BÖLÜM 20
Ertesi sabah Kyauktada'da büyük bir heyecan vardı, çünkü uzun süredir söylentileri dolaşan isyan sonunda patlamıştı. Flory o sırada bunun yalnızca bulanık bir şekilde farkına varabildi. Kendini içkiye verdiği geceden sonra yürüyebilecek kadar iyi olduğunu hisseder hissetmez kampa geri dönmüştü ve isyanın gerçek öyküsünü ancak günler sonra Veraswami'den aldığı uzun ve öfkeli bir mektuptan öğrenebildi.
Doktor'un yazı üslubu garipti. Sözdizimi titrekti, büyük harf kullanımında bir on yedinci yüzyıl din adamı kadar özgürdü, italik kullanımında ancak Kraliçe Victoria onunla boy ölçüşebilirdi. Küçük ve yayık el yazısıyla tam sekiz sayfa doldurmuştu.
SEVGİLİ DOSTUM [diye başlıyordu mektup], - Timsahın hilelerinin olgunlaşmış olduğunu duymak sizi de çok üzecektir. İsyan -sözde isyan - başladı ve bitti. Ve ne yazık ki benim beklediğimden çok daha kanlı bir olay oldu.
Her şey benim size önceden anlattığım şekilde cereyan etti. Kyauktada'dan geri döndüğünüz gün U Po Kyin'in hizmetkârları ona, Kandırdığı zavallı, şanssız adamların Thongwa yakınındaki cangılda toplandıklarını bildirdiler. Aynı gece gizlice Polis Müfettişi U Lugale'e gitti. Tam bir Haydut olan bu adam yanına kendisi gibi on iki polis memuru aldı. Thongwa'ya ani bir saldırı düzenleyip isyancıları şaşırttılar. Cangılda harap bir kulübede toplanmış Yedi! İsyancı vardı. İsyan söylentileri duyan Mr. Maxwell de Tüfeğini yanına alıp oraya gitti, tam U Po Kyin ve polisler kulübeye saldırdıkları sırada onların yanına vardı. Ertesi sabah U Po Kyin'in çakalı ve pis işleriyle uğraşan adamı olan Ba Sein isyan konusunda olabildiğince Gürültü koparmak için emir aldı ve bunu yerine getirdi. Mr. Macgregor, Mr. Westfield ve Teğmen Verrall hep birlikte yanlarına tüfekli elli sepoy ve Sivil Polisleri alarak Thongwa'ya gittiler. Ama oraya vardıklarında tek buldukları şey köyün ortasındaki büyük tik ağacının dibine oturmuş havalı bir şekilde köylülere ders veren U Po Kyin oldu. Köylülerin hepsi korkuyla yerlere kapanmış, alınlarını yere yapıştırmış, sonsuza kadar Hükümete sadık kalacaklarına yemin ediyorlardı. İsyan çoktan bitmişti. U Po Kyin'in adamı olan ve sözde kâhin denilen sirk cambazı bilinmeyen bir yerlere gitmişti. Ama altı isyancı Yakalandılar. Böylece bu iş bitti.
Aynı zamanda size çok üzücü bir ölümü haber vermem gerekiyor. Sanırım Tüfeğini kullanmaya biraz aşırı hevesli olan Mr. Maxwell kaçmaya çalışan isyancılardan birine ateş edip karnından vurarak öldürdü. Sanırım köylüler bu yüzden Mr. Maxwell'e biraz kötü duygular besliyorlar. Ama yasal bakış açısından Mr. Maxwell için bir sorun yok çünkü bu adamların Hükümete isyan hazırlıkları içinde oldukları kuşkusuzdu.
Ah dostum, eminim bütün bunların benim için ne kadar korkunç sonuçları olabileceğini anlıyorsunuzdur! Sanırım U Po Kyin ve benim aramdaki Yarışta bunun ona nasıl bir üstünlük kazandırdığını görebilirsiniz. Bu timsahın zaferi. U Po Kyin şimdi bölgenin kahramanı oldu. Avrupalıların gözdesi. Mr. Ellis'in bile onun davranışını övdüğünü söylediler bana. Şimdi aslında yedi değil de iki Yüzü isyancı olduğu konusunda nasıl iğrenç bir Düzenbazlıkla yalanlar attığını, herkese silahını kapıp isyancıların üzerine koştuğunu anlattığını görebilseydiniz - aslında polis ve Mr. Maxwell sürünerek kulübeye yaklaşırken o güvenli bir uzaklıktan operasyonu yönetiyordu yalnızca - inanın bana bütün bunları gerçekten mide bulandırıcı bulurdunuz. Yüzsüzlüğünü olayların raporunu vermek için gönderdiği resmi mektubun başına "Sadık uyanıklığım ve korkusuz girişimim sayesinde" diye yazacak kadar ileri götürdü. Duyduğuma göre bütün bu yalanlar Yığınını olaylar olmadan günler önce yazıp hazırlamış. Bu İğrenç bir şey. Ve şimdi zaferinin Doruğundayken eline geçirdiği bütün yeni güçlerle yeniden bana saldıracağını düşünmek... vb. vb...
İsyancıların bütün silahları ele geçirildi. İzleyicileri onlara katıldıktan sonra Kyauktada üzerine yürümeye başlarken yanlarında taşıyacakları silahların listesi şöyleydi:
Madde, sol namlusu zedelenmiş bir kısa menzilli tüfek, üç yıl önce bir orman subayından çalınmış.
Madde, namluları demiryolundan çalınmış çinko borulardan yapılma altı ev yapımı tüfek. Bu silahlarla ateş etmek için tetiğe sokulan bir çivinin üzerine bir taşla vurulması gerekir.
Madde, otuz dokuz yirmilik fişek.
Madde, tik ağacından yapılmış on bir yalancı tüfek.
Madde, in terrorem ateşlenecek on bir büyük Çin havai fişeği.
Sonradan isyancılardan ikisi on beşer yıllık sürgün, üçü üçer yıl hapis ve yirmi beş kırbaç ve biri de iki yıl hapis cezası aldı.
Sefil isyanın son bulduğu o kadar açıktı ki Avrupalıların herhangi bir tehlike karşısında olduklarını hiç kimse düşünmüyordu, bu yüzden Maxwell korunmasız bir şekilde kampına geri döndü. Flory yağmurlar başlayana kadar kampta kalmayı amaçlıyordu, ya da en azından kulüpteki genel toplantıya kadar. Doktor'un seçilmesini önermek için orada olacağına söz vermişti; ama o sıralar düşünecek öyle sorunları vardı ki U Po Kyin ile Doktor arasındaki bütün o entrikalar midesini bulandırıyordu.
Haftalar ağır ağır geçti. Sıcak artık dayanılmaz olmuştu. Beklenen yağmur havayı ateşe vermiş gibiydi. Flory'nin sağlığı bozuktu, hiç durmadan çalışıyor, usta-başına bırakabileceği önemsiz işler için bile kaygılanıyor, kuli'leri, hatta hizmetkârlarını kendisinden nefret ettiriyordu. Günün her saatinde cin içiyordu, ama içki bile artık düşüncelerini dağıtamaz olmuştu. Verrall'in kollarındaki Elizabeth görüntüsü bir sinir ya da kulak ağrısı gibi onu bırakmıyordu. Her an bütün canlılığıyla ve iğrençliğiyle aklına gelip düşüncelerini dağıtabiliyor, uykusunun derinliklerinde onu rahatsız edebiliyor, ağzındaki yemeği çamura dönüştürebiliyordu. Zaman zaman yabani bir öfkeye kapılıyordu, hatta bir keresinde Ko S'la'ya vurmuştu. En kötüsü, hayal edilen sahnede gözünün önünde beliren ayrıntılardı - bunlar her zaman açık saçık ayrıntılar oluyordu. Ayrıntıları bu kadar kusursuz olarak hayal edebiliyor olması sanki düşündüklerinin doğruluğunu kanıtlıyor gibiydi.
Dünyada, hiçbir zaman sahip olamayacağınız bir kadını arzulamaktan daha aşağılık daha onursuz bir şey var mıdır? Bütün o haftalar boyunca Flory'nin aklında canice ya da açık saçık olmayan tek bir düşünce geçmemişti neredeyse. Bir zamanlar Elizabeth'e ruhsal, duygusal bir sevgi duyuyordu, gerçekten de onun okşamalarından çok duygudaşlığını istiyordu; şimdi onu kaybedince en aşağılık fiziksel arzularla kıvranmaya başlamıştı. Artık kızı tanıyamaz olmuştu. Şimdi onu açıkça, olduğu gibi -aptal, züppe, kalpsiz- görebiliyordu ve bu ona duyduğu arzuyu azaltmıyordu. Herhalde hiç kimseninkini de azaltmamıştır. Geceleri serin olsun diye çadırın dışına çekilmiş yatağında gözüne uyku girmeden yatıp uzaklarda zaman zaman duyulan ulumaları dinleyerek kadife gibi karanlığı seyrederken, beynini dolduran imgelerden dolayı kendinden nefret ediyordu. Kendisinden daha iyi olduğu için onu yenen birine gıpta etmek çok aşağılık bir duyguydu. Çünkü yalnızca gıpta ediyordu - buna kıskançlık demek bile yanlış olurdu. Kıskanmaya ne hakkı vardı? Onun için fazla genç, fazla güzel bir kıza kendisini teklif etmiş, kız da teklifini geri çevirmişti - haklı olarak. Layık olduğu davranışla karşılaşmıştı yalnızca. Üstelik bu kararın geri dönüşü de olamazdı; hiçbir şey onu yeniden genç kılamazdı ya da doğum lekesini silemez, on yıldır sürdürdüğü yalnız ve düşkün yaşamı geri alamazdı. Tek yapabildiği şey, kenarda durup kendisinden daha iyi bir adamın kızı almasını seyretmek ve ona gıpta etmekti, tıpkı - ama bu benzetmenin sözünü bile etmek olmazdı. Gıpta etmek korkunç bir şeydir. Bütün öteki acılardan farklıdır çünkü hiçbir şeyle örtülemez ve yüceltilip bir trajediye dönüştürülecek bir yanı da yoktur. Yalnızca acı verici olmaktan çok daha fazlasıdır, iğrençtir.
Peki ama kuşkulandığı şey doğru muydu? Verrall gerçekten Elizabeth'in sevgilisi olmuş muydu? Bunu bilmenin yolu yoktu, ama genelde böyle bir şeyin pek olasılığı yoktu, çünkü böyle olmuş olsaydı Kyauktada gibi bir yerde bunu gizlemek olanaksızdı. Ötekiler olmasa bile Mrs. Lackersteen bunu tahmin etmiş olurdu. Bununla birlikte kesin olan bir şey vardı; Verrall henüz evlenme teklifinde bulunmamıştı. Bir hafta geçti, iki hafta, üç hafta geçti; küçük bir Hindistan merkezinde üç hafta çok uzun bir zamandır. Verrall ve Elizabeth her akşam ata biniyor, her gece birlikte dans ediyorlardı; yine de Verrall henüz Lackersteen'lerin evine adımını atmamıştı. Elizabeth konusunda bitmez tükenmez dedikodular sürüyordu elbette. Kasabanın bütün Doğuluları Elizabeth'in Verrall'in metresi olduğuna kesin gözüyle bakıyorlardı. U Po Kyin'in versiyonu ise (ayrıntılarda yanılsa bile genellikle özünde haklı olurdu bu tür açıklamalarında) Elizabeth'in Flory'nin kapatmasıyken Verrall için onu terk ettiği, çünkü Verrall'in ona daha fazla para ödediğiydi. Ellis de Elizabeth hakkında Mr. Macgregor'u kıvrandıran hikâyeler uyduruyordu. Akraba olduğu için Mrs. Lackersteen bu dedikoduları duymadı, ama giderek sinirleri bozulmaya başlamıştı. Her akşam Elizabeth at gezisinden geldiğinde kapıda onu umutla karşılıyor, "Ah yengeciğim! Bir düşün!" demesini ve sonra da görkemli haberleri almayı bekliyordu. Ama haberler bir türlü gelmiyor ve Elizabeth'in yüzünü ne kadar dikkatle incelerse incelesin hiçbir anlam çıkaramıyordu.
Üç haftanın sonunda Mrs. Lackersteen önce sıkıldı, sonra epey öfkelendi. Kocasını kampta yalnız bırakmış olduğunu -ya da daha doğrusu orada yalnız olmadığını-düşünmek onu kaygılandırıyordu. Ne de olsa, onu kampa yalnız göndermesinin nedeni Elizabeth'in Verrall'le şansını denemesini sağlamaktı (elbette Mrs. Lackersteen bunu bu kadar kaba bir açık sözlülükle belirtmiyordu). Bir akşam kendi dolambaçlı anlatımıyla Elizabeth'e diskur çekmeye ve gözdağı vermeye çalıştı. Konuşma uzun aralarla iç çekerek yapılan bir monologdan oluşuyordu -çünkü Elizabeth tek bir yanıt vermiyordu.
Mrs. Lackersteen Tatler dergisindeki bir fotoğraftan yola çıkarak ortalıkta plaj pijamalarıyla dolaşan ve erkeklerin karşısında korkunç ucuz davranan şu hızlı, modern kızlar üzerine genel bir şeyler söyledi. Bir kız, dedi hiçbir zaman bir erkeğin karşısında kendini çok ucuzlatmamak; kızların kendilerini... - 'ucuz'un karşıtı 'pahalı'ydı ama nedense bu da kulağa pek doğru gelmiyordu, onun için Mrs. Lackersteen yaklaşımını değiştirdi. Elizabeth'e yakınlarda aldığı bir mektuptan söz etmeye girişti. Burada geçenlerde sözünü ettiği kızla ilgili yeni haberler vardı. Hani şu Burma'da bir süre kalan ve bütün evlenme tekliflerini geri çeviren o çok yoksul kızla ilgili. Kızın çektiği acılar yürek parçalayıcıydı ve bu da gösteriyordu ki bir kız evlenecek birini bulduğunda bu kim olursa olsun onunla evlendiği için mutlu olmalıydı. Görünüşe bakılırsa zavallı yoksul kız işini yitirmiş, uzun zamandır açlık çekiyormuş ve şimdi de ona inanılmaz kaba davranan korkunç bir aşçının yanında mutfak hizmetçiliği yapıyormuş. Mutfaktaki hamamböcekleri gerçekten inanılmaz büyüklükteymiş! Elizabeth de bunun korkunç bir şey olduğunu düşünmüyor muydu? Hamamböcekleri !
Mrs. Lackersteen hamamböcekleri konusunun etkisini iyice göstermesi için yeniden konuşmaya başlamadan önce bir süre sessiz kaldı.
"Yağmurlar başlayınca Mr. Verrall'in bizden ayrılacak olması ne kadar da acı. O olmayınca Kyauktada da çok boşalmış gibi görünecek!"
"Genelde yağmurlar ne zaman başlar?" diye sordu Elizabeth, elinden geldiğince kayıtsız bir sesle.
"Buralarda haziran başlarında. Şimdiden sonra bir-iki hafta kaldı. Ah canım, böyle şeyleri bir daha tekrarlamak saçma gibi görünüyor olabilir, ama o korkunç mutfakta, hamamböceklerinin arasında çalışmak zorunda kalan zavallı kızcağızı aklımdan çıkaramıyorum bir türlü!"
Akşamın sonraki saatlerinde hamamböcekleri Mrs. Lackersteen'in konuşmalarında kendilerini daha birçok kez gösterdiler. Ertesi gün önemsiz bir dedikoduyu aktaran birinin ses tonuyla konuşarak "Bu arada, sanırım Flory haziran başında Kyauktada'ya dönüyormuş," dedi. "Kulüpteki genel toplantıya katılacağını söylemişti. Belki bir akşam onu yemeğe davet edebiliriz."
Elizabeth'e leopar postunu getirdiğinden beri aralarında ilk kez Flory'nin adı geçiyordu. Haftalarca onu akıllarına bile getirmeyen iki kadının da düşünceleri yeniden ona dönüyordu.
Üç gün sonra Mrs. Lackersteen kocasına Kyauktada'ya dönmesi için haber gönderdi. Merkezde kısa bir tatil kazanacak kadar uzun zamandır kampta kalıyordu. Döndüğünde yüzü her zamankinden de kırmızıydı -güneş yanığı diye açıklamıştı- ve elleri öyle çok titriyordu ki, sigarasını bile yakamaz olmuştu neredeyse. Yine de o akşam bir manevrayla Mrs. Lackersteen'i evden uzaklaştırdıktan sonra Elizabeth'in yatak odasına girip ırzına geçmek için coşkulu bir girişimde bulunarak geri dönüşünü kutladı.
Bütün bu süre boyunca önemli sayılabilecek hiç kimse tarafından bilinmeyen başka bir kışkırtma hareketi başlamıştı. Belki de 'weiksa' (şimdi oralardan çok uzakta, Martaban'daki cahil köylülere madenleri altına çevirecek tılsımlı taşı satmakla uğraşıyordu) görevini amaçladığından daha iyi başarmıştı. Her ne olursa olsun yeni sorunlar çıkması olasılığı vardı - belki de yalıtılmış, boş bir isyan girişimi. U Po Kyin bile bu konuda hiçbir şey bilmiyordu. Ama her zamanki gibi tanrılar onun tarafında dövüşüyorlardı, çünkü yeni bir isyan ilkini aslında olduğundan çok daha ciddi gösterecek ve böylece onun ününü daha da artıracaktı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro