BÖLÜM 1
Yukarı Burma, Kyauktada Bölgesi Sulh Yargıcı U Po Kyin, verandasında oturuyordu. Saat daha sekiz buçuktu, ama aylardan nisan olduğu için uzun, boğucu öğlen saatlerinin habercisi olan bunaltıcı bir hava vardı. Arada sırada hafifçe esen rüzgâr bir serinlik duygusu veriyor, saçaklardan sarkan yeni sulanmış orkideleri kıpırdatıyordu. Orkidelerin arkasında bir palmiye ağacının tozlu ve kıvrımlı gövdesi görülebilirdi, onun arkasında da masmavi, parlak gökyüzü. Yukarılarda, bakıldığında insanın başını döndürecek kadar yüksekte, birkaç akbaba kanatlarını hiç kıpırdatmadan dönüp duruyordu.
U Po, kocaman porselen bir put gibi hiç gözünü kırpmadan yakıcı güneş ışığının tam içine dikti bakışlarını. Elli yaşlarında bir adamdı. Öyle şişmandı ki yıllardır koltuğundan yardımsız kalkamıyordu, ama yine de bütün iriliğine rağmen biçimli, hatta güzeldi; çünkü Burmalılar beyaz adamlar gibi şiştikçe çökmezlerdi, tersine olgunlaşan bir meyve gibi simetrik bir şekilde şişmanlarlardı. U Po'nun çok geniş, sarı ve kırışıksız bir yüzü ve çok açık kahverengi gözleri vardı. Bütün parmakları aynı uzunlukta olan yüksek kemerli, küt ayakları çıplaktı. Kısa saçlı başı da açıktı. Burmalıların resmi olmayan toplantılarda giydikleri türden sarı-kırmızı kareli, canlı bir Arakanese Iongyi giymişti. Masanın üzerindeki cilalı bir kutudan aldığı betel'i çiğniyor ve geçmiş yaşamını düşünüyordu.
Göz kamaştırıcı başarılarla dolu bir yaşamdı onunki. U Po Kyin'in en eski anısı, seksenli yıllarda, henüz şiş karınlı çıplak bir çocukken, zafer kazanan İngiliz askerlerinin Mandalay'a girişini seyredişiydi. Biftekle beslenmiş, kırmızı yüzlü ve kırmızı ceketli kocaman adamlar sıra sıra önünden geçerken duyduğu dehşeti hatırlıyordu; omuzlarında uzun tüfekler vardı, çizmeleri ağır ve ritmik bir ses çıkarıyordu. Onları birkaç dakika seyrettikten sonra tabanları yağlamıştı. Çocuk kafasıyla kendi insanlarının bu devler ırkıyla asla başa çıkamayacağını kavramıştı. Daha çocukken İngilizlerin tarafında dövüşmek, onlara bir asalak gibi yapışmak en büyük tutkusu oldu.
On yedi yaşındayken kendine hükümette iş bulmayı denedi, ama yoksulluğu ve dostlarının olmayışı yüzünden bunu başaramayınca üç yılını Mandalay pazarlarının pis kokulu labirentinde pirinç tacirlerine yazmanlık yaparak geçirdi, zaman zaman da hırsızlık yapıyordu. Yirmi yaşında bir şantaj işinde şansı yaver gidip de eline dört yüz rupi geçince hemen Rangoon'a gidip parasıyla kendine hükümette bir yazmanlık işi ayarladı. Maaşın düşük olmasına karşın iş çok kazançlıydı. O sıralarda yazmanlardan oluşan bir çete, hükümet dükkânlarında yolsuzluk yaparak çok iyi paralar kazanıyordu ve elbette Po Kyin de (o sıralar adı yalnızca Po Kyin'di, soyluluk göstergesi olan U yıllar sonra geldi) onlara katılmıştı. Ama bütün yaşamını kâtiplikle ve ıvır zıvır hırsızlıklarla harcamayacak kadar becerikli biriydi o. Bir gün, küçük memur eksikliği çeken hükümetin yazmanlar arasından kimilerine memurluk vereceğini öğrendi. Bu haber ertesi hafta kamuya açıklanacaktı ama Po Kyin'in yeteneklerinden biri de bilgilere herkesten bir hafta önce ulaşabilmesiydi. Karşısına çıkan fırsatı değerlendirdi, önlem almalarına fırsat vermeden bütün suç ortaklarını ele verdi. Çoğu tutuklandı ve Po Kyin dürüstlüğünün ödülü olarak yardımcı kaymakam yapıldı. O günden bu yana durmaksızın yükseldi. Şimdi, elli altı yaşında bir bölge sulh yargıcıydı ve büyük olasılıkla daha da yükseltilecek, komisyon vekili yapılacak, böylece İngilizlerle eşit, hatta onlara emir verebilen bir konuma getirilecekti.
Sulh yargıcı olarak yöntemleri çok yalındı. Ne kadar rüşvet verilirse verilsin hiçbir davada yargısı satılık değildi, çünkü yanlış karar veren bir sulh yargıcının önünde sonunda yakalanacağını biliyordu. Çok daha güvenli bir yol bulmuştu; iki taraftan da rüşvet alıyor, sonra da tümüyle yasalara uygun olarak karar veriyordu. Bu davranışı onun tarafsız biri olarak tanınmasını sağlamıştı ve bu da çok işine yarıyordu. Davacılardan ve davalılardan kazandığı gelirlerin yanı sıra, U Po Kyin, kendi yönetimi altındaki bütün köylerden sürekli bir para, bir tür özel vergi topluyordu. Herhangi bir köy üzerine düşeni ödemeyecek olursa, U Po Kyin -Dakoit çetelerinin köye saldırması, köyün ileri gelenlerinin sahte suçlamalarla tutuklanması gibi- cezalandırma yöntemlerine başvuruyordu; bunun üzerine çok geçmeden gerekli meblağ ödeniyordu. Aynı zamanda bölgesinde yapılan büyük çaptaki bütün soygunlardan da payını alıyordu. Elbette bunların çoğu U Po Kyin'in amirleri dışında herkes tarafından biliniyordu (hiçbir İngiliz subayı kendi adamları hakkında söylenen olumsuz sözlere inanmazdı); ama şimdiye kadar hiç kimse onun foyasını açığa çıkarmayı başaramamıştı; vurgundan pay aldıkları için ona bağlı kalan çok sayıda destekçisi vardı. Ne zaman ona bir suçlama yöneltilse, U Po Kyin'in tek yaptığı, bir yığın karşı tanık çağırarak bunu yalanlamak, ardından da kendisini olduğundan daha da güçlü bir konuma getiren karşı suçlamalarda bulunmaktı. Ona zarar vermek neredeyse olanaksızdı, çünkü yanlış araç seçmeyecek kadar insan sarrafıydı ve aynı zamanda dikkatsizlik ya da bilgisizlik yüzünden başarısızlığa uğramayacak kadar entrikalara gömülmüştü. Yaptıklarının hiçbir zaman ortaya çıkarılamayacağı, bir başarıdan ötekine koşacağı ve sonunda tonlarca rupi değerinde, onurlu bir adam olarak öleceği kesinlikle söylenebilirdi.
Üstelik başarısı mezarda da son bulmayacaktı. Budist inanca göre yaşamlarında kötülük yapanlar bir sonraki yaşamlarını bir sıçan, bir kurbağaya da buna benzer aşağılık bir hayvan olarak geçirmek zorundadırlar. U Po Kyin iyi bir Budist'ti ve bu tehlikeye karşı da önlemini almayı amaçlıyordu. Yaşamının son yıllarını iyi işler yaparak geçirecek ve böylece daha önceki kötülüklerine ağır basacak kadar iyilik toplayabilecekti. Bu iyi işler belki de pagoda1 yaptırmak biçiminde olacaktı. Dört, beş, altı, yedi -rahipler ona kaç tane yapacağını söylerlerdi-, hem de taşları oymalı, saçakları yaldızlı, rüzgârda çınlayan ve her çınlamanın bir dua olduğu küçük çanlarla süslü pagodalar. Böylece dünyaya yine bir erkek olarak geri dönecekti -çünkü bir kadın, sıçan ve kurbağa ile aynı düzeydedir- ya da en iyisi bir fil veya ona benzer soylu bir hayvan olarak dönmekti.
Bütün bu düşünceler U Po Kyin'in kafasında hızla ve çoğunlukla da birer resim olarak uçuşuyorlardı. Kurnaz olmakla birlikte, barbarca işleyen bir beyni vardı, önünde belirli bir amaç olmadan asla kafası işlemezdi; düşünmek adına düşünceye dalmak onu aşan bir şeydi. Düşüncelerinin hedeflemiş olduğu noktaya gelmişti artık. Küçük, üçgen ellerini koltuğunun kenarlarına dayayıp oturduğu yerde biraz dönerek nezleli bir sesle seslendi:
"BaTaik! Hey, Ba Taik!"
Verandanın boncuklu perdesinin önünde U Po Kyin'in uşağı Ba Taik belirdi. Çiçek bozuğu yüzünde aç ve ürkek bir ifade olan ufak tefek bir adamdı. U Po Kyin ona maaş ödemiyordu, çünkü tek bir sözcüğüyle hapse attırabileceği, hüküm giymiş bir hırsızdı Ba Taik. Efendisine yaklaşırken öyle çekingen adımlar atıyordu ki sanki geri geri gidiyormuş gibiydi.
"Buyrun kutsal efendim?" dedi.
"Beni görmek için bekleyen var mı, Ba Taik?"
Ba Taik ziyaretçileri parmaklarıyla saydı: "Thitpingyi Köyü muhtarı armağanlar getirmiş efendim, sonra efendimizin bakacağı tecavüz davası için gelmiş iki köylü var, onlar da armağanlar getirmişler. Hükümet temsilciliğinin başkâtibi Ko Ba Sein sizi görmek istiyor, bir de polis memuru Ali Şah ve adını bilmediğim bir Dakoit var. Sanırım çaldıkları altın bilezikler için kavgaya tutuşmuşlar. Genç bir köylü kız da yanında bir bebekle gelmiş."
"O ne istiyor?" dedi U Po Kyin.
"Bebeğin sizin olduğunu söylüyor saygıdeğer efendim."
"Ha. Peki muhtar neler getirmiş?"
Ba Taik yalnızca on rupi ve bir sepet de mango getirdiğini sanıyordu.
"Muhtara söyle," dedi U Po Kyin, "yirmi rupi olması gerek. Ayrıca para yarın burada olmazsa hem onun hem de köylülerin başı derde girer. Ötekileri birazdan göreceğim. Ko Ba Sein'e buraya gelmesini söyle."
Ba Sein bir dakika içinde geldi. Kahve peltesini andıran aşırı pürüzsüz yüzlü, bir Burmalı için çok uzun boylu, dar omuzlu, dik bir adamdı. U Po Kyin onu işe yarar buluyordu. Hayal gücünden yoksun ve çalışkan olduğu için kusursuz bir kâtipti ve Hükümet Temsilcisi Mr. Macgregor resmi sırlarının çoğu konusunda ona güvenirdi. Biraz önce düşündüğü şeyler yüzünden keyfi yerinde olan U Po Kyin, Ba Sein'i gülerek selamladı ve eliyle betel kutusunu gösterdi.
"Evet, Ko Ba Sein, işlerimiz nasıl gidiyor? Umarım, sevgili Mr. Macgregor'un dediği gibi" -U Po Kyin sözün sonunu bozuk İngilizcesiyle tamamladı- "sağlandı fark edilebilir bir ilerleme."
Ba Sein bu küçük şakaya gülmedi. Boştaki koltuğa dimdik oturup soruyu yanıtladı:
"Mükemmel, efendim. Bu gazete sabah geldi. Lütfen inceleyin."
Burmalı Vatansever adındaki iki dilde hazırlanmış gazeteyi uzattı. Sekiz sayfalık sefil bir paçavraydı gazete, kurutma kâğıdı gibi berbat bir kâğıda basılmıştı ve bir kısmı Rangoon gazetesinden yürütülmüş haberlerle ve bir kısmı da cılız hamaset öyküleriyle doluydu. Son sayfada mürekkep akmış ve bütün sayfayı kapkara etmişti, sanki gazete satışlarının azlığından yas tutuyormuş gibiydi. U Po Kyin'in okumaya başladığı makale geri kalanlardan biraz daha farklı bir niteliğe sahipti. Makale şöyleydi:
İçinde yaşadığımız mutlu günlerde, biz zavallı esmer tenliler, güçlü Batı uygarlığının sinematograf, makineli tüfek, frengi gibi çeşitli armağanlarıyla donatılmışken bizim için Avrupalı koruyucularımızın özel yaşamların dan daha esin verici bir konu olabilir mi? Biz de okuyucularımızın ülkenin yukarısındaki Kyaukta'da bölgesinde olan olaylar konusunda bir şeyler duymak isteyebileceklerini düşündük. Özellikle de söz konusu bölgenin saygıdeğer Hükümet Temsilcisi Mr. Macgregor hakkında.
Mr. Macgregor bu mutlu günlerimizde karşımızda pek çok örneğini gördüğümüz şu kibar eski İngiliz centilmenlerinden biridir. Sevgili İngiliz kuzenlerimizin deyimiyle o bir 'aile babası'dır. Mr. Macgregor gerçekten tam bir aile babasıdır. Öyle ki en son gittiği Shwemyo bölgesinde kaldığı bir yıl içerisinde arkasında altı küçük yavru bırakmıştır. Bu küçük bebeklerin bakımları konusunda hiçbir şey yapmamış olması ve bazı annelerin şu anda açlıktan ölme tehlikesiyle yüz yüze olmaları sanırız Mr. Macgregor'un gözünden kaçmış olmalı, vb...
Yazı buna benzer şeylerle doluydu ve ne kadar berbat olursa olsun yine de düzeyi gazetedeki öteki yazılardan daha yüksekti. U Po Kyin gazeteyi biraz ileride tutarak -gözleri yakını iyi görmüyordu- makaleyi baştan sona dikkatle okudu, düşüncelere dalmış gibi dudaklarını gerdi, böylece betel suyuyla kırmızıya boyanmış bir dizi küçük ve kusursuz dişi açığa çıkarmış oldu.
"Editör bu yazı yüzünden altı ay hapis cezası alacak," dedi sonunda.
"Hiç aldırdığı yok. Alacaklılarının ancak hapisteyken onu rahat bıraktıklarını söylüyor."
"Şimdi bu yazıyı senin o küçük yazman çırağı Hla Pe kendi başına yazmış öyle mi? Çok akıllı bir çocuk... Çok umut veriyor! Bana hükümet liselerinin yalnızca zaman kaybı olduğunu bir daha söyleme sakın. Hla Pe kesinlikle yazman yapılacak."
"Yani bu yazının yeterince iyi olduğunu düşünüyorsunuz öyle mi efendim?"
U Po Kyin hemen yanıt vermedi. Oflayıp puflamaya başlamıştı; koltuğundan ayağa kalkmaya çalışıyordu. Ba Taik bu sesi iyi tanıyordu. Boncuklu perdenin önünde belirdi, o ve Ba Sein ellerini U Po Kyin'in koltuk altlarına sokup ayağa kalkmasına yardımcı oldular. U Po Kyin bir an için yükünü yerleştiren bir balık hamalı gibi göbeğinin ağırlığını ayaklarının üzerinde dengelemeye çalışarak durdu. Sonra elini sallayarak Ba Taik'i uzaklaştırdı.
"Yeterli değil," dedi Ba Sein'in sorusuna yanıt olarak, "hiç yeterli değil. Daha yapılacak çok şey var. Ama iyi bir başlangıç bu. Dinle."
Bir ağız dolusu kızıl betel tükürmek için parmaklığın yanına gitti, sonra elleri arkasında, kısa adımlarla verandayı arşınlamaya başladı. Dev kalçalarının sürtünmesi yüzünden yürüyüşü biraz ördeği andırıyordu. Yürürken hükümet görevlilerinin kullandığı jargonu kullanarak konuşuyordu. Bu, Burma dilinden fiillerle İngilizce'nin soyut anlatımının birleştirildiği yamalı bohça gibi bir dildi:
"Şimdi işleri en başından gözden geçirelim. Hükümet doktoru ve hapishane sorumlusu Dr. Veraswami'ye yoğun bir saldırı düzenleyeceğiz. Onun hakkında söylentiler yayacağız, adını lekeleyeceğiz ve sonunda onu bitireceğiz. Bu biraz hassas bir operasyon olacak."
"Evet, efendim."
"Bu işin hiç riski olmayacak, ama yine de yavaş hareket etmeliyiz. Karşımızda sefil bir yazman ya da bir polis memuru yok. Yüksek rütbeli bir memur karşısındayız ve yüksek rütbeli bir memur söz konusu olduğu zaman, bu bir Hintli bile olsa bir yazmanla uğraşmaya benzemez. Bir yazmanın işi nasıl bitirilir? Kolay; bir suçlama, iki düzine tanık, işten atma ve hapis. Ama burada böyle bir şey yapamayız. Yumuşak olmak gerek, benim yöntemim bu. Skandal yok ve her şeyden önemlisi resmi soruşturma yok. Yanıt verilebilecek hiçbir suçlama olmamalı ve yine de üç ay içinde Kyauktada'da yaşayan bütün Avrupalıların kafasına Doktor'un kötü bir insan olduğunu sokmuş olmalıyız. Onu neyle suçlayacağım? Rüşvet bir işe yaramaz, bir doktor öyle çok büyük rüşvetler almaz. Öyleyse ne?"
"Belki hapishanede bir isyan düzenleyebiliriz," dedi Ba Sein. "Hapishanenin denetleyicisi olduğu için Doktor suçlu olur."
"Hayır, bu çok tehlikeli. Hapishane gardiyanlarının, ellerinde silahlar dört bir yana ateş etmelerini istemiyorum. Üstelik bu çok pahalıya patlar. O zaman geriye ihanet kalıyor-milliyetçilik, kışkırtıcı propaganda. Avrupalıları Doktor'un haince, İngiliz karşıtı düşünceler taşıdığına ikna etmeliyiz. Bu, rüşvet almaktan çok daha kötü bir suç; yerli bir memurun rüşvet almasına alışkınlar. Ama onun sadakatinden bir an için bile kuşkuya düşerlerse artık işi bitmiş demektir."
"Bunu kanıtlamak zor olacak," diye karşı çıktı Ba Sein. "Doktor Avrupalılara çok sadık. Onlara karşı en küçük bir kötü söz duyduğunda kızıyor. Onlar da bunu biliyorlardır, sizce de öyle değil mi?"
"Saçmalık, saçmalık," dedi U Po Kyin rahatını hiç bozmadan. "Hiçbir Avrupalı kanıtlara aldırmaz. Bir adamın yüzünün rengi siyahsa, kuşku yeterli kanıttır. Birkaç imzasız mektup mucizeler yaratır. Yalnızca dayanma meselesi bu; suçla, suçla, hiç durmadan suçla. Birbiri ardına bütün Avrupalılara sırayla imzasız mektuplar gönder. Ve sonra, kuşkuları iyice uyandığında..." U Po Kyin kısa kollarından birini arkasından önüne getirdi ve parmaklarını şaklattı. Sonra ekledi: "Burmalı Vatansever" deki şu yazıyla başlayacağız. Avrupalılar bunu gördüklerinde öfke çığlıkları atacaklardır. Bundan sonraki hareketimiz de onları bu yazıyı yazanın Doktor olduğuna ikna etmek olacak."
"Avrupalıların arasında dostları olduğu sürece bu zor olacak. Hepsi de hastalandıklarında ona gidiyorlar. Mr. Macgregor'un midesindeki gazı soğuk havayla tedavi etti. Sanırım onun çok iyi bir doktor olduğunu düşünüyorlar."
"Avrupalı kafasını ne kadar da az tanıyorsun Ko Ba Sein! Eğer Avrupalılar Veraswami'ye gidiyorlarsa bunun tek nedeni Kyauktada'da başka doktor olmaması. Hiçbir Avrupalı siyah suratlı bir adama güvenmez. Hayır, bütün mesele yeteri kadar çok sayıda imzasız mektup göndermek. Çok yakında tek bir dostunun kalmamasını sağlayacağım."
"Şu kereste tüccarı Mr. Flory var," dedi Ba Sein (adamın adını Mr. Porley olarak telaffuz ediyordu). "Doktor'un yakın arkadaşı. Kyauktada'da olduğunda her sabah onun evine gittiğini görüyorum. İki kere Doktor'u yemeğe davet etti."
"Ah, bak bunda haklısın. Eğer Flory Doktor'un arkadaşıysa bu bize zarar verebilir. Avrupalı bir arkadaşı olan bir Hintliye zarar veremezsin. Bu ona -neydi o çok sevdikleri söz- prestij sağlar. Ama sorunlar başladığında Flory dostunu hemen terk edecektir. Bu insanlar yerlilere en küçük bir sadakat duymazlar. Üstelik Flory'nin korkağın teki olduğunu da biliyorum. Onunla ben ilgilenebilirim. Senin görevin Ko Ba Sein, Mr. Macgregor'un hareketlerini izlemek. Son zamanlarda komisyona bir şeyler yazdı mı hiç - yani gizli yazışma demek istiyorum?"
"İki gün önce yazdı, ama mektubu buharla açtığımızda içinde önemli bir şey bulamadık."
"Ah, iyi, ona yazabileceği bir şeyler vereceğiz. Doktor'dan kuşkulanmaya başlar başlamaz seninle konuştuğumuz öteki işe başlama zamanı gelmiş demektir. Böylece - nasıl söylüyordu Macgregor? Ha, evet, bir taşla iki kuş vuracağız. İki kuş değil bütün bir kuş sürüsü... ha, ha!"
U Po Kyin'in gülüşü karnının derinlerinden gelen, öksürük öncesini anımsatan iğrenç bir gurultu sesiydi; ama yine de neşeliydi, hatta çocuksuydu. 'Öteki iş' ile ilgili başka bir şey söylemedi. Bu, balkonda bile konuşulmayacak kadar özel bir konuydu. Ba Sein görüşmenin sona erdiğini görünce ayağa kalktı, eklemli bir cetvel gibi eğilerek selam verdi.
"Efendimizin yapılmasını istediği başka şey var mı?" diye sordu.
"Burmalı Vatansever'in Mr. Macgregor'un eline geçtiğinden emin ol. Hla Pe'ye bir dizanteri krizi geçirip bürodan uzak kalmasını söylesen iyi olur. İmzasız mektupları yazmak için ona ihtiyacım olacak. Şimdilik bu kadar."
"Öyleyse gidebilir miyim efendim?"
"Tanrı seninle olsun," dedi U Po Kyin biraz dalgın bir sesle, sonra hemen bir kere daha Ba Taik'e seslendi. Gününün bir dakikasını bile boşa harcamazdı. Öteki ziyaretçilerle ilgilenmek ve köylü kızın yüzünü inceledikten sonra onu tanımadığını söyleyerek eli boş bir şekilde geri göndermek çok zamanını almamıştı. Şimdi kahvaltı zamanıydı. Her sabah tam bu saatlerde saldırıya geçen acımasız açlık krampları karnına işkence etmeye başlamışlardı. Telaşlı bir sesle bağırdı:
"Ba Taik! Hey, Ba Taik! Kin Kin! Kahvaltım! Çabuk olun, açlıktan ölüyorum."
Perdenin arkasındaki oturma odasında masa şimdiden hazırlanmıştı. Üzerinde dev bir pirinç kâsesi ve bir düzine tabak vardı. Tabaklar baharatlı yiyecekler, kurutulmuş karidesler ve doğranmış yeşil mangolarla doluydu. U Po Kyin ördek gibi yürüyüşüyle masaya gitti, homurdanarak masaya oturdu ve oturur oturmaz yemeklere saldırdı. Karısı Ma Kin arkasında durmuş ona servis yapıyordu. Kırk beş yaşında ince bir kadındı. Açık kahverengi tenliydi, kibar bir yüzü vardı. U Po Kyin yemek yerken ona dikkat bile etmemişti. Kâseyi burnuna yaklaştırmış, yağlı parmaklarıyla acele acele yemeğini tıkınırken hızla soluk alıyordu. Bütün öğünleri hızlı, tutkulu ve inanılmaz çoktu; bunlara yemek değil de köri ve pirinç âlemleri demek daha doğru olurdu. Yemeği bitince arkasına yaslandı, birçok kez geğirdi ve Ma Kin'den yeşil Burma sigarlarını getirmesini istedi. Asla İngiliz tütünü içmezdi çünkü çok tatsız olduklarını düşünüyordu.
Ardından Ba Taik'in yardımıyla resmi giysilerini giydi, bir süre kendini seyrederek oturma odasındaki aynanın önünde durdu. Burası ahşap duvarlı bir odaydı. Odadaki iki sütunun çatı tahtalarını destekleyen iki ağaç gövdesi olduğu kolayca görülebiliyordu. Bütün Burma odalarında olduğu gibi içerisi karanlık ve pasaklıydı ama U Po Kyin burayı 'İngaleik tarzı'nda döşemiş, cilalı bir masa, birkaç sandalye yerleştirmiş, duvarlara kraliyet ailesinin taşbaskı resimlerini asmış ve bir köşeye bir yangın söndürücü koymuştu. Yerler hasır kilimlerle kaplıydı, zaman içerisinde bunların üzerleri betel suyu lekeleriyle dolmuştu.
Ma Kin köşede bir hasırın üzerinde oturmuş bir ingyi işliyordu. U Po Kyin aynanın önünde yavaşça dönüp kendini arkadan görmeye çalıştı. Açık pembe ipekten bir gaungbaung, kolalı muslinden bir ingyi ve göz kamaştırıcı işlemeleri olan somon pembesi ve sarı Mandalay ipeğinden bir paso giymişti. Büyük bir çabayla başını arkaya döndürüp dev kalçalarının üzerinde gergin bir şekilde duran parlak paso'suna baktı. Şişmanlığından gurur duyuyordu, çünkü bu et yığınlarını büyüklüğünün bir simgesi olarak görüyordu. Bir zamanlar kimsenin tanımadığı aç bir adamken şimdi şişman, zengin ve korkulan biri olmuştu. Düşmanlarının bedenleriyle semirmişti; bu düşünceden neredeyse şiirsel anlamlar çıkarıyordu.
"Yeni paso'm yalnızca yirmi iki rupi, ne dersin, ucuz, değil mi Kin Kin?" dedi.
Ma Kin başını dikişinin üzerine eğdi. Sade, eski kafalı bir kadındı. Avrupa alışkanlıklarını U Po Kyin kadar bile bilmiyordu. Sandalyede oturduğunda rahat edemezdi. Her sabah bir köylü kadın gibi sepetini başına yerleştirip pazara gider, akşamları da kasabayı taçlandıran pagodanın beyaz kulesine karşı bahçede diz çökmüş dua ederken görülürdü. Yirmi yıldan fazla bir zamandır U Po Kyin'in ne tür oyunlar çevirdiğini biliyordu.
"Ko Po Kyin," dedi, "hayatında çok fazla kötülük yaptın."
U Po Kyin elini salladı. "Bunun önemi yok. Pagodalarım hepsini karşılayacak. Daha çok zaman var."
Ma Kin, U Po Kyin'in yaptığı bir şeyi beğenmediği zamanlarda hep yaptığı gibi inatçı bir tavırla yeniden başını dikişine eğdi.
"Ama bütün bu hilelere ve düzenlere ne gerek var Ko Po Kyin? Verandada Ko Ba Sein ile konuştuğunu duydum. Dr. Veraswami'ye bir kötülük yapmayı planlıyorsunuz. Niçin o Hintli doktora zarar vermek istiyorsunuz? İyi bir adam o."
"Sen resmi işlerden ne anlarsın ki kadın? Doktor benim işlerime engel oluyor. Her şeyden önce rüşvet almayı reddediyor ki bu da biz geri kalanlar için işleri zorlaştırıyor. Hem ayrıca başka şeyler daha var ama bunlara senin aklın ermez."
"Zenginleştin, güçlendin ama bunun sana ne yararı oldu Ko Po Kyin? Yoksulken daha mutluyduk. Ah, sen
daha yalnızca küçük bir kasaba memuruyken ilk evimizi aldığımız zamanı hatırlıyorum. Yeni hasır mobilyalarımızla ve senin altın saplı dolmakaleminle nasıl gururlanıyorduk! Genç İngiliz polis memuru evimize geldiğinde sandalyeye oturup bir şişe bira içince ne büyük bir onur kazandığımızı düşünmüştük! Para mutluluk getirmiyor. Şimdi daha fazla parayla ne isteyebilirsin ki?"
"Saçmalıyorsun kadın, saçma bunlar! Sen kendi yemeklerinle ve dikişlerinle uğraş, resmi konuları da onlardan anlayanlara bırak."
"Bilmiyorum. Senin karınım ve her zaman senin sözünü dinledim. Ama en azından sevap işlemek için hiçbir zaman çok geç değildir. Biraz daha sevap kazanmaya çalış Ko Po Kyin! Örneğin birkaç canlı balık satın alsan ve onları nehre salıversen nasıl olur? Böyle yapmak çok sevap kazandırır. Ayrıca rahip bu sabah pirincini almaya geldiğinde manastıra iki yeni rahibin geldiğini ve aç olduklarını anlattı bana. Onlara bir şeyler vermek istemez miydin Ko Po Kyin? Ben hiçbir şey vermedim ki bunu yaparak sevap kazanan sen olasın."
U Po Kyin aynaya arkasını döndü. Bu söylenenlerden biraz etkilenmişti. Durum uygunsa sevap kazanma fırsatını hiç kaçırmazdı. Onun gözünde bir kenara yığılan sevaplar bankaya yatırılan paralar gibi sürekli olarak artan şeylerdi. Nehre salıverilen her balık, bir rahibe verilen her armağan onu Nirvana'ya bir adım daha yaklaştırıyordu. Bu güven verici bir düşünceydi. Köyün muhtarı tarafından ona verilen bir sepet mangonun manastıra gönderilmesini emretti.
Biraz sonra evden çıkmış, arkasında kâğıt dolu bir dosya taşıyan Ba Taik'le birlikte yoldan aşağı yürümeye başlamıştı. Kocaman göbeğini dengelemek için dimdik ve çok yavaş yürüyordu. Elindeki sarı ipek şemsiyeyi başının üzerinde tutuyordu. Güneşin altında pırıl pırıl parlayan pembe paso'suyla o günün davalarına bakmak için mahkemeye gidiyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro