Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

BVD 2 Mecruh | 1.Bölüm "Sensiz"

Merhaba. Nasılsınız? Ben Geldim!

Şuraya tarih alayım.

Bölüm Şarkısı
Batuhan Kordel - Tebrik Ederim

Ayların dili yoktu. Olsa beni böyle lal bırakmazdı. Ayların dili olsa beni böyle yalnız bırakmazdı. Ayların dili yoktu işte, o yüzden beni hiç görmüyordu.

Sessizliğin dipsiz mahzeninde tutsaktım. Yanıma gelmeye çalışan kimseyi almıyordum. Sadece, sadece onun kalbimden silmeye çalıştığı varlığı ile gözlerimi açık tutabiliyordum. Beni bırakıp giden oydu ama sayesinde hayata tutanabiliyordu kalbim. Ne kadar da aptal!

Geceleri kabusum oluyordu çok sevdiğim sesi. Gözlerimden akan bütün damlalarda adı saklıydı. Yüzü hâlâ ezberimdeydi. Unutmaya çalışsam bile rüyalarım onu unutmak istemiyordu belli ki.

Ama ben bir hiçlikteydim. Bazen nefes alsam bile boşuna gibi hissetmem normal miydi ki? Bilmiyordum. Bu kadarı benim için fazlaydı. Aşka inanmamak ile en mantıklısını yapmıştım. Lakin aşk mantık tanımayan bir katildi. Kalbim de onun destekçisiydi. Mantığım yok olmuş, yerine kalbim geçmişti. İşte bu hikayenin sonu. Sevdiğim kalbimi çıkarıp ellerimin arasına vermişti.

Sevdiğim.

Bunu demek bile canımı yakıyordu. Çünkü sevdiğim adam beni bırakıp gitmişti. Gözümden akan bir damla yaşa kıyamazken, beni ölüme terk etmişti. O usta bir yalancıydı. Beni bırakmayacağını söylemişti ama bir sene bile tutamamıştı bu sözünü...

Peki, neden ben o yokken olduğu gibi eski hayatıma geri dönüş yapamıyordum?

Bunun için hafızamın silinmesi gerekirdi. Çünkü onun ile hayatımın en bulutlar üzerinde olan yıllarını yaşamıştım. Belki de bu yüzden aklımda affedemiyordum onu. Kalbime anlatamayacaktım. Çünkü kalbim her zaman onu affediyordu. Bu yüzden onu bir kafese koymuştum. Mantığımın önüne geçmesine artık izni yoktu. Zavallı kalp! Sırf aşka tutkun diye hapis yaşamaya mahkumdu. Ama ben onun iyiliğini düşünüyordum. Çünkü sonunun benim ruhum gibi olmasını istemiyordum. O kendini iyileştirebilirdi. Beni de iyileştirebilirdi. Belki. Lakin artık kalbim ile ben aynı bedende değildik. Farklıydık. O yüzden ben yara aldığım an o benden gitmişti. Onun adına seviniyordum. Benim ruhum kadar yara almamıştı.

Şimdi ise ben kilitli kalbim ile birlikte bu Eylül ayında balkonda nefes almaya çalışıyordum. Gideli aylar olmuştu ve ben bu balkondan başka bir yerde rahat edemiyordum. Bazen bu balkon bile fazlası ile yaralıyordu beni. Çünkü her yerde onun hatırası vardı. Sanki dün yanımdaymış gibi hissediyordum. Nefesini ensemde hissettiğim anlar ise en zor olanlarıydı. Çünkü o zamanlar formaliteden olan nefesim bile kaçıp gidiyordu benden. Göğsüm sıkışıyordu. İşte kalbim o zamanlarda kafesinden kaçıp gitmeye çalışıyordu. İzin verirsem yenilirdim. Zaten yenilmiştim. Daha fazla yenilgiye ihtiyacı yoktu bu ruhun.

En geç unutulan kokuymuş. Bunu bir yerde okumuştum. Ses, görüntü her şeyi unutmak mümkünmüş ama o kokuyu unutmak çok zormuş.

Ben ise her bir zerresini iki saniye önce yanımdaymış gibi biliyordum.

Koku... Bunu düşünmem ile birlikte o erkeksi kokusu burnuma çaldı ve gözlerimin dolduğunu hissettim. Benim yanımda kaldığı geceler odayı dolduran o kokusu şimdi burnumu doldurmuştu ve bu fazlasıyla katlanılmaz bir acıydı.

Onun o orman çiçeklerini kıskandıracak kokusunun burnumdan gitmesi için derince bir nefes alıp verdim ama bu daha da berbat bir hale getirdi. Çünkü ciğerlerime işledi kokusu. Gözlerim artık dayanamazdı. Bir damla yanaklarıma aktı. Hâlâ yanımda gibiydi ve ben ağlarken onun varlığı ile güç buluyordum. Şimdi onun için ağlarken benim yanımda kim olacaktı?

Aşık olmak dünyadaki en beter şeydi artık. Aşık olacağını anladığı an o kalbi kafese koymak gerekirdi. Yaralanmamak için.

Her duygusal bir şarkı kulaklarıma iliştiği vakit ciğerlerim çıkıyordu. Her şarkıda onun adı saklı gibiydi. Bir kelimesinde gözleri saklı iken bir kıtasında dudakları saklıydı. Şarkı bittiği zaman ise beni terk ettiği zamana dönüyordu, zaman. O zaman yine acılar içerisinde kalıyordum. Ölüyordum.

Dalıp gitmişken telefonumun titremesi ile birlikte kendime geldim.

Kimden : Arın Aral

"Artık geri mi dönsen? Seni çok merak ediyorum."

Onları merakta bırakmak istemiyordum lakin konuşmak istemediğim süre zarfında kendimi zorlamak istemiyordum da.

Kime : Arın Aral

"Belki."

Kimden : Arın Aral

"Siz gittiğinizden beri hiçbir şey yolunda gitmiyor zaten Eflah. Sergi bile askıya alındı biliyorsun. Artık geri dön. Sensiz olmuyor."

Mesajı okuduktan sonra bir kere daha okudum. Siz derken sene dönmüştü cümleleri. Beni üzmemek için miydi yoksa gerçekten sadece bana mı ihtiyaçları vardı?

Bunu düşünürken yağmur yağmaya başladı. Telefonu kapattım ve cebime sıkıştırdım. Yağmur hızlandı. Sanki benim içime akıttığım yaşları fark etmiş idi bulutlar, benim yerime ağlıyordu. Gökyüzüne baktım. Damlalar yüzüme tokat gibi çaktı. Ah! Her şey de o vardı ya da ben sırılsıklam aşıktım ki her olayda onu görüyordum.

Bir el boğazımı sıkıyor gibi hissettim. Toprak kokusu burnuma ulaştı. Gözlerimden yaşlar aktı, o kadar çok yağmur damlası düşüyordu ki yüzüme ağladığımı kimse fark etmezdi. Lakin kafesimdeki kalbim fark ediyordu. Benim için ağlıyordu bir de, onu da kurtaramamıştım şu anda. O da ağlıyordu. Her şey için.

Boğazımdan bir hıçkırık koptu. Ardından bir tane daha ve bir tane daha. Aylardır sesli bir şekilde ağlayamadığım için artık dayanamıştım. Baktığım her yerde o vardı! Ya da o gerçekten her yerdeydi.

Bir sebebi olmalı diye bütün sebepleri tüketmiştim aklımda. O beni seviyordu diye saatlerce düşündüm. Belki de usta bir yalancıydı. Beni bu sevgiye inandırıpta gitmişti.

Sözünü tutmamıştı.

En çokta canımı bu yakmıştı.

Artık uyuyunca her şeyin geçeceğini düşünmüyordum. Çünkü her şey geçmeyecek kadar ağır bir yüktü. Artık uyuduğum zamanlar rüyalarımın esiri oluyordum. Uykularımda bile saklı oluyordu. Beni terk ettiği günü görüyordum. O anı binlerce kez yaşamıştım. Belki de o yüzden bu kadar paramparçaydım. Bin kere ölmeye eş değerdi, o anı tekrardan yaşamak.

Artık boğazımdan hıçkırık çıkmıyordu. Ciğerlerimin bile mecali kalmamıştı.

Sırılsıklam olmuştu bedenim. Dudaklarımı soğuktan hissetmiyordum. Dişlerim birbirine çarpıyordu. Ayağa kalktım ve üzerimden damlayan damlalara önem vermeden içeriye gittim. Koltuğa oturdum ve kumandayı yanıma aldım. Rastgele bir kanalı açtım. Ardından öylece boş boş baktım. Az önce ağlamaktan ciğeri çıkan ben değilmişim gibi...

Balkonun açık kapısından hâlâ soğuk hava ciğerlerime işliyordu. Bunu bilerek yapıyordum. Belki böylece ciğerlerimdeki yangın sönerdi ama biliyordum o sönse bile küllerinden doğmaya mahkumdu.

Oturduğum yerde kalktım ve televizyonu kapattım. İçeri gitmek için sağıma dönmüşken duvarda asılı olan mantar pano gözüme ilişti. Uzun zamandır oradaydı ama hiç yokmuş gibiydi. Ona bakmamaya özen gösteriyordum. Ama hergün bakarak gösterdiğim özene yenik düşüyordum. O fotoğrafları atmaya kıyamıyordum. Hiçbir zaman. Hiçbir zaman...

Mantar panoya raptiyelenmiş fotoğraflarımıza baktım. Kalbimdeki Asaf elleri ile kafesi kırmaya çalıştı. İyice sıkıştırdı kalbimi. Elimi kalbime götürdüm ve soluklandım. Orada durmaya, hapis olmaya alışık değildi çünkü. O ruhumda, kanımda gezinmeyi severdi. Yalan değildi. Hâlâ kanıma ve ruhuma firar ediyordu.

Alnını alnıma dayadığı fotoğrafı ellerimin arasına aldım. Siyah beyaz fotoğrafa gözyaşlarımı akıttım. Ah o gün neden dün gibiydi ki? Bu her şeyi daha da zorlaştırıyordu ama aptal ben onu unutmak istemiyordum. Onun ile geçirdiğim vakitler için pişman değildim ama, ama gitmese olmaz mıydı ki?

Siyah taraf oydu, ben ise beyaz. Ben onun saklı renkerlerine ulaşmıştım. Beyazıms renklerini karıştırmıştım. Dudaklarıma renklerinin dokunmasına izin vermiştim. Neden siyah bir boya atmıştı üzerime? Beni siyaha mahkum bırakmıştı. Şimdi griye dönen rengim, gittikçe siyaha bürünüyordu. Beyaz hâlâ biyerlerde saklıydı ama kendine bile küsmüştü.

Fotoğraflarımı zıt bir şekilde parmaklarımın arasında kavradım. Yırtmak için hareketlendim. Bir süre durdum. Lakin yırtamadım. Bana bakarken gülümseyişi, yandığındaki yara izi, kıvrımlı kirpikleri, dağınık saçları ve kirli sakalları... Her zerresi ezberimdeydi. Fotoğrafı yırtınca bir şey değişmeyecekti.

Fotoğrafı tekrardan yerine sabitledim ve diğer fotoğraflara bakmamaya özen göstererek odama gittim. Kapıyı kapattım ve hızla üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkardım. Dolabımın kapağını açtım ve uyuşuk, soğuk ellerim ile üzerime elime gelen kotu geçirdim. Kazaklarımın olduğu kısma geldiğimde dondum. Kışlık kıyafetler rafıma onun kokusu sinmişti ve onun kıyafetleri vardı. Resmen hayat bana oyun oynuyordu. Her fırsatta her yere anılarını yerleştirmişti.

Uzun bir aradan sonra ilk kez kışlıklar tarafını açtığım için bunları yeni görmüştüm. Elimi en üstteki kazağa uzattım. Kırmızı kazağa ellerim değdiği zaman sanki parmak uçlarım yanmıştı. Elimi geri çektim. Yutkundum. Ona dokunmayı bıraktım, kokusunun sindiği kıyafeti giymeye cesaretim yoktu resmen.

Tekrardan elimi uzattım kazağa ve bu sefer düşünmeden bir çırpıda elime aldım. Kazağı burnuma kadar getirdim. Derince bir nefes yolladım ciğerlerime. Sanki ona sarılmış gibiydim. Ilık kolları bedenimi sarmış gibiydi. Gözlerimi kapattım ve onu hissettim. Nefesi saç diplerimi ısıtıyordu. Kolları beni göğsüne sokmak istercesine sımsıkı sarıyordu bedenimi. Kazağı burnumdan çektiğim an benden uzaklaştı. O an bir kere daha yıkıldım. Dizlerimin titrediğini hissettim ama kendimi ayakta tutmaya zorladım. Dizlerim yeterince yara bere içindeydi. Bir kere daha yere düşmeme gerek yoktu.

Kazağı üzerime geçirdim ve ona sarılıyormuş gibi hissederek kendime sarıldım. Şimdi benim kokum gitmiş onun kokusu sinmişti üzerime. Odamın içi yağmur kokusunu es geçmiş onun kokusuna sarılmıştı. Ah odam bile onun kokusunu tercih ediyordu. Cansız varlıklara, görünmeyen havaya bile kendini sevdiriyordu. Onlar ondan vazgeçmez iken ben nasıl unutabilirdim ki?

Kendime sarılmayı bıraktım. Yatağımın üzerine oturdum ve yorganı ellerim ile sıktım. Şimdi atölyeye gidecektim. Evde onun anıları bu kadar katlanılmaz iken orada nasıl nefes alacağımı bilemiyordum. Lakin güçlü olmam gerekiyordu. O bir yerlerde hayatına devam ediyordu. Etmeliydi.

Yataktan kalktım ve derince bir nefes alıp verdim. Gözlüğümü gözüme geçirdim. En azından camına düşen damlalar kızarık gözlerimi örtebilirdi. Saçlarımı toplamadım. Çünkü o benim her zaman yaptığım dağınık topuzu çok seviyordu.

Odamın kapısını kapatıp koridorda yürüdüm. Odamı onun kokusu ile yalnız bırakmıştım. Ben gelene kadar oradan gitmesini umuyordum. Gitmeliydi. Beni terk ettiği gibi anılarının da terk etmesi gerekirdi.

Botlarımı giydim ve anılarla dolu evime son bir kez bakıp kapıyı çektim ve kilitledim. Hızla merdivenlerden indim ve resmen koşarak arabama bindim. Yağmurdan kaçmıyordum. Sürekli beni kovalayan anılarından kaçıyordum.

Arabayı çalıştırdım ve biraz ısınmasını bekledikten sonra park ettiğim yerden çıkardım. Caddeye çıktım ve kırmızı ışık yanmadan yoldan hızla geçtim. Radyoyu açmamıştım. Şarkının saklı kısımlarındaki Asaf ile boğulmak yerine, kendi sessizliğimden boğulmayı tercih ediyordum...

Bir saatten daha fazla zamanım yolda geçti. O caddeye geldiğimde ellerimin direksiyonu sımsıkı kavradığını fark ettim. Artık denize bakamıyordum resmen. Gözlerimi sahile dikmemek için direndim ve bakmadım da. Orası bana acıyı ve ölümü hatırlatıyordu. Orada az kalsın ölüyordum ben. Ruhum orada ölmüştü ama bedenen de az kalsın orada gözlerimi yumacaktım. Acınacak haldeydim o gün. Tanrı'nın bana sunduğu hayatıma kıymaya çalışmıştım. Bunu nasıl yapabilirdim ki? Şu an fazlası ile acı çekiyordum ama bu canı ben alamazdım.

Atölyenin solundan girdim ve arka tarafa gelip arabamı her zamanki yerine park ettim. Arabadan indim ve kapılarını kilitledim. Otoparktaki arabalara diktim gözlerimi. Burada değildi arabası. Aylarca buraya gelmemiştim. En son geldiğim zamanda da olduğu gibi yine burada değildi.

Derince bir nefes alıp verdikten sonra Atölyenin ön kapısına ilerledim. İçeriye girdiğimde sıcak hava beni sardı. Asansöre diktim gözlerimi ama onu es geçtim. Merdivenlere çevirdim yönümü. Merdivenleri birer birer çıkmaya başladım. Zihnimi boyalar, tablolar ile meşgul tutmaya çalışıyordum. Çünkü o atölyeye adımımı atar atmaz onun anısı saracaktı beni.

Kapının önüne geldiğimde derince bir nefes daha alıp verdim. Ellerim kapının kulpuna gitti ve kapıyı açtım. Anılarım zihnimi sarmaya başlarken gözlerin bana çevrildiğini hissettim. Herkes bana bakmaya başlamıştı. Normal hissetmeye çalışarak kapıyı arkamdan kapattım ve yerime doğru yürüdüm. Yanımda oturan Arın'a baktığımda gözleri gülüyordu. "Geldin." diye fısıldadı. Bana bakan diğer gözleri önemsemeden ona bakmaya devam ettim. "Evet." dedim ve burukça gülümsedim.

Ne yapacağımı bilmeden bir müddet öylece oturdum. Ardından gözlerim bir süre önce onun olan tarafa ilişti. Oradaymış gibi hayal ettim bunu yapmak istemesem bile onu görüyordum orada. Fırçası elindeydi ve bilekleri yine boya içerisindeydi. Kendi kendime güldüm. O hep bölge yapardı işte. Tablosuna titiz davranırdı ama üstü başı hep boyayı. Özellikle de bilekleri. İlk gün ki gibi ustalıkla çalışıyordu. Saçları gözlerinin önüne düşmüştü. Temiz olan eli ile onları geriye doğru attı. Tablonun yanından gözleri bana ilişti. Nefesimi tuttum. Açık kahve rengi gözleri beni delip geçiyordu. Gülümsedi. Dolgun dudaklarına bakarak gülümsedim. Ardından yerinden kalktı ve bana doğru ilerledi. Bana attığı her adımda kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Altında ise kahverengi bir fitilli pantolon. Pantolonun uçlarından omuzlarına askıları uzanıyordu. Tam bir dönem beyefendisi gibi duruyordu ve ben bu görünüşüne bayılmıştım.

"Beyaz kuğum." dedi. O mahvolduğum sesi ile. "Seni bırakmadım. İşte buradayım."

Bir şey söyleyemedim. Gerçekten de buradaydı. Ellerimi ileriye uzattım ve ellerine dokundum ya da ben öyle zannettim. Birden kayboldu. Gitti. Bir kere daha beni bırakıp gitti.

Kalbime saplanan hançer sırtımdan çıktı. Havada asılı kalan elimi geriye çektim ve kucağıma koydum. Ardından gözlerimi ellerime diktim ve usulca akmaya hazırlanan gözyaşlarıma direndim.

"Eflah. Yapma lütfen." Arın Aral'ın elini sırtımda hissettim. Eli sırtımı okşadı. Bana yanımda olduğunu hissettirmeye çalışıyordu ama ben yakın dostumu bile yanıma almıyordum. Kimseyi kendime yaklaştırmıyordum.

Gözyaşlarım dayanamadı ve birer birer kucağımda birleşmiş olan ellerimin üzerine damladı. Kimsenin görmemesi için gözlerimi ellerimden çekemiyordum. Özellikle de Sera'nın. Abisini bırakıp giden Sera'nın. Bunu düşünmem ile acı gerçek bir kere daha suratıma tokat gibi çarptı.

Asaf'ta tıpkı kardeşi gibi beni bırakıp gitmişti.

Birbirlerine hiç benzemeyen bu iki kardeşin birkaç ortak yönünden birisi daha belliydi. İkisi de sevdiklerini terk etmişti. Belki de artık sevmediklerini.

Gözlerimdeki yaşları akıtmayı bıraktım ve onun üzerime giydiğim kazağına yanağımdaki yaşları sildim ve sonunda gözlerimi ellerimin üzerinden çektim. Aral elini sırtımdan çektiğinde ona baktım. O da anlayışla bana baktı ve "Geçecek." diye fısıldadı.

Geçmeyecekti. Sadece belki azalacaktı. Kalbimde kırk mum vardı şimdi ama hiçbir biri de sönmemişti. Geçecek denilen teselliler sadece kelimeden ibaretti çünkü hiçbir şey geçmiyordu. Her şeyin azalması için ona olan bu büyük sevgimin azalması hatta yok olması gerekirdi. Lakin bu fazlası ile imkansız gözüküyordu.

Bir şey demeden gözlerimi ondan çektim ve tekrardan gözlerimi Asaf'ın yerine diktim. Gördüğüm şey karşısında gözlerimi birkaç kez kırptım. Hâlâ oradaydı. Nefesimle birlikte boğuluyormuş gibi hissettim. Belki de beni nefesim boğuyordu. Onun yerine oturan bu adam Asaf'a çok benziyordu.

Ayağa kalktım ve bu hayalden kurtulmak istedim. Artık onun görüntüsünü görmek istemiyordum ve bu bana acı veriyordu. Ona doğru ilerlerken aklımdan onu hiçbir zaman ufak tefek farklılıklar ile hayal etmediğim geldi. Olduğum yerde durdum. Bu hayalin yanağında yara izi yoktu ve saçlarının rengi daha da açıktı. Tekrardan adımlarımı ona doğru attım ve elimi ona doğru uzattım. Sesini çıkarmadan beni izliyordu. Elim yanağını buldu ve bu sefer yok olup gitmedi. Elimi hızla geriye çektim. Adam hâlâ ifadesiz bir şekilde beni izliyordu.

Hızla adımlarımı geriye doğru attım ve yönümü çevirip kimseye bakmadan atölyeden dışarıya çıktım. Sırtımı kapıya yasladım ve derince nefes alıp vermeye başladım.

O Asaf değildi.

O Kimdi?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro