BİR ADIM ÖTE AŞK 23. BÖLÜM
MERHABA KIYMETLİ OKURLARIM, NASILSINIZ, İYİ MİSİNİZ? MUCİZELERLE DOLU BİR HAFTA GEÇİRMENİZİ DİLERİM. SEVGİLER 💞💕
BU GÜZEL BÖLÜMÜ BENİ GÜZEL YORUMLARIYLA YALNIZ BIRAKMAYAN SEVGİLİ OKURUM @LaliluFafa'ya ARMAĞAN EDİYORUM. 💕💞
https://youtu.be/seM8oqrU2qA
Bu Güzel Şarkı Tüm Okurlarıma Gelsin. 💕💞
KEYİFLE OKUMANIZI DİLİİYORUM 🙏💗
BİR ADIM ÖTE AŞK CEREN SEYHAN 23. BÖLÜM
Seyhan, yırtık kot pantolonu üstüne geçirip kendini inceledi. Üzerine giydiği yarı kot, yarı kumaştan oluşan çok renkli spor ceketiyle uyumlu olmuştu. Fakat kendini çok tuhaf hissediyordu. Şimdiki gençlerin ne kadar değişik bir moda anlayışı vardı böyle. Son olarak -normalde yüzünün büyük bir bölümünü kapatan- şapkasını başına hafifçe geçirdi ve aynada kendini süzdü. Hiç fena değildi. Tarzı olmayan bu spor giysiler ona yakışmış görünüyordu. Hatta olduğu yaştan daha genç görünüyordu.
Aynı kıyafetlerin diğer üç arkadaşının üzerinde nasıl durduğunu ise çok merak ediyordu. Kıyafetlere uygun olarak aldıkları spor ayakkabıyı da ayağına geçirdi ve son kez aynaya baktıktan sonra halinden hoşnut, gülümseyerek odasından çıktı.
Bahçeye indiğinde, her gün aynı saatte hazırlanan kahvaltı masasının boş olduğunu gördü. Bu olağandışı durumun sebebini çok merak ediyordu. Bir sorun mu vardı acaba? Konuşma seslerinin geldiği yöne doğru döndüğü an; annesi, teyzesi ve yengesinin çardakta oturduklarını gördü. Neşeli hallerinden bir sorun yokmuş gibi görünüyordu.
Bu kahvaltı mevzusu kafasını karıştırmıştı. Bu kadar basit bir durumun altından bir şey çıkacakmış gibi hissediyordu. "Saçmalıyorum." diye mırıldandı. Bugünün stresi onun düşüncelerini etkiliyordu. Babaannesine bakındı ama etrafta göremedi.
Babaannesi normalde herkesten önce uyanır, bahçeyle ilgilenirdi. Sonra da havanın güzel olduğu günlerde bahçede mükellef bir kahvaltı masası hazırlatırdı. Yıllardır aksamadan devam eden bu rutini neyin bozduğunu öğrenebilmek adına, keyifle kahvelerini yudumlayan üç kadının yanına doğru ilerledi.
"Günaydın güzel hanımlar."
Üç kadının gözleri, sesin sahibine doğru çevrildi. Gülümseyen ifadelerinin bir anda şaşkınlığa dönüşmesi ise görülmeye değerdi.
"Bu halinle Toygar'a çok benzemişsin oğlum."
Teyzesinin kıkırdayarak söylediği sözlerin ardından hemen ardından annesi merakla sordu.
"Hayırdır oğlum, neden böyle giyindin?"
Öylesine giyindin dercesine hafifçe omuzları silkti. "Biraz değişiklik olsun istedim, nasıl olmuş, yakışmış mı?"
Üç kadın da aynı anda fikirlerini söylediler.
"Yakışmış."
"Hoş olmuş."
"Farklı olmuş ama yakışmış."
Memnuniyetle gülümsedikten sonra aklını kurcalayan soruyu sordu. "Kahvaltı neden hazır değil anne?"
"Birazdan kurulur oğlum. Biz de bugün bir değişiklik yapmak istedik. Önce keyif kahvemizi içip sonra kahvaltımızı yapacağız."
"O halde keyfiniz bol olsun."
"Teşekkür ederiz." dedi üç kadın yine aynı anda.
Etrafa bir kez daha bakındı. "Peki, babaannem nerede? Onu göremedim."
"Yorgun görünüyordu, dinlenmesi için odasına gönderdik."
"Anladım teyze. Ben bir bakayım."
Aslında babaannesinin yorgunluğunun sebebini çok iyi biliyordu. Bunun dışında son yaşanan olaylar da babaannesini çok etkilemişti. Böyle giderse yaşlı kadının sağlığı daha da bozulacaktı. Hissettiği kaybetme korkusuyla nefesi kesildi. 'Allah korusun' diye iç geçirdi. 'Umarım bu süreci ona bir şey olmadan sorunsuzca atlatırız' diye diledi.
Henüz olayların başındaydılar ve gidişat pekiyi değildi. Eğer bugünkü planda aksilik olmazsa büyük bir sorunu engellemiş olacaklardı. Fakat içinde garip bir sıkıntı vardı. 'Hayrolsun, inşallah bir aksilik çıkmaz' diye dua ederken evin ilk katında olan babaannesi ve dedesine ait daireye geçti.
Yatak odasının önüne geldiği an, kapı açıldı ve içeriden babaannesinin hem yardımcısı hem de arkadaşı olan Nigâr çıktı. Yaşlı kadının elinde tuttuğu tansiyon aletini görünce telaşlandı.
"Babaannem iyi mi Nigâr teyze?" Serinkanlılığını çok nadir kaybettiği anlardan biriydi. Yaşlı kadın da bunu fark etmişti.
"Telaşlanma oğlum, Zümrüt Hanım iyi. Bir şeyi yok çok şükür."
Seyhan rahat bir soluk alırken odaya girdi ve ardından kapıyı kapattı. Yatağında uzanan yaşlı kadın, yorgun ya da hastadan daha çok endişeli görünüyordu. Babaannesi onu baştan aşağıya süzdükten sonra eliyle yanına oturması için işaret etti.
"Hoş geldin oğlum."
"Hoş bulduk babaanneciğim, nasılsın?"
"İyiyim, çok şükür. Sen nasılsın oğlum?"
"Gördüğün gibi." Yaşlı kadın bir kez daha torununu sevgi dolu gözlerle süzdü.
"Her zamanki gibi yakışıklı görünüyorsun. Dilerim bahtın da senin kadar güzel olur oğlum."
"Sağ ol babaannem, âmin." Seyhan eğilip yaşlı kadının buruşuk yanağından öptü.
Ah bir de torunu bu şehirde temelli kalsa ne iyi olurdu. Bunun olması için içinden dualar eden Zümrüt babaanne düşüncelere daldı. Dün Derya'nın apar topar neden gittiğini merak etmiş, geç saatlere kadar Seyhan'ın yolunu gözlemişti. Torunu eve gelir gelmez onunla ayaküstü konuşmuş, Derya denen gudubet kızla ayrıldıklarını öğrenmişti. Şu karışık zamanda aldığı en güzel haberdi bu. Artık torunu Seyhan'ın bu şehirde kalmasını engelleyecek hiçbir sebep yoktu.
Onun bu ayrılıktan dolayı üzgün olduğunun farkındaydı. Torununu böyle görmek içini sızlatsa da ileride mutsuz olmasından daha iyi diye düşünüyordu. Zaten bugün, yarın gibi kısa zaman içinde bu gudubet kızı unutacağına emindi. Çünkü Seyhan'ın Derya'yı, yüreğinde iz bırakacak kadar sevdiğine inanmıyordu. Eğer tam tersini düşünseydi, o kızı istememesine rağmen onları tekrar bir araya getirmek için elinden geleni yapar, sonra da en kısa zamanda evlendirirdi. 'Çok şükür ki Allah korumuş' Onların evlendiğini düşünmek bile bu yaşlı bedenindeki zayıf tüylerin ürpermesine yetmişti. Farkında olmadan içini çekti.
Babaannesinin iç çekişini yanlış anlayan Seyhan, onun yaşlı elini avuçlarının arasına alıp hafifçe okşadı. "Her şey yoluna girecek babaanne, endişelenme."
"Sen de üzülme oğlum her şerde bir hayır vardır. Belki böylesi senin için daha hayırlıdır."
Telefonu çalınca babaannesine cevap veremedi. Levent'in aradığını görünce babaannesinin önünde konuşmakta bir sıkıntı görmeden hemen cevapladı.
Torunu telefonla konuşurken Zümrüt Hanım onu izliyor, 'Rabbim torunumun anlı şanlı düğününü görmeyi nasip et' diye içinden dua ediyordu. Seyhan için tek düşündüğü gelin Ceren'di. O kızı bu çiftlikte ilk gördüğü andan beri bunun olmasını çok arzuluyordu.
O günü ise hiç unutmuyordu. Toygar ilk defa kız arkadaşlarını çiftliğe davet etmişti. Gelen iki kız da çok cana yakın ve saygılıydı. İkisini de çok beğenmiş ve çok sevmişti ve hatta 'Torunlarım keşke bu iki kız gibi güzel ve neşeli gelinler bulsa' diye de iç geçirmişti.
Torunu Toygar için ilk başta Ceren'i gözüne kestirse de Toygar'ın Ceyda'ya ilgisi olduğunu fark etmişti. Buna hiç üzülmemişti. Çünkü Ceyda da en az Ceren kadar güzel ve tatlı bir kızdı. Sonuçta bekâr olan bir başka torunu daha vardı Seyhan. Ceren ona her yönden daha çok uygundu. Birbirlerine çok yakışacaklarına da emindi. Fakat arada engeller vardı.
Birincisi; henüz liseye giden Ceren'in yaşı küçüktü ve büyümesini beklemek gerekiyordu. İkincisi ise; Seyhan'ın hayatında o evlilik düşmanı kız, yani Eylül vardı. Ama sorun değildi. Elbet Seyhan bir gün evlenip aile kurmak isteyecekti. O zaman da gelin adayı hazır olacaktı.
Ceren'in, çok uzun zamandandır görüşmediği ikiz kardeşi Elmas'ın torunu olduğunu anladığında ise çok mutlu olmuştu. Bu genç kızın iki aile arasındaki bütün soğuklukları gidermeye ön ayak olacağını o an hissetmişti. O günün akşamı ilk adımı atıp kız kardeşi Elmas'ı aramıştı. Sonrası da çorap söküğü gibi gelmişti.
İki ailenin kısmen de olsa tekrar görüşmeye başlamasından cesaretlenen Bahar, Alper'e olan aşkını itiraf etmişti. Bundan sonra da pek olumlu sonuçlanmasa da isteme olayları olmuştu ve bugüne gelmişlerdi.
Yıllar sonra Ceren'i tuhafiyecide gördüğünde, genç kızın gelini olmasını canı gönülden arzu etmişti. İşte tam o anda, bu evliliğin gerçekleşmesi için elinden ne geliyorsa yapmaya karar vermişti. Ama olayların seyri hiç istemediği şekilde ilerliyordu. Böyle devam ederse iki aile arasında ciddi bir düşmanlık başlayabilir ve torunu için istediği bu evlilik gerçekleşmeyebilirdi. İkinci kez derince içini çekip içinden 'Keşke bir mucize olsa' diye içinden dua etti.
Düşüncelere dalan babaannesinin yine içini çektiğini fark eden Seyhan iyice meraklandı. "Babaanne çok daldın, böyle içli içli ne düşünüyorsun?"
Zümrüt Hanım elbette ki düşündüklerini söylemeyecekti. "Çok endişeliyim oğlum. Ah bu amcan! Patlamaya hazır bomba gibi. Bizi de hiç dinlemiyor. Bu yaşında hem asi hem de öfkeli. Başını derde sokacak diye ölüp ölüp diriliyorum burada." diyerek bir başka endişesini dile getirdi. En çok da oğlunun iki aile arasında düşmanlık başlatmasından korkuyordu ve bunu hiç dile getirmek bile istemiyordu. Seyhan tekrar babaannesinin elini şefkatle tuttu.
"Sakin ol babaanne, bana güven. Kimsenin başı derde girmeden her şeyi halledeceğim bugün."
"Sana çok güveniyoruz oğlum. Uğur amcan ve deden senden haber gelinceye kadar Bahadır amcanı oyalayacaklar. Ters bir durum olursa seni ararlar. İnşallah hiçbir aksilik olmadan kimsenin başına bir şey gelmeden bu iş sonlanır. Senden tek ricam var, ne olursa olsun halanı üzmeden bu işi hallet oğlum. Elif'imin artık gözyaşı dökmesini istemiyorum."
"Peki, babaanne. Buna dikkat edeceğim. Şimdi benim gitmem lazım. Çok az zamanım kaldı."
Sessizce okuduğu duasını bitirdikten sonra nefesini torununa doğru üfledi. "Allah işini rast götürsün oğlum.".
Seyhan babaannesinin elini öptükten sonra ayağa kalktı. Hayır duasını da almıştı. Artık gitme vaktiydi. Kapıdan çıkmadan önce babaannesi onu küçük bir çocuk gibi tembihledi. "Kahvaltını yapmadan gitme sakın."
Canı kadar sevdiği yaşlı kadına döndü ve gülümseyerek göz kırptı.
"Endişelenmeyi bırakıp daha sakin olacağına söz verirsen, dediğini yaparım babaanne."
"Peki söz. Ama her fırsatta ara beni oğlum, içim rahat etsin."
"Tamam, babaanneciğim, aramaya çalışırım... Aklıma gelmişken annemler bütün her şey sonlanana kadar bir şey bilmesinler, onların da akılları bende kalmasın." dedikten sonra dışarı çıkıp kapıyı kapattı.
💗
Ceren elindeki kahvaltı tepsisini kuzeni Melek'in önüne yerleştirirken, "Kendini nasıl hissediyorsun, acın var mı?" diye sordu.
Melek sağlam eliyle çay fincanını eline alırken, yüzünü hafif ekşiterek şikâyetlendi. "Düne nazaran daha iyiyim ama şu alçıya hiç alışamadım, dayanılmaz bir şey bu."
"Kolun iyi olana kadar dayanmalısın ablacığım."
Kuzeni bu kez hoşnutsuzca suratını astı.
"En zoru da birilerinin yardımı olmadan hiçbir şey yapamıyor olmam. Baksana kahvaltımı bile sen yaptırıyorsun."
"Bu konuda hiç canını sıkma, sana yardımcı olmak beni mutlu ediyor. Hem gün içinde seninle daha fazla vakit geçiyorum." dedi içtenlikle.
"Seninle vakit geçirmek çok güzel ama aklım da işimde, aslında şirkete gitmeyi çok istiyorum. Bu durumda da birinin yardımı olmadan tek başıma çalışamam."
Elindeki ballı ekmeği Melek'in ağzına tıkıştırırken bir öneride bulundu. "Bir süre işe gitme ablacığım."
Melek, ağzındaki lokmayı yutup çayından bir yudum aldı. "Söylemesi kolay. Önümüzde çok önemli bir ihale var. Onun için teklif dosyası hazırlamam gerekiyor."
"Ender abimin bahsettiği ihale mi bu?"
Kuzeninin olumlu anlamda başını salladığını görünce sorun etme dercesine omuzlarını silkti. "Abim halleder merak etme. Sen dinlenmene bak ve bir süre çalışmayı unut ablacığım. Kendini tatile çıkmış farz et."
"Tatil mi? Aklımda işler varken evde oturmak benim için tatilden çok eziyet gibi geliyor."
Melek ablasına hak veriyordu. Son günlerde bu sıkıntıyı fazlasıyla yaşamış biri olarak boş boş evin içinde oturmayı cidden çok bunaltıcı buluyordu. Kabuklarını soyduğu haşlanmış yumurtayı onun sağlam eline tutuştururken aklına ilk gelen fikri söyledi. "O halde işlerini bir süre evden idare edersin."
Yüzü aydınlanan Melek ablası, yerinden hafifçe doğruldu.
"Harikasın, Bu çok iyi fikir. Hatta kahvaltıdan sonra amcamla konuşayım, kabul ederse hazırlıklara hemen başlarım."
Kuzeninin heyecanı onu gülümsetirken kapı tıklanıp açıldı ve babası içeri girdi.
"İyi insan laf üstüne gelirmiş amca biz de senden bahsediyorduk."
Kadir Bey merakla kaşlarını kaldırdı. "Hangi konuda?"
Melek aynı heyecanla direkt konuya dalış yaptı. "Eğer iznin olursa boş oturmak yerine işlerimi evden yürütmek istiyorum."
"Olabilir. Bu hafta dinlen, gelecek hafta ayarlarız." dedi Kadir Bey.
"Gelecek hafta mı, hemen olmaz mı?" Heyecanı kaçmış, suratı düşmüştü.
"Asma suratını çok değil bir hafta bekleyeceksin. Bu arada bol bol dinlenirsin, kolunun şişliği de inmiş olur."
Amcasına karşı çıkmak istemeyerek mecburen kabullendi. "Peki, amca."
İş konusunun kapanmasıyla, direkt aklındaki konuya girdi Kadir Bey. "Kuyumcudan yüzüğü bugün alman gerekiyordu. Bu haldeyken alamayacağın için Mahir ile konuşup ertelemeye karar verdim. Yüzüğü ben alırım, sen iyi olduğunda götürürsün."
"Kolumun tamamen iyileşmesi en az kırk beş gün sürer amca." dedi keyifsizce.
"Biliyorum."
Mahir amcasının yüzük için gösterdiği ihtimamı hatırlayan Ceren, bir teklifte bulunmayı seçti. "İsterseniz ben götürebilirim."
💞
Mahir&Elif
Elif içini daraltan yoğun bir sıkıntıyla uyandı. Kalbi çok hızlı atıyor, soğuk terler döküyordu. Bütün gece karman çorman anlamsız rüyalar görmüştü. "Hayrolsun." diye mırıldandı.
En son yirmi yıl önce o malum günün sabahı böyle uyanmıştı. O gün de abisini kaybetmişti. Ya bugün? Kesin bir şeyler olacaktı. Yoksa böyle hissetmezdi. Elini sıkışan yüreğinin üstüne koyup derince nefes aldı. Fakat değişen bir şey olmadı. Daha da boğulur gibi oldu.
Aklına gelen kötü düşünceleri savuşturmak için başını iki yana sallarken İçinden de 'Saçmalama Elif, evham yapıyorsun' diyerek kendine kızdı. Kalp atışları az da olsa hafifleyince, tekrar uzandı.
Uykusunu hiç alamamasına rağmen uyumak istemiyordu. Yanında uyuyan kocasına başını çevirip baktı. O kadar derin ve rahat uyuyordu ki onu uyandırmaya kıyamadı. Yavaşça yataktan kalkıp banyoya geçti. Yüzünü birkaç kez soğuk suyla yıkamasına rağmen içi hâlâ rahatlamamıştı. Aksine hissettiği o yoğun sıkıntı tekrar hortlamıştı.
Temiz havada biraz yürüyüş yapsa iyi olacaktı. Buna cidden ihtiyacı vardı. Geceliğini çıkarıp üzerine eşofmanlarını geçirdi, sonra da aşağı indi. Sabahın beş buçuğunda hava henüz tam aydınlanmamıştı. Hafif ürkse de mutfak kapısını açıp bahçeye çıktı. Birkaç kez üst üste derince nefes alıp tertemiz havayı ciğerlerine doldurduktan sonra adımlarını bahçenin dış kapısına doğru attı.
Çok ilginç! Korumalar ortalıkta görünmüyorlardı. Arkasından ona doğru atılan adımların farkında olmadan elindeki anahtarla demir kapının kilidini açtı. Araladığı kapıdan çıkacağı anda kolunu sıkıca tutan bir el tarafından aniden durduruldu. Korkudan kalbi duracak gibiydi, çığlık bile atamadı. Kolunu tutan elin sahibini görmek için arkasını döndüğünde şaşkınlıktan ağzı açık kaldı.
"Mahir! Beni çok korkuttun." dedikten sonra kocasına sarılarak korkuyla sarsılan kalbini rahatlatmaya çalıştı.
Mahir de en az Elif kadar korkmuştu fakat onun korkusunun nedeni çok daha farklıydı. Hissettiği korkuyla karışık öfke yavaş yavaş yatışırken kollarındaki sevdiceğinin saçlarına minik bir buse kondurdu. "Hadi gel içeri geçelim. Sakinleştikten sonra sabahın bu saatinde nereye gittiğini bana anlatırsın."
Yarım saatin ardından güneş tam olarak yüzünü göstermese de hava aydınlanmıştı. Fakat sabahın serinliği hâlâ kendini koruduğu için bahçede oturmak yerine mutfağı tercih etmişlerdi. Çayından bir yudum aldıktan sonra karşısında oturan kocasının elini yüreğinin derinliklerinden gelen yoğun bir sevgiyle tuttu.
"Hayatım bu kadar sene sonra kavuşmuşken nasıl öyle bir anda sebepsizce seni terk edip gidebileceğimi düşünürsün?"
"Bu saatte sessizce kalkıp gitmeni açıklayacak başka bir neden gelmedi aklıma." diye homurdanan kocasını yatıştırmak için tekrar açıklamada bulundu.
"Dediğim gibi, gördüğüm kâbus beni çok etkiledi. Biraz yürüyüş yaparsam kendime gelirim diye düşündüm. Seni de uyandırmaya kıyamadım. Sen gelmeseydin evin az ilerisindeki korulukta yürümeyi planlıyordum."
"Sabahın kör saatinde tek başına korulukta yürümek pek akıllıca fikir değil."
Kızgınca söylenen kocasına tatlılıkla izah etti.
"Kızma hemen. Sence korumalar tek başıma yürümeme izin verirler miydi? Az önce gördün, bir sorun olmadığını onlara anlatmak için on dakika boyunca dil döktük. Çay koyma bahanesiyle mutfağa kaçmasaydım hâlâ onları ikna etmeye çalışıyor olacaktık."
Sadece kuş seslerinin duyulduğu sessizlik çöktü üzerlerine. Mahir'in içi tam anlamıyla rahatlamamıştı. Dilinin ucuna kadar gelen soruyu ise Elif'i kırmadan nasıl soracağını bilemiyordu.
Kocasının ruhunda kopan fırtınalardan habersiz, ara ara çayını yudumluyor, ara ara da karşısında dalgınca oturan kocasını izliyordu. Bahar ve Alper'in durumunu öğrendiklerinden beri Mahir çok asabi ve tuhaf davranmaya başlamıştı. Çıkacak olaylardan dolayı onun tedirgin olduğunu düşünüyordu. Özellikle abisi Kadir'le konuştuktan sonra zaman zaman şimdiki gibi sessizleşip düşüncelere dalıp gidiyordu kocası. Oturduğu yerden kalkıp kocasının yanına oturdu ve başını omuzuna yasladı.
"Yine daldın hayatım. Ne düşünüyorsun merak ediyorum?" Mahir merakını giderecek cevabı vermek yerine, kolları arasına alıp sıkıca sarıldı ona.
Kalbinden taşan aşkla mırıldandı. "Ömrümün sonuna kadar kollarında böyle kalabilirim."
Mahir'in duyguları da Elif'ten farksızdı. Lakin yüreğine çöreklenen sancı, aklında dönüp duran sorunun cevabını alamadan dinmeyecekti. Karısının alnını öperken ondan yayılan mis gibi bahar kokusunu derince içine çekti.
"Ya bir sebep olursa?"
Kocasının ne demek istediğini önce anlayamadı. Sonra gözleri birleştiğinde, onun tüm duygularını okuyabildi.
"Hiçbir sebep bizden daha önemli değil." diye cevap verdi kocasına. Sesindeki kararlı tınıyı gözlerindeki ifade de destekliyordu.
Mahir için karısından duyduğu bu sözlerin anlamı çok büyüktü. Dermanını bulmuş, yüreğindeki sancı anında dinmişti.
💖
Seyhan planın ilk aşaması olarak ailesine ait fabrikaya geçti. Cipini otoparka park ettikten sonra Uğur amcasına mesaj atıp geldiğini haber verdi. Sonra, "Hadi Bismillah." diyerek arabasından indi.
Fabrikanın yönetim binasından içeri geçtikten sonra Bahadır amcasının ofisine doğru ilerledi. Uğur amcası ofis kapısının önünde onu bekliyordu.
"Hoş geldin Seyhan."
"Hoş bulduk amca. Bahadır amcam içeride mi?"
Uğur amcası serinkanlı karakterine tam zıt vaziyetteydi. Elini ayağını koyacak yer bulamıyor, yerinde duramıyordu. "Evet içeride. Ben biraz tedirginim, heyecan da var. Bir pot kırmam inşallah."
Amcasının sesindeki huzursuzluğu onun bakışlarında da görebiliyordu.
"Rahat ol amca. Sen sadece ayarladığımız konuşmayı yaparsın ve gerisini bana bırakırsın."
"Tamam." dedi Uğur amcası, tuttuğu nefesini bırakırken. "Aklıma gelmişken abim bugün sabahtan beri bir planlar içerisinde haberin olsun. Yine o tuhaf katil kılıklı adamlar buradaydı. Galiba bugün harekete geçecekler."
"Dedem o adamlarla ilgileneceğini söyledi. Ayrıca Mete'nin ekibinden iki kişi de dedemle birlikte olacak. Elif halama onlardan önce ulaşacağız amca için rahat olsun."
Polislerin de babasıyla ortak çalışacağını duyan Uğur'un yine de içi rahat değildi. O katil kılıklı adamlara hiç güvenmiyordu. Her an her şey yapabilecek potansiyele sahiplerdi.
"Yine de içim rahat değil." Bu şekilde Seyhan'a destek olamadığının farkındaydı. Soluğunu yavaşça bıraktı. "Hadi içeri geçelim, daha fazla konuşarak senin de içini karartmayım."
Elini amcasının omuzuna koyup hafifçe sıktı. "Ben rahatım amca, sen de rahat ol lütfen. Halamı ikna edip hiçbir sorun olmadan çiftliğe gelmesini sağlayacağım."
"Umarım dediğin gibi kolay olur."
Uğur amcası ofisin kapısını açıp içeri girdi. Önceden kararlaştırdıkları gibi, normal sohbet havasında konuşuyordu. "Bugün beraber çalışırız diye düşünmüştüm." Sesi hafif yüksek çıksa da sakin bir görüntü sergiliyordu.
Seyhan, gayet rahat bir şekilde koltuğa oturdu. Sadece görüntüde değil içi de gayet rahattı.
"Bugün için beni mazur gör amca, Barış benden yardım istedi, kıramadım. Yeni aldığı dava üzerinde çalışacağız."
Bahadır Denizer, önündeki dosyadan başını kaldırıp yeğenine şöyle bir baktı. Onu farklı spor kıyafetleri içinde görünce şaşırsa da belli etmedi. "Hoş geldin oğlum." dedi bir baba edasıyla.
"Hoş bulduk amca."
"Keşke buraya uğramadan direkt arkadaşına geçseydin." Sesi bakışlarındaki sert ifadenin tam zıttı, gayet yumuşak ve anlayış doluydu.
Uğur amcası hemen açıklamada bulundu.
"Onu ben çağırdım abi, imzalanacak birkaç belge vardı. Biliyorsun yaşlı avukatımız emekli oldu. Yeni avukat bulana kadar Seyhan bize yardımcı oluyor."
Heyecanlanan amcasına sakin ol dercesine çaktırmadan göz kırptı. "Belgeler hazırsa hemen imzalayım amca."
"Hazır, diğer odada getireyim."
"Yok, getirme ben de geliyorum orada imzalar hemen ardından çıkarım." dedi ve Bahadır amcasına döndü. "Bir isteğin var mı Bahadır amca?"
Bahadır amcası masasının başından kalkıp yanına geldi ve ona sıkıca sarıldı. "Selametle git oğlum."
Ofisten çıktıktan hemen sonra, Uğur amcasıyla neredeyse tamamı boş olan bir odaya girdiler.
"Sence yemi yuttu mu?" Uğur amcasının sesi merak doluydu.
"Buradan çıkar çıkmaz peşime adamlarını takacak kadar hem de."
"Umarım dediğin gibi olur."
Uğur amcasının şüpheyle yaklaşımına gayet kendinden emin sesle karşılık verdi.
"Dediğim gibi olacak emin ol amca. Çünkü bu garip spor kıyafetlerle çalışmayacağımı çok iyi biliyor amcam. Benim bir şeylerin peşinde olduğumu şimdiden düşünmeye başlamıştır."
Uğur'un içindeki huzursuzluk dinmişti. Seyhan'a çok güveniyordu ve onun bugüne dair her şeyin üstesinden geleceğine inancı da tamdı.
"Ben çıkayım amca zaman daralıyor."
Gitmek için ayaklandığı an amcası onu durdurdu.
"Az dur yeğenim, imzalayacağın evraklar var."
"Evrak imzalama işi ciddi miydi?"
Küçük sehpanın üstünden bir dosya alıp yeğenine uzattı Uğur. "Evet ciddiydi. Eve de getirebilirdim ama Bahadır abime inandırıcı olsun diye buraya getirdim. Zamanını almaz merak etme."
Dosyayı incelerken suratı asıldı ve elindeki kalemi ciddiyetle sehpaya bıraktı. "Amca avukatınız olarak bu evrakları imzalarsam size kötülük yapmış olurum. Bu şartları amcam nasıl kabul etti, anlayamadım. Bu dosya bende kalsın akşama ayrıntılı bir şekilde inceleriz. Çünkü üzerinde bazı değişikliklerin yapılması şart."
"Tamam. Dosya bende kalsın, ben getiririm eve."
Başını tamam anlamında salladı. Sonra amca yeğen birlikte dışarı çıktılar.
"Ben şirkete geçeceğim yeni taşındığımız için hâlâ düzenleme yapıyoruz. Ayrıca ilgilenmem gereken birkaç dosya daha var orada, akşama onları da eve getireceğim fikirlerine ihtiyacım var."
"Tamam amca. Umarım işler yolunda gider biz de akşama rahat kafayla dosyaları inceleriz."
"Umarım. Ben iki saate işimi halleder buraya dönerim. Bu arada Levent'in gönderdiği adamları göremedim."
"Göremediysen işlerini iyi yapıyorlar demektir. Hatta senin buraya tekrar gelmene gerek bile yok amca. Onlar Bahadır amcamın her hareketini izliyorlar. Eğer önemli bir hareketlilik olursa direkt Mete ve ekibine durumu bildireceklerdir."
"Ben yine de gelirim. Tedbiri elden bırakmayalım, abimin ne yapacağı belli olmaz. Gerçi sen her şeyi çok iyi düşünüp planlamışsın. Buralarda sorun çıkmasa da Mahir tarafında sorun çıkacak gibi. Kuzenimi çok iyi tanıyorum. Eğer karakteri değişmediyse Elif'i kolay bırakmayacaktır emin ol."
"Onu bana bırak amca. Sorunsuz halledeceğim." dedi buz gibi sesle Seyhan.
Konuşmaları sonlanır sonlanmaz ikisi de her şeyin yolunda gitmesi için kendi içlerinde dua ederek arabalarına doğru ilerlediler.
Seyhan fabrikanın otoparkından çıkarken Levent'i aradı, "Hazır mısın? Başlıyoruz."
"Hazırım abi. Şansın bol olsun."
"Sağ ol Levent. Şansa hepimizin ihtiyacı var. Diğerlerine de haber ver hazır olsunlar. Fazla zamanım yok gelir gelmez işimi halledip çıkacağım."
"Tamam, haber veririm. Bu arada, tahmin ettiğin gibi amcanın adamı peşinde, ben de sizin tam arkanızdayım."
"Gelsin bakalım." Gittikçe arabanın hızını arttırırken diz aynasından arkasını gözlüyordu. Diğer ayarlanan arabanın hazır olup olmadığı aklına düştü. "Mete aradı mı, araba hazır mı?"
"Evet, aradı abi. Araba hazır seni bekliyorlar."
"Güzel. O halde yarım saat sonra Barış'ın bürosunda görüşürüz."
Telefonu kapattıktan sonra yola odaklandı ve altındaki arabanın hakkını verircesine gaza yüklendi. Az sonra kendisini takip eden arabayı görmüş, hızını azaltmıştı.
💕
Barış'ın bürosunda toplanmaları üzerinden kırk dakika geçmişti. Konuyla ilgili istişare ederlerken nihayet bekledikleri kahveler de gelmişti.
Barış'ın sekreteri aynı kıyafetleri giyinmiş, birbirine benzeyen dört genç adamı görünce olduğu yerde kalakaldı. Belli ki aklı bulanmıştı ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra Barış'ın uyarı dolu öksürüğüyle kendine gelip elindeki tepsideki kahveleri sahiplerine tek tek dağıttı.
Ortak kararla Seyhan'ın cipini komiser Kaan'ın kullanmasına karar verilmişti. Levent'in adamı Faruk ise ne olur ne olmaz yedekte bekleyecekti. İş bölümü yapıldığına göre Seyhan, geç kalmamak adına hemen ayaklandı. "Ben hazırlansam iyi olacak." Bir gün önceden Barış'a verdiği kıyafetlerini alıp lavaboya doğru ilerledi.
Üzerini değiştirdikten sonra arkadaşlarının yanına gelip cipinin anahtarını Kaan'a uzattı. "Sana emanet, komiser." Her erkek gibi arabası çok kıymetliydi.
"Aklın kalmasın abi."
Anahtarı alan Kaan, vakit kaybetmeden bürodan çıktı. Yüzünün büyük bölümünü gizleyen şapkası ve güneş gözlüğü sayesinde gayet rahattı. Buna rağmen otoparka girdikten sonra başını öne eğdi ve etrafa pek fazla bakmadan cipe doğru yürüdü.
Kaan'dan yola çıktığı haberini alan Mete, bu küçük çaplı operasyonu başlattı. "Gazamız mübarek olsun arkadaşlar."
Faruk hariç diğerleri üstlerini değiştirmişti. Hep beraber park yerine inip kendileri için ayarlanmış arabalara bindiler ve yola çıktılar.
💞
Çiftlikten çıkan Ceren, kasabaya doğru sürerken arabasına kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Portakal Çiçeği Festivalinde yaşadığı o kötü olaylardan sonra okul dâhil her yere şoförle ya da korumalarla gidiyordu.
Arabasını kullanmayı çok özlemişti. Aklına zorla imzalattırdıkları evrak gelince istemsizce ürperdi. 'Belki de arabam artık bana ait değildir' diye düşündü. Fakat bu zamana kadar arabayı almaya gelen olmamıştı. Yine de temkinli olmalıydı her an bir yerden birileri çıkabilirdi. Ne de olsa bu onlar için alışkanlık haline gelmişti. İçinde aniden yükselen korkuyla kalp atışları hızlanmış, tüm bedeni titremeye başlamıştı.
Arabasını kenara çekip durdurdu ve birkaç kez derin derin nefes aldı. Bir süre sonra titremesi geçmiş, kalp atışları normale dönmüştü. Yola devam edebilecek kadar iyi hissediyordu. Hafif araladığı cam gürültülü bir şekilde tıklatılınca, korkuyla oturduğu yerde sıçradı. Neredeyse yüreğine iniyordu.
"Ceren Hanım, İyi misiniz, neden durdunuz?" diye soran korumasına terslendi. "Neden öyle cama vuruyorsunuz, korkuttunuz beni."
Korumanın tepkisiz şekilde cevap beklediğini görünce sinirleri daha çok gerildi. "İyiyim. Telefonum çalınca durdum."
Bir sorun olmadığını öğrenen koruma, aynı ruhsuz edayla arka tarafta duran arabasına doğru gitmişti. Tuttuğu soluğunu yavaşça bırakırken arabasını yavaşça kaldırdı ve kuyumcunun olduğu caddeye doğru sürdü. On dakika dolmadan kuyumcuya varmıştı. Arabasını uygun bulduğu bir yere park edip indi. Yüzünde az önce hissettiği korku ve gerginliğin izi yoktu, aksine gülümsüyordu. Hafif esen rüzgârda yüzüne uçuşan saçlarını eliyle arkaya doğru yavaşça savurdu. Kendisini izleyen bir çift siyah gözden habersiz kuyumcuya girdi. İçeride sadece dükkânın yaşlı sahibi vardı. Sıcak bir gülümsemeyle selamlaştı.
"Merhaba Mehmet amca, Mahir amcamın bıraktığı yüzüğü ben almaya geldim."
Yaşlı kuyumcu da aynı sıcaklıkla gülümseyerek onu selamladı.
"Merhaba Ceren kızım. Hoş geldin. Baban aradı haberim var. Aslında yüzük hazır ama baban benden özel paketleme yapmamı istedi. Beş dakikaya hazır olur. Buyur otur ayakta bekleme, bir şeyler ikram edeyim."
"Teşekkür ederim Mehmet amca, ben bir şey almayım."
Orada bulunan bir koltuğa zarifçe oturdu ve yaşlı adamın paketleme işini bitirmesini bekledi.
❣
Seyhan'ın arabayı park ettiği yer, kuyumcu dükkânının tam karşısındaydı. Siyah film camları olan arabadan küçük dükkâna gireni çıkanı rahatça görebiliyordu. Beyaz gömleğinin kollarını dirseğine kadar kıvırdıktan sonra saatine baktı. Vakit yaklaşıyordu. Tek umudu yüzüğü almaya gelen kişinin Kadir amcasının olmamasıydı.
İki dakika geçtikten sonra, kuyumcunun tam önüne park eden beyaz Mercedes'i gördüğünde, dikkat kesildi. Yüzüğü almaya gelen kişiyi çok merak ediyordu. Hiç beklemediği kişinin arabadan indiğini görünce şaşkınlıkla karışık öfkeyle dişlerini sıktı. Gözlerinden resmen ateş fışkırıyordu. Çalan telefonunu eline aldığında arayanın Alper olduğunu gördü.
Telefonu açar açmaz Alper'in öfkeyle gürleyen sesi yayıldı. "Bu bizim küçük cadı." Üst üste soluk alıp sakinleştikten sonra kız kardeşiyle ilgili önemli bir bilgi verdi. "Arkasında duran arabada dört tane koruma var."
En az Alper kadar öfkeliydi ve çabalamasına rağmen sakin olamıyordu. Amcasıyla görüşmediği konusunda Ceren'in doğruyu söylediğine o kadar inanmıştı ki genç kızın kuyumcuya gelme ihtimalini bile aklından geçirmemişti. Yalancı küçük cadı, resmen onu kandırmıştı. Fena halde kızgındı. Bu konu henüz burada kapanmamıştı. Şu an düşünmesi gereken daha önemli bir detay vardı; Korumalar.
Alnını sertçe ovuştururken korumaları buradan uzaklaştıracak bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Onları bu operasyonun dışında tutmaları şarttı. Yoksa maazallah tüm operasyonu açığa çıkarabilirlerdi. Bir de her ne kadar gideceği yere kadar Ceren'i takip edecek olsalar da genç kızın korumasız kalacak olması canını oldukça sıkıyordu.
Telefonda cevap bekleyen Alper'e, "Korumaları uzaklaştırmamız lazım. Yoksa takip ettiğimiz belli olur." dedi. Hissettiği kızgınlık sesinin sert çıkmasına sebep olmuştu. Bu kez öfkesini kontrol ederek daha sakin konuştu. "Alper korumalarla sen ilgilen kardeşim. Onların babanla veya bir başkasıyla görüşmesine de engel ol. Gerekirse başlarında bekle."
Korumalar yüzünden operasyonun kalanına dâhil olamayacağını anlayan Alper, seslice ofladı. "Tamam, korumalar ben de."
Telefonu kapatır kapatmaz, kuyumcu dükkânından gözünü ayırmadan Levent'i aradı.
"Levent kaç kişisiniz?"
"On yedi kişiyiz. Hayırdır abi?"
"Kuyumcuya Kadir Beyin kızı Ceren geldi. Peşinde dört koruma var. Alper onları halledecek. Takipte olsak da kızın korumasız kalmaması gerekiyor..."
Levent, Seyhan'ın ne demek istediğini hemen anladı.
"Tamam abi. Şu an yanımda bulunan güvenlik elemanlarımdan iki tanesini kızın yanına yolluyorum."
"Kız korumaların değiştiğini fark etmesin."
"Tamam abi. Ben Alper'i ararım, o halleder."
Kız kardeşi çıkıncaya kadar, Alper korumaları halletmiş, Levent'in gönderdiği iki güvenlik görevlisini de korumaların arabasına yerleştirmişti.
Kuyumcudan çıkan Ceren, hiçbir şeyden habersiz arabasına bindi. Yola çıkmadan önce babasının mesajla gönderdiği alışveriş listesini inceledi. Aralarında dondurulmuş yiyecekler de vardı. Alışverişi şehir merkezindeki marketlerden birinden yapması en mantıklıydı. Arabasını çalıştırıp yola çıktı.
Ceren'in ardından Seyhan da hemen yola çıktı. Genç kızı belli bir mesafeden izlerken ona inandığı için kendi kendine kızıyordu. Mesleğinden edindiği tecrübeyle yalan söyleyenleri hemen anlama yeteneğine sahipti. Fakat nasıl olduysa genç kızın yalan söylediğini anlayamamıştı.
Genç kıza Mahir hakkında sorular sorduğu günü anımsamaya çalıştı. O gün araba sürdüğü için tüm dikkatini yola vermişti. Ceren'in yerinde başka biri olsaydı da o an yalan söylediğini fark edemezdi. Direksiyona öfkeyle vurdu. Amcasını koruyan kızda suç yoktu. Bu tamamıyla kendi hatasıydı.
🌹
İzmir;
Kahvaltıdan hemen sonra biricik Lara'sıyla konuşmak için odasına çıkmıştı Eylül. Onu şimdiden özleyen küçük kızın 'Ne zaman geleceksin?' sorusunu yine cevapsız bırakmıştı. Çünkü bu sorunun cevabını henüz bilmiyordu. Seyhan'ın evlenmek üzere olduğunu öğrendiğinde tüm umutları kırılmış, burada kalmak için sebebi kalmamıştı. Yine de gitmek için bir tarih belirlemek içinden gelmemişti.
Kalmak için nedense bahane arıyordu. İlk aklına gelense Çeşme'deki yazlıklarında birkaç gün tatil yapmak oldu. Geçmişini, pişmanlıklarını ve sevdiği adamı düşünmeden... Psikoloğu da bunu önermişti. Ayrıca buradaki ailesiyle zaman geçirmesi de her iki taraf için iyi olacaktı. Teyzesi her ne kadar bir şey olmamış gibi davranıyor olsa da onun bakışlarındaki kırgınlığı görebiliyordu. Buradan giderken istemeden de olsa onu kırmıştı. Pişman olacağı o kadar şey yapmıştı ki... En azından ailesiyle arasını düzeltebilirdi, sevdiğine geç kalsa da...
Uzanıp komodinin üstünde duran iki çerçeveden birini eline aldı. Üniversite döneminde çekildikleri bu fotoğrafta dört kişi vardı. İlke, Barış, Eylül ve Seyhan. O günü dün gibi hatırlıyordu. Başını yasladığı omuzda ne kadar da mutlu olduğunu da... Eğer bencilce davranmasaydı şu an sevdiğiyle evli olacaktı. Yüreği acıyla burkuldu. Her şeyi kendi elleriyle mahvetmişti. Bundan dolayı kendini hiçbir zaman affetmeyecekti.
Çerçevenin üstüne ardı ardına gelen damlalardan gözyaşlarının aktığını fark etti. Çerçeveyi yerine koydu ve elleriyle gözlerini sildi. Bu şekilde aşağıya inemezdi. Teyzesi ağladığını anlar nedenini sorgulardı. Yüzünü yıkamak için banyoya geçtiğinde aynada gördüğü aksiyle irkildi. Yeni yaptığı makyajı akmış, tüm yüzüne dağılmıştı. Yüzünü yıkamak yerine duş almayı tercih etti. Bu ruhen de rahatlamasını sağlayacaktı.
🌺
Berna Hanım, yeğeni Eylül'ün en fazla bir yıl bu ülkeden uzak kalabileceğini düşünmüştü. Fakat bu düşüncesinde yanıldığını çok sonra anlamıştı. Tam üç sene boyunca yeğeni bu ülkeye gelmemişti. Ve bu süre zarfında ondan tam anlamıyla haber alamamıştı. Onun hayatında ne olup bittiğine dair hiçbir bilgisi yoktu. Şimdiyse onun neden geldiğini çok merak ediyordu.
Elinde kahve tepsisiyle mutfaktan çıktıktan sonra salona gitmek yerine Eylül'ün odasına çıktı. Onun bu eve ilk gelişi aklına geldi o an. Almanya'da yaşayan kız kardeşi yıllar önce yaşadığı fırtınalı evliliğinden uzak tutmak için kızını Türkiye'de bir okula yazdırmayı uygun görmüştü. Eylül de o zamandan sonra burada yanlarında yaşamaya başlamıştı. Uzunca bir süre çocuk sahibi olamadıkları için eşi İsmet Beyle birlikte Eylül'ü kendi çocukları gibi benimsemişlerdi. Küçük kıza aile özlemi çektirmemeye çalışarak onu büyütmüşlerdi. Fakat onun içindeki eksikliği gideremediklerini üç sene önce acı şekilde öğrenmişlerdi.
İçindeki kırgınlığın hâlâ geçmediğini fark edince yavaşça içini çekti. Sonra da yeğeninin odasının kapısını çaldı. İkinci çalıştan sonra da genç kızdan ses çıkmayınca kapıyı usulca araladı. Geniş, ferah odanın kıyısında duran çift kişilik yatak boştu. Odadaki küçük banyodan yayılan su sesiyle Eylül'ün duşta olduğunu anladı.
Odadan çıkmak için geri dönerken komodinin üstündeki daha önce görmediği çerçevelenmiş iki fotoğrafı gördü. Biri Eylül'ün terk ettiği nişanlısının fotoğrafıydı. Elindeki tepsiyi komodinin üstüne bıraktıktan sonra diğer çerçeveyi eline aldı. Yeğeni dışında üç kişi daha vardı fotoğrafta.
"Üniversite son sınıftaydık." diyen sesin sahibine döndüğünde, kaşlarının çatılmış olduğunun farkında değildi.
Çerçeveyi yerine bırakırken bornozuna ve başındaki havluya aldırmadan Eylül'ün kahve fincanını eline aldığını gördü. Kendisi de diğer fincanı eline alıp yatağın karşısındaki üçlü koltuğa oturdu. Aklı hâlâ fotoğraflardaydı.
"Hâlâ görüşüyor musunuz?" diye sordu ansızın. Eylül'ün üzgün bakışlarını gördüğündeyse sorduğuna pişman oldu. Onların nasıl ayrıldıklarını en iyi kendi biliyordu. Genç kız kahvesinden bir yudum aldıktan sonra sorusunu cevapladı.
"Hayır. Hiç görüşmedik."
Yeğeninin buradan gitmeden önceki durumu aklına geldiğinde içine düşen merakla sordu. "Hiçbir şey bilmiyor mu?"
"Bilmiyor."
Eylül'ün gözlerinde saf acı belirmişti. Bakışlarını yere indiren genç kızın ağlamamak için uğraştığı belliydi. Yine de sorgusuna devam etti.
"Ya bebek, Ona ne oldu?" Aklına gelen kötü düşünceyle, "Yoksa aldırdın mı?" diye sordu. Sesinin olduğundan daha kızgın çıktığının farkında değildi.
"Hayır aldırmadım."
🍀
Ceren şehir merkezine girer girmez bir marketin önünde durmuştu. Seyhan dikkat çekmemek adına yavaş yavaş ilerleyip genç kızın arabasının tam karşısına park etti. Gözleri arabasından inen Ceren'in üzerindeydi.
Hafif esen rüzgârda yüzüne uçuşan sarı buklelerini geriye iten genç kızın, etrafına tedirginlikle baktığını fark etti. Korumalar da bunu fark etmiş olacaklar ki; Ceren'e daha da yakınlaşmışlar, olası tehlikelere karşı dikkat kesilmişlerdi.
Kendisi de tedbir amaçlı etrafa şöyle bir baktı, alışverişi biten birkaç aile dışında kimse yoktu. Neden sonra dikkatini, park halindeki arabasında oturan kumral saçlı bir adam çekti. Etraftaki diğer insanların aksine garip, tedirgin bir hali vardı. Gözlüklü gözlerinin odak noktasıysa Ceren'di. Bir süre adamı göz hapsine aldı, onun ne niyetle genç kızı izlediğini anlamaya çalışıyordu. Genç kızı tehdit eden adamlardan biri olabilir miydi? Koltuğunda daha da dik oturup adamın her hareketini dikkatle izlemeye başladı. Sonra ansızın adamın elinde küçük bir fotoğraf makinesi belirdi. Adamın gizlice Ceren'in fotoğrafını çektiğini anlayınca kan beynine sıçradı
Ceren ve hemen ardından korumalar markete girdikten sonra, hemen arabadan indi ve hızlıca hedefine doğru ilerledi. Çektiği fotoğrafları inceleyen adamın arabasının kapısını açıp elindeki fotoğraf makinesini aldı ve yere sertçe fırlattı. Sonra da adamı yakasından tutup dışarı çekti.
Arabadan zorla çıkarılan adam neye uğradığını bilememişti. Şok olmuş halde yerdeki dağılmış fotoğraf makinesinin parçalarına bakıyordu.
"Bunu neden yaptınız?" diye bağırdı, sesi oldukça kızgındı. Onunla aynı orandaki öfkeyle adamı yan taraftaki duvara doğru ittirdi ve boğazına yapıştı.
"Asıl sen söyle! Amacın ne, kızı neden takip edip fotoğraflarını çekiyorsun?" Sert sesi yalnızca onların duyabileceği kadar kısıktı.
"Bu sizi hiç ilgilendirmez,"
Adamın suratına esaslı yumruk geçirdiğinde, adamın gözlüğü yere düşüp kırıldı.
"Soruma cevap verecek misin?"
Adam titreyen elleriyle kanayan burnunu tuttu.
"Sizi polise şikâyet edeceğim."
Sorusuna hâlâ cevap vermemekte ısrar eden adama ikinci yumruğunu geçirecekken Mete ve Levent yetişip ona engel oldular. Öfkesi bir türlü dinmezken arkadaşlarından kurtulup tekrar adamın boğazına yapıştı.
"Son kez soruyorum. Onu neden takip edip fotolarını çekiyorsun, amacın ne, yoksa onu tehdit eden şerefsiz sen misin?"
Adamın gözleri şaşkınlıkla irileşti. Hırıltılı çıkan sesiyle sorguladı. "Tehdit mi?" Mete cebinden polis kimliğini çıkarıp Seyhan'ın elinden zor kurtardığı adama gösterdi.
"Bu yaptığınız çok ciddi bir suç. Bunu neden yaptığınızın mantıklı bir açıklaması varsa söyleyin. Yoksa sizi emniyete götürmek zorunda kalacağım."
Adam onun sesindeki ciddiyetten çekinmiş olacak ki hemen kendini savunmaya geçti.
"B-ben dedektifim." Titreyen eliyle cebinden bir kart çıkarıp Mete'ye gösterdi. "Ceren Hanım'ı tehdit eden ben değilim. Tam aksine Ceren Hanım'ın babası Kadir Bey, korumalardan şüphelendiği için beni tuttu ve kızını izlememi ona yaklaşan herkesin fotoğraflarını çekmemi istedi. İsterseniz arayın bizzat kendisinden öğrenin."
Mete, Levent ve Seyhan şaşkınca birbirlerine baktılar. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Kısa bir sessizlikten sonra Mete, "Şu an bir operasyonun tam ortasındasınız ve bu operasyonun selameti için sizi bir süre misafir edeceğiz." dedi. "Bu arada arkadaşlarım yaralarınıza bakıp pansumanınızı en iyi şekilde yapacaklardır. Yalnız kısa bir süre için telefonunuzu ve varsa başka iletişim araçlarınızı almak zorundayım."
Bu durum dedektifin hoşuna gitmese de itiraz etmeden cebindeki iki telefonunu çıkarıp Mete'ye verdi. Sonra da eğilip kırılan gözlüğünü yerden aldı. Kanaması devam eden burnunun üstüne bir tomar kâğıt mendil tutarken Seyhan'a ters ters bakıyordu. Ondan özür beklediği çok belliydi.
Seyhan ise adamın bakışlarını umursamadan Levent'e döndü. "Ceren için ayarladığın koruma arkadaşlar güvenilir mi?"
"İkisi de uzun süredir yanımda. İşlerinde çok iyiler ve güvenilirler."
"İkisinin de telefon numarasını verir misin?"
"Tamam abi vereyim hemen."
Levent iki korumanın da telefon numarasını adlarıyla birlikte yazarak kısa mesajla Seyhan'ın telefonuna yolladı.
"Ben arabaya geçiyorum."
Arkadaşlarının cevap vermesini beklemeden arkasını dönüp arabasına doğru ilerledi.
Mete dedektifin fotoğraf makinesinin parçalarını toplatırken arkadaşını uzun zamandan beri bu kadar öfkeli görmediğini düşünüyordu. Gerçi adamın Ceren'in fotoğraflarını çektiğini öğrendiğinde, kendisi de en az Seyhan kadar öfkelenmişti. Arkadaşının bu halini normal görüp pek fazla irdelemedi ve işine devam etti.
Arabasına biner binmez Seyhan, numaralardan birine tıklayıp aradı. Çok geçmeden telefonu açan korumaya kendini tanıttı. "Merhaba Muhsin Bey. Ben Seyhan Denizer, Levent'in arkadaşıyım."
"Merhaba Seyhan Bey sizi tanıyorum."
"Şu an Ceren Hanım'ın yakınında mısınız?"
"Fazla değil. Alper Bey'in dediği gibi Ceren Hanım' uzaktan izliyoruz."
Ağrıyan göz pınarlarını gergince ovalarken ayrıca olasılıkları düşünüyordu. "Sizden birkaç şey rica edebilir miyim?
"Tabii Seyhan Bey, buyurun."
"Ceren Hanım'dan fazla uzaklaşmayın, aksine çok yakınında olun. Fakat sizi fark etmemesine dikkat edin. Ayrıca Ceren Hanım'a yakın mesafeden kimsenin yaklaşmasına müsaade etmeyin. Eğer Ceren Hanım sizi fark eder ve kim olduğunuzu sorgularsa, babası Kadir Bey'in ayarladığı yeni korumalar olduğunuzu söylersiniz."
"Peki, Seyhan Bey."
"İyi çalışmalar."
"Teşekkürler."
Telefonu kapatan Seyhan'ın içinde nedenini bilmediği bir tedirginlik vardı. Ceren'i tehdit eden adam buralarda bir yerde olabilirdi. Gerçi Levent güvenlik görevlisi elemanlarının işlerinde iyi olduğunu söylemişti. Ama yine de tedbiri elden bırakmamak en iyisiydi.
❣
Ceren yüreğine çöreklenen sıkıntıyla market arabasını iteledi. Her zaman zevkle yaptığı market alışverişini bugün bir an önce bitirmek istiyordu. İçeceklerin olduğu dolabın önüne geldiğinde, biraz ilerisinde duran sarışın adama çaktırmadan göz ucuyla baktı. Markete girdiğinden beri tanımadığı dört adam tarafından izlendiğini fark etmişti. Hangi reyona girse peşinden geliyorlardı. Bu sarışın adam da onlardan biriydi ve onu diğerlerinden daha çok tedirgin ediyordu.
Birkaç içeceği arabaya yerleştirdikten sonra çabucak temizlik ürünleri reyonuna geçti. Ürünleri market arabasına hızlıca koyarken reyona giren adamları gördü. Bu adamlar, kendisine yaklaşmıyor, onu tehdit etmiyorlardı. Amaçları neydi peki, neden onu takip ediyorlardı ki? Kafasında dönüp duran bu sorular onu strese boğmuş, avuç içlerinin terlemesine sebep olmuştu.
Telefonundaki listeyi inceledi, her şeyi aldığını gördü. Çok şükür ki işi bitmişti. Kasaya doğru ilerleyeceği sırada, yaşlı bir amcanın ona seslendiğini duydu.
"Affedersin kızım, rahatsız ediyorum. Bu ürün banyo için mi, yoksa mutfak için mi kullanılıyor? Üstündeki yazıları seçemedim de."
Kibarca gülümserken yaşlı adamın elindeki turuncu renkteki plastik şişeyi inceledi. Bu ürünü tanıyordu. "Amcacığım bu banyo için. Eğer mutfak için olanı istiyorsan mavi renkte olanı almalısın." Sözlerini henüz bitirmişti ki; yanına gelen izbandut görünümlü iki adamdan biri, yaşlı adamı ondan hızlıca uzaklaştırdı.
"Ceren Hanım, bu adam sizi rahatsız mı ediyor?"
Onların koruma olduğunu kavradığı an hemen atıldı. "Hayır, sadece bir şey sordu." Sonra şaşkın ve korkuyla onlara bakan yaşlı amcaya döndü. "Amcacığım korumalarım adına sizden özür dilerim."
"Korumaların mı?" Yaşlı adam başını iki yana sallayarak oradan kaçarcasına ayrılırken üzüntüyle onun arkasından baktı. Sonra kaşlarını çatıp yanında duran iki korumaya doğru döndü.
"Sizi ilk defa görüyorum." Sesi farkında olmadan sert çıkmıştı.
"Kadir Bey'in, yani babanızın isteği üzerine bugün göreve başladık ve diğer güvenlik görevlisi arkadaşlarımızdan görevi devraldık."
"Babam bana bir şey söylemedi."
"Görev değişimi yeni olduğu için size söylemeye fırsatı olmamıştır."
Bir süre sessizce iki korumayı süzdü. Onların doğruyu söylediklerine kanaat getirdi. "Anladım." Bir an önce marketten çıkmak istiyordu. Kendisini izleyen dört adamdan ikisi koruma olduğuna göre diğer iki adam kimdi? Kafasını kurcalayan bu soruya cevap ararken market arabasını kasaya doğru sürdü.
💕
Seyhan arabanın motorunu kapatmış, camları dışarıdan görünmeyeceği şekilde indirmişti. Yan koltukta duran küçük plastik şişelerden birini alıp içindeki suyun bir kısmını içince biraz serinledi. Ama iç sıkıntısı hâlâ devam ediyordu. Her on dakikada bir tekrarladığı gibi saatine baktı. Ceren markete gireli yarım saatten fazla olmuştu. Bir market alışverişi bu kadar uzun sürer miydi? Bu kız marketi mi satın alıyordu?
Arabanın içine giren az havadan mı, yoksa beklemenin verdiği sıkıntıdan mı, bilemediği bir sebepten daralmıştı. Yazlık gömleğinin üst birkaç düğmesini açtı.
💓
Bahadır Denizer koltuğunda rahatsızca kıpırdandı. Sabahtan beri kaçıncı arayışıydı bilmiyordu ama adamı Zeynel'in telefonuna ulaşamıyordu. Dün sinirli bir anında hiç suçu olmadığı halde ona çıkışmış, kovmaktan beter etmişti. Zeynel'in işi bırakıp bırakmadığından emin değildi. Ona bugün kuzeni Kadir'in kızı Ceren'i takip etme işini vermişti. Anlaşılan o ki bu işi yarından itibaren başkasına devretmesi gerekiyordu.
Telefonunu tekrar eline aldı ve bugün sıklıkla aradığı bir diğer numaraya tıkladı.
"Efendim Bahadır Bey?"
"Ne yaptın Yıldırım neredesin?"
Uzun zamandır yanında çalışan adamı konuşmadan önce sıkıntıyla iç çekmişti.
"İstediğiniz gibi Seyhan Bey'i takip ediyorum. Şu an Tarsus hayvanat bahçesindeyiz."
"Hayvanat Bahçesi mi?"
Alnı düşünceli bir şekilde kırıştı. Yeğeni Seyhan'ın ne amaçla hayvanat bahçesine hem de Tarsus'a kadar gittiğini merak ediyordu. "Seyhan tek başına mı?"
"Evet, Bahadır Bey. Yeğeniniz tek başına. Şu an hayvanat bahçesini dolaşıyor ben de uzak mesafeden onu izliyorum."
Duyduklarının hayreti içinde, dudağını büktü. Bugün Seyhan kendisinden beklenmedik şekilde garip davranışlar sergiliyordu. 'Umarım bunun altından bir şey çıkmaz' diye düşündü.
"Tamam, sen takipte kal. Dikkatini çeken en önemsiz şeyde bile hemen beni aramanı istiyorum."
"Peki, Bahadır Bey."
Ansızın sordu. "Yıldırım bugün Zeynel'le konuştun mu?"
"Hayır efendim, konuşmadım. Telefonuna ulaşamadım. Fakat sesli mesaj bıraktım. Telefonunu açar açmaz beni arayacağından eminim."
"Anladım... Zeynel seni ararsa hemen beni aramasını söyle."
"Olur söylerim."
Masasındaki bardağından bir yudum su alan Bahadır Denizer, cidden çok şaşkındı, aynı zamanda şüpheli. Seyhan'ın ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyordu. Yeğeni fazlasıyla zekiydi ve bir o kadar da karmaşık zekâya sahipti. Hiçbir şeyi öylesine yapmazdı. Hayvanat bahçesine gitmesinin muhakkak bir sebebi olmalıydı. Ama neydi?
💗
Yumurtalıktaki yazlığında tatil yapan Nedim Saltıklı'nın keyfi yerindeydi. Yazlığına ait özel sahilde hazırlattığı masaya oturmuş, bir yandan buzlu viskisini yudumluyor, bir yandan da dalgaların etrafa yaydığı huzurlu sesi dinliyordu.
Masadaki tabaktan birkaç çerez alıp ağzına attıktan sonra ayağındaki pahalı plaj terliklerini çıkarıp sıcak kuma bastı ve pantolonunun paçalarını birkaç kez kıvırıp kocaman gölgeliğin altından çıktı. Elleri arkasında kumsala doğru yavaşça yürürken kızgın kumun yakıcılığını iliklerine kadar hissediyordu.
Kıyıya minik dalgalar halinde köpürerek vuran deniz suyuna ayaklarını geçirdiğinde; o an, ona soğuk gelen suyun verdiği hazla serinlediğini hissetti. Yüzse de yüzmese de bunu istisnasız her gün yapıyordu. Ayaklarını önce kızgın kumda yakıp sonra da denizin ılık suyunda serinletiyordu. Bu ona terapi gibi geliyor, onu ruhen ve bedenen rahatlatıyordu. Bir müddet daha ılık suyun içinde kaldıktan sonra dalgaların hafifçe vurduğu ıslak kıyıyı baştan sona iki tur yürüdü.
Adamları Selim ve Doğan'ın ona doğru geldiğini gördüğünde, yürüyüşüne istemeden de olsa ara vermek zorunda kaldı. Onlara villaya geri gitmelerini işaret etti. Akabinde de yanında hâlihazırda bekleyen yardımcısından plaj terliklerini alıp giydi.
"Viskimi çalışma odama getir."
"Peki efendim."
Az sonra çalışma odasında viskisini yudumlarken bağımlısı olduğu purosunu tüttürüyordu. Karşısında hazır ol vaziyette bekleyen iki adamı bir süre süzdükten sonra "Selim sen çık." Diye buyurdu. Genç adam verilen emre uyup hemen odadan çıktı.
Selim'in çıkmasıyla Doğan, geçen haftanın raporunu verdi. "Dediğiniz gibi her fırsatta sarışın kızın karşısına çıktım ve onu konuşmaması konusunda uyardım." Sonra patronunun kızacağını bile bile aklındaki söyledi. "İzninizle ben artık kızı takibi bırakmak istiyorum."
"Neden?
"Kız çok korkuyor, bundan sonra konuşacağını sanmıyorum."
"Bundan emin olamayız. Kız konuşursa tüm planlarım berbat olacağı gibi başımızı da beladan kurtaramayız. Buralardan tekrar kaçmam demek istediklerimi alamamam demek. Bu saatten sonra bunu göze alamam."
Doğan başını öne eğdi, bir derdi olduğu belliydi.
"Derdin ne Doğan?"
"Ben... Alışveriş merkezinde kızın yanında bana kafayı takan avukatı gördüm. Kıza ve ailesine çok yakın olduğu belli. Yurt dışında olduğumu sanıyor. Beni görürse bu kez kurtulamam, hapse girene kadar peşimi bırakmaz."
Adamının korkusunun yersiz olduğunu düşünüyordu. "Korkma bir şey yapamaz, izin vermem."
"O tanıdığınız kimseye benzemez. Çok cesur. Korkutup sindirilebilecek biri değil. Ben bu işten izninizle çekiliyorum."
Kısık bir kahkaha attıktan sonra purosundan derince içine çekti. Ciğerine doldurduğu hatırı sayılır dumanı yavaşça havaya doğru üfledi. "Reşit seni bana yolladığında lakabının korkusuz olduğunu söylemişti. Görüyorum da lakabının adamı değilmişsin." Sözleri de en az bakışları kadar küçümseyiciydi.
Doğan'ın gözleri koyulaşmış çenesi kasılmıştı.
Adamının üzerinde yarattığı etkiyi izlerken bitmiş purosunu kristal kül tablasına bastırdı. Sonra merak ve alay karışımı ses tonuyla sordu. "Kimmiş seni bu kadar korkutan avukat? Çok merak ettim doğrusu."
"Seyhan Denizer."
Suratındaki alaylı gülümseme duyduğu isimle dondu. "Timur'un oğlu, Elif'in yeğeni." diye mırıldandı. Doğan anlamazca ona baktığı için, açıklamada bulundu. "Kızla yakın olmaları normal, akrabalar."
Aylardan sonra Seyhan'ın ismini duymak bayağı gerilmesine sebep olmuştu. Ara ara görüştüğü bu ailede bir tek bu genç adamla kanları uyuşmuyordu. Doğan'ın dediği kadar cesur bir gençti. Lafını da sakınmıyordu. Mesleğindeki başarısı da bu özelliklerinden kaynaklanıyordu.
Seyhan'la en son görüştükleri zamanı ise unutması mümkün değildi. Neredeyse birbirlerinin boğazına yapışmışlardı. Onun uyarı dolu sözleri dün gibi aklındaydı. "Halamın peşini bırak! O sana göre biri değil, Nedim Saltıklı!" O günden sonra tam bir yıl olmuştu Sevdiği kadını görmeyeli. Bu genç adama bir şey yapmıyorsa Elif'in hatırı içindi. Zira Elif yeğenine fazlasıyla düşkündü.
Geçmişin anılarından sıyrılıp bakışlarını Doğan'a çevirdi. "Tamam, istediğin gibi olsun. Bir süre buralarda olma! İstanbul'a gider oradaki işlerle ilgilenirsin. Neyse bunu sonra konuşuruz. Kızı izlemesi için yerine birini yolladın mı?"
"Evet. Mahmut'u yolladım. Şimdilik kızın karşısına çıkmamasını söyledim."
"Mahmut'u ara akşam yanıma gelsin."
"Tamam patron."
"Şimdi beni yalnız bırak."
Doğan baş hareketiyle selam verip dışarı çıktıktan sonra çekmecesini açtı ve içinde sakladığı çerçeveyi eline alıp anılara doğru tekrar yolculuğa çıktı.
MEDYALAR: ADANA ADNAN MENDERES BULVARI
MEDYA: ADANA ÇATALAN
Bir benzinlikte arabasının deposunu dolduran Ceren, takip edildiğinden habersiz bildiği adrese doğru ilerliyordu. Çevre yolundan Adnan Menderes Bulvarına doğru girerken cep telefonu çaldı.
"Efendim amcacığım."
"Merhaba prenses. Ne yaptın?"
"Alışverişi tamamladım. Menderes Bulvarı güzergâhı üzerinden geliyorum."
"Bu iyi. Buraya gelmen ne kadar sürer?"
"Ben yirmi dakika sonra orada olurum."
"Biz yengenle evin yakınındaki koruluktayız. Sen gelmeden önce evde olmaya çalışırız."
"Yürüyüşe mi çıktınız? Anahtarım var amca siz beni düşünmeyin, keyfinize bakın."
"Evet yürüyüşteyiz. Anahtarın olduğunu unutmuşum. O halde yürüyüşü biraz uzatmamızın sakıncası yok."
"Evet, amcacığım, acele etmenize gerek yok. Siz dönene kadar ben eşyaları yerleştiririm, hatta çay bile demlerim."
Az sonra olacaklardan habersiz neşeyle gülümsüyordu, telefonunu keyifle kapattı. Biraz ilerledikten sonra yol üzerinde gördüğü çiçekçinin yanında durdu. Çiçek satan yaşlı amcanın yanına gelip; "Leylak var mı amca?" diye sordu.
"Var kızım."
Yengesini pek fazla tanımıyordu ama onun en sevdiği çiçeğin leylak olduğunu öğrenmişti. Çiçekçiyi görünce bu güzel ayrıntıyı hatırlamış, yengesine güzel bir jest yapmaya karar vermişti.
Leylaklar küçük süslü sepetin içinde o kadar güzel görünüyordu ki hiç bozmak istemiyordu. Olduğu gibi almak istediğini söyleyince neyse ki yaşlı amca itiraz etmemişti.
Süslü çiçek sepetini arabasının yan koltuğuna dikkatlice yerleştirdi. Yaşlı amca en son olarak sepetin üzerine nazar boncuklu kırmızı bir kurdele de takmıştı. Hayranlıkla baktığı leylaklarla dolu bu güzel sepeti, yengesinin de beğenmesini ümit ederek yola çıktı.
Menderes Bulvarının güzelliklerini izleyerek yoluna yavaşça devam ediyordu. Biraz geç olsa da Çatalan yoluna girmişti. Yol sakin olduğu için amcasının villasına varması uzun sürmedi. Park ettiği arabasından eşyaların bir kısmını aldı ve evin girişi yerine diğer tarafta bulunan mutfak kapısına doğru ilerledi.
Sürgülü kapının kilitli olduğunu anlayınca elindeki eşyaları yere bıraktı. Küçük çantasında anahtarı ararken duyduğu tok sesle olduğu yere kalakaldı.
"Yardım etmemi ister misin?"
VE BÖLÜM SONU 😍
BÖLÜMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZİ BURAYA YAZARSANIZ SEVİNİRİM. 😍
BİR SONRAKİ BÖLÜMÜN FRAGMANI 😄
Seyhan başını iki yana salladı. Bu böyle olmayacaktı. Kapının önünde inatla direnen genç kızı kolundan tutup kucağına aldı.
"Ayy! Ne yapıyorsun?"
"Bu mis gibi havanın güzelliğinin tadı, bol köpüklü bir Türk kahvesiyle çıkar. Bunun için de içeri girmeliyiz, değil mi küçük hanım?" derken genç kızı kapıdan uzaklaştırdı.
Korumalar da en az kucağındaki kız kadar şaşkınlıkla Seyhan'a bakıyorlardı. Seyhan'sa daha fazla oyalanmadan eve girmek istiyordu.
"Hadi Cafer göster maharetini, aç şu kapıyı."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro