BÖLÜM 9
Sonraki on beş gün içerisinde çok fazla olay oldu.
U Po Kyin ve Dr. Veraswami arasındaki düşmanlık şimdi tam olarak ortaya çıkmıştı. Bütün kasaba iki kampa bölünmüştü. Yargıçlardan pazar çöpçülerine kadar her bir yerli, ya bir yanı ya da ötekini destekliyordu ve hepsi de zamanı geldiğinde yalancı tanıklık yapmaya hazırdı. Ama Doktor'un yandaşlarının sayısı çok daha azdı ve bunlar yeteri kadar yaralayıcı olamıyorlardı. Burmalı Vatansever'in editörü bölücülük ve isyan suçlarından mahkemeye verilmiş, kefalet reddedilmişti. Tutuklanması Rangoon'da küçük bir ayaklanmaya neden oldu. Polis ayaklananlardan yalnızca bir kişiyi öldürerek ayaklanmayı bastırdı. Hapishanede editör açlık grevine başladı, ama altı saat sonra direnci kırıldı.
Kyauktada'da da olaylar oluyordu. Nga Shwe O adında bir Dakoit gizemli bir şekilde hapishaneden kaçtı. Bölgede bir yerli ayaklanmasıyla ilgili söylentiler alıp yürüdü - henüz çok bulanık söylentilerdi bunlar. Ayaklanmanın merkezi olarak MaxwelTin tik ağacı kestiği kamptan çok uzak olmayan Thongwa adında bir köyden söz ediliyordu. Birdenbire ortaya bir weiksa, yani büyücünün çıktığı, İngiliz gücünün yıkılacağını haber verdiği ve kurşun geçirmez yelekler dağıttığı söyleniyordu. Mr. Macgregor söylentileri pek ciddiye almıyordu, ama askeri polisten destek güç istedi. Yakında bir İngiliz subay komutasında Hintli bir piyade birliğinin gönderileceği söylendi. Westfield sorun çıkabileceği umuduyla tehlikeyi duyar duymaz hemen Thongwa'ya yola çıktı elbette.
"Tanrım, bir kerecik cesaretlerini toplayıp adam gibi isyan etseler!" diyordu Ellis'e yola çıkmadan önce. "Ama her zamanki gibi berbat bitecek. Bu isyancılarla hep aynı hikâye - neredeyse daha başlamadan tükeniyorlar. İnanır mısın, şimdiye kadar tek bir kişiye ateş etmedim, bir Dakoit'e bile. Savaşı da sayarsan on bir yıl oldu ve ben tek bir kişi bile öldürmedim. Ne kadar sıkıcı bir durum değil mi?"
"Ya, öyle," dedi Ellis, "ama inlerinden çıkmasalar bile sen onların çete reislerini yakalayıp merkezde bir temiz sopalayabilirsin yine de. Artık çocuk yuvasına benzeyen hapishanelerde onları şımartmaktan daha iyi böylesi."
"Hımm, belki. Ama bu günlerde artık böyle şeyler yapılamıyor. Bütün şu yumuşak yasalar var ya, onlara uymak zorundayım sanırım. Eğer bunları çıkaracak kadar salak olduysak şimdi de..."
"Of, yasaların canı cehenneme. Burmalıları etkilemenin tek yolu bambularla bir temiz sopalamak. Kırbaçlandıktan sonra ne hale geldiklerini gördün mü? Ben gördüm. Katır arabalarında hapishaneden dışarı taşınırken avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı; kadınlar sırtlarına ezilmiş muzlar yapıştırıyordu. İşte bu onların anladığı bir şey. Bana kalsaydı Türkler gibi ayak tabanlarına basardım sopayı."
"Ah. neyse. Umalım da bir kerecik olsun biraz dövüşecek kadar cesaret göstersinler. O zaman tüfeklerini alıp gelmeleri için askeri polise haber veririz. Birkaç düzinesini zımbalamak havayı temizler."
Ama beklenen fırsat çıkmadı. Westfield ve Thongwa'ya giderken yanına aldığı bir düzine polis memuru -kukriTerini birinin üzerinde kullanmak için can atan neşeli, yuvarlak yüzlü gurkha gençleri- bölgeyi üzüntü verici ölçüde barış içinde buldular. Hiçbir yerde isyanın hayaleti bile yoktu; yalnızca köylülerin vergilerini ödememek için muson rüzgârları kadar düzenli bir şekilde yaptıkları yıllık direniş girişimiyle karşılaşmışlardı.
Hava giderek daha da ısınıyordu. Elizabeth sıcaklardan ilk kez isilik oldu. Kulüpte neredeyse hiç tenis oynanmaz olmuştu; uyuşuk bir el oynadıktan sonra insanlar koltuklara yığılıp ılık limonata bardaklarını tepeye dikiyorlardı - ılıktı, çünkü buz Mandalay'dan haftada iki kere geliyor ve geldikten yirmi dört saat sonra erimiş oluyordu. Orman yangınları doruğa ulaşmıştı. Burmalı kadınlar çocuklarını güneşten korumak için yüzlerine sarı bir krem sürdüklerinden bütün çocuklar küçük Afrikalı büyücülere benzemişlerdi. Yeşil güvercin sürüleri ve ördek kadar kocaman güvercinler pazar yolundaki peepul ağaçlarının meyvelerini yemeye geliyorlardı.
Bu arada Flory, Ma Hla May'i evinden atmıştı.
Çok pis, belalı bir işti bu! Uygun bir gerekçesi vardı - kız onun altın sigaralığını çalmış, pazarda bakkallık ve rehinecilikyapan Çinli La Yeik'e verip borç para almıştı -ama yine de bu yalnızca bir bahaneydi. Aslında Flory'nin Elizabeth yüzünden ondan kurtulmaya çalıştığını Ma Hla May de, hizmetçiler de çok iyi biliyorlardı. Ma Hla May'in deyişiyle 'boyalı saçlı Ingaleikma' yüzünden.
Ma Hla May başlangıçta olay yaratmadı. Flory ona yüz rupilik bir çek yazdığında -Li Yeik ya da pazardaki Hintli chetty çeki bozardı- ve evden çıkarıldığını söylediğinde asık bir suratla söylenenleri dinledi. Flory ondan daha çok utanıyordu; kızın yüzüne bakamıyordu, sesi kısık ve suçluydu. Katır arabası kızın eşyalarını almaya geldiğinde odasına kapandı, her şey bitene kadar ortalıktan kaybolacaktı.
Yoldan araba tekerleklerinin gıcırtısı ve adamların bağırışları duyuldu; sonra birden kulak tırmalayıcı korkunç çığlıklar geldi. Flory dışarı çıktı. Hepsi güneşli kapının önünde itişip kakışıyorlardı. Ma Hla May kapıyı sımsıkı yakalamıştı, Ko S'la onu dışarı atmaya çalışıyordu. Kız öfke ve umutsuzluk dolu yüzünü Flory'den yana çevirmiş "Thakin! Thakin!" diye bağırıyordu. Kızı evinden attktan sonra bile kendisine thakin dediğini duymak Flory'yi çok yaraladı.
"Ne oluyor?" diye sordu.
Ma Hla Mayve Ma Yi bir takma saç tokası yüzünden birbirlerine girmişlerdi. Flory tokayı Ma Yi'ye verdi, Ma Hla May'e de tokanın yerine iki rupi uzattı. Sonra araba sallanarak yola çıktı. Ma Hla May iki hasır bavulunun yanında dimdik ve somurtkan bir şekilde oturmuş, dizlerinde yatan kedi yavrusunu okşuyordu. Flory ona bu kedi yavrusunu hediye edeli daha iki ay olmuştu.
Uzun zamandır Ma Hla May'in gitmesini isteyen Ko S'la olanlardan çok da memnun olmuşa benzemiyordu. Efendisinin kiliseye -ya da onun deyişiyle 'İngiliz pagodası'na- gideceğini öğrenince daha da az memnun oldu. Pederin geleceği pazar günü Flory hâlâ Kyauktada'daydı ve ötekilerle birlikte kiliseye gitti. Mr. Francis, Mr. Samuel ve altı yerli Hıristiyan'la birlikte on iki kişilik bir cemaat toplanmıştı. Mrs. Lackersteen tek pedallı küçük bir orgda 'Bana Katıl' ilahisini çaldı. Flory cenaze törenleri dışında on yıldır ilk kez kiliseye gidiyordu. Ko S'la'nın İngiliz pagodasında yapılanlar konusundaki düşünceleri aşırı bulanıktı; ama kiliseye gitmenin saygınlığı belirttiğini biliyordu - bekârların yanında çalışan bütün hizmetkârlar gibi o da saygınlıktan iliklerine kadar nefret ederdi.
"Bela geliyor," dedi öteki hizmetkârlara umutsuzca. "Son on gündür onu (Flory'yi demek istiyordu) izliyorum. Sigaralarını günde on beşe indirdi, kahvaltıdan önce cin içmeyi bıraktı, her akşam tıraş oluyor - bir de benim anlamadığımı sanıyor, aptal. Yarım düzine yeni ipek gömlek ısmarladı! Onları zamanında bitirtebilmek için dirzi'nin ona bahincut demesini dinlemek zorunda kaldım. Kötü işaretler bunlar! Üç ay daha veriyorum, sonra evin huzuruna güle güle diyeceğiz!"
"Ne, evleniyor mu yoksa?" diye sordu Ba Pe.
"Kesinlikle. Ne zaman bir beyaz adam İngiliz pagodasına gitmeye başlasa bu sonun başlangıcıdır diyebilirsin."
"Benim hayatımda çok fazla efendim oldu," dedi yaşlı Sammy. "En kötüsü Sahip Albay Wimpole'dü. Çok fazla muz kızartması yaptığımı düşündüğünde emir erine beni masaya yatırtır, arkamdan koşarak gelip kocaman botlarıyla tekmelerdi. Başka zamanlar, sarhoş olduğunda tüfeğiyle hizmetçilerin bölmesine ateş ederdi; kurşunlar kafalarımızın üstünden geçerdi. Ama kit-kit meraklısı bir memsahip'e hizmet etmektense Sahip Albay Wimpole'ün yanında on yıl bile çalışırım. Eğer efendimiz evlenirse o gün buradan ayrılırım."
"Ben ayrılmam, çünkü on beş yıldır ona hizmet ediyorum. Ama o kadın geldiğinde bizi nelerin beklediğini biliyorum. Mobilyaların üzerindeki lekeler için bize bağıracak, öğleden sonraları ona çay taşımamız için bizi uykumuzdan uyandıracak, günün her saatinde mutfağa gelip işlere burnunu sokacak, pis tencerelerden ve un çuvalındaki hamamböceklerinden dert yanacak. Bana kalırsa bu kadınlar geceleri uyumayıp hizmetçilerine işkence yapmak için yeni yollar düşünüyorlar."
"Küçük kırmızı bir defter tutuyorlar," dedi Sammy, "içine pazarda harcanan paraları yazıyorlar. Şuna iki arına, buna dört arına. Böyle yapıyorlar ki insan bir lokmacık da kendine ayıramasın. Bir soğanın fiyatı için bir sahibin beş rupi için yapacağından daha fazla kit-kit yapıyorlar."
"Ah, bilmez miyim! Ma Hla May'den bile daha kötü olacak. Kadınlar!" diye ekledi Ko S'la anlamlı bir şekilde içini çekerek.
Aralarında Ma Pu ve Ma Yi de olmak üzere ötekilerin hepsi onunla birlikte içlerini çektiler. Hiç kimse Ko Şia'nın sözlerini kendi üzerine almamıştı. İngiliz kadınları ayrı bir ırk olarak görüyorlardı, hatta insan olarak gördükleri bile kuşkuluydu. Ve gözlerine öyle korkunç görünüyordu ki bir İngiliz erkeğin evlenmesi genelde evdeki bütün hizmetçilerin, hatta yıllardır onunla birlikte olanların bile kaçması için bir işaret anlamına geliyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro