BÖLÜM 16
Mezarlığın yanındaki büyük pyinkado ağaçlarındaki akbabalar kanat çırparak kuş pisliğinden beyazlamış dallardan yukarı uçtular, kanatlarıyla kendilerini dengeledikten sonra geniş spiraller çizerek gökyüzünde yükseldiler. Daha erkendi ama Flory şimdiden dışarı çıkmıştı. Kulübe gidiyordu. Elizabeth gelene kadar bekleyecek ve sonra ona resmen evlenme teklifinde bulunacaktı. Anlayamadığı bir içgüdü bu işi öteki Avrupalılar cangıldan dönmeden önce yapması için onu zorluyordu.
Kulübün kapısına geldiğinde Kyauktada'dan yeni birinin gelmiş olduğunu gördü. Elinde iğne gibi uzun bir mızrak taşıyan bir delikanlı beyaz bir midillinin üzerinde meydanda dolaşıyordu. Hintli askerlere benzeyen birkaç Sikh biri doru, öteki kestane iki midilliyi dizginlerinden yakalamış delikanlının peşinden koşuyorlardı. Onlarla aynı düzeye gelince Flory yolun üzerinde durup günaydın diye seslendi. Delikanlıyı tanımamıştı ama bu küçük yerlerde yabancılara selam vermek doğal bir davranıştı. Öteki kendisine selam verildiğini görünce kayıtsız bir tavırla midillisini çevirip yolun kenarına yaklaştı. Yaklaşık yirmi beş yaşlarında bir gençti. Zayıf ama dimdikti. Süvari subayı olduğu belliydi. Açık mavi gözleri ve dudaklarının arasından görülen üçgen biçimli ön dişleriyle İngiliz askerler arasında sık görülen tavşan suratlardan biriydi; yine de sert, korkusuz, hatta kaba ve umursamaz bir görünüşü vardı - belki bir tavşandı ama sert ve savaşçı bir tavşandı. Atının üzerinde sanki kendisinden bir parçaymış gibi oturuyordu; saldırgan ölçüde genç ve zinde bir görünüşü vardı. Taze yüzü açık renk gözlerine en yakışacak tonda yanmıştı ve beyaz topi şapkası, eski bir fabrika bacası gibi parlayan polo çizmeleriyle bir resim kadar şıktı. Flory daha en başından onun karşısında kendini rahatsız hissetti.
"Nasılsınız?" diye sordu. "Yeni mi geldiniz?"
"Dün gece, son trenle geldim." Ekşi, oğlan çocuğunu andıran bir sesi vardı. "Yerel isyancılar sorun çıkarırlarsa destek sağlamak için yanımda bir birlik adamla buraya gönderildim. Adım Verrall - askeri polis," diye ekledi, ama Flory'nin adını sormak zahmetine katlanmamıştı.
"Aa, evet. Birilerini göndereceklerini duymuştuk. Nerede kalıyorsunuz?"
"Şimdilik dak bungalovunda. Dün gece geldiğimde orada kara bir dilenci kalıyordu. Depo görevlisi ya da buna benzer bir şeymiş. Onu dışarı attım. Burası rezil bir yer, öyle değil mi?" Elini arkaya doğru sallayarak bütün Kyauktada'yı gösteren bir hareket yaptı.
"Bence bütün öteki küçük idare merkezleri gibi bir yer. Uzun süre kalacak mısınız?"
"Yalnız bir ay kadar, Tanrı'ya şükür. Yağmurlar başlayana kadar. Ne kadar rezalet bir meydanınız var, değil mi? Şu bitkileri kesmemiş olmaları ne yazık," diye ekledi elindeki mızrağın ucuyla yerdeki kurumuş çimenleri dürterek. "Polo ya da başka bir şey oymamak imkânsız burada."
"Korkarım burada hiç polo oynayamayacaksınız," dedi Flory. "Elimizden gelenin en iyisi tenis. Hepimizi sayarsanız yalnızca sekiz kişiyiz ve çoğumuz zamanımızın üçte birini cangılda geçiriyoruz."
"İsa aşkına. Cehennem çukuru gibi bir yer!"
Bu sözlerden sonra bir sessizlik oldu. Uzun boylu, sakallı Sikhler atlarının başında toplanmış, pek beğenmeyen gözlerle Flory'ye bakıyorlardı. Verrall'in bu konuşmadan sıkıldığı ve kaçmak istediği çok açıktı. Flory yaşamı boyunca kendini hiç bu kadar de prop, bu kadar yaşlı ve yıpranmış hissetmemişti. Verrall'in midillisinin gururlu boynu, gösterişli, kuştüyü gibi kuyruğuyla çok güzel bir Arap kısrağı olduğunu fark etmişti; süt beyazı nefis bir hayvandı, binlerce rupi ederdi. Verrall şimdiden geri dönmek için yuları yakalamıştı, belli ki bu sabahlık yeteri kadar konuştuğunu hissediyordu.
"Harika bir midilliniz var," dedi Flory.
"Fena değil, şu bodur Burma atlarından daha iyi. Biraz çadır kazığı çaktırmak için dışarı çıkmıştım. Bu gübre yığını arasında polo oynamaya çalışmanın bir yararı yok. Hey, Hıra Singh!" diye seslenip midillisini geri çevirdi.
Doru midilliyi tutan asker yuları yanındakine verdi, kırk yarda uzaktaki bir noktaya koştu, yere uzun bir kazık çaktı. Verrall, Flory ile daha fazla ilgilenmedi. Mızrağını kaldırmış, kazığa nişan alıyor gibi bir poz takınmıştı. Bu sırada Hintliler atlarını önünden çekip eleştirel gözlerle onu izlemeye başladılar. Zor görülen küçük bir hareketle Verrall dizlerini midillinin sağrılarına bastırdı. Hayvan bir mancınık mermisi gibi ileri fırladı. Sıska, uzun, genç bir kentor kadar rahat bir hareketle eyerden yana doğru eğildi, mızrağını doğrulttu ve dosdoğru kazığın içinden geçirdi. Hintlilerden biri hırçın bir sesle 'Shabashl' diye mırıldandı. Verrall mızrağını geleneksel tarzda havaya kaldırdı, sonra atını doludizgin sürüp bir dönüş yaptı ve kazığı askerlerden birine verdi.
Verrall kazığa iki kere daha saldırdı ve her seferinde vurmayı başardı. Bunu eşsiz bir zarafet ve olağanüstü bir ciddiyetle yapıyordu. Oradaki adamların hepsi, İngiliz ve Hintliler bu kazık vurma işini sanki dinsel bir ayinmiş gibi büyük bir dikkatle izliyorlardı. Flory'nin orada durup seyretmesine kimse aldırmıyordu -Verrall'in yüzü istenmeyen yabancıları görmezden gelmek üzere özel olarak tasarlanmış yüzlerdendi- ama biraz önce aşağılanmış olması yüzünden Flory oradan bir türlü ayrılamıyordu. Her nasılsa Verrall onda korkunç bir aşağılık duygusu uyandırmıştı. Konuşmayı sürdürmek için bir bahane bulmaya çalışırken yamaca doğru baktığında açık mavi giysileriyle Elizabeth'in amcasının evinin kapısından dışarı çıktığını gördü. Kazığa yapılan üçüncü vuruşu görmüş olmalıydı. Kalbi acı verecek kadar çarpıyordu. Birden aklına bir düşünce geldi, şu genellikle sonradan insanın başını derde sokan aceleci düşüncelerden biriydi bu. Ondan birkaç yarda uzakta duran Verrall'e seslenip sopasıyla midillileri göstererek sordu:
"Şu öteki ikisi bunu nasıl yapacaklarını biliyorlar mı?"
Verrall ekşi bir havayla omzunun üzerinden baktı. Flory'nin görmezden gelindikten sonra çekip gideceğini ummuştu.
"Ne?"
"Şu ikisi de bunu yapabilir mi?" diye yineledi Flory.
"Kestane fena sayılmaz. Ama serbest bırakılırsa çok aceleci davranıyor."
"Kazığa bir atış da ben yapabilir miyim?"
"Tamam," dedi Verrall hiç de kibar olmayan bir tavırla. "Ama sakın hayvanın ağzını parçalama."
Asker midilliyi getirdi, Flory dizginleri inceliyormuş gibi yaptı. Aslında Elizabeth otuz-kırk yarda yakına gelinceye kadar zaman geçirmeye çalışıyordu. Tam o geçtiği sırada kazığı vurup (düz koştukları takdirde küçük Burma midillileriyle bunu yapmak kolaydı) mızrağının ucunda kazıkla midillisini onun yanına sürmeye karar vermişti. Bunun doğru bir hareket olduğu açıktı. Elizabeth'in, şu al yanaklı gencin at binmeyi bilen tek kişi olduğunu düşünmesini istemiyordu. Şortunu giymişti, böyle at binmek rahat değildi, ama neredeyse herkes gibi kendisinin de atın üzerinde yakışıklı göründüğünü biliyordu.
Elizabeth yaklaşıyordu. Flory eyere atladı, Hintliden mızrağı alıp Elizabeth'i selamlamak için havada salladı. Ama Elizabeth yanıt vermemişti. Belki de Verrall'in önünde bunu yapmaya utanmıştı. Başını çevirmiş mezarlıktan yana bakıyordu, yanakları pembeleşmişti.
"Chalo," dedi Flory Hintliye, sonra dizlerini atın sağrısına bastırdı.
Bir an sonra, at daha iki sıçrayış yapmamışken Flory kendini havada uçarken buldu. Omzunu neredeyse ekleminden koparan bir çatırtıyla yere çakıldı ve yuvarlanmaya başladı. Neyse ki mızrak elinden düşmüştü. Sırtüstü yattığı yerden bulanık bir şekilde mavi gökyüzünde dönüp duran akbabaları gördü. Sonra gözleri hakipagri ve sakalı neredeyse gözlerine kadar çıkan esmer Sikh'in yüzünde odaklandı. Onun üzerine eğilmişti Hintli.
"Ne oldu?" diye sordu İngilizce, sonra acı içinde dirseğinin üzerinde doğruldu. Sikh homurdanarak bir şeyle söyledi ve ileriyi gösterdi. Flory kestane rengi midillinin eyeri karnının altında, meydanda koşturduğunu gördü. Eyer sıkıştırılmadığı için kayınca o da yere düşmüştü.
Flory oturduğunda canının çok acıdığını fark etti. Gömleğinin sağ omzu yırtılmış ve şimdiden kan içinde kalmıştı. Yanağından da kan fışkırdığını hissedebiliyordu. Sert toprak yüzünü sıyırmıştı. Şapkası da düşmüştü. Ölümcül bir acıyla aklına Elizabeth geldi ve kızın ona doğru geldiğini gördü. Böyle rezil bir şekilde yere serildiğini görmüştü. Ah Tanrım, Tanrım, diye düşündü. Of Tanrım, ne kadar salak görünüyor olmalıyım! Yaralanan yanağının öteki olmasına karşın bir elini doğum lekesinin üzerine kapattı.
"Elizabeth! Selam Elizabeth! Günaydın!"
Salak gibi göründüğünün bilincinde olan birinin yapacağı gibi hevesle, yalvarırcasına sesleniyordu. Kız yanıt vermedi ve daha da inanılmaz olanı bir an için bile duraklamadan yürümesini sürdürdü. Sanki onu ne duymuş ne de görmüş gibi davranıyordu.
"Elizabeth!" diye seslendi yeniden şaşkınlık içinde. "Nasıl düştüğümü gördün mü? Eyer gevşekmiş. Şu aptal sepoy onu..."
Şimdi onu duyduğu kesindi. Yüzünü bir an için ona çevirdi, sanki o orada değilmişçesine bir bakışla baktı. Sonra gözlerini mezarlığın arkalarına çevirdi. Bu korkunç bir şeydi. Flory umutsuzca kızın arkasından seslendi:
"Elizabeth! Elizabeth diyorum!"
Kız tek bir söz söylemeden, tek bir işaret yapmadan, bakmadan yanından geçti gitti. Sırtı ona dönük, topuklarını vurarak sert adımlarla yoldan aşağı yürüyordu.
Şimdi sepoy'lar çevresine toplanmış, Verrall de Flory'nin yattığı yere gelmişti. Sepoy'lardan birkaçı Elizabeth'e selam verdi; Verrall onu görmezden geldi, belki de görmemişti. Flory acı içinde ayağa kalktı. Her tarafı çürümüştü ama kırık kemik yoktu. Hintliler şapkasını ve bastonunu getirdiler ama dikkatsizlikleri için özür dilemediler. Biraz saygısız bir yüzle bakıyorlardı, sanki bunu hak ettiğini düşünüyormuş gibiydiler. Eyeri bilerek gevşetmiş oldukları bile düşünülebilirdi.
"Eyer kaydı," dedi Flory böyle anlarda olduğu gibi zayıf, aptalca bir sesle.
"Lanet olası, binmeden önce bakamaz mıydınız?" dedi Verrall kısaca. "Bu heriflere güvenilmeyeceğini bilmiyor musunuz?"
Bunu söyledikten sonra yuları çekip oradan uzaklaştı. Bu konunun kapandığını düşünüyordu. SepoyIar Flory'ye selam vermeden onun peşinden gittiler. Flory evinin kapısına geldiğinde dönüp baktı. Kestane midilli yakalanıp eyeri yeniden takılmıştı, Verrall de onun üzerinde kazık avına çıkmıştı.
Düşüş Flory'yi öyle sarsmıştı ki şimdi bile düşüncelerini toplayamıyordu. Elizabeth'in öyle davranmasına neden olan şey ne olabilirdi? Onu kanlar içinde, acı çekerek yerde yatarken görmüş ve sanki ölü bir köpekmiş gibi aldırmadan yanından yürüyüp gitmişti. Böyle bir şey nasıl olabilmişti? Gerçekten olmuş muydu? Bu inanılmaz bir şeydi. Ona kızmış olabilir miydi? Acaba onun canını sıkacak bir şey mi yapmıştı? Bütün hizmetkârlar çitin yanında bekliyorlardı. Kazık avını seyretmeye çıkmışlardı. Bu yüzden nasıl rezil olduğunu da hepsi görmüştü. Ko S'la kaygılı bir yüzle onu karşılamak için yolun yarısına kadar koştu.
"Değerli Efendim yaralandı mı? Değerli Efendim kendisini eve taşımamı ister mi?"
"Hayır," dedi değerli efendi. "Git bana biraz viski, bir de temiz gömlek getir."
Eve döndüklerinde Ko S'la Flory'yi yatağın üzerine oturttu, kan yüzünden üzerine yapışmış olan yırtık gömleğini çıkardı. Bu sırada dilini şaklatıyordu.
"Ah ma lay? Bu kesikler pislik dolmuş. Yabancı midillilerle böyle çocuk oyunları oynamamalısın thakin. Senin yaşında yapılmaz bu. Çok tehlikeli."
"Eyer kaydı," dedi Flory.
"Böyle oyunlar," diye sürdürdü Ko S'la, "genç polislere yakışır. Ama sen artık genç değilsin thakin. Senin yaşında düşmek zararlı olabilir. Kendine dikkat etmelisin."
"Sen beni yaşlı bir adam mı sanıyorsun?" dedi Flory öfkeyle. Omzu dayanılmaz ölçüde ağrıyordu.
"Otuz beş yaşındasın thakin," dedi Ko S'la kibar ama kesin bir sesle.
Bütün bunlar çok aşağılayıcı şeylerdi. Geçici olarak aralarında barış yapmış olan Ma Pu ve Ma Yi kesiklere iyi geleceğini söyledikleri korkunç bir macunla dolu bir tas getirdiler. Flory yalnız kaldıklarında Ko S'la'ya bunu pencereden dışarı atmasını ve yerine boraks merhemi doldurmasını söyledi. Sonra ılık banyoda oturmuş, Ko S'la sıyrıklarından toprakları silerken kafası yavaş yavaş yerine geldikçe olanları düşünüp giderek daha da umutsuzluğa kapıldı ve hiçbir şey anlayamaz oldu. Kıza çok büyük bir saygısızlıkta bulunmuş olduğu açıktı. Ama onu dün geceden beri hiç görmemişken böyle bir şeyi nasıl yapmış olabilirdi? Birazcık olsun akla yatkın tek bir yanıt bile bulamıyordu.
Ko S'la'ya defalarca düşmesinin nedeninin eyerin kayması olduğunu açıkladı. Ama onu anlayışlı bir yüzle dinlemesine karşın Ko S'la'nın bu söylediklerine inanmadığı belliydi. Yaşadığı sürece bu düşüşü at binmeyi bilmemesine yükleyeceğini anlıyordu Flory. Öte yandan on beş gün önce, zararsız bir buffaloyu kovalayarak hiç hak etmediği bir şan kazanmıştı. Yazgı kendi tarzında adil davranıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro