Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

BİR ADIM ÖTE AŞK 29. BÖLÜM


İyi geceler. Yaşadığım ufak bir teknik sorundan dolayı bu bölüm bu saate kadar geç kaldı. Bunun için özür diliyorum ve bölüme geçiyorum. Keyifle okumanızı diliyorum. 💗

Önemli Not: Düzenlenmemiş haliyle olduğu gibi yayımlıyorum. Kelime ve mantık hataları olabilir. Kitapta daha farklı ve düzenlenmiş haliyle okuyacaksınız.

İkinci Önemli Not: Kesinlikle ve kesinlikle berdel hikayesi değildir.

💗 Bu bölümü tüm okurlarıma ithaf ediyorum. 💗

Güncelleme ile ilgili not: Bu bölümü çok az düzenledim. Bu bölümle birlikte ilk finali ve sonraki bölümleri ilerleyen günlerde benim sitemde bulabilirsiniz.

https://madamapple2021.blogspot.com/

Linki Profil Konuşmalar Kısmında Bulabilirsiniz.


29. BÖLÜM

"Toygar!" diye bağıran Bahadır'ın öfkeli sesi, Denizer Konağının duvarlarında yankılanmıştı. Öfkesinin yoğunluğu, hızla çıktığı merdivenlerdeki sert adım seslerinden belli oluyordu. Burnundan soluyarak hedefine vardığında, kapıyı bir hışımla açtı. Yatakta üstünkörü yatan genç adamdan yayılan alkol kokusu, odanın içini doldurmuştu. İstemsizce buruşan suratında seğiren çenesi, tepesinde olan sinirlerinin daha da fırladığını belli ediyordu.

Oğlunun üzerine atılmak üzereyken iki kolundan da tutularak hızla arkaya çekildi.

"Oğlum sakin ol. Çocuk kendinde değil, aklını alacaksın." diyen annesine dalgamı geçiyorsun dercesine bir bakış fırlattı. "Ne aklı anne! Aklı olsaydı bütün bunlara sebep olur muydu?" dedikten sonra kalın sesiyle tekrar gürledi. "TOYGAR! Akılsız çocuk, kendine gel, hemen kalk şu yataktan!"

Toygar, başının ucundan gelen gürlemeyle irkildi, fakat gözünü hemen açamadı. "Ne oluyor, kıyamet mi kopuyor, neden bağırıyorsunuz?" diye şikâyetlendi, başını ovuşturarak.

Avını parçalamak için atlamaya hazırlanan bir kaplan gibiydi Bahadır Denizer. Zümrüt Hanım ve Melike Hanım bir kez daha onun iki kolundan tuttular ve amacına erişmesine engel oldular. Bahadır'sa öfkenin verdiği güçle iki kadını da savurdu. Yatakta oturmuş halde ne olduğunu anlamaya çalışan Toygar'a güçlü bir tokat patlattı. Yine de sakinleşememişti. Oğlunu pataklama isteğiyle dolup taşıyordu.

Yediği ağır tokatla yatağına yapışan Toygar, biraz kendine gelmiş, babasının neden böyle kızgın bir boğa gibi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onun neye bu kadar kızmış olabileceğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu. Ayrıca yatağında olmak onu şaşırtmıştı. Ne ara konağa hatta odasına geldiğini hatırlamıyordu bile. Yanağının acısından ziyade başı fena halde zonkluyordu.

"Ben sana bir daha alkol almayacaksın demedim mi?"

Bütün bu öfke krizi sarhoş olduğu için miydi yani? Gerçi o kocaman şişeyi içerken babasının öfkeleneceğini ön görmüştü ama bu kadarını tahmin edememişti.

"Çabuk anlat o silahı nerden buldun?"

Babasının sorusuyla yapışıp kaldığı yerden kalkıp şaşkınlıkla oturdu. "Ne silahı?" Aklı allak bullaktı, silaha dair hiçbir şey hatırlamıyordu.

"Alper'i vurduğun silahı!"

"Ne!" diye haykırdı. Tüm bu duydukları bir eşek şakası olmalıydı. Hem de sarsıcı bir eşek şakası. Ama yediği tokat işittiklerinin tam anlamıyla ciddi olduğunu kanıtlıyordu. O doktor bozuntusunu mu vurmuştu yani. Ama nasıl? "Ben kimseyi vurmadım. Hatırlamıyorum." diye atıldı hemen. İçten içe hissettiği korkuyu belli etmemek için kendini zorluyordu.

Odadaki iki kadının içi rahatlamıştı. Toygar'ın bir şey hatırlamaması işlerine geliyordu çünkü. Böylece kurdukları planda aksama olmayacaktı. Sessizce birbirleriyle anlaşan iki kadın, Bahadır'ı Toygar'la sonra konuşması konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı. Bahadır'sa inatla oğlunu hırpalamaya çalışıyordu. O sırada odada heybetli bir ses peyda oldu. "Neler oluyor burada?" Hamza Denizer oğlunun kolundan tutarak Toygar'ın üzerinden çekti. "Sen benimle aşağı gel. Sakinleştikten sonra hep birlikte bu konuyu konuşuruz" dedi. Sonra gelini Melike'ye dönüp sordu. "Seyhan'ı aradın mı kızım?"

"Aradım ama bir şey söyleyemedim baba. Yol onu çok yormuş. Şimdi anlatsaydım dinlenemeden tekrar yola çıkardı."

"İyi yapmışsın kızım. Bu gece dinlensin yarın ben arar durumu anlatırım. Ne kadar çabuk gelirse o kadar iyi olur."

Aşağı inerlerken işittikleri siren sesiyle irkildiler. Güvenlik görevlilerinden biri koşarak yanlarına gelmiş, durumu izah etmişti. "Hamza Bey polisler Toygar'ı almak için geldiler. Çiftliğe girmelerine engel olamadık."

Hamza Bey'in bir şey demesine fırsat olmadan Mete'yle birlikte Nermin Hanım evin kapısında göründü. Bahadır Denizer hızla onların yanına geldiğinde Nermin Hanım kocasına sarıldı.

Üzgün ve çaresiz bir yakarışla, "Bahadır, onlara engel olamadım. Oğlumuzu alacaklar. Lütfen bir şeyler yap." dedi.

Bahadır, gözyaşlarıyla sarsılan karısının omuzlarını sıvazlarken kendisinin de bu konuda bir şey yapabilecek durumda olmadığını anlatıyordu. Hamza Bey o an Mete'ye torununun nasıl bir süreçten geçeceğini sordu.

Mete, kendisinden dikkatle cevap bekleyen aileye Toygar'ın yaşayacağı ilk süreci özetlemeye başladı. "Memur arkadaşlarım şimdi Toygar'ı alacaklar. Bu konuyla ben ilgileneceğim. Mahir amca ve Alper ılımlı ifade verdiler. Maalesef ki, silahla yaralama olduğu için Toygar ceza almaktan kurtulamayacak. Bu cezayı en asgariye indirecek iyi bir avukata ihtiyacınız olacak. Seyhan'ı aradım ama ulaşamadım. Siz onunla görüşün en kısa zamanda burada olmalı. Fakat farklı bir avukat düşünüyorsanız yine en kısa zamanda bunu halletmeniz gerekiyor. Zira Toygar'ı gözaltında çok bekletmeden mahkemeye çıkarabilirler."

Bahadır telefonunu cebinden çıkardı. "Ben Seyhan'ı arayım. Bu kısa sürede ağır ceza davalarına bakan ondan daha başarılı bir avukat bulamayız."

Mete o arama yapmadan araya hemen girdi.

"Bahadır amca, öncesinde Toygar'ın kullandığı silahı da almamız gerek."

*_*

İstanbul'a yeni varan Seyhan, amcasıyla sıkıntılı bir telefon görüşmesi yaptı. Duydukları moralinin dibe vurmasına sebep olmuştu. Toygar'a fazlasıyla kızgındı. Alper'in durumunu ise çok merak ediyordu. Bütün bunların yanında oldukça yorgundu. Uyumaya bile fırsatı olmamıştı. Ama ailesi tüm bunlardan daha önemliydi.

Zorlu günlerin habercisi gibi, göğü yaran bir yağmur vardı İstanbul'da. Neyse ki, gelir gelmez annesinin arabaya doldurduğu yiyecekleri dolaba yerleştirmiş, sonra da arabasını müstakil evinin kapalı garajına park etmişti. Evde yapılması gereken tek işi bavullarındaki eşyaları dizmekti. Ona da gerek kalmamıştı. Olduğu gibi alt kata tekrar indirecekti. Henüz giyindiği eşofmanını çıkarıp hazırlandı. Önce eviyle ilgilenen yardımcısını arayıp bazı talimatlar verdi. Sonra siteye yakın durağı arayıp taksi çağırdı.

Aynı vakitte, Denizer Konağında hareketlilik devam ediyordu. Toygar gitmemek için diretiyordu. "Ben kimseyi vurmadım, hiçbir yere gitmiyorum." En nihayetinde iki polis genç adamı kelepçeleyip arabaya zorla bindirdi.

Her ne kadar planladıkları bir oyun olsa da Zümrüt Hanım ve Melike Hanım'ın yürekleri acıyordu. Özellikle Toygar'ın elleri kelepçeli halde yardım bekleyen bakışları, iki kadının içlerini paramparça ediyordu.

Denizer erkekleri, Mete'yle birlikte gitmişler, kadınlar evin salonuna kendilerini zor atmışlardı. Bugün yaşadıklarının ağırlığını daha fazla kaldıramayan Nermin Hanım, hıçkırıklara boğuldu. Zümrüt Hanım sinir krizi geçiren gelinine şefkatle sarıldı. Sonra da ona bütün bunların bir oyunun parçası olduğunu anlattı.

*_*

Seyhan, ancak sabah saatlerinde uçak bulabilmişti. Adana'ya vardığında, Uğur amcası onu karşıladı. İstanbul'un kasvetli yağmurlu havasının aksine, sıcak güneşli bir hava vardı güzelim memleketinde. Bir anda modu yükseldi, bedeni ve ruhu pozitif bir enerjiyle doldu.

Kalın ceketini çıkarıp kaskatı kesilmiş omuzlarını hafifçe gerdi, ardından arabaya bindi. İlk iş olarak Toygar'ın tutulduğu yere gittiler. Kuzeniyle görüşmesi çok uzun sürmedi. Oradan çıktıktan sonra tek başına hastaneye geçip Alper'i gördü. Sonra da olaya birebir şahit olan iki taraftan birkaç kişiyle görüşüp yaşananları bir de onlardan dinledi.

İşlerini halledip konağa geçmesi akşamı buldu. Sessiz geçen akşam yemeğinin ardından ailesine Toygar'ın durumuyla ilgili istişare etti. Geçirecekleri hukuki süreçten ziyade karşı tarafın tehditkâr tepkileri canlarını oldukça sıkıyordu. Bahadır amcası daha fazla konuşmak istemedi ve yorgun olduğunu söyleyip odasına çekildi. Yalnızca amcası değil, tüm aile bireyleri keyifsizdi. Bu olay onları sarsmakla kalmayıp aile içi geçici ayrılıklara da sebep olmuştu. Babaannesi, küçük torunları bu durumdan etkilenmesin diye onları anneleri Feyza'yla birlikte akrabalarının yanına göndermişti. Bahar hastanede eşinin yanındaydı aynı zamanda gözlem altındaydı. Elif halasıysa bu dönemi, ailesiyle birlikte geçirmeyi tercih etmemişti. Bu konunun üstünde durup daha fazla gerilmek istemedi.

Yorgun olduğunu söyleyip odasına çıktı. Gözüne giyinme bölümünde duran bavulu takıldı. Kaç gün kalacağı belli değildi, yine de eşyalarının düzenli olmasını istiyordu. Açtığı bavulundan çıkardığı giysilerini simetrik olarak düzenleyip dolabına dizdi, sonra üstünü değiştirip yatağına geçti. Uyumadan önce yapması gereken birkaç işi vardı. İlk olarak bugünkü aldığı notları diz üstü bilgisayarında oluşturduğu dosyaya yazdı. Sonra da bir flaş belleğe aktardı.

Her ne kadar Toygar'ın hatalı olduğunu bilseler de düştüğü bu durumdan en az zararla kurtulmasını istiyorlardı. Lakin bu iş hiç kolay değildi. Hem hukuki açıdan hem de Nehiroğlu ailesi cephesinden sıkıntılı bir süreç onları bekliyordu. Sorunsuzca bunları atlatmalarını dileyip, flaş belleğe aktardıklarını tekrar incelemeye başladı.

*_*

Toygar gözaltında fazla bekletilmeden mahkemeye çıkarılmıştı. Duruşma salonu oldukça kalabalıktı. İki tarafın ailesinden ziyade, arkadaşları da destek için orada toplanmışlardı. Sanık avukatı olarak Seyhan, takım elbisesi içinde kendinden oldukça emin bir duruş sergiliyordu.

İki aile arasında fazlasıyla stresli başlayan mahkemede, Hâkim, Toygar'ı dinlerken salonda gergin bir sessizlik vuku bulmuştu. Bu ilk celse hemen sonlanmıştı. Hâkim, sanığın tutukluluk halinin devamına, tanıkların dinlenmesi gibi sebeplerle duruşmanın üç ay sonraya ertelenmesine kamu adına karar vermişti.

Toygar cezaevine alınırken tüm Denizer aile bireylerinin yürekleri sızlamış, Nermin Hanım gözyaşlarını tutamamıştı. Bütün bunların üstüne Elif'le Bahar'ın çiftliğe gelmemekte ısrar etmeleri Bahadır'ı çileden çıkarmıştı. Olay daha fazla büyümeden Seyhan, amcasını adliyeden çıkarıp Uğur amcasıyla yollamıştı.

Diğer aile bireyleriyle birlikte çiftliğe geçmek için yola çıktığında, aklını bulandıran konuyu hemen açtı.

"Şu güvenlik müdürü mahkemeye gelmedi. Aradım telefonu kapalıydı. Kendisi de yok silahı da yok ortada. Oldukça şüpheli bir durum." diye vurguladı. "Babaanne, sen bu adamla konuştuğunu söylemiştin. Sana ne söyledi, neredeymiş?"

Zümrüt Hanım, oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. İçindeki telaşesini yansıtmamaya çalışarak aklına ilk gelen açıklamayı yaptı. "Babasını hastaneden çıkardıktan sonra köyüne götürmüş oğlum."

"Hangi köy olduğunu söyledi mi babaanne?

"Söylemedi oğlum, benim de kafam dağınıktı o an sormak aklıma gelmedi."

Şüpheyle kaşlarını çattı. "Bu adam kaçıyor olabilir mi babaanne?"

Zümrüt Hanım, hemen: "Sanmam." deyiverdi

Bu cevap içindeki şüpheyi yok edememişti. Olaya tam anlamıyla vakıf tek görgü tanığı bu adamdı. O da silahıyla birlikte ortadan yok olmuştu. Peki, tam da olay günü adamın babasının rahatsızlanması rastlantı mıydı, yoksa kaçması için bir bahane miydi? Görgü tanıklarının verdiği çelişkili ifadelerden olayın bir kaza olduğu sonucunu çıkarıyordu. Güvenlik müdürünün sebep olduğu bir kaza. Bunu kanıtlayabilirse davanın seyri tamamen değişirdi. Kuzeni de, güvenlik görevlisi de bu olaydan aklanabilirdi. Adamın bunu biliyor olması gerekiyordu. O halde neden kaçıyordu? Bu işin içinde bir iş vardı. Ama ne? Bütün bu düğüm ancak güvenlik müdürünü bulduklarında çözülecekti.

Dikiz aynasından babaannesine bakıp, aklından geçirdiği son düşünceyi dillendirdi. "Levent'te adresi vardır. Ziyaretine gidelim, bakalım derdi neymiş, mahkemeye neden gelmemiş?"

Seyhan'ın mırıldanarak söylediği sözler, arkada oturan iki kadının da yüreklerini telaştan kabartmış, ağızlarına getirmişti. Babaannesi ve annesinde bıraktığı panik etkisinden habersiz, direksiyonu çiftliğin girişine doğru kırdı. Yanında oturan dedesiyse yol boyunca sessizdi. Ama onun da içinin koca bir kazan gibi kaynadığından habersizdi.

*_*

Kuzeni Ulaş'la buluşmadan önce Ceren, hastaneye geçti. İlk algıladığı ortamın farklı kokusu oldu. Alışılagelmiş ilaç kokularının dışında çiçeksi ferahlıkta temizlik kokuyordu her yer. Uzun ve geniş koridorun ayna gibi parlayan zemininde yavaşça ilerledi. Abisinin kaldığı odaya vardığında, kapının açık olduğunu gördü. O sırada ardı ardına duyduğu melodik sesle telefonunu cebinden çıkardı. Mesajların kimden geldiğine bakarken odaya girmeye çalıştı ama aynı anda kapıdan çıkan iri bedenle ufak ama sarsıcı bir çarpışma yaşadı. Elindeki eşyalarla birlikte arkaya doğru savrulurken belini tutan kolla dengesini sağladı.

"Dikkat et! Bir şey oldu mu?"

Kulağına dolan derin erkeksi ses, yüreğinde deprem etkisi yarattı. Günlerdir aklından çıkaramadığı umutsuz sevdasının kollarında duruyor, özlediğini yeni fark ettiği kokusunu duyumsuyordu. Onunla bu şekilde karşılaşmayı hatta bu kadar yakınında olmayı hiç beklemediği için şaşkındı. Ruhuna kadar işleyen koyu gözlerden zorlukla gözlerini ayırdı. Kapının önünde yarı sarılmış şekilde tuhaf bir duruş sergilediklerinin o an farkına vardı. Heyecandan bağı çözülen dizlerine rağmen kendini toparlayıp belini saran güçlü koldan sıyrıldı.

"Özür dilerim." dedi çekingence. "Seni fark etmedim."

"Önemli değil. İyi misin?"

"İyiyim." Seyhan'ın telefonunun klasik melodisini duymasıyla, "Ben içeri geçeyim." dedi ve hafif aralık kapıyı açıp odaya zarifçe geçti.

*_*

Mahkeme dönüşü, Bahadır'ın sinirli halleri ev halkını oldukça germişti. Uğur, sakin olamayan abisi Bahadır'ı hava alması için sahil kenarına götürmüştü. Etraf sakinleşince Seyhan da ilk iş olarak Levent'i aramış, güvenlik görevlisinin adresini istemişti. Sonra da üzerini değiştirip arkadaşını görmeye hastaneye geçmişti.

Uygun ortamı bulan Zümrüt Hanım, eşi Hamza Bey'le kısa bir görüşme yaptı. Sonrasında işbirlikçi gelinlerini kendi odasında acilen topladı. Toygar'ın hapishane ortamında fazla kalmasına gönlü razı olmuyordu çünkü. En önemlisi de Seyhan'ın her şeyi açığa çıkarması an meselesiydi. Bütün planladıkları yerle bir olabilirdi. Huzursuz bir ürpertiyle sarsıldı yaşlı bedeni. "Maazallah, Allah muhafaza." diye geçirdi içinden. Sonra kendisini hâlihazırda bekleyen gelinlerine döndü. Bundan sonraki süreçte nasıl davranmaları gerektiğini en ince ayrıntısına kadar anlattı. İçi büyük ölçüde rahatlayarak sonlandırdı bu küçük toplantısını. Geriye kalan tek şey, karşı tarafın da aynı şekilde hazırlıklı olmasıydı. Cebinden küçük, tuşlu telefonunu çıkarıp kız kardeşini aradı.

"Efendim Zümrüt."

"Elmas, ben bugün Seyhan'la konuşacağım. Sonra da sen, sizinkilerle anlaştığımız gibi konuşursun."

"Tamam. Ben bugün mahkeme öncesi Seyit'le konuştum, pek yorum yapmadı ama itiraz da etmedi. Anladığım kadarıyla ılımlı bakıyor."

"Ben de Hamza ile konuştum. O da ılımlı bakıyor."

"Tamam, o vakit hep birlikte her zamanki yerde buluşalım ve Seyhan'la orada konuşalım, ne dersin?"

"Bu çok iyi olur. Torunum şu an dışarıda. Ben arayıp haber vereyim direkt oraya gelsin. Biz de Hamza'yla birazdan çıkarız."

"Tamam. Görüşürüz."

"Görüşürüz.

Konuşmanın dışarıda olacağını öğrenen küçük gelini Feyzanur, birkaç gündür kaldığı akrabalarına gitmek için ayaklandı. Zümrüt Hanım onu yolcu ederken "Feyza kızım, en sıkıntılı evreleri atlattık. Bu kadar ayrılık yeter torunlarımı çok özledim. Bu akşam yemekte hep birlikte olalım." dedi. Duyduğu sözlerle yeşil gözleri parlayan gelini, hissettiği sevinçle karşılık verdi. "Biz de sizleri çok özledik anne. Akşama hep birlikte burada olacağız."

*_*

Babaannesi Seyhan'ı arayıp onunla konuşmak istediklerini söylemişti. Dedesiyle birlikte dışarıda olduklarını belirtmiş, bulundukları yerin adres bilgilerini vermişti. Seyhan, konak dışında konuşmak istediklerine göre özel bir konu diye düşündü. Tarif edilen yere geldiğinde, Elmas babaanne ve Seyit amcayı da orada görmeyi hiç beklemiyordu. Son yaşanan olaylarla ilgili istişare edeceklerdi herhalde. İlk defa geldiği sahil kenarındaki bu küçük, eski çaycı kulübesindeki masalardan birinde oturuyorlardı. Seyit amcasının konuya girmesiyle tahmininde yanılmadığını anladı.

"Geçmişte yaşanan acı olayları konuşmanın iki taraf için de faydası yok. Ne giden geri gelecek ne de yitip giden zaman. Geçmişi değiştirmeye muktedir değiliz ama geleceği değiştirmek elimizde. Bu son yaşadığımız talihsiz olayın iki aile arasındaki gerilimi ve hiddeti arttırmasına engel olmalıyız. Yoksa bu geri dönülemez bir kan davasına dönüşecek" dedi. Hafif bir nefes aldıktan sonra sözlerine devam etti. "Ancak bunun tek bir çözümü var. Bu gerçekleştiği takdirde, aradaki düşmanlık büyük ölçüde sona erecek ve oğlumla torunum sevdiklerine kavuşacak."

Yaşlı adamın anlattıklarını kendisi de önceden öngörmüştü. Fakat geceleri uykularını kaçıracak kadar ciddi olan bu soruna çözüm bulamamıştı. Seyit amcanın bahsettiği çözümün ne olduğunu çok merak ediyordu. Nitekim hemen sordu.

"İki aile arasındaki düşmanlığı sona erdirecek çözüm nedir, Seyit amca?"

Yaşlı adam cevap vermeden önce alnını sıvazladı. Sonra da lafı dolandırmadan direkt "Evlilik." dedi. Eğer torunum Ceren'le evlenirsen iki aile arasındaki tüm gerginlikler sona erecek."

Kaşları bir anda çatıldı. Dünyanın en saçma sözlerini duymuşçasına karşısındaki yaşlı adama bakıyordu. Bu söylediği şeyin olması imkânsızdı.

*_*

Ceren, Ulaş'ın yaptığı sürprizle çok mutlu olmuştu. Göl kenarında nezih bir restorana gelmişlerdi. Uzun zamandır görmeyi istediği yengesi de yanlarındaydı. Çıtı pıtı esmer tatlısı bu genç kadına Ulaş'ın deli gibi âşık olması çok normaldi. Gülen gözleriyle, sıcakkanlı, neşeli sohbetiyle adeta masaya ışık saçıyordu. Sayesinde yemek, bol kahkahalı ve keyifli geçiyordu. Yemeğin üstüne kahvelerini içmeden önce yengesiyle makyaj tazelemeye lavaboya geçtiler. Aynadaki aksı iyi görünüyordu. Bu yemek, üzerindeki stresi bir nebze de olsa atmıştı. Keşke Ceyda da yanlarında olsaydı, son yaşanan olaylar en çok onu etkilemişti. Ulaş bir süre daha buradaydı zaten. Bir gün dördü birlikte çıkabilirlerdi. Sadece allık ve hafif rujla makyajını tamamladı. Yengesiyle birlikte masaya döndüklerinde Ulaş'ı tek bulmadılar. Onun anne tarafından kuzeni olan Sarp da yanındaydı. Her iki erkek de onları görünce ayaklanmıştı. Ulaş, oturmalarına kibarca yardımcı olurken Sarp onları kısa fakat sıcak selam vererek karşıladı. Ceren çocukluk aşkı olan Sarp'ı görünce çok mutlu oldu.

"Bu ne güzel sürpriz Sarp. Uzun zaman oldu görüşmeyeli."

"Benim için de harika bir sürpriz oldu Ceren. Evet çok uzun zaman oldu."

"Antep'e taşındığınızdan beri hiç görüşemedik."

"Evet, doğru."

"Buraları özlemiyor musun?"

"Özlüyorum hem de çok. Ama sık gelmeye fırsatım olmuyor. Haberin yok sanırım. Babam pekiyi değil. Birkaç ay önce trafik kazası geçirdi. Yürüyemiyor. Onun yerine şirketle ben ve Ulaş ilgileniyoruz."

"Çok üzüldüm. Ona geçmiş olsun dileklerimi iletir misin?"

"İletirim tabii. Küçük prensesimle karşılaştığımı duyunca çok sevinecek. Seni çok severdi biliyorsun."

"Biliyorum." Eski günleri anımsadığında nahifçe gülümsedi.

"Yarın sabah İngiltere'ye gidiyoruz. İki aylık tedavi süreci başlıyor. İki ay sonra döndüğümüzde, onu iyileşmiş şekilde görmeni umut ediyorum."

"İnşallah." Dediler hep birlikte.

Ulaş Sarp'a döndü. "Sana sözüm vardı kuzen." Dedi. "O halde bu son gecende sözümü tutayım. Hep birlikte eğlenebileceğimiz bir yere gidelim."

Kahvelerini içip kararlaştırdıkları yere gitmek için kalktılar. Herkes için güzel sonlanacak olan bu gece, aynı zamanda Ceren'in hayatını önemli derecede etkileyecek menhus bir adım olacaktı.

🥀

Ertesi gün sınav çıkışı Ceren ve Ceyda biraz dolaşıp alışveriş yaptılar. Çiftliğe geçtiklerinde Ceren direkt odasına çıktı. Alper abisi taburcu olduğu için konak saatli saatsiz geçmiş olsun demek için gelen misafirlerle kaynıyordu. Bundan dolayı aşağıya inmeyi pek istemiyordu. Biraz dinlendikten sonra yemeğini mecburen odasında yedi ve son final sınavları için biraz ders çalıştı. Bir süre sonra ders çalışmaktan da sıkıldı. Aşağıdaki yoğunluktan dolayı dört duvar arasında resmen tıkılı kalmıştı. Oflayarak telefonunu eline aldı ve Ceyda'ya mesaj attı.

Mesaj: Sarı cimcime: "Çok sıkıldım ve canım bir şey yapmak istemiyor."

"Yanına bolca çekirdek al gel, laflayalım biraz."

Mesaj: Uykucu peri: "Tamam canım, hemen geliyorum."

Arkadaşı gelene kadar Ceren, oyalanmak adına pencere kenarına koyduğu çiçeğine iki damla kadar su döktü. Mavi menekşesi, geldiği günden bu yana birkaç çiçek daha açmıştı. Ona her baktığında, sevdiği adamı düşünüyor, yüreği aşkla kıpır kıpır atıyordu. Toygar'ın mahkemesi süresince Seyhan'ın Adana'da kalacağı bilgisi kulağına gelmişti. Henüz dün karşılaşmalarına rağmen onu özlemişti. Âşık kalbi onunla tekrar karşılaşmayı çok arzuluyordu. Keşke günbegün artan duygularına karşılık bulabilseydi. Dünyanın en mutlu kızı olurdu. Kalbinin derinliklerinden bir iç geçirdi. Ara ara çiçekle gelen kartı okuyup acaba onun da bana karşı hisleri mi var gibi düşüncelere kapılıyordu. Sonrasında bunun imkânsız ve karşılığı olmayan bir aşk olduğu düşüncesi, daha ağır basıyordu. Öyle karmakarışıktı aklı.

Aynı anlarda farklı duygularla da olsa, Seyhan'ın da aklı Ceren'deydi. Aile büyükleriyle yaptığı konuşmadan sonra çok düşünmüştü. Seyit amcanın söylediği evlilik olayı, barışı sağlayabilirdi lakin Ceren gibi yaşı küçük bir kızla evlenmek mantıklı mıydı bilemiyordu. Bu hiç olacak iş gibi görünmüyordu gözüne. Nitekim ailesine bunu izah edip bu işte gönülsüz olduğunu söyledi ama babaannesi ve diğer aile üyeleri onun gibi düşünmüyordu.

Toygar için aklına gelen ilk alternatif yolu sunduğunda, babaannesi hemen karşılık vermişti. "Toygar'ı yurt dışına gönderip buralardan uzaklaştırmakla her şey bitmiyor oğlum. Bahadır amcanı mahkeme çıkışı gördün. Ne Bahar'ımı ne de Elif'imi kocalarına yar edecek. Dediğim dedik çaldığım düdük. İnadından vazgeçmeyecek, hiçbir zaman bu evlilikleri kabullenmeyecek. Amcanı tanıyorsun. Eğer kızlar karşı çıkıp konağa gelmezlerse onlara da düşman olmakla kalmayıp sağlığından da olacak oğlum." Biraz dramatize ederek konuşmuştu ama anlattıklarında doğruluk payı çoktu. Yine de evlilik dışında başka alternatif çözümler olabilirdi. Bunu bulmak için zamana ihtiyacı vardı.

"Babaanne haklısın ama bu sadece benim hayatımı ilgilendirmiyor. Ceren henüz yirmi bir yaşına basmış genç bir kız. Eminim ki onun hayallerinde, umutlarında bu yaşta evlenmek, özellikle sevmediği biriyle zorla dayatılarak evlenmek yoktur. Hem kim bilir belki sevdiği biri vardır."

Bu sözüne, teyzesi hemen atılıp karşı çıktı. "Sevdiği yok oğlum."

Ardından babaannesi de destekledi. "Kızın bir sevdiği yokmuş oğlum."

Aklına birkaç gün önce sahilde gördükleri geldi. Ailesi bilmese de kendisi Berke'nin varlığını gayet iyi biliyordu. "Emin olamayız babaanne" dedi. "İki tarafın da hayatını etkileyecek bu evlilik fikri dışında başka çözümler de vardır. Bana düşünmem için zaman verin lütfen. Eğer daha iyi bir çözüm bulamazsam söz veriyorum her şey dediğiniz gibi olacak. Tabii Ceren de kabul ederse."

"Peki, oğlum."

Zümrüt babaanne, torununun en iyi kararı vereceğinden emin olarak ısrar etmedi. Şimdi yapılacak tek bir şey vardı: Güvenlik şefi meselesi. Hemen yarın bu işi halletmesi gerekiyordu.

*_*

Aynı günün akşamında Nehiroğlu konağında da bu konu konuşuluyordu. Elmas Hanım ve Seyit Bey bu konuşmanın pek kolay geçmeyeceği öngörülerinde yanılmamışlardı. Kadir Bey ve Aliye Hanım dışında, bu çözümü kimi aile üyeleri şaşkın karşılarken kimileriyse sinirli ve gergin karşılamıştı. İlk itiraz eden Mahir olmuştu.

"Anne ben ucunda mutluluğum olsa da bu evliliğe onay vermiyorum. Ceren henüz çok genç ve bizim için bu fedakârlığı yapmasına gönlüm razı olmuyor."

"Ama oğlum biliyorsun..."

"Biliyorum anne. Ona âşık olduğunu sanıyor ama değil. Bu bir hayranlık, onun hayatını kurtaran kahramanına karşı duyduğu bir hayranlık ve Ceren henüz bunu bile ayırt edemeyecek kadar genç. Belki de ileride gerçek aşkı bulacak. Bunun önünü sırf biz mutlu olacağız diye kesmek istemiyorum. Onu, belki de mutsuz olacağı bir evliliğe mahkûm etmek istemiyorum. Kısacası mutluluğumu onun mutsuzluğu üstüne kurmak istemiyorum."

"İnan bana oğlum. Ceren, Seyhan'a âşık. Onun gözlerindeki ışıltıyı daha önce Elif'imin gözlerinde görmüştüm. Onun sana olan karşılıksız aşkında gördüm oğlum."

"Peki ya Seyhan?"

Elmas babaanne manidar bir gülümsemeyle: "Seyhan da senin o dönemdeki durumunla aynı oğlum." dedi. "Umarım ne demek istediğimi anlıyorsundur."

Ceren'in büyük abisi Ender de bu çözüm yolunu onaylamadığını net şekilde belirtti.

*_*

Aldığı mesajın hemen ardından Ceyda, hazırladığı büyük paket çekirdekle evden çıktı. Konağa girer girmez direkt mutfağa geçti.

"Merhaba Canan teyze, ben iki kocaman boş tabak ve varsa iki bardak taze sıkılmış meyve suyu alabilir miyim?"

"Tabii kızım alabilirsin." dedi, evin hem aşçısı hem kahyası olan orta yaşlı kadın. Sonra da ona masadaki meyve tabağını işaret etti: "Bak taze meyveler de yıkadım. Onları da al, bol bol yiyin Ceren kızımla emi."

Genç kız kocaman tepsiyle yukarı çıkarken koridora yayılan yüksek seslerle, birilerinin kavga ettiğini düşündü. Merakına yenilip seslerin geldiği koridora geçtiğinde, Ender abisinin öfkeyle söylediği sözleri duydu.

"İki aile arasındaki gerginlik bitecek diye, Zümrüt babaannenin o psikopat torunuyla kız kardeşimin evlenmesini istemiyorum. Başka çözüm yolu bulun, ben bunu asla onaylamıyorum."

Şaşkınlıkla ağzı açık kalan Ceyda, devam eden konuşmalarla nerdeyse elindeki tepsiyi düşürüyordu. Ama zihni tek bir cümlede takılı kalmıştı. Zümrüt babaannenin psikopat torunu. Bahsi geçen torun Toygar'dan başkası olamazdı. Kesin oydu. Eyvahlar olsun! Bu farkındalığıyla tüm bedeni elektrik çarpılmış gibi sarsıldı. Sıkıca tuttuğu tepsiyi düşürmemeye çalışarak hızlıca Ceren'in odasına geçti. Tir tir titreyen ellerindeki tepsiyi masaya bıraktı ve panikle odanın bir köşesinden bir köşesine volta atmaya başladı.

Ceren, arkadaşının delirmiş gibi dolanmasına anlam veremedi. Endişeyle yataktan kalkıp onu, kolunu tutarak durdurdu.

"Ne oldu, neden böyle dolanıyorsun?"

"Ah Ceren, az önce ne duydum bir bilsen."

"Ne duydun, söylesene?"

"Ender abi öfkeyle senin Toygar'la evlenmeni onaylamadığını söyledi."

"Anlamadım?"

"Toygar'la diyorum. Evlenmeni onaylamıyormuş."

Arkadaşının kafayı hepten sıyırdığını düşünüyordu. Belli ki ağzından çıkan sözlerin farkında değildi. "Delirdin galiba. Ne dediğini kulakların duymuyor. Ne evlenmesinden bahsediyorsun?"

"Ender abi, iki aile arasındaki gerginliğin bitmesi için senin Toygar'la evlenmeni onaylamadığını söyledi. Elmas babaanne de hem barışın sağlanması hem de sevenlerin kavuşması için bu evliliğin şart olduğunu söyledi. Ceren, dizilerdeki gibi berdel yapacaklar, seni Toygar'la evlendirecekler. Benim sevgilim olan Toygar'la. Ben delirmeyeyim de kimler delirsin."

"Ama bizim geleneklerimizde berdel yok ki. Telaş yapma canım. Yanlış anlamışsındır. Hem ben istemedikten sonra beni kimse zorla evlendiremez."

"Yanlış anlamadım canım. Ender abi iki defa net şekilde aynı cümleyi söyledi."

"Ben babamla konuşurum canım. Bu işin olamayacağını istemediğimi anlatırım. Babam ben istemedikten sonra beni zorlamaz." Kendinden emin sakin şekilde konuşuyordu. "Hadi gel sen de sakin ol ve şöyle otur. İçin rahat olsun. Bak abim de onaylamıyormuş. Babama gerekirse ölürüm de evlenmem derim. Bu sözüme kıyamıyor biliyorsun."

Arkadaşının yönlendirmesiyle yatağa oturan Ceyda'nın içi, hâlâ rahat değildi. Nerdeyse panik atak geçirmek üzereydi. "Ceren ya Kadir amcayı ikna etmeyi başaramazsa." gibi düşünceler beyninde dolanıp duruyordu. Arkadaşının Toygar'la evlendiği sahne gözlerinin önünden hızla geçtiğinde, birden ayağa fırladı. Elinin yanlışlıkla değmesi sonucu komodinin üstündeki bazı eşyalar yere devrilmişti. Toplamaya çalıştı ama titreyen ellerinden dolayı başarılı olamadı.

Arkadaşı onu tekrar yatağa yönlendirdi. "Sen otur canım, ben toplarım."

Ceyda tüm sinirini çıkarırcasına avucunda sıktığı nesnenin ne olduğuna baktı. Ceren'in mide krampları için doktorun verdiği sakinleştirici hap kutusuydu. Aklına gelen ani fikirle ayağa kalkıp masaya doğru ilerledi. Biraz tereddüt ettikten sonra iki bardak portakal suyunu aldı ve komodinin üstünü düzenleyen arkadaşının yanına geldi. "Hadi portakal suyu içelim." Bardağın birini arkadaşına uzattı.

Gülümseyerek bardağı alan genç kız, başına geleceklerden habersizdi. Buzlu soğuk portakal suyunu keyifle içerken Ceyda onu izliyordu. İçindense, "Beni affet Ceren, ikimizin iyiliği için bunu yapmak zorundaydım." diye geçiriyordu.

Birkaç dakikanın ardından arkadaşı, sohbet arasında uyuya kaldı. Portakal suyuna atılan sakinleştirici işe yaramıştı. Oturduğu yerden hemen kalktı. İlaç kutusunun yarısını boşaltıp cebine attı ve etrafı toparladıktan sonra tepsiyle birlikte aşağı indi. Elindekileri mutfağa bıraktıktan sonra sessizce konaktan ayrıldı.

*_*

Herkesin uyumak için odasına çekildiği saatte, Aliye Hanımın çığlığıyla tüm Nehiroğlu Konağı sakinleri, Ceren'in odasına koştular. Yatakta oturur vaziyette, derin uykuda olan genç kızı uyandıramamışlardı. Sakinleştirici kutusunun yarısının boş olması, genç kızın kendine zarar verdiği sonucunu çıkarmalarına sebep olmuştu. Kıyafeti uygun olan Mahir, yeğenini kucakladığı gibi arabaya taşıdı.

Bu duruma şahit olan herkes, genç kızın neden canına kıymak istediğini anlamaya çalışıyordu. Onu en son gören kişinin Ceyda olduğunu öğrenmişlerdi. Bu konuda bilgisi olabileceğini düşünen Aliye Hanım ve Kadir Bey, apar topar Ceyda'yı da alıp hastaneye geçtiler. Ceren'in midesi yıkanırken Ceyda da orada bulunan aile üyeleri tarafından sorguya çekiliyordu.

"Ceren, Ender abinin sesini duymuş. İki ailenin barışı için onu zorla evlendirmek istediğinizi öğrenmiş, buna çok canı sıkılmıştı. Ağlıyordu. Ben sakin olmasını ve Kadir amcayla konuşmasını söyledim. Sonuçta Kadir amca anlayışlı bir baba ve Ceren'i zorla evlendirmez diye düşündüm. Uyumak istediğini söyleyince ben de eve geçtim. Kendine zarar vereceği hiç aklıma gelmedi. Yoksa yanından hiç ayrılmazdım." Onun bu panik ve heyecanlı halinin üzüntüden kaynaklandığını düşündüler.

Evladını kaybetme korkusuyla içi yanan Aliye Hanım ise onun bu garip halini görecek durumda değildi. Duyduklarıyla canı daha da yanmış direk oğlu Ender'i azarlamaya başlamıştı. "Ah oğlum o kadar söyledim sakin ol diye ne vardı öfkeyle bağıracak. Yavrum bu şekilde öğrenince onu istemediği bir evliliğe zorlayacağımızı düşünmüş, kendi canına kıymak istemiş."

Hıçkırıklarla sarsılan kayınvalidelerini Pelin ve Bahar, orada bulunan sandalyelerden birine oturttu. Kadir Bey de pişmanlıkla kendini suçlayan oğlu Ender'le ilgileniyordu. Diğer aile üyeleri endişeli bir bekleyiş içinde Ceren'in çıkmasını bekliyorlardı.

Ceyda'nın anlattıklarıyla öfkeden deliye dönen Mahir'se konuşmak için annesini kuytu bir kenara çekti. "Anne, ona âşık olmadığını sana söylemiştim. Baksana onunla evlenmemek için kendine zarar verdi."

"Oğlum, Ceren kendine neden bunu yaptı bilmiyorum ama bu işte bir tuhaflık var. Bir şeyi yanlış anlamış olmalı."

"Hâlâ ısrar ediyorsun. Bu iş olmayacak anne. Ceren kendi rızası olmadan kimseyle evlenmeyecek. Sonucu ne olursa olsun izin vermiyorum."

Elmas Hanım, oğlunun sıkılı yumruklarından tutup, gözlerinin içine baktı. "Oğlum, bunu Ceren uyandıktan sonra konuşalım olur mu?"

"Ben son sözümü söyledim anne. Sakın bu konuyla ilgili benim sözümü çiğneme! Yoksa ben..."

"Tamam oğlum." diyerek onun lafını kesti Elmas Hanım. Sonra panikle etrafına bakındı. Oğlunun öfkesi geri dönüşümü olmayan olaylara sebebiyet verebilirdi. Mahir'i alttan alıp yatıştırması en iyisiydi.

"Biliyorum amcası olarak Ceren'i koruyorsun." dedi üstüne basa basa. "Onun sizin yüzünüzden bu duruma maruz kaldığını düşünüyorsun. Kendini suçlama lütfen. Ceren istemezse bu iş olmaz zaten."

Doktorun çıkmasıyla, konu daha fazla uzamadan kapanmıştı. Ceren'in durumun iyi olduğunu öğrenen aile üyeleri çok rahatlamışlardı.

*_*

Odaya alınan Ceren, kendini hastanede bulmanın şoku içindeydi. Başına ne geldiğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu.

Yanı başında duran doktora merakla sordu. "Ben neden buradayım?"

Elindeki evraklara bir şeyler yazan doktor, başını kaldırıp ona garip bir ifadeyle baktı. "Ne olduğunu hatırlamıyor musunuz?"

"Hayır. En son yatağımda uyuyordum. Burada gözümü açtım."

"Uyumadan önce ne yaptınız Ceren Hanım?"

Bedeni ve aklı hâlâ uyuşuk olduğu için bir süre düşünme ihtiyacı duydu. Dün gece Ceyda'nın geldiğini hatırlıyordu. Portakal suyu içip biraz sohbet etmişlerdi. Sonra da uyuyakalmıştı

"Kuzenim Ceyda'yla sohbet ettik, sonra ben uyudum."

"Sadece bu kadar mı?"

"Evet." dedi emin şekilde. Ne olduysa uyuduktan sonra olmuş olmalıydı.

"Peki. Sizi psikiyatrınız Dilek Hanıma yönlendireceğim. Yarım kutu sakinleştirici hap içmişsiniz. Bazı şeyleri unutmanız aldığınız ilacın yan etkisi olabilir. Ya da travmatik stres bozukluğuna bağlı olarak sizi etkileyen olayları unutmayı tercih ediyor olabilirsiniz.

"Yarım kutu sakinleştirici mi?" diye sordu hayretle. "Bu imkânsız. Ben sadece ağır mide kramplarım olduğunda o sakinleştiriciden yarım tane alıyorum. Dün de gayet iyiydim. İlaç içmediğime eminim."

"Midenizi yıkadık. Kan testinizde az da olsa ilaç aldığınız tespit edildi. Bu durumu Dilek Hanımla konuşsanız iyi olur. Geçmiş olsun."

Doktorun söylediklerini ağzı açık şekilde dinledi. Dün sakinleştirici de dâhil hiçbir ilaç içmediğine kesinlikle emindi. Hatta yarım tanesi onu tüm gün uyuttuğu için çok yoğun kramplar olmadığı sürece o ilacı içmekten sakınıyordu. Peki, ama nasıl olmuştu da o ilaç kanına karışmıştı? Ya uykusunda içmişti o hapları ya da ciddi derecede unutkanlık yaşıyordu. Başka bir cevabı yoktu bunun. Hatırlamak için beynini zorlarken üzerinden atamadığı uykuya yenik düştü.

Bir süre sonra kapının açılma sesine uyanmış, içeriye tek tek giren ailesiyle görüşmüştü. İstemeden de olsa onlara böyle bir üzüntüyü yaşattığı için çok üzülmüştü. Özellikle en ufak bir zorlukta çözüm aramak yerine, canına kastedecek zayıflıkta biri gibi görünmesi, oldukça canını sıkmıştı. Gerçi hiçbiri bu zoraki evlilik konusunu açmamıştı ama sadece oldukça üzgün olan annesi, laf arasında "İstemediğin hiçbir şey için seni zorlamayız kızım, bunu unutma." diye söylemişti.

O kadar çok uyku halindeydi ki, sakinleştiricileri nasıl içtiğini hâlâ hatırlayamıyordu. Uyanık kalmaya çabalamak yerine uyursa belki bilinçaltında ne varsa su yüzüne çıkardı. Böylelikle rüyasında unuttuklarını da bir ihtimal görebilirdi. Bu fikirle gözlerini yumduğu an kapı tıklanarak açıldı.

"Selam! Biz geldik."

"Selam. Hoş geldiniz kızlar."

"Hoş bulduk sarı kuzum. Bizi çok korkuttun." dedi Pelin yengesi, üzgünce. Hemen ardından Ceyda ve Bahar, aynı üzüntülü ifadeyle, "Geçmiş olsun canım." dediler.

"Sıkıntını bizimle paylaşmak yerine, ilaç içmek ne demek sarı civ civ? Çözmediğimiz bir sorun oldu mu şimdiye kadar. Senin gibi güçlü bir kıza bunu yakıştıramadım." diyerek kuzeni Melek onu azarladı. Çok da haklıydı. Ceren üzüntüyle iç geçirdi. Ah bir de bunu nasıl yaptığını kendi de bilseydi.

"Tamam Melek. Olan oldu artık. Kızın üstüne gitme. O da üzgün baksana." diye atıldı Pelin, Sonra da Ceren'in yanına oturup şefkatle elini tuttu.

"Pelin, bu konu çok önemli, öyle konuşulmadan kapanacak bir konu da hiç değil. Bu işte bir iş var ve ben bunu çözmek istiyorum. Şimdi gelelim esas meseleye. Söyle bakalım sarı civ civ Ceyda'nın anlattıkları doğru mu?"

Melek oldukça kızgın ve bir o kadar da kararlı bakışlarla ondan cevap bekliyordu lakin Ceyda'nın onlara ne anlattığını hiç bilmiyordu. Dolayısıyla ne cevap vereceğini de bilmiyordu.

Pelin, Melek'i tekrar uyardı. "Hay Allah! İnadın tuttu yine. Görmüyor musun kız çok solgun, biraz kendine gelsin anlatır her şeyi." Araya giren Bahar'da Pelin'e hakverdi. "Aklı karışık görünüyor Melek, bu konuyu erteleyelim canım."

Ceyda garip bir telaşla atılarak Pelin'e ve Bahar'a destek verdi. "Evet, çok solgun ve aklı karışık görünüyor. Biraz kendine gelsin, anlatır Melek abla."

Melek, odanın köşesine konumlanmış masanın üstünden küçük bir şişe su aldı ve Ceren'in eline tutuşturdu. "Al hadi, iç bunu."

Ceren suyunu içtikten sonra Melek beklemeden sordu. "Şimdi söyle bakalım! Bay Arıza'yla evlenmek istemediğin için mi canına kastettin, yoksa bizim bilmediğimiz başka bir sebep mi var?"

Odada aynı anda iki ayrı şaşkın nida yankıladı. "Ne!"

Ceyda şaşkınlıkla sordu: "Ender abinin psikopat diye bahsettiği Seyhan abi miydi?"

Duyduğu isimle şokla sarsılan Ceren, arkadaşını azarladı. "Sana yanlış anladığını söylemiştim Ceyda." Bu öğrendikleri, onun aklını karmakarışık hale getirmekle kalmamış, cevabını bilmediği hızla akıp giden sorularla doldurmuştu.

"Haklıymışsın, yanlış anlamışım. Toygar'dan bahsetmiyorlarmış."

Melek, iki genç kızın arasındaki konuşmayı çatık kaşlarla dinliyor. Bir sonuç çıkarmaya çalışıyordu. En nihayet Ceyda'nın farkında olmadan yaptığı itirafla durum açıklığa kavuştu.

"Ben şimdi senin portakal suyuna boşuna mı sakinleştirici attım."

Bu kez odada aynı anda dört ayrı nida yankılandı. "Ne!"

Düşüncelerini sesli dile getiren Ceyda, ne yaptığının farkına vardığında artık çok geçti. Melek, onu kolundan tuttuğu gibi odada bulunan çekyata doğru sürükledi. "Gel bakalım kumpasçı kuzen. Şöyle otur da anlat bize neler çevirdiğini."

El mahkûm her şeyi olduğu gibi anlatmaya başladı. Pelin, Bahar ve Melek hayretle dinliyor, Ceren'se öfkeden yatağa sığamıyordu.

"Sen ne hakla böyle bir şey yaparsın Ceyda! Ailemin gözünde beni ne hale düşürdüğünün farkında mısın? Senin yüzünden beni sorunlarıyla baş edemeyen aciz bir kız sanıyorlar. Doktorum ise strese bağlı travma geçiren deli bir kız olduğumu düşünüyor. Ben sana mutlaka bir çözüm yolu vardır. Olmazsa ben babamla konuşurum, o bana kıyamaz, istemediğim bir şey için beni zorlamaz demedim mi, neden bana güvenmedin?"

En önemlisi de Seyhan'la evlenmek istemediği için kendine zarar verdiği düşünülecekti. Peki ya istiyor muydu? Ah Ceyda ah bu yaptığı saçmalıkla her şeyi de aklını da karmakarışık hale getirmişti.

"Ceren, sakin ol tatlım. Haklısın. Bu konuda Ceyda çok hatalı ama şimdilik bu ciddi konuşmayı erteleyelim. Seni bu işin içinden nasıl sıyıracağımızı düşünelim." diyerek, Pelin konunun en önemli kısmına dikkatleri çekti.

Ceren, aklına gelen tek fikri dile getirdi. "Birazdan Dilek Hanımla görüşmem var. Sabah kendimi iyi hissetmediğim için konuşmayı ertelemiştik. Ona olduğu gibi her şeyi anlatacağım ve bunu ailemle paylaşmamasını rica edeceğim. Annemlere de ne açıklama yapacağımı inanın bilmiyorum."

Melek, düşünceli bir ifadeyle yanına oturup gözlerini ona dikti. "Peki, bu evlilik olayı hakkındaki düşüncen nedir, iki aile arasındaki barışın sağlanması için Seyhan'la evlenmeyi kabul eder miydin?"

Pelin, Bahar ve Ceyda da pür dikkat ona odaklanmışlardı. Ondan gelecek cevabı merakla bekliyorlardı.

"Aslında ben bu konuyu hiç düşünmedim." diyerek kaçamak bir cevap verdi. Çünkü bu sorunun cevabını cidden bilmiyordu. Âşık kalbi bu evliliğe sıcak bakarken mantığı, onu sevmeyen bir erkekle evlenmesinin doğru olmayacağını söylüyordu.

Ceren'in Seyhan'a olan hislerinden haberdar olan Melek, aldığı bu cevaba itiraz edeceği anda, kapı açıldı ve içeri Dilek Hanım girdi.

*_*

Seyhan, güvenlik şefinin teslim olduğu haberini alır almaz İlçe Emniyet Müdürlüğüne geçti. Toygar'ın davasıyla ilgili kafasındaki tüm soruların cevapları bu adamdaydı. Avukatı olduğunu belirterek onunla bir görüşme ayarladı. Kısa süren görüşmede adamdan öğrendiği bilgiler, tahmin ettiği gibi kuzenini bu davada tamamen aklayacak nitelikteydi. Oradan ayrılırken ciddi ifadesinin altında memnuniyet gizliydi. Bu güzel haberi ailesine telefonda bildirmek zorunda kaldı. Zira akşam yemeği için arkadaşlarıyla Afşar Reis'in Kulübesinde buluşacaklardı. İstanbul'dan ani dönüşünden bu yana birkaç kez görüşseler de sohbet etme imkanı bulamamışlardı.

Afşar Reis'in büyük, ahşap, kafe tarzı restoranına geldiğinde, direk kumsala indi. Onlar için özel olarak kurulan masaya sessizce oturdu ve arkadaşlarıyla gün batımını seyre daldı. Kızıl renge bürünen gökyüzüyle, denizin birleştiği ufukta kocaman yarımküre olan güneş, onlara dingin bir huzurlulukla bugünlük veda ediyordu. Her birinin yüzünde o huzurun yansıması olan bir gülümseme vardı.

Havanın tamamen kararmasının ardından servis edilen yemeklerine keyifli bir sohbetle eşlik etmeye başladılar. Tek kolu askıda olan Alper'e hem takılıyorlar hem de yemeğini yemesine yardım ediyorlardı.

Kahkahaların havada uçuştuğu anda Alper ani şekilde konuyu değiştirdi. Kendi konaklarında yaşanan son olayları keyifsizce anlatmaya başladı. Duyduklarıyla Seyhan'ın suratı asılmıştı. Özellikle Ceren'in yanlışlıkla üst üste aldığı sakinleştiricilerden rahatsızlanması, canını fazlasıyla sıkmıştı. Genç kızın üzüldüğünde mide krampları geçirdiğini, sakinleştiricileri de bundan dolayı kullandığını biliyordu. Onun bu evlilik mevzusunu duyup üzülmüş olabileceğini düşünüyordu. Nitekim Alper konuyu açtığında yanılmadığını anladı. Arkadaşı anlatırken Ceren'in bu konuyla ilgili henüz fikir beyan etmediğini söylemişti. Fakat O, genç kızın gönülsüz olduğunu içten içe biliyordu. Çünkü onun kalbinde başka bir erkek vardı. Aynı anda düşüncesini desteklercesine hatıralarında Ceren'le Berke'nin sahil kenarındaki samimi görüntüleri canlandı. Her ne kadar mantıklı bir yol olarak görünse de bu iş zorla olmazdı. Başka bir çözüm yolu bulmaları gerekiyordu. Farkında olmadan masadaki eşyaları simetrik olarak dizmeye başladı. Bu hareketiyle arkadaşlarının dikkati ona yöneldi ve bu evlilik konusunda onun ne düşündüğünü sordular. Yaptığı işten başını kaldırıp merakla cevap bekleyen arkadaşlarına: "Başka bir çözüm yolu arıyorum." diyerek gönülsüz olduğunu belli etti. Böylelikle konu da kapanmış oldu ama nerden bilebilirlerdi ki kaderin kendi planlarını ilmek ilmek nakış gibi işlediğini.

*_*

Ertesi sabah Seyhan, tüm ilgisini amcasına yöneltti. Normalde deli fişek karaktere sahip olan amcası, son birkaç gündür oldukça dalgın ve içine kapanıktı. Toygar'la ilgili iyi gelişmelere bile tepkisi fazla olmamış, köşesinde sessizliğine çekilmişti. Bu nedenle, amcasına kahvaltı sonrası kahvelerini açık kamelyada içmeyi teklif etti. Akabinde yanına tavlayı alıp amcasıyla beraber kamelyaya geçti.

Amca yeğen, kâh sohbet ederek kâh birbirlerine takılarak oynadıkları tavlayla keyifli vakit geçiriyorlardı. Kısa bir süre sonra, onların bu bol çekişmeli ve şamatalı oyunlarına izleyici olarak diğer aile fertleri de dâhil oldular. Hatta kendilerine güzel bir pay çıkarmayı bile ihmal etmediler. Kaybeden tüm aileye yemek ısmarlayacaktı. Çok sevdikleri bu aktivitenin finalinde koltuğunun altına tavlayı alan kendisi oldu. Onun için kaybetmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı. Önemli olan amcasının keyfinin yerine gelmesiydi. Bunu da başarmış görünüyordu. Bu durumdan memnun olan teyzesinin mırıldanarak ettiği teşekküre karşılık, gülümseyerek göz kırptı.

Öğle yemeği için bahçeye kurulan masaya geçerlerken telefonu çaldı. Bilinmeyen sabit bir numara olduğunu gördüğünde, kısa bir an tereddüt ettikten sonra cevapladı. Karşı tarafı dinlerken ifadesi birden değişmiş, gözlerindeki ışık sönmüş, kaşları istemsizce çatılmıştı.

"Durumu nasıl?... Peki tamam geliyorum."

Onun tatsız bir haber aldığını anlayan aile bireyleri, konuşmanın sonlanmasını merakla beklediler. Nitekim telefonun kapanmasıyla annesi ona sordu: "Önemli bir şey mi var oğlum."

Amcasının yeni yeşeren neşesini soldurmak istemiyordu ama aldığı can sıkıcı haber onu da ilgilendiriyordu. Ne yazık ki, vakit kaybetmeden çıkması gerekiyordu. Bunun için kısa bir cümleyle özet geçti.

"Toygar ufak bir kaza geçirmiş, şu an hastanedeymiş."

"Nasıl bir kaza, yoksa oradaki mahkûmlar ona zarar mı vermişler?"

Teyzesinin bu korku dolu sözleri, oradakilerin tansiyonunu yükseltmiş, endişeli bir panik yaratmıştı. Bahadır'ın üzerinde etkisiyse çok fena olmuştu. Son birkaç gündür yüreğine oturan ağırlığın alameti açığa çıkmış, içten içe dillendiremediği korkusu başına gelmişti.

O an hissettiği dehşetle sarsılırken göğsüne saplanan keskin ağrıyla soluğu kesildi. Olduğu yere yığıldı.

Seyhan oradakileri yatıştırmaya çalışırken amcasının yere yığıldığını gördü. Bilinçaltının derinliklerinde saklı kalan yıllar önceki görüntü, bir anda ortaya çıkıp kaygıyla, irileşmiş gözlerinin önünden hızla aktı. Korkuyla yoğunlaşan kalp atışları ağzında atıyor gibiydi. Donup kaldığı birkaç saniyenin ardından hızla eğilip amcasının gömleğinin üst düğmelerini açtı. Onun nabzının durduğunu anladığında, etrafındaki sesler de durdu bir anda. Ne yengesinin çığlıklarını, ne dedesinin ona sorduğu soruları, ne de başka bir şeyi duyabiliyordu. Adeta robotlaşmış gibi sadece ve sadece yaptığı işe odaklanıyordu. Ardı ardına yaptığı kalp masajlarıyla birlikte içinden "Hadi amca dön bize." diye tekrar ediyordu. Neden sonra hissettiği cılız nabızla tüm duyuları tekrar açıldı. O an kulağına ambulansın yoğun siren sesi doldu, Derin bir soluk alırken alnında biriken teri elinin tersiyle sildi. Çöktüğü yerden kalkmasıyla dedesinin ona sarılması bir oldu. Dillerinde şükür, aynı yaralar, aynı yoğun duygularla birbirlerine sıkıca kenetlendiler.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro