BÖLÜM 21
Ey Doğu rüzgârı, ne zaman eseceksin ki yağmur yeryüzüne insin? Haziranın biriydi, genel toplantı günü gelmişti ve henüz bir damla bile yağmur yağmamıştı. Flory kulüp yolundan yukarı çıkarken şapkasının kenarına çarpan güneş ışıkları hâlâ ensesini kızartacak kadar yakıcıydı. Patika boyunca sendeleyerek yürüyen mali'nin göğüs kasları terden kayganlaşmıştı. Omzunda bir sopaya takılı iki teneke su taşıyordu. Flory'ye selam vermek için tenekeleri yere bıraktığında biraz su taştı, sıska, kahverengi ayaklarını ıslattı.
"Söyle bakalım mali, yağmur geliyor mu?"
Adam batıya doğru anlaşılmaz bir işaret yaptı. "Tepeler yağmuru yakaladılar sahip."
Kyauktada tepelerle neredeyse çepeçevre kuşatılmıştı. İlk yağmurları bu tepeler aldığı için neredeyse haziran sonuna kadar aşağı hiç yağmur düşmezdi. Çiçek tarhlarının toprağı çapalanınca iri, şekilsiz topaklarla dolmuştu, asfalt kadar sert ve gri görünüyordu. Flory lobiye girdiğinde Westfield'in verandada durmuş nehrin yakınında toplanan kuşları seyrettiğini gördü. Verandanın dibinde chokra güneşin altında sırtüstü yatmış punkah halatını ayağıyla indirip kaldırırken geniş bir muz yaprağıyla yüzüne gölge yapıyordu.
"Selam Flory! Zayıflıktan sopaya dönmüşsün."
"Sen de öyle."
"Hıı, evet. Berbat hava. İnsanda içkiden başka hiçbir şeye istek bırakmıyor. İsa aşkına, sis çöktüğünde ne hiçim mutlu olacağım. Haydi ötekiler gelmeden bir yudum bir şey içelim. Kâhya!"
"Toplantıya kimler geliyor biliyor musun?" diye sordu Flory Kâhya viski ve ılık sodayla içeri girdi.
"Bütün herkes sanırım. Lackersteen üç gün önce kamptan geri döndü. Tanrım, adam karısından ayrı kalınca hayatını yaşıyor! Benim müfettişim onun kampında neler döndüğünü anlatıyordu. Fahişelerin sayısı belirsizmiş. Bunları Kyauktada'dan özel olarak getirtmiş olmalı. Yaşlı karısı kulüp faturalarını görünce kıyamet kopacak. İki hafta içinde kulüpten onun kampına on bir şişe viski gönderilmiş."
"Genç Verrall geliyor mu?"
"Hayır, o yalnızca geçici üye. Zaten buraya gelmeye zahmet etmez o velet. Maxwell de olmayacak. Henüz kampı bırakacak durumda olmadığını söylüyor. Eğer bir oylama yapılacak olursa kendi yerine Ellis'in oy vermesi için haber gönderdi. Aslında ben oylanacak bir şey olduğunu da sanmıyorum ya." Yan yan Flory'ye bakıyordu çünkü ikisi de bu konuda geçenlerde yaptıkları tartışmayı hatırlamışlardı.
"Sanırım bu Macgregor'a bağlı."
"Demek istiyorum ki Macgregor şu yerli bir üye seçme saçmalığını bir yana bırakmıştır herhalde. Tam şimdi hiç sırası değil. İsyanın üzerinden daha çok az zaman geçti."
"Bu arada neymiş bu isyan meselesi?" dedi Flory. Henüz Doktor'un seçilmesiyle ilgili tartışmayı başlatmak istemiyordu. Nasıl olsa sorun çıkacaktı, birkaç dakika daha geç çıkmasından bir zarar gelmezdi. "Yeni haberler var mı? Sence bir kere daha denerler mi?"
"Hayır. Korkarım her şey bitti. Ödlekler yine inlerine kaçıştılar. Bütün bölge bir kızlar okulu kadar sessiz. Çok büyük hayal kırıklığı oldu."
Flory'nin kalbi bir an duracakmış gibi oldu. Yan odada Elizabeth'in sesini duymuştu. O anda arkasında Ellis ve Mrs. Lackersteen ile birlikte Mr. Macgregor içeri girdi. Böylece kota tamamlanmış oldu çünkü kulübün kadın üyelerinin oy hakkı yoktu. Mr. Macgregor ipek bir takım elbise giymişti, kolunun altında kulübün hesap defterlerini taşıyordu. Bir kulüp toplantısı gibi önemsiz bir işe bile yarı resmi bir hava vermeyi başarıyordu.
"Görünüşe bakılırsa hepimiz burada olduğumuza göre," dedi her zamanki selamlaşmalardan sonra, "işe koyulalım mı?"
"Yürü bakalım Macduff," dedi Westfield yerine otururken.
"İsa aşkına birisi kâhyayı çağırsın," dedi Mr. Lackersteen. "Bizim hanımın benim seslendiğimi duymasından korkuyorum."
"Gündemimize geçmeden önce," diye söze başladı Mr. Macgregor. Onun dışında herkes birer içki aldı. "Sanırım yarı yılın hesaplarının üzerinden geçmek istersiniz."
Bunu özellikle istemiyorlardı, ama böyle şeylerden çok hoşlanan Mr. Macgregor hesapları bütün ayrıntılarıyla açıkladı. Flory'nin aklı başka yerdeydi. Biraz sonra büyük bir tartışma olacaktı - of, ne çetin bir tartışma olacaktı bu! Sonunda Doktor'un üyeliğini önermeye karar verdiğini anladıklarında hepsi çok öfkeleneceklerdi. Üstelik Elizabeth de bitişik odadaydı. Kavga başladığında gürültü onun kulağına gitmesin diye dua ediyordu Flory. Ötekilerin ona sataştıklarını görünce kız onu her zamankinden de daha aşağılık bulacaktı. Acaba bu akşam onu görür müydü? Onunla konuşur muydu? Çeyrek mil boyunca ışıklar saçan nehre dikti gözlerini. Karşı yakada bir grup adam toplanmıştı. İçlerinden biri yeşil bir gaungbaung giymişti. Bir salın başında bekliyordu. Nehrin üzerinde, kıyının yakınında devasa, kaba saba bir Hint mavnası sert akıntıya karşı korkunç yavaş bir şekilde ilerlemeye çabalıyordu. Her vuruşta sıska Dravidianlardan oluşan on kürekçi öne eğilip ilkel, uzun küreklerinin yürek biçimli uçlarını suya batırıyorlardı. Sıska bedenler geriliyor, küreklere asılıyor, kıvranıyor, sonra siyah kauçuktan yapılmış yaratıklar gibi acı içinde zorlanarak doğruluyor ve bu hareketleriyle ağır tekneyi bir-iki yarda ilerletmiş oluyorlardı. Sonra kürekçiler hızla ileri atılıyor, akıntı tekneyi yeniden yakalamadan önce soluk soluğa küreklerini suya daldırmaya çalışıyorlardı.
"Ve şimdi," dedi Mr. Macgregor daha ciddi bir sesle, "gündemin ana maddesine geldik. Bu elbette şu tatsız konuyla ilgili. Korkarım bu kulübe yerli bir üye seçme sorunuyla yüzleşmek zorundayız. Bu konuyu daha önce tartıştığımızda..."
"Canı cehenneme!"
Sözünü kesen Ellis'ti. Öyle heyecanlıydı ki ayağa fırlamıştı.
"Canı cehenneme! Yeniden şu konuya girmeyeceğiz herhalde, öyle değil mi? Bütün olan bitenlerden sonra kulübe lanet olası bir karayı üye yapmayı mı tartışacağız bir de! Aman Tanrım, Flory bile artık bundan vazgeçmiştir! "
"Dostumuz Ellis şaşırmış görünüyor. Sanırım bu konu daha önce de tartışılmıştı."
"Tartışıldı elbette lanet olası konu! Ve hepimiz ne düşündüğümüzü söyledik, Tanrı aşkına..."
"Eğer dostumuz Ellis birkaç dakika için yerine oturursa..." dedi Mr. Macgregor hoşgörülü bir sesle.
Ellis kendisini koltuğuna atarken "Tam bir saçmalık bu!" diye bağırıyordu. Flory nehrin öte yakasındaki Burmakların yükleme yaptıklarını görebiliyordu. Uzun, tuhaf biçimli bir yığını salın üzerine yerleştiriyorlardı. Mr. Mac-gregor önündeki kâğıt yığınından bir mektup çıkardı.
"Belki de bu sorunun ilk kez nasıl ortaya çıktığını açıklasam iyi olacak. Komisyon bana hükümetin bir genelge gönderdiğini söyledi. Burada yerli üyesi olmayan kulüplerin en azından bir yerli üye kabul etmeleri öneriliyor; yani otomatik olarak üye kabul edilmesi. Genelgede diyor ki... ah evet! İşte burada: 'Yüksek konumlu yerli memurlara toplumsal engeller çıkarmak yanlış bir politikadır.' Bu düşünceye kesinlikle karşı olduğumu söyleyebilirim. Kuşkusuz hepimiz karşıyız. Hükümetin işlerini doğrudan yürüten bizler olaylara şu - şey - bize yukardan emir veren politikacılardan daha farklı bir gözle bakıyoruz. Komisyon da benimle aynı görüşte. Bununla birlikte..."
"Ama bunların hepsi lanet olası saçmalıklar!" diye atladı Ellis. "Bunun komisyonla ya da başka biriyle ne ilgisi var? Kendi lanet olası kulübümüzde canımız ne isterse yapabiliriz herhalde. Görev başında olmadığımız zamanlarda bize ne yapacağımızı söylemeye hakları yok."
"Sakin ol," dedi Westfield.
"Sözü ağzımdan aldın. Ben de komisyona konuyu öteki üyelerle konuşmam gerektiğini söyledim. Bize şöyle bir yol öneriyor. Eğer bu düşünce kulüpte destek görürse yerli bir üye almamızın daha iyi olacağını düşünüyor. Öte yandan, eğer bütün kulüp buna karşıysa konu kapanabilir. Yani herkes aynı görüşteyse."
"Pekâlâ, herkes aynı görüşte elbette," dedi Ellis.
"Yani," diye söze karıştı Westfield, "bizim burada onları isteyip istemememize mi bağlı olduğunu söylemek istiyorsun?"
"Sanırım söylediklerinin bu anlama geldiğini düşünebiliriz."
"İyi öyleyse, hepimizin buna karşı olduğunu söyleyelim bitsin."
"Ve de bunu adam gibi söyleyelim Tanrı aşkına. Yumruğu masaya indirip bu konuyu bir daha açılmamak
üzere kapatalım."
"Dinleyin, dinleyin!" dedi Mr. Lackersteen hırçın bir sesle. "Kara paçavraları buradan uzak tutacağız. Esprit de corps gerekiyor."
Mr. Lackersteen buna benzer durumlarda her zaman sağlam duygulara seslenirdi. Yüreğinin derinlerinde İngiliz Raj'ı umurunda bile değildi ve bir Doğuluyla içki içerken bir beyaz adamla içki içerken olduğu kadar mutlu olurdu; ama ne zaman biri saygısız hizmetkârları sopalamaktan ya da milliyetçileri kızgın yağa atmaktan söz etse "Dinleyin, dinleyin!" diye bağırıp çağırmaya da her zaman hazırdı. İçkiye ve başka birkaç şeye biraz düşkün olmasına rağmen her zaman vatanına sadık kalmış olmakla gurur duyardı. Kendine böyle saygı duyabiliyordu. Mr. Macgregorbelli etmese de herkesin aynı görüşte olmasından rahatlamıştı. Eğer bir Doğulu üye alınacak olsaydı bunun Dr. Veraswami olması gerekiyordu. Ama Nga Shwe O'nun kuşku uyandırıcı bir şekilde hapisten kaçmasından sonra Doktor'a derin bir güvensizlik duymaya başlamıştı.
"Öyleyse herkesin aynı görüşte olduğunu mu kabul ediyoruz?" dedi. "Eğer böyleyse komisyona haber vereceğim. Yoksa seçilecek adayın kim olacağını tartışmaya başlamamız gerek."
Flory ayağa kalktı. Söylemesi gerekenleri söyleyecekti. Yüreği boğazına kadar yükselmiş de onu boğuyormuş gibi hissediyordu. Mr. Macgregor'un söylediklerinden Doktor'un seçilmesini sağlamak için tek bir söz söylemesinin yeteceği açıktı. Ama ah, ne sıkıcı, ne rahatsız edici bir şeydi bu! Cehenneme yaraşır bir kargaşa kopacaktı birazdan! Doktor'a o sözü hiç vermemiş olmayı ne kadar isterdi şimdi! Ama yapacak bir şey yoktu, söz vermişti bir kere, geri dönemezdi. Daha kısacık bir zaman önce tam bir pukka sahip gibi bu sözünden kolayca dönebilirdi! Ama şimdi değil. Bu işi sonuna kadar götürmek zorundaydı. Doğum lekesini ötekilerden gizlemek için hafifçe yan döndü. Şimdiden sesinin donuk ve suçlu çıkacağını hissedebiliyordu.
"Dostumuz Flory'nin bir önerisi var galiba?"
"Evet, Dr. Veraswami'nin bu kulübe üye kabul edilmesini öneriyorum."
Öteki üçünden öyle bir öfke çığlığı yükseldi ki Mr. Macgregor'un masaya sertçe vurup yan odada bayanların oturduğunu hatırlatması gerekti. Ellis bunu umursamadı bile. Yeniden ayağa fırlamıştı. Burnunun etrafı mosmor olmuştu. Flory ile ikisi yumruklaşmaya başlayacakmış gibi birbirlerine bakıyorlardı.
"Seni lanet olası süprüntü, şimdi bu söylediğini geri alacak mısın?"
"Hayır, almayacağım."
"Seni yağlı domuz! Seni zenci dostu sapık! Seni sürüngen, aşağılık... kahrolası piç!"
"Sessiz olun!" diye bağırdı Mr. Macgregor.
"Ama şuna bakın, şuna bakın!" diye bağırdı Ellis neredeyse gözyaşları içinde. "Şiş göbek bir kara yüzünden bize ihanet ediyor! Ona söylediğimiz bunca şeyden sonra hem de! Tek yapmamız gereken şey birlik olmaktı, böylece o sarımsak kokuluları sonsuza kadar kulübümüzden uzak tutabilecektik. Aman Tanrım, aramızdan birinin böyle davranması sizin de midenizi bulandırmıyor mu?"
"Söylediklerini geri al dostum!" dedi Westfield. "Bu kadar saçma sapan bir aptallık yapma Flory!"
"Buna tam olarak Bolşeviklik denir, lanet olsun!" dedi Mr. Lackersteen.
"Sizin sözlerinizin umurumda olduğunu mu sanıyorsunuz? Bu işe burnunuzu sokmayın. Karar verecek olan Macgregor."
"Öyleyse sen - vay - kararına bağlı kalıyorsun, öyle mi?" dedi Mr. Macgregor karamsar bir sesle.
"Evet."
Mr. Macgregor için çekti. "Çok yazık! Peki, sanırım
bu durumda başka seçeneğim kalmıyor..."
"Hayır, hayır, hayır!" diye bağıran Ellis öfkesinden olduğu yerde dans eder gibiydi. "Ona boyun eğme! Oylama yapalım. Eğer bu it oğlu it de bizler gibi siyah top atmazsa her şeyden önce onu kulüpten atarız ve sonra... tamam işte! Kâhya!"
"Sahip!" dedi kapıda beliren kâhya.
"Oy sandığını ve topları getir. Şimdi toz ol!" diye kabaca ekledi kâhya istediklerini yaptıktan sonra.
Hava çok ağırlaşmıştı; bir nedenle punkah çalışmaz olmuştu. Mr. Macgregor onaylamadığını ama adaletli bir insan olduğunu gösteren bir ifadeyle ayağa kalktı, oy sandığından içlerinde siyah ve beyaz toplar olan iki çekmece çıkardı.
"Kurallara uygun davranmalıyız. Mr. Flory sivil cerrah Dr. Veraswami'nin bu kulübe üye kabul edilmesini öneriyor. Benim görüşüme göre büyük bir yanlış yapıyor-; bununla birlikte... meseleyi oylamaya koymadan önce..."
"Ay, neden bunun için bu kadar tören yapıyoruz?" dedi Ellis. "İşte benim oyum, bu da Maxwell için." Kutuya iki siyah top attı. Sonra birden öfke nöbetine kapılıp beyaz topların olduğu çekmeceyi kaptığı gibi yere fırlattı. Toplar her yöne yuvarlandılar. "İşte. Eğer bunlardan birini kullanmak istiyorsan al bakalım."
"Seni lanet olası aptal! Bu yaptığının ne işe yarayacağını sanıyorsun?"
''Sahip!''
Hepsi irkildiler, çevrelerine bakındılar. Yukarı tırmanan chokra gözlerini kocaman açmış, veranda parmaklıklarının arasından onlara bakıyordu. Sıska kollarından biriyle parmaklığı yakalamıştı, ötekiyle nehri işaret ediyordu .
"Sahip! Sahip!"
"Ne oluyor?" dedi Westfield.
Hepsi pencereye gittiler. Flory'nin nehrin karşı yakasında gördüğü sal şimdi karşıya geçmiş, çayırın dibine gelmişti. Çalılara tutunan bir adam salı dengede tutmaya çalışıyordu. Yeşil gaungbaung'lu Burmalı saldan yukarı tırmanıyordu.
"Bu MaxwelFin orman bekçilerinden biri!" dedi Ellis çok farklı bir sesle. "Tanrım! Bir şey olmuş olmalı!"
Orman bekçisi Mr. Macgregor'u görünce düşünceli bir şekilde aceleyle eğilip selam verdi ve sala geri döndü. Öteki dört köylü onun arkasından tırmandılar ve Flory' nin uzaktan gördüğü garip çıkını zorlukla kıyıya çıkardılar. Yaklaşık iki metre boyunda, mumya gibi kumaşlara sarılmış bir yığındı bu. Herkesin içinde bir şeyler kıpırdadı. Orman bekçisi verandaya baktı, oraya çıkacak bir yol olmadığını anlayınca köylüleri kulübün çevresini dolanan patikaya götürdü. Yüklerini bir tabut taşıyan cenaze taşıyıcıları gibi omuzlarına kaldırdılar. Kâhya yeniden lobiye gelmişti, onun yüzü bile solgundu.
"Kâhya!" dedi Mr. Macgregorkeskin bir sesle.
"Efendim!"
"Çabuk git, oyun odasının kapısını kapat. Orası kapalı kalacak. MemsahipXexm bunu görmemesi gerek."
"Evet, efendim!"
Burmalılar omuzlarındaki yükleriyle ağır ağır kapıya geldiler. İçeri girdiklerinde önde yürüyen adam tökezledi, düşecekmiş gibi oldu; yerlere saçılmış beyaz toplardan birine basmıştı. Burmalılar diz çöküp yüklerini yere bıraktılar ve garip, saygılı bir havayla, başlarını hafifçe eğmiş, ellerini önlerinde kavuşturmuş olarak beklemeye başladılar. Westfield dizüstü çöküp kumaşı açtı.
"İsa aşkına! Şuna bakın!" dedi, ama çok şaşırmamıştı. "Şu zavallıya bakın bir!"
Mr. Lackersteen odanın öteki ucuna çekilmiş burnundan gelen bir sesle mızmızlanıyordu. Yığının sahile çıkarıldığı andan başlayarak herkes bunun içinde ne olduğunu anlamıştı. Maxwell'in cesediydi bu. Vurup öldürdüğü adamın iki akrabası tarafından dahi arla paramparça edilmişti.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro