BİR ADIM ÖTE AŞK CEREN&SEYHAN 39. BÖLÜM
Sürpriz!
Keyifle Okumanızı Dilerim 💖
Ceren, bir anlık şaşkınlık yaşasa da belli etmedi. Gülümsemeye devam etti. Nişanlısının, onu koruma amaçlı böyle davrandığını düşünüyordu çünkü. Onun bedenindeki yoğun gerginliği, hapsolduğu tek kolu arasında hissedebiliyordu. Sevdiceği, bu adamı, dış görünüşünün garipliğinden dolayı olumsuz biri sanmış olmalıydı. Aslında ortada onun gerilmesini gerektirecek tehlikeli bir durum yoktu. Güvende olduğunu anlatmak için bakışlarını ona kaldırdı. Fakat nişanlısı ile karşısındaki adam arasında olan sessiz diyalogdan, konunun çok daha farklı olduğunu anladı.
"O kim Ceren, nişanlın mı?"
Seyhan, adamın elindeki telefonu yeni fark ediyordu. Soruyu soran hamile kadın, cana yakın bir gülümsemeyle ekrandan onlara bakıyordu.
Genç kız ise, kendini hemen toparladı ve o tatlı gülümsemesini yüzüne yerleştirerek cevap verdi. "Evet yengeciğim nişanlım." Sonra da onları tanıştırdı.
Karşılıklı sorularla geçen keyifli bir sohbetin ardından, Seyhan'ın bu adama karşı ön yargısı, tamamen kırıldı. Hatta az önceki öfkesinin aksine sempati bile duymaya başladı. Karı koca tatlı bir çifttiler. Şu anda görüşmeleri ekrandan bile olsa, adamın karısına olan aşkı, fazlasıyla belli oluyordu. Hatta onların varlığını bile unutmuşlar, kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı.
Farkında olmadan sıkıca sardığı nişanlısının belini bıraktı. Onun elini tutarken yavaşça sordu: "Salona geçelim mi?" Gözlerindeki ifadesizlik sesine de yansımıştı.
Genç kız, olur anlamında başını salladı. Akabinde akrabası olan bu çiftle vedalaştılar. İçeri geçerlerken duyguları kadar aklı da karmakarışıktı. Sevdiceği, onu kıskanmış mıydı şimdi? Belki de yanılıyordu. Peki onun diğer adama olan bakışlarındaki anlam neydi? Ya da onu sahiplenircesine sarmasının anlamı neydi? Sevdiğine olan kıskançlık mı? Yoksa çok yakınına olan koruma duygusu mu? Sorularla kafasını daha çok bulandırdığının farkındaydı. Sıkıntıyla asılan yüzünü, buruşturmamak için kendini zor tuttu. Bu geceyi atlatana kadar bunu düşünmeyi ertelese daha iyi olacaktı.
Salona geçtiklerinde gelin ve damat, nişan pastasının başındaydılar. Alkışlar eşliğinde kesilen pastanın ardından çok güzel bir dans müziği başlamıştı.
Masalarına geçerlerken Mete, onları durdurdu.
"Cerenciğim bu geceki son dansım için bana eşlik etmek ister misin?"
"Memnuniyetle Mete abi."
Henüz kalabalık olmayan pistte dans etmeye başladıklarında, aklı yine sevdiceğindeydi. İstemsizce, kafasında cevabını bilemediği sorular dönüp duruyordu. Sevdalı kalbi; bu sorulara onu umutlandıracak cevapları fısıldarken mantıklı yanı; temkinli olmasını, tam aksine, yanlış anlamış olabileceğini fısıldıyordu. Oysa her şeyin kalbinin fısıltısı gibi olmasını o kadar isterdi ki ama bu kez de mantığının haklı olduğunu düşünüyordu. Hafif bir iç geçirirken gözleri hüzünle gölgelenmişti.
Mete ise genç kızın bu halini farklı yorumluyordu. Bugün yaşadıklarından ziyade, onun dalgınlığının nişanlısıyla alakalı olduğunu düşünüyordu. Aralarında bir sorun mu vardı acaba? Onları az önce beraber içeri girerken gördüğünde, keyifsiz olduklarını fark etmişti. Ketum arkadaşından laf alamayacağını bildiği için Ceren ile konuşmak istemiş, genç kızı dansa davet etmişti. Ve ona bu geceki son dansım derken de çok ciddiydi. Çünkü birazdan Adana'ya gitmek için yola çıkması gerekiyordu. Buradan ayrılmadan önce, çok sevdiği bu iki insanın arasındaki olası sorunları çözmeyi hedefliyordu. Böylelikle içi rahatlar, aklı burada kalmazdı. Uzun boyu sebebiyle onun duyabileceği seviyeye eğilerek sordu.
"Nişanlılık nasıl gidiyor sarı cimcime?"
Genç kızın sönük dalgın gözleri, bir an anlamazca ona bakmış, sonra da idrakle canlanmıştı.
"İyi gidiyor abi. Birbirimizi tanımaya çalışıyoruz."
Samimi olduğu belli olan bu cevap, içini rahatlatsa da genç kızın gözlerindeki hüznün sebebini merak ediyordu. Tam karşısında oturan arkadaşına şöyle bir baktı. Masadaki neşeli muhabbetten uzak, içine kapanık, hafif sıkkın bir hali vardı. Onu çok iyi tanıyordu. Bu tür ortamlarla arasının pek iyi olmadığını biliyordu. Fakat Ceren, bunu henüz bilmiyor olabilirdi. Doğal olarak da Seyhan'ın bu uzak, ilgisiz halini üstüne alınıyor olabilirdi. Genç kıza, nişanlısının karakteriyle ilgili biraz bilgi vermesi, onların aralarındaki sorunu çözebilirdi.
"Seyhan, laf aramızda arkadaşlarım arasında en sevdiğimdir diyebilirim." diyerek konuya giriş yaptı. O anda genç kızın tüm dikkatini de üstüne çekmeyi başardı. "Aslında O, dışarıdan göründüğü gibi soğuk, karmaşık, gizemli biri değildir. Aksine sıcakkanlı, net, esprili ve bizim kadar konuşkan olmasa da daha çok dinlemeyi seven biridir. Aile ve arkadaş ortamları haricinde kalabalık ortamlardan hoşlanmaz. Özellikle düğün, nişan gibi eğlencelerle arası pek iyi değildir. Bu geceki sıkkın ve ilgisiz hali de bundan dolayı. Üstüne alınıp üzülme olur mu?"
Durumu kavrayan Ceren, gülümsedi. "Tamam olur Mete abi. Bu gece de dahil şimdiye kadar beni üzecek ve sıkacak hiçbir şey yapmadı. Aksine bu gece, onun yanında güvende ve rahat hissediyorum."
Bugünün enerjisinden miydi, neydi? Bazı şeyler göründüğünün tam tersi, yanlış anlaşılabiliyordu. Tıpkı onun dalgınlığını yanlış anlayan Mete abisi gibi. Bu da dakikalardır cebelleştiği içindeki sorulara cevap olmuştu. Belki bu cevap, kalbinin istediği gibi olmamıştı ama en azından kafa karışıklığı son bulmuştu. Dansın sonunda içi rahat şekilde masasına geçti.
Mete'nin herkesle vedalaşıp gitmesinden iki saat sonra nişan sonlanmış, otelde kalacak olanlar odalarına çekilmişti.
*_*
Ertesi sabah erkenden uyanan Melek, aynı yatakta yan yana uyuyan iki genç kızı zorla kaldırdı.
"Kızlar size son uyarım, eğer kalkmazsanız ikinizin de kafasına su dökeceğim."
"Off Melek abla ya! Neden erken kalkıyoruz ki?"
"Söylenme Ceyda. Dün konuştuklarımızı ne çabuk unuttunuz. Sabah erken kalkacaktık. Antep'i gezecektik. Bazıları da nişanlısıyla vakit geçirecekti ya hani."
"İyi ya işte! Benim nişanlım yok, ben uyuyabilirim. Siz gezin."
"Sana uykucu peri dediğimde kızma o zaman."
Ceyda homurdanarak örtüyü başına çekerken, nişanlı sözünü duyan Ceren, hemen ayaklandı. "Saat kaç Melek abla?"
"Yedi buçuk."
"Aboo! Geç kaldım. Biz saat sekizde kahvaltı için aşağıda buluşacaktık. Çok az zaman var. Hemen hazırlanmam lazım. Şimdi ben ne giyeceğim. Çok fazla şey de getirmedim. Gezeceğimizi bilmiyordum ki."
"Sakin ol tatlım. Ben sana kıyafetlerimden kombin yaparım. Birkaç dakikaya hazırlanmış olursun."
Kızlar tatlı bir telaşla hazırlanıp aşağı indiklerinde, saat sekizi on geçiyordu. Restoranın kahvaltı servisinin yapıldığı bölümün girişinde, Bahar ve Seyran ile karşılaştılar. Hep birlikte içeri geçtiklerinde, erkeklerin tek bir masada oturduklarını gördüler.
Ceren, "Affedersiniz geç kaldık." dedi. "Sizleri beklettik."
Masadakilerin cevap vermesine fırsat tanımadan Melek, hemen atıldı. "Kendi adına konuş papatyam. Ben erkenden kalktım. Siz iki uykucuyu uyandırmakla zaman kaybettim."
Kızlar masaya otururlarken Seyhan, "Geç kalmadınız." diye karşılık verdi. "Kahvaltı öncesi kahve içmek ister misiniz?" Sorusunun muhatabı nişanlısıydı.
"Teşekkür ederim. Ben kahve içmeyim ama çay varsa size eşlik edebilirim."
Kızlar da Ceren gibi çay siparişi vermişlerdi. Uykulu olan Ceyda harici herkes, gayet enerjik ve neşe içinde sohbet ediyor, ara ara yapılan esprilere kahkahalar atıyorlardı. En nihayetinde Oğuz'un toplu olarak attığı mesajla aynı anda herkes telefonuna baktı. Nişanlısıyla çekildiği güzel bir fotoğraf ve konum atmıştı.
Seyran, kocasına merakla sordu. "Bu konum ne için aşkım?"
"Kahvaltı yapacağımız yerin konumu, aşkım."
Fincanını masaya bırakan Alper, araya girdi. "Hadi kalkalım. Konum yarım saatlik mesafede bir yer. Bir an önce çıksak iyi olur. Gezecek yerlerimiz de çok. Zaman kaybetmeden günü iyi değerlendirelim."
Hep birlikte ayaklandılar. Dışarı çıktıklarında arabalarını halihazırda çalışır vaziyette buldular. Ceren, keyifle kuzenleriyle birlikte arabaya bindi.
Melek'in ve uykusu açılan Ceyda'nın neşeli sohbetleriyle, yolun nasıl geçtiğini anlayamadı. İlk defa araba tutmadan yolculuğunu sonlandırmıştı. Bunun için çok mutluydu. Arabadan inerken, yanlarında park eden iki ayrı minibüsü fark etti. Onların korumalar olduğunu anladı. Seyranların da diğer tarafa park ettiğini gördü.
Arabadan inen görümcesi, bir çocuğun neşesiyle, kocasını çekiştirerek yanlarına geldi. "Burası harika abi. Çok da romantik bir ortam, özellikle yeni nişanlılar için." diyerek göz kırptı.
Görümcesinin bunu, taze nişanlı Oğuz ve Aslı için mi yoksa onlar için mi söylediğini anlayamadı. Hoş, bu sözleri üstüne neden alınacaktı ki? Sonuçta nişanlısıyla aralarında romantizm yaşayacak kadar duygusal bir durum yoktu. Nitekim Seyhan da bu sözleri hiç umursamamış gibi, ilgiyle etrafın güzel manzarasını izliyordu. O an Melek ve Ceyda, gördükleri bu güzel yeri keşfetme heyecanıyla yanlarından ayrıldılar. Ceren onlarla birlikte gitmek istese de sevdiceğinin yanında kalmayı tercih etti. Romantik beklentilerini bir kenara bırakıp, onunla iki arkadaş gibi keyifli bir gün geçirmeye karar verdi. İlk iş olarak da bu güzel manzarayı beraber izlemekle başladı. Yemyeşil ağaçlarla bir orman havası verilmiş bu park; parke olan yürüme yerleri dışında düzgünce kesilmiş çimenlerle örtülüydü. İlk dikkatini çeken ise, parkın sağ köşesinde konumlanmış, etrafı rengarenk çiçeklerle çevrili olan, ördeklerin yüzdüğü küçük göletti. Yapay olmadığı belliydi. Yine de emin olamadı. Şu anda oraya gitmek, yakından görmek için can atıyordu.
"Çok güzel bir yer. Oradaki gölet doğal değil mi?"
Canlı, parlak gözleri nişanlısının koyu gözleri ile karşılaştı.
"Evet, doğal." diye cevapladı Seyhan. Sanki onun yüreğinden geçenleri duymuş gibi ona elini uzattı. "Hadi gel yakından görelim." Başını çocuksu bir coşkuyla olur anlamında sallarken nişanlısının elini tuttu.
Birlikte kahvaltı alanının tam tersi yönünde olan gölete gittiler. Sevdiğiyle el ele olmak, uzaktan gelen hoş müzik sesi, onun için ortamı ister istemez romantize ediyordu. Buna rağmen genç kız, kendini kaptırmamaya özen gösteriyordu.
Göletteki ördek yavrularını gülümseyerek izliyor, arada telefonuyla onların fotoğraflarını çekiyordu. Aslında sevdiğiceğiyle de anı olarak burada fotoğraf çekilmek istiyordu fakat bunu ona söylemekte çekiniyordu. Birkaç tane daha bu doğa güzelliğinin fotoğrafını çektikten sonra "Gidelim mi?" diye sormak için nişanlısına döndü. Fakat aynı anda çok yakınlarından gelen klik sesiyle dikkati yön değiştirdi.
Habersizce fotoğraflarını çeken Seyran, neşeyle onlara el sallıyordu. "Burası harika bir yer. Hadi abi Ceren'le güzel bir poz verin, buranın anısına fotoğrafınızı çekeyim."
Dileği bu kadar kısa sürede gerçekleştiği için, yüreğinin derinliklerinden Yaradan'a şükretti. Sonra nişanlısıyla yan yana bir poz verdiler. Kaşları çatılan görümcesi, fotoğraf çekmek yerine onları azarladı.
"Off yaa, bu ne abi! Size bakan da ciddi bir anlaşmaya imza atmak üzere olan iki iş ortağı olduğunuzu falan sanacak. Bir tek tokalaşmanız eksik. Onu da yapın da tam olsun. Hadi sen Ceren'e biraz daha yaklaş, hatta mümkünse NİŞANLININ belini tut, bir zahmet. Ceren sen de şaşkın şaşkın bakma gülümse lütfen."
Seyran'ın 'nişanlının' kelimesini vurgulayarak söylemesi, ikisinin de dikkatinden kaçmadı. Düzgün bir poz vermeye çalışarak birbirlerine biraz daha yakınlaştılar.
Ceren, belinin yumuşakça sarılmasıyla, ilk başta, biraz huzursuz hissetti. Nişanlısının bu yakınlığını hiç de arkadaşça düşünemiyor, yine o tuhaf heyecan, midesini ve kalbini ele geçiriyordu. Sonra Seyran'ın onu tekrar azarlamasıyla, Seyhan'ın kollarında, kaskatı bir direk gibi durduğunu fark etti. İlk iş olarak rahatlayıp gülümsedi ve kendini o anın keyfine bıraktı. Hatta nişanlısına daha da sokularak poz verdi. Sonuçta sevdiceğinin kolları arasındaydı. Tek taraflı da olsa bu romantik anların tadını çıkarabilirdi. Görümcesi, onları farklı alanlara sürükleyerek fotoğraflarını çekmeye devam etti. Seyran'ın kocası Yiğit'in de aralarına katılmasıyla, hep birlikte anı albümlerine birkaç poz daha eklediler.
Kahvaltının yapılacağı yere geldiklerinde her şeyin hazır olduğunu gördüler. Kısa bir selamlaşmanın ardından masa düzeni sağlandı. Kahvaltının ortalarına doğru onlara Ender ve Pelin de katılmıştı. Eğlenceli hoş sohbetlerle edilen bu güzel serpme köy kahvaltısı, çabucak sonlanmış gibiydi. Zamanın nasıl geçtiğini hiçbiri anlayamamıştı. Kahvelerini içerlerken gezi rotalarını belirlediler. Alper'in hastanede olan işi nedeniyle yola erken çıkacaklardı. Bu kısa süre zarfında Oğuz, onları bilinenin aksine, keşfedilmemiş güzel yerlere götürdü. Harika doğa içinde gezerek tüm yorgunluklarını attılar.
Oğuz ve Aslı, güzel bir sürprizle, belirlenen rotanın dışında, onları lezzetiyle meşhur bir baklavacıya götürdü. Nezih bir yer olduğu belli olan baklavacıda o kadar çok çeşit vardı ki, hangisini seçeceklerine karar veremediler. Sipariş seçimini erkeklere bırakan kadınlar, büyükçe bir masada oturdular. Erkekler de ailelere, arkadaşlara hediye edilecek özel siparişleri hazırlatmaya başladılar.
Lüks mekanda klimanın verdiği serinliğe rağmen Pelin, eliyle kendini yelliyor, kaşlarını çatmış, dudaklarını büzmüş, sinirli sinirli söyleniyordu.
"Hayırdır Pelin, neden heyheylerin üstünde?"
"Benim değil Melekçiğim, kuzenin Ender'in heyheyleri üstünde. Kıskançlıkta kendi çapında level atladı. Kız kardeşini nişanlısıyla paylaşamıyor. Baksana kızcağızı ortamıza oturttu."
Melek, yanında oturan kuzeni Ceren'e şöyle bir baktı. Pelin'den daha sakin görünse de, gözleri üzgün, suratı asıktı.
"Haklısın bu kez abarttı. Sanırım Ceren'in nişanlı olmasına alışamadı, ayarları bozuldu. Kız kardeşi evlenince alışır, düzelir merak etmeyin kızlar."
Seyran, araya girerek konuşmalarına dahil oldu.
"Tüm abiler bu konuda birbirine benziyor sanırım. Evlenince düzelir diye beklemeyin canım. Abim hâlâ bana ve Bahar'a çok karışır."
Melek ve Pelin'in ortasında oturan Ceren, surat asmayı bırakıp pür dikkat konuşulanlara odaklandı. Zira nişanlısının karakteri hakkında bilmediği çok şey olduğunu fark ediyordu. Bunlardan biri de hiç hoşlanmadığı kıskançlıktı. Bu konuda abilerinden çok çekiyordu çünkü. Siniri hafifleyen Pelin yengesi, kibarca Seyran'a çıkıştı.
"Haksızlık etme Seyrancığım! Abin hiç de öyle kıskanç biri gibi görünmüyor."
"Haklısın. Çünkü kıskançlığı sadece bize." dedi Seyran, Bahar ile kendisini göstererek. "Abim ilişkilerinde kıskanç değildir. Bildiğiniz üzere abimin başından daha önce iki nişanlılık geçti. Onlara hiç kıskançlık yaptığını görmedik. Kendi adıma konuşayım, Ceren'e de kıskançlık yapacağını hiç sanmıyorum."
Melek, Seyran'a şikayetçi bir tonla destek verdi. "Okulda da rahat bırakmazdı bizi. İlla arızalık yapardı."
Dün akşamki durumu düşünen Ceren, bir kez daha suratını astı. 'Kardeşi gibi gördüğü kişilere kıskançlık yapıyordu demek.' Bu düşünce canını oldukça sıkmıştı. Çünkü bu teoriye göre Seyhan, onu bir nişanlı gibi değil kardeşi gibi görüyordu. Önüne gelen fıstıklı sarmayı fark etmedi bile. Melek ablasının imalı dürtüklemesiyle, düşüncelerinden sıyrılıp ona baktı. Önündeki tabağı gösteriyordu.
Karısının yanına keyifle oturan Ender, kız kardeşine kendini affettirmek istercesine gülümsedi. "Senin için fıstıklı sarma aldım sarı cimcimem."
"Melek ablasına bak gördün mü? Hiçbir şey düşündüğün gibi değil," dercesine baktı. Lakin başka bir servis daha yapıldı. Bu kez farklı bir fıstıklı baklava vardı önünde.
Servisi yapan kadını durdurdu. "Pardon bu yanlış geldi sanırım."
"Hayır, bu tatlı da sizin için." dedi nezaketle gülümseyen orta yaşlı garson kadın. "Nişanlınız sipariş etti."
Kadın yanlarından ayrıldıktan sonra, Ender homurdanarak söylenmeye başladı. "Boş ver onu. Sen sevdiğin fıstıklı sarmayı ye sarı cimcimem. Zaten ona senin fıstıklı sarma sevdiğini, bunu boşuna aldığını söyledim."
Pelin, hemen araya girerek duruma müdahale etti. "Aaa! Olmaz öyle şey hayatım. Nişanlısı çok güzel jest yapıp almış. Tabağı öylece bırakırsa ayıp olur."
"Ayıp olmaz! Hem o nişanlısı ise ben de abisiyim. Asıl benim aldığım fıstıklı sarmayı yemezse bana ayıp etmiş olur." Kocasının çocukça inatlaşmasına gözlerini deviren Pelin, "Demokraside çareler tükenmez hayatım." dedi sabırla. "Ben şimdi kimseye ayıp olmayacak şekilde halledeceğim."
Tabaklarda bulunan ikişer tane tatlının birer tanesini değiş tokuş yaptı. Sonra da görümcesine imayla göz kırptı. "Afiyet şifa olsun görümceciğim. Çok kısmetlisin maşallah, çok da şanslısın. Önüne tatlılar ikişer tabakla geliyor."
"Teşekkür ederim yengeciğim." Dıştan kibarca gülümseyen Ceren, içinden söyleniyordu. "Ya ne demezsin! Abiler konusunda da oldukça kısmetliyimdir. Sayıları gün geçtikçe artıyor."
Siparişlerin hazır olmasıyla nişanlısı, kuzeni ve Alper abisi masaya gelmişler, yapacakları gezi rotasını yeniden konuşmaya başlamışlardı. Ender abisinin saçma inadından dolayı nişanlısından uzakta otursa da sorun etmedi. Duygularını toparlayabilmek adına buna ihtiyacı vardı. Aynı ihtiyacı, nişanlısının da duyduğunu bilmeden sohbete odaklandı. Ara ara göz göze gelseler de pek konuşamadılar. Geziyle ilgili sohbeti dinlerken iki ayrı tabaktaki tatlıları ne ara yediğini anlayamadı. Fıstığın yoğun lezzetiyle harmanlanan baklavaların tadı, harikaydı. Ve Pelin yengesi haklıydı, tatlı konusunda çok şanslıydı. Bu şansının aşk konusunda da olmasını da içten içe niyet etti.
Her birinin farklı düşüncelerle ayrıldığı baklavacının ardından gezi rotaları, bu kez Bakırcılar Çarşısı'ydı. Bu tarihi otantik yerde hem dolaşıp hem de alışveriş yapmak, bir başka güzel keyifti. Genç kız, bu çarşıyı çok beğeniyordu. Bu şehre gezi için gelen herkesin de mutlaka görmesi gerektiğini düşünüyordu.
Ender abisi diplerinden ayrılmasa da çarşı boyu nişanlısı ile yan yanalardı. Bir ara sevdiceği yanından bir süreliğine ayrılmış, elinde poşetlerle tekrar yanına gelmişti. Oradaki herkesin yaptığı gibi, onun da ailesine ve arkadaşlarına hediyelik eşya aldığını düşündü. Burada geçirdikleri iki saatin ardından gezi rotaları, Gaziantep kalesiydi.
Oradaki rehberin anlattığına göre, esas adı Yüzük kalesi olan bu tarihi yerin; 6000 yıl önce yapıldığı düşünülüyormuş. Genç kız, gözleri heyecanla parlayarak kaleyi dolaşırken buraya ait tüm bilgileri de öğrenmek istiyordu. Anlatılanları dikkatle dinliyor, tarihi kalenin her alanını merakla inceliyordu. Ara ara nişanlısının aktardığı bilgilerden de onun bu kaleyi daha önce gezdiğini anladı. İçinde bir yerlerde onun buraya kiminle geldiği merakı oluştu. Bu düşünceyi bertaraf etmek için odağını anlatılanlara verdi ve kültürel olarak çok güzel bilgiler edindi.
Bu güzel şehre ait tarihi ve güzel birkaç yer daha gezdikten sonra yorulduklarını anladılar. Özellikle Alper, hamile olan karısını düşünüyordu. Onun daha fazla ayakta durmasını istemiyordu. Bundan dolayı geziyi erken sonlandırmaya hep birlikte karar verdiler. Yola çıkmadan önce dinlenmek ve yemek yemek için otele geçtiler. Alper ve Bahar'ı Mersin'e bu kez Seyhan ve Ceren bırakacaklardı.
Yaklaşık iki saat sonra otelden çıkışlarını yaptılar. Ardından Oğuz'un villasına geçtiler. Alper ve Bahar Mersin'e geçmeden önce aile büyüklerini görmek istemişlerdi çünkü. Büyüklerin de toparlanmış, eşyaları arabalara yerleştirmiş olduğunu gördüler. Ayaküstü içilen kahvenin ardından hep birlikte yola çıktılar.
Ceren, Bahar yengesiyle sohbet etmeyi çok seviyordu. Bundan dolayı arabanın ön yolcu koltuğuna abisinin geçmesini istemişti.
Arka tarafta oturduğu için mi bilmiyordu, bu kez sohbet bile onu araba tutmasına engel olamadı. Yine de yolculuğun ilk yarısı keyifli geçiyordu. Hep birlikte ettikleri sohbetin yanı sıra okumak için aldıkları moda dergilerine yengesiyle birlikte bakıyorlardı. Beğendikleri bir şey olursa da kendi aralarında fikir alış verişinde bulunuyorlardı. Yolculuğun ikinci yarısında erkeklerin sohbet konusu, her zamanki gibi futbol maçlarıydı. Bu muhabbetten sıkılan yengesi durgunlaşarak, kendi halinde dışarıyı izlemeye başlamıştı. Kendisi de aynı şekilde dikkatini yola yönlendirdi. Araba otobanda, makul bir hızda, yumuşak ve kayarcasına ilerliyor, hiç sarsılmıyordu. Buna rağmen mide bulantısı gittikçe artıyordu. Ağzına gelen az bir safra ile yüzünü buruşturdu. Dayanamayacak noktaya gelmişti ve artık kendini tutamıyordu. Durumunun acil olduğunu anlatıp nişanlısından müsait bir yerde durmasını rica etti. İlk gördüğü benzinliğe geçen Seyhan, arabayı orada bulunan market yakınına park etti. Ceren, hızla marketin içindeki lavaboya geçip midesinde ne varsa boşalttı ve rahatladı.
Bahar ise, arabadan inerken yolculuk boyunca kasığına ara ara giren sancıyı tekrar hissetmiş, durumunu kocasına belli etmeden lavaboya geçmişti. Ceren, ferahlamış halde elini yüzünü yıkarken diğer tuvaletten Bahar'ın çıktığını gördü. Yüzü cansız ve oldukça beyazlamış görünüyordu. Bir sorunu olduğunu anladı.
"Yengeciğim iyi görünmüyorsun..." demesiyle Bahar'ın yalpalaması bir oldu. Hemen uzanıp onu tuttu.
Yengesi, ağlamaklı titrek bir sesle, "Ceren! Kanamam var." diyerek durumunu açıkladı. "Kendimi iyi hissetmiyorum. Düşük yapıyor olabilirim."
Endişeli bir telaşla sordu. "Emin misin yengeciğim, belki de o yaşadığın ara kanamadır?"
"Eminim canım. Ara kanama gibi değil. Bu çok yoğun geliyor ve kasıklarımda çok farklı bir baskıyla birlikte sancı var. Tüm belirtiler düşük olduğunu gösteriyor."
"Öyle söyleme! Allah korusun yengeciğim."
Bahar'a yürümesi için destek olurken onun pantolonunun kan içinde olduğunu gördü. İçten içe daha çok paniklese de belli etmemeye çalıştı.
"Kanamam çoğalıyor Ceren, ben kendimi iyi hissetmiyorum."
"Ambulansı arayacağım ama telefonum arabada kaldı. Hadi koluma gir. Buradan çıkalım, yardım isteyelim yengeciğim." Marketin içinde bulunan lavabodan zar zor çıktılar. Markette kasada duran orta yaşlı amcadan ve eşinden yardım istediler. Telaşlanan çift, hemen ambulansı aradı. Genç kız, yengesini orada bulunan bir sandalyeye oturttu. Ardından aceleyle dışarı çıktı ve abisine durumu bildirdi.
Az sonra kendinden geçen Bahar'ı dışarıda bulunan bir banka taşımışlar, başı Ceren'in bacakları üstüne gelecek şekilde yatırmışlardı. Birkaç defa aranan ambulansın gelmesini bekliyorlardı. Alper, endişeden panik halde olduğu yerde volta atıyor, geciktiğini düşündüğü ambulansa küfürle söyleniyordu. Dışarıdan sakinmiş gibi görünen Seyhan, dişlerini sıktığının farkında bile değildi. Sakinleştirmeye çalıştığı arkadaşıyla aynı telaşlı endişeyi içten içe yaşıyordu. Hatta tüm bunların üstüne kuzenini ve onun bebeklerini kaybetme korkusunu, iliklerine kadar hissediyordu. Yengesinin saçlarını okşayan Ceren, onların aksine duygularını açıkça yaşıyordu. Göz yaşlarını tutamıyor, hafif hıçkırıkları arasından dua ediyordu.
En nihayetinde ambulans geldiğinde Alper, karısının yanında ambulansa bindi. Ceren de hızlıca nişanlısının arabasına binmişti. Süratle yola çıkan Seyhan, dörtlüleri yakarak ambulansı takip etmeye başladı. Duygusal açıdan zorlu geçen yirmi dakikanın ardından ambulans, Alper'in çalıştığı hastaneye vardı.
*_*
Yaklaşık iki saattir hastanedeydiler. Bahar'ı gözlem altında tutmak adına yoğun bakım ünitesine almışlardı. Genç kadının durumu biraz daha iyi olsa da bebeklerin durumu kritikti.
Nişanlı çift, Alper'in muayene odasında karşılıklı koltuklarda sessizce oturuyor, Bahar'la ilgili haber bekliyorlardı. Kapının açılmasıyla ikisinin de dikkati o yöne çevrildi. Alper, içeri yorgun ve dağılmış halde girmişti. İki nişanlı hemen ayaklandılar. Abisinin halinden farklı anlam çıkaran Ceren, çabucak onun kolları arasına atıldı.
"Yengem ve bebekler nasıl abi?"
"Bahar biraz daha iyi. Ama bebeklerin durumu kritik. Düşük tehlikesi devam ediyor." diye açıkladı Alper, yorgun sesle. "Bu gece yoğun bakımda kalacak. Yarın duruma göre normal odaya alacaklar. Doktoru Suna, Bahar'ın yanından ayrılmıyor. Onu ve bebekleri çok sık kontrol ediyor."
"Çok şükür abiciğim, seni öyle görünce bir an için onlara bir şey oldu sandım. Bebeklerin de kritik geceyi atlatacaklarını gönülden hissediyorum. Sen de kendini toparla lütfen."
İyi haberler almak, nişanlı çiftin içlerini bir nebze de olsa rahatlatmıştı. Morali yükselen Seyhan, arkadaşının omuzunu sıvazladı. Onun da moralman biraz silkelenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyordu.
"Ceren haklı kardeşim. Kendini toparlamalısın. Bahar'ın en çok senin desteğine ihtiyacı var. Bebeklerin iyi olması için onun moralinin yüksek olması gerekiyor. Her şey yoluna girecek. Bunu düşün ve metanetli ol."
Alper'in çökmüş gözleri, sevgi dolu pırıltılarla canlandı. "Sağ olun. İyi ki yanımdasınız." Arkadaşına ve kız kardeşine sarıldı. Duygusal açıdan kalbinde büyük bir ağırlık vardı. Nitekim bunu dile getirdi. "Suna iyi şeyler söylüyor yine de endişeleniyorum. Bazı şeyleri önleyebilirdim. Benim de hatam var. Onun kendini yormasına izin vermemeliydim."
Seyhan, kendini suçlayan arkadaşını kolundan tuttu ve masa başındaki koltuğa yönlendirdi. "Bunları düşünerek kendini hırpalamak yerine biraz oturup dinlensen daha iyi olur."
Ceren de başını sallayarak nişanlısının sözlerine destek verdi. Sonrasında aklına gelen soruyu unutmadan sormak istedi. "Abi, ailelere durumu sen mi anlatmak istersin, biz mi haber verelim?"
"Bahar odaya çıktıktan sonra haberleri olursa iyi olur. Şu anda buraya gelmeleri onlara yorgunluk olur sadece. Ayrıca senin telefonun kapalı diye abim öfkeden deliye dönmüş. Seyhan'ı da aramış açmamış. Beni aradı, durumu ona anlattım."
Genç kız cebinden telefonunu çıkarıp baktı. "Şarjım bitmiş, farkında değilim abi. Seyhan'a açmamasını ben söyledim. Çünkü durumu anlatmamız gerekecekti. Seninle konuşmadan anlatmak istemedik."
Abisi, anladığını belirtircesine başını salladı. "İyi yapmışsınız canım." dedi. Sonra yorgun ve solgun bakışlarını arkadaşına çevirdi. "Babamla da konuştum. Yarın Bahar odaya alınınca haber vereceğimi o zaman annemlere söylemelerini rica ettim. Ayrıca Ceren'i soran olursa idare etmelerini, yol yorgunu olduğunuz için bu gece bizde kalacağınızı söylemelerini rica ettim. Bu yorgun halinizle sizi yollamak istemiyorum çünkü. Bu gece kalırsınız değil mi? Yarın Bahar odaya çıkar çıkmaz da sizinkilere haber verirsin."
Seyhan, başını hafifçe sallayarak kabul etti. Kuzeni bu durumdayken gitmeyi düşünmüyordu zaten. "Burada bir otelde kalırız." diye içinden geçirirken arkadaşı cebinden bir anahtar çıkardı ve ona uzattı. "Bu bizim evin anahtarı. Ben bu gece buradayım. Siz eve geçer dinlenirsiniz."
Bir saat kadar sonra hastane kantinine geçip birer çay içtiler ve yanında aperitif bir şeyler atıştırdılar. Akabinde iki nişanlı özel imtiyazla yoğun bakıma geçip Bahar'ı gördüler. İkisinin de içleri oldukça rahatlamıştı. Dinlenmek için artık Alper'in evine geçebilirlerdi.
Ceren'in üstüne yorgunluğun verdiği ağırlık çökmüştü. Neredeyse ayakta uyuyor gibiydi. Arabaya kadar giderken bile zorlandığını hissediyordu. Abisi de onlara park yerine doğru eşlik ediyor, anlayamadığı bir konuyu Seyhan'a danışıyordu. Nişanlısı onun durumunu fark etmiş olacak ki; arabanın yanına gelir gelmez kilidini açıp çalıştırdı. Sonra da klimayı onun için açtı. Mersin ciddi anlamda nemli ve oldukça sıcak bir memleketti. Ön yolcu koltuğa oturup beklerken içeri dolan hafif serinlikten içi geçer gibi oldu.
Alper de kız kardeşinin yorgun olduğunu fark etmişti. Arkadaşına danıştığı konuyu şimdilik sonlandırdı.
"Hadi siz gidin dinlenin."
"Sen de dinlen kardeşim, kendini ihmal etme. Sabah erkenden geliriz. İki telefonumu da açık bırakacağım. Bahar ve bebeklerle ilgili herhangi bir durum olursa ararsın."
Başını olur anlamında salladı Alper, sonra arkadaşına sarıldı.
"Bahar ve bebekler sürekli kontrol altında. Sen bizi merak etme, rahatça uyu. Bir şey olursa ararım." Şu an aklına geleni, arkadaşına söylemesine bile gerek olmadığını biliyordu. Ona güveni tamdı. Bundan dolayı hiç sorun etmeden evinin anahtarını vermişti. Yine de abilik vazifesini yerine getirmek adına "Kız kardeşim sana emanet." dedi.
Arkadaşının bunu formaliteden söylediğini gözlerine yansıyan güvenden anlamıştı Seyhan. Aynı güveni temin eden ifadeyle ve sözlerle karşılık verdi.
"Gözün arkada kalmasın."
Arabaya bindiğinde nişanlısının uyuyakaldığını fark etti. Uyandırmamaya özen göstererek onun emniyet kemerini usulca taktı. Arabayı yavaşça kaldırıp yola çıktı. İyi bildiği adrese doğru ilerlerken İstanbul'a uçuşunu ertelemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu durumda burada birkaç gün daha kalması iyi olacaktı. Öte yandan çözmesi ve anlaması gereken bir başka konu daha vardı ve bu kafasını oldukça meşgul ediyordu. Son birkaç gündür düşünceleri, tamamen dağılmıştı ve bu durumdan hiç hoşlanmıyordu. Bunun asıl sebebinin; yan koltukta uyuyan genç kızın olduğunu da çok iyi biliyordu. Hafif bir iç geçirip yorgun bakışlarını ona çevirdi. Sarı saçları çok az dağılmış, narin güzellikteki yüzünün bir kısmını perdelemişti.
Çocuksu bir masumlukta uyuyan genç kızı seyreylerken arkadan çalan korna ile yavaşlamış olduğunu fark etti. Hemen toparlanıp tekrar yola odaklandı. Son zamanlarda, tatlı, küçük nişanlısına bir anlık bakmasıyla bile dikkatinin, her açıdan, fazlasıyla dağıldığının farkındaydı. Aslında bu durum, papatya tarlasından beri süregeliyordu. Sürekli onu düşünüyor, ona karşı olan hislerine anlam yüklemeye çalışıyordu. Zira o günden itibaren daha önce hiçbir ilişkisinde deneyimlemediği duygular içerisindeydi. Açıkçası kendisi de tam olarak ne hissettiğini bilmiyordu. Çünkü genç kızı, duygusal anlamda hayatında herhangi bir yere tam oturtamıyordu. Nişanlı olmalarından ziyade, birbirleriyle sohbet etmekten keyif alan arkadaş gibiydiler. Bunun dışındaki tek bağları; genç kızın, en yakın arkadaşının kızkardeşi olmasıydı. Belki de durum sadece bundan ibaretti, daha fazlası değildi. Günlerdir kafasını boşuna meşgul ediyor olabilirdi.
Peki ya hissettikleri neydi? Hazır yoldayken Alper'in evine varana kadar hisleri konusunda ufak bir analiz yapabilirdi. İlk olarak; onunla sohbet etmek modunu yükseltiyordu. Antep'e giderken de yol boyunca onunla konuşmak hoşuna gitmişti. Hatta daha yakından tanımak adına, ona özellikle çocukluğuna dair sorular sormuştu. Dudağını büktü, bu ona karşı hisleri olduğu anlamına gelmezdi. Pek tabii iki yabancıydılar ve nişanlısını tanımaya çalışması çok normaldi. Ya otelde onun kaybolduğunu duyduğunda hissettikleri? O an eli ayağı boşalmış, ona bir şey olacak korkusuyla kalbi sarsılmıştı. Öte yandan bugün, kuzeni Bahar'a karşı da aynı korkuyla kalbi sarsılmıştı. Demek ki bu hissi de genç kız ile aralarındaki yakın bağdan olabilirdi.
Ayrıca dün nişanda hissettiği kıskançlık hat safhadaydı. Gerçi bu duruma hiç yabancı değildi. Bu sinir bozucu duygu, kızkardeşi Seyran ve kuzeni Bahar söz konusu olduğunda da hat safhaya çıkabiliyordu. Dişlerini istemsizce sıkarken bir farkındalık yaşadı. Çok fazla ilişkisi olmamıştı ama şimdiye kadar hiçbir ilişkisinde kıskançlık duygusunu bu kadar derinden yaşamamıştı. Belki de bu duyguyu ilişkilerinde hiç yaşamamıştı. Hatırlamıyordu. Kaşlarını hafifçe çattı. Bu sonuca göre Ceren'i Bahar ya da Seyran'dan ayırt etmiyordu. Öyle miydi? Bunu düşünmeyi sonraya bıraktı. Çünkü varmak istediği yere gelmişti.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro