzik notası şeklindeki dövmesini gördüm, bir dövme de ensesinden sırtına iniyordu ve kedi patilerinden oluşuyordu.

Yeliz aşağıdaki görselde :)

Çadırlarımızı ve malzemelerimizi çıkardık. Çadırımı kurmak için harekete geçmiştim ki "Çadırını oraya kurmamalısın. Sen daha yeni misin? İyi bir kampçı oraya çadır kurmaz." Dedi. Ustamla çadır kurma alıştırmalarını hep bahçede yapmıştık ve bahçemiz taşlı olmadığında ustam bu konuda beni uyarmayı unutmuş olmalıydı.
Kız haklıydı ama neden bu kadar sert olduğunu anlamamıştım.  "Evet, ben ilk defa kamp yapacağım. Ancak seni bu kadar sinirlendiren şey nedir acaba?" dedim gülümseyerek. "Orası taşlı ve düz değil. Çadır için elverişli bir alan değil." "Peki, öyleyse bu konuyu sana bırakıyorum. Sen tecrübeli görünüyorsun." Alay eder gibi söylemiştim ama o ciddiye almıştı.
Kamp alanını turladıktan sonra bir yerde durdu ve malzemeleri getirmemi söyledi. Sonunda kamp çadırlarımızı kurmayı başarmıştık. Katlanabilir sandalyelerimizi alıp çadırlarımızın önünde oturduk. "Ne yemek yemeyi düşünüyorsun?" diye sordu Yeliz. Yemek eylemini duyunca ustamın bagaja koyduğu oltayı hatırladım. "Bagajda olta var, istersen balık tutabiliriz. İstemezsen de buralarda karnımızı doyurmak için bir yer buluruz." Dedim.
"Balık tutmak daha iyi bir fikir." Dedi ve kalkıp arabaya yöneldi, ben de arkasından gittim. Bagajdan oltayı aldım. Almam gereken başka bir şey olup olmadığını düşünüyordum ki Yeliz "Sen daha önce balık da tutmadın değil mi?" bunu nereden anladığını düşünürken, oltanın ucuna takmak için getirdiğim kurtçukları aldığını gördüm. Kızın çokbilmiş tavrı sinirimi bozmuştu.

Gerekli malzemeleri alıp dere kenarına indik. Önce oltayı kurmakla işe başladı. El çabukluğuna bakılırsa ne yapacağını biliyordu. Oltayı dereye salladı ve tutmam için bana verdi. Sandalyesine oturup cebinden sigara paketini çıkardı. Paketi bana doğru uzattı "Ben kullanmıyorum." Dedim. Bir sigara çıkardı ve yaktı. Bir nefes aldıktan sonra "Ben de tiryaki sayılmam. Çok az içiyorum." Dedi Yeliz. Evet, geldiğimizden bu yana ilk defa sigara yakıyordu.

Olta elimde beklerken sohbet etmeye başladık. Hangi okulda okuduğumu sorduğunda, okumadığımı söyledim. "Neden?" diye sordu şaşkınlıkla. "Okulla vakit kaybetmek istemedim. Ben ticaretle uğraşmak istedim, ustam da bana karışmadı." "Ustalar hiçbir çocuk okumasın ister. Herkes okursa onlara çırak kalmaz ki. Keşke onu değil de anne babanı dinleseydin." Dedi küçümser bir tavırla. "Benim annem de babam da ustamdır." Dedim.

Bu cümleyi beklemiyormuş gibi aniden bana döndü. Yüzüme baktı, gözlerimde bir mana aradı. "Neden daha açık konuşmuyorsun ki?" dedi. Sözlerimin altında bir şeyler gizlediğimin farkındaydı. "Gerek yok." Dedim. Her anlattığımda sanki yeniden yaşıyor gibi oluyordum. Anıları tekrar canlandırmak, canımı tekrar yakmak istemiyordum. "Sadece şunu bilmek istiyorum. Daha doğrusu emin olmak için soruyorum. Anne ve baban yanında değiller. Sen usta dediğin adamla yaşıyorsun. Doğru mu?" diye sordu. Kafamı evet anlamında salladım.

Cevabı aldıktan sonra "Ben Güzel sanatlarda okuyorum." Demişti aniden. Konuyu değiştirmeye ççalıştığı çok belliydi. Ancak ben de onunla aynı fikirdeydim. "Ne güzel. Hangi alanda yeteneklisin?" diye sordum. Aslında bacağındaki müzik notası dövmesi bu sorunun cevabını vermeye yeterliydi. Ancak ben yine de sohbetin devam etmesi için sormuştum. "Ben müzikle ilgileniyorum." Demişti Yeliz. "Peki, hangi enstrümanla çalışıyorsun?" "Piyano üstünde yoğunlaşıyorum." Dedi.

Cümlesini yeni bitirmişti ki elimdeki olta titremeye başladı. Oltanın titremesiyle üstüne takılı küçük çan çalmaya başladı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken Yeliz ayağa fırladı ve oltayı elimden kaptı. Oltayı hızlıca çekmeye başladı. Makarayı öyle hızlı çeviriyordu ki şaşkınlıkla onu izliyordum. "Öyle durma! Bana yardım et." Dedi. Çırağını azarlayan usta gibi söylemişti bunu. "Ne yapmalıyım?" diye sordum. "Tut şu oltayı ve çevirmeye devam et." Oltayı bana verdi.

Dizlerinin üzerine çöküp suyun içindeki misinayı tutup çekmeye başladı. Birkaç dakika sonra balığı yakalamayı başarmıştık. İri bir alabalıktı. "Şanslı günündesin. Bu balık ikimize de yeter. En az iki kilo vardır." Dedi sevinçle. Ben de sevinmiş gibi yaptım. Balığı oltadan çıkardı ve bana verdi. "Hadi temizle de pişirelim." Dedi. Cebimden ustamın aldığı çakıyı çıkardım. Ancak bu konuda da tecrübesizdim. Hemen fark etti "Ver şunu be. Mağarada mı büyüdün? Hiçbir şey bilmiyorsun?" dedi öfkeyle. Beni sürekli bir çocuk gibi azarlaması sinirimi bozmuştu.
"Evet, mağarada büyüdüm. Cahilin önde gideniyim. Ancak hiçbir zaman bir insanın kalbini kıracak kadar aşağılık olmadım." Dedim. Arkamı dönüp oradan uzaklaşmaya başladım. "Şimdi de çocuk gibi küsecek misin?" diye bağırdı arkamdan. Bu cümlesi beni çıldırtmaya yetti. Bu aptal kız benimle nasıl böyle konuşabiliyordu? Bu hakkı ona kim veriyordu? Sinirden yüzümün kızardığını hissettim. Geriye döndüm. Burnumdan soluyordum. Onu yumruklamak geliyordu içimden. Ancak yapmadım. Onu suya ittim.

Bunu beklemiyordu. Suya düştüğünde rahatladım. Ancak çırpınmaya başladığında öfkemin yerini korku aldı. Yüzme bilmiyordum ancak bir insanın gözümün önünde hayata veda etmesine kayıtsız kalamazdım. Ne olacağını düşünmeden suya atladım. Yeliz'i yakaladım ve ayaklarımı, kollarımı çırpmaya başladım. Su bizi içine doğru çekiyordu. Fırat nehri ile ilgili anlatılanların efsane olduğunu düşünüyordum. Anlatılanların doğruluğunu tecrübe ederek test etmek istemezdim. Yeliz bilincini kaybetmek üzereydi.

Ağzından köpükler çıkmaya başlamıştı. Onu suyun üzerine çıkardım. Dere kenarına getirdiğimde kendinde değildi. Karnına baskı yaptım. Birkaç defa bastırınca yuttuğu suyu çıkardı. Nefesini kontrol ettim. Hala nefes almıyordu. Suni solunum yapmaya başladım. Benim yüzümden birinin ölecek olması ihtimali beni çok korkutuyordu. Gözlerimden yaşlar aktığını hissediyordum.

Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Yeliz uyandı. Üstüne eğilmiş suni solunum yapmaya çalışırken gözlerini açtı. Yüzüme baktı ve dudaklarımı öpmeye başladı. Sonra birden geri çekildi. Neler olduğunu hatırlamıştı. Göğsümü yumrukluyor, küfürler ediyordu. "Seni adi şerefsiz, beni neden suya attın? Ya ölseydim, geri zekâlı." Elinin ağır olduğunu itiraf etmeliyim. Onu susturmak için dudaklarımı dudaklarına yapıştırdım. Beni itmeye çalıştıysa da bir süre sonra bana eşlik etmeye başladı. Daha yeni tanıştığım bir kızla dere kenarında öpüşüyordum. Kim bilir iki günlük kamp boyunca daha neler yaşayacaktım?

İnstagram: bzkrtmslm1

Kitabın instagram sayfası: bir_cinarinfilizi (sayfada Uğur ve Çınar'ın fotoğrafları paylaşılacaktır. İleride canlı yayınlar olacak ve bazen spoiler verilecektir.)

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro