Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

32.Bölüm "Eflah"

Finale Son 8!

Bölüm Şarkısı
Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar.

"Beni yolumdan ettin. Uçurumdan çekmişsin meğer. Senin yolun daha güzel."

Asaf Kara

2014.

Bugün onu kalbime emanet edişimin üzerinden üç ay geçmişti. Nasıl, nasıl onu hergün sadece uzaktan izlemek ile yetinebiliyordum? Keşke daha fazlası olsaydı. Beni istemese bile bu en güzel yenilgi olurdu. Kalbim zaten yenilmişti. Ellerine dokunamayacak isem, gözlerine bakamayacak isem, o beni bilmiyor ise neden nefes alıyordum ki?

Saçlarının uzayışına şahit oluyordum. Ne kadar da hızlı uzuyordu dalgaları. Gönlüme dalgalanıyordu. Omzuna dökülen saçları gözle görülür şekilde uzamıştı. O saçlarını tutmak, okşamak istedi ellerim. Bunun bilmediğim hasreti ile sızladı. Ardından tarifsiz bir sizi parmak uçlarımdan yüreğime dağıldı. Canım acıdı. Nefes almak zor geldi. Bu nasıl bir şeydi böyle? Duyguları yok olmuş bir kalbe nasıl iyi gelmişti? Sanki yaşam var mı diye kontrole gelmişte kalbime, hiç gidememiş gibiydi.

Birazdan buradan geçecekti. Haftasonları onu göremediğim için fazlası ile içime kapanık oluyordum. Şimdi ise günlerden Pazartesiydi. Onu görme vakti gelmişti. Gözlerimi yoldan ayırmadım. Kollarımı masaya dayadım ve çenemi de kollarımın üzerine koydum. Geliyordu! Evet. Oradaydı. Cama daha çok yapıştım. Bir kere bile şu camı açıp ona kendimi fark ettirmeye cesaretim olmamıştı. Halbuki eskiden böyle değildim. Daha çok güçlüydüm. Sanki yaşadığım bütün acılar gücümü de almıştı ve bana üzüntüyü bırakmıştı. Kalbimi de yok ettiğini zannetmiştim ki adını bilmediğim bu güzel kız kalbimin olduğunu bana hatırlatmıştı.

İnsan adını bilmediği birini sevebilir miydi? Ben seviyordum...

Gözlerimi yüzünde gezdirdim. Yine yavaş yürüyordu. Çoğunlukla acele ile koşuyordu. Bu sefer yavaş yürüdüğü için içimden ona teşekkür ettim. Onu daha fazla görebilecektim. Saçlarına gözlerim ile dokunabilecektim.

Onu izlemeye devam ettim. Üzerinde kumaş bol bir ona yol vardı. Çok güzel durmuştu onda. Yine o bohem havası vardı üzerinde. Saçlarını tepede dağınık bir topuz yapmıştı. Önce gözlükleri yine gözündeydi. Ama güneş yüzünden sürekli elini gözlerine perde olmuştu.

Aniden gelen bir cesaret ile masayı çektim ve camı açtım. Vücudumun yarısını dışarı çıkardım. Derince bir nefes alıp verdim. Sanki kokusu havayı içime çekmem ile birlikte ciğerlerime işleyecekmiş gibiydi.

Durdu. Durdu ve gözlüğünü çıkardı. Perçemini kulağının arkasına sıkıştırdı. Ardından onun yüzünü daha net görebilme şansı yakaladım. Yine de gözlerinin rengini tam seçemiyordum. Sadece mavi olmadığından emindim.

"Hay lanet renkli göz!" dedi sitemkar kadife sesi ile. Bu onun sesini ilk duyuşumdu. Yutkundum. Kalbim ağzımdan çıkacak gibi hissediyordum. İçeri girmek ve yatağıma yatıp onu düşünmek istedim. Ondan kaçmak istedim ama yapmadım. Bunu kaçırmazdım.

Çantasına gözlüğünü koydu ve güneş gözlüğünü aldı burnunun üzerine oturttu. Çantasının kulbunu tekrar omzuna astı ardından etrafına baktı. Kafası benim olduğumu tarafa çevrildi. Elini havaya kaldırdı ve bana el salladı. Bana. Ne yapacağımı bilmez iken terleyen ellerime baktım. Birini havaya kaldırdım ve ona el salladım. Ardından gülümsedi ve yürümeye devam etti. Ölüyor gibi hissettim. Ölüm eğer böyle bir şey ise ben ölüyordum. İçeriye girdim ve camı kapattım. Elimi kalbime getirdim. Ardından ölüm kelimesini hatırladığımda onun bana armağan gülüşünü unuttum ve içimi hüzün kapladı.

Ölüm.

Beni yaralayan kelime.

Kaderimin iplerini eline alan dört kelime.

Bu sefer kalbim acı ile sıkıştı. Nefesimin kesildiğini hissettim. O gün gözlerimin önünden birer film şeridi gibi geçti. Elimi kalbime götürdüm. Nefes almaya çalıştım. Onun yüzünü düşünmek bile işe yaramıyordu şimdi. Parmaklarından başlayarak bütün vücudum titremeye başladı. Nefesim iyice kesilmişti. Ellerim boğazıma kaydı. Diğer elim ile camı açmak için uğraştım ama ellerim çok fazla titriyordu. Gücümü kaybettiğimde yere yığıldım. Titremem devam ederken son gördüğüm şey kızıl saçlar olmuştu...

Günümüz

Ellerimle toprağa dokundum. Gözlerim dolmuştu. Anılar zihnimi sarmıştı yine. Onun saçlarına değil de toprağına dokunuyor olmak canımı yakıyordu. Gözlerimi yakan yaşları usulca gözlerimden yanaklarıma akıttım. Toprağı ellerimin arasında sıktım. Mezar taşına diktim gözlerimi. Hak ettiği yer burası değildi. En azından şimdi değildi. Boğazımdan acı bir hıçkırık koptu. Ardından boynumu saran eller ile kendime geldim. Uzun saçları omuzlarıma döküldü ve benim acılarımı kendine hapsetmek istercesine sarıldı bana. Döndüm ve ince bedenimi sardım. Kafamı omzuna gömdüm ve ağlamaya devam ettim. "Onu özlüyorum." diyerek fısıldadım. O gittikten sonra hayatıma kattığım tek kadındı Eflah. O da olmasa, olmak için bir sebebim yoktu.

"O zaman kalbine dokun." dedi Eflah. Gözlerimi ona çevirdim. Hüzünle gülümsüyordu bana. Ellerimi ellerinin arasına aldı ve topraklı olmasına rağmen onları öptü. Gözlerimi kapattım ve dokunuşu ile tenim karıncalandı. Gözlerini tekrardan bana çevirdi. Yutkundu ve havaya baktı. Derince bir nefes alıp verdi. Boğazına takılı kalıyordu kelimeleri. Farkındayım. En sonunda konuşabildi. "En azından." dedi. Sonrasında sitem ile konuştu. "Seni seviyordu." dedi. Sesi o kadar aciz çıkmıştı ki kendi acımı unutup onun acısına odaklanmıştım. Diyecek bir kelime bulamıyordum. Onun bir damla gözyaşına kıyamıyordum. Ölürdüm o damlalar yanaklarını bulmasın diye.

"Seni seviyor." dedim. Aslında bu cümleye ben bile inanmıyordum. Sadece en azından böyle düşünse belki de daha farklı olabilirdi onun için. Herkesin ailesi mükemmel değildi. En azından yaşıyorlardı ama. Gerçi ölüsünden daha beter olanlarda vardı. Canını, canım dediğin ile yakan.

"Sevmiyor." dedi Eflah. Ardından burnunu çekti. "Ah siktir et. Sen üzgünken ben kendi dertlerimi anlatıyorum." her zaman küfür etmezdi. Şaşırmıştım. Elinin tersi ile yanaklarını ıslatan göz yaşlarını sildi. Ardından tekrar ellerimi tuttu ve kalbinin gülüşü yüzüne yansıdı. "Benim ailem sensin." Bu sözleri duymak için ne kadar da çok beklemiştim.

"Sen de benim ailemsin." dedim ve onu nazikçe kendime çekip sarıldım. Ona sımsıkı sarılmak istiyordum. Sanki öyle olursa bir parçası bende kalır ve benden kopamazmış gibi hissediyordum.

Ayağa kalktım ve elini tutup onu da kaldırdım. Bu gün annemin ölüm yıldönümüydü. O yüzden buradaydık. Sık sık buraya gelirdim lakin bugün daha farklıydı. Çünkü bu gün o uğursuz günün yıldönümüydü.

Taş yola çıktık ve sonkez annemin yattığı toprağa bakıp acı ile gülümsedim. Gözlerimi önüme çevirdim ve Eflah'ın elini daha sıkı tutarak yürümeye başladım. Yol bitmek üzereyken karşıdan gelen Sera'yı görmem ile birlikte Eflah'ın elini tutan elim gevşedi. Eflah gözlerini bana dikti. Bir şeyler olduğunu fark etmişti. Lakin dönüp ona bakmadım. Kimin geldiğini fark ettiğini biliyordum. Ona göre bu normaldi. Bana göre ise değildi.

"Sen arabaya geç istersen. Ben birazdan geleceğim." dedim Eflah'a. Bu aslında bizi yalnız bırakmasını istememin kibar bir haliydi. Eflah beni onayladı ve elimi bırakıp arabanın olduğu yere doğru yürümeye devam etti. Sera ise aramızdaki farklı kapatıp yanıms geldi. Eflah olduğu yerde sürekli dönüp bize bakıyordu. Ardından arabanın yanına gitti ve beni beklemeye başladı.

Gözlerimi Sera'nın mavi gözlerine diktim. Dümdüz, ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu gözleri. Buz gibi bir sesle konuştum. "Ne işin var burada?" Düz ifade takındığı dudakları alayla yukarıya kıvrıldı ve homurtulu bir gülüş bıraktı sessizliğe. "O benim de annem." ani bir sinir damarlarıma akmıştı. Ellerimi yumruk yaptım ve dişlerimi sıktım. "Şimdi mi hatırladın bunu?" Sera kaşlarını çattı. Rüzgar sarı saçlarını geriye savurdu. Sinirlenince aynı anneme benziyordu. Artık kalbimdeki sinir yerini acıya bırakmıştı. "Sana hesap vermek zorunda değilim." dedi. Tam yanımdan geçip gidecek iken kolundan tuttum. Dudaklarım kulağının hizasındaydı. Konuştum. "O gün. Altı yıl önce bu gün. Sen benim için öldün. Annem senden daha çok yaşıyor Sera. Bunu bil ve o mezara öyle git. Canın acıya acıya git." kolunu bıraktım ve bana diktiği acılı gözlerini seyrettim. Sinirle kaşlarım çatıldı. "Bana süt dökmüş kedi gibi bakmayı kes. Sen onu affettin." dedim. Son kelimelere doğru sesim kısılmıştı. Güçsüz olduğumu ona belli etmek istemedim ve dişlerimi sıktım. Gözlerim onun karşısında dolmayacaktı.

Sera gitmeden önce dümdüz bir ifade ile bana baktı. Ardından mezarlığa adımlarını attı. Ufak bir yıkılmıştı ama ne de çabuk yutmuştu sözlerimi.

Yumruk olan ellerimi gevşettim ve onun buna değmeyeceğine karar verdim. Zaten annem, o mezarda yatan annem onu affetmemişti. Bunu biliyordum. Gittiği yerde onun ne yaptığını biliyordu. En azından kalbimdeki kadın onun, o adamı affettiğini biliyordu.

Sera resmen kanlı bir sözleşmeye imza atmıştı.

Zihnimde ki Sera ağırlığını kaldırım taşlarına bıraktım ve Eflah'ın yanına doğru attım adımlarımı. Şöfor koltuğuna geçmiş beni bekliyordu. Elinde bir gofret vardı. Gerilimin farkındaydı beni sakin tutmaya, mutlu etmeye çalışıyordu. Gofreti dudaklarıma doğru uzattı ve dolu ağzı ile gülümsedi. "Bir ısırık?" Ben de ona gülümsedim ve onun dudaklarının değdiği yerden bir ısırık aldım. Ardından Eflah kalan gofreti de bitirdi ve arabayı çalıştırdı.

Onun ben anlatmadığım sürece hiçbir şey sormuyor oluşunu çok seviyordum. Ama biliyordum. Ona anlatmadığım zamanları öğrendiği zaman çok kırılacaktı. Onu sevdiğim gerçek zamanı, annemin ölüm sebebini, Sera ile neden aramın bozuk olduğunu... Bunların hiçbirini bilmiyordu.

Oysa ki o bana anlatıyordu. Çünkü bana güveniyordu. Ben ise ona anlatmıyordum. Ona güvenmediğim için değildi bunlar. Sadece, sadece olayları kendime sesli bir şekilde itiraf etmek olacaktı ona anlattığım zaman.

"Sormayacak mısın?" Atölyeye yaklaşmıştık. Eflah köşeyi dönerken yüzü garip bir ifade aldı. "Neyi sormayacak mıyım?" ardından gerçekten merak etmediğini düşündüm. "Sera ile olanları." yüzündeki garip ifade yerini rahatlığa bıraktı. Direksiyonu çevirirken çok dikkatliydi. Gözlerini yoldan ayırmadı. "Sormayacağım çünkü bu kişisel. Bana anlatmak zorunda değilsin." derince bir nefes alıp verdim. Onu hak etmek için ne yapmıştım?

Eflah arabayı atölyenin arkasına park etti. Ardından arabadan indik ve yanıma gelip elimi tuttu. Hayatta her erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır sözü kadar doğru bir şey yok diyebilirdim. Zamanında küçük bir çocuk iken bu kadın annem iken şimdi ise Eflah'tı. Bu iki kadın olmasa ben bir hiç olarak sayılabilirdim.

Atölyenin arka kapısından içeriye girdik ve merdivenleri çıktık. Parmaklarını parmaklarımın arasından ayırmıyordu. O acele ile atölyeye girmeye çalışırken gülümsedim. Hızla kapıyı açtı ve içeriye girdi. Bugün birkaç saatliğine birlikte burada resim yapmaya karar vermiştik dün. Gülümsedi ve hızla etrafında döndü. "Burayı çok özlemişim!"diys sevinç çığlıkları attı. Hâlâ dönmeye devam ediyordu. Tam düşecek iken onu belinden yakaladım. Yere değen saçlarını diğer elim ile tuttum ve burnuma yaklaştırır kokladım. Ardından Eflah'ı ayaklarının üzerine bıraktım. Hâlâ ona dokunduğum zamanlarda heyecanı aynıydı. İlk gün ki gibi.

Üzerindeki ince ceketi çıkardı ve camın önüne bıraktı. Hızla boyalarla ilerledi ve alabildiği kadarını aldı. Onları yere bıraktı ve boş bir tuval aldı. Onu da yere bıraktı. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Yerde mi resim yapacaktı? Galiba öyleydi.

Efrafta dört dönüyordu resmen. Hızla dolabının oraya gitti ve lacivert boyalı tulumunu çıkardı. Ardından benim dolabım ilerledi. Boyalı tişörtlerimden birisini kafama atıp gülümsedi. "Bunlara ihtiyacımız olacak." Güldüm. Kesinlikle ihtiyacımız olacaktı.

Hızla üzerimizi değiştirdik. Benim yanımda heyecanlı olduğunu söylemiştim ama onun bedenini her gördüğümde beni de bir utanç kaplıyordu. Yine de onun kadar utanmıyordum. Resmen yanımda domatese dönmüştü. Kazağını üzerine geçirirken bana utangaç bir gülüş armağan etmişti.

Yere bıraktığı malzemelerin yanına gitti ve çıplak ayaklarını bağdaş kurarak yere oturdu. Eline fırçayı aldı ve siyaha batırdı. Tıpkı ilk gün ki gibi. Gözlerimi ondan alamıyordum. Ayakkabılarımı çıkardım ve ben de yere oturdum. Gözlerini bana çevirdi. Gözünün önüne düşen birkaç tutamı alıp kulağının arkasına sıkıştırdım. Dudaklarını ıslattı ve gülümsedi. "Tıpkı ilk gün ki gibi." dedi ve elini kalbime koydu. Kalbim elinin altında deli gibi atıyordu. Bunu fark ettiğinde nefesini dışarıya vererek gülümsedi. Sanki az önce aklımı okumuştu.

"Siyahı karanlık biliyorlar. Lakin benim için o kadar da dertli bir renk değil." dedi ve elini kalbimden çekip fırçasını aldı. Tekrardan siyaha buladı fırçasını. Boş tuvalde gezdirdi elini. Kalbimi boyuyormuş gibi hissettim.

"Siyah sendin Asaf. Sen o kadar da karanlık değilsin. Aydınlıksın. Renklisin." Elindeki fırçayı tekrardan siyah boyaya batırdı ve tuvali tamamen siyaha bürüdü. Ardından kurumamış tuvale elini götürdü ve ince uzun parmaklarına kadar avcunun içi boya oldu. Gözlerini bana dikti ve gülümsedi. Ne yapacağını bilmiyordum. Sadece onun hareketlerini izliyordum. Boyalı elini bana yaklaştırdığında geriye doğru kaçtım. "Hey. Yüzünü boyamayacağım merak etme." dedi ve beni yakaladı. Elini sırtıma koydu. Ardından boyalı elini de kalbime bastırdı. Üzerimdeki beyaz tişörte siyah elinin baskısı çıktı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Kulağımın altına bir öpücük bıraktı. Bütün tüylerim diken diken olmuştu. Sessizce fısıldadı. "Beni unutmak istersen eğer bir gün. Bugünü hatırla ve bu tişörte bak." Ardından acı ile gözlerini gözlerime dikti. Bu konuşma saçmalıktı. Ben onu bırakamazdım. Yine de o sözlerine devam etti. "Çünkü gerçekten de elim bu kalpte iz bıraktı. İzleri silmek mümkün olmaz Asaf. Eğer bir gün beni unutmak istersen bil ki ben her zaman oradayım." dedi ardından gözleri doldu. Hızla onu kendime çektim ve kafamı boynuna gömdüm. Bir elimi yanağına koydum ve saçlarını geriye doğru ittim. "Sen beni sarhoş ediyorsun. Seni unutmayı bir an bile düşünmedim." Sen beni sevmezken bile senden vazgeçmedim ben Eflah.

Gözlerini gözlerime dikti. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve dudakları dudaklarımda hayat buldu. Öptü. Sanki ben gidecekmişim gibi öptü. Beni kendine saklamak istercesine öptü. Delilikti bu! Lakin ben de onu öptüm. Ellerim ile belini sardım ve vücudunu kendime çektim. Ardından onu öpmeye devam ettim.

Geriye çekildi ve son bir buseyi bıraktı dudaklarıma. Gözlerini dudaklarıma dikti ve gülümsedi. Yeşil gözlerine baktım. Gezmeye doyamadığım kırlar gibiydi. Benim için deniz kadar güzeldi. Annem kadar güzeldi.

Onu kendime daha fazla çektim. Yere uzandım ve onu da göğsüme yatırdım. Bacaklarını yanlarıma attı ve kafasını göğsüme bastırdı. Ellerim belini kavradı. Nefes alamıyormuş gibi hissettim. Ardından elleri saçlarımın arasından geçti. "Benden hiçbir zaman daha fazlasını istemediğin için seni daha çok seviyorum." Gözlerimi ona çevirdim ve bende onun saçlarımı okşadım. "Senin bedeninde ben söz hakkı sahibi değilim." dedim. Ardından tekrardan dudaklarını dudaklarıma bastırdı. "Birgün tamamen senin olacağım." gözleri gözlerimi taradı. Kırmızı dudakları vişne gibiydi. Öpmeye doyamıyordu insan. "Benim değilsin. Kalbimsin. Bedenin ile benim olmuyorsun Eflah bunu sen de biliyorsun. Ruhun benim ile, bedenine sahip olmam gerekmiyor." Bir insanı sevmek onun bedenine sahip olmak demek değildi benim için. Kalbi beni sevsin. Bu bana yeterdi.

"Sen dünya da başıma gelmiş en güzel şeysin Eflah." dedim. Kelimelerimi senelerce o kadar saklı tutmuştum ki onun benim gururumu kıracağına adım kadar emin olsam bile yine de söylerdim. Çünkü hayat maalesef çok kısaydı ve Eflah kısacık hayatıma sığdıramayacağım kadar büyük bir yer kaplıyordu.

Kucağımdan kedini yana bıraktı ve o da benim gibi sırt üstü yattı. Gözlerimiz eski tavanda dikiliydi. İkimizde mutluyduk bu sessizliğim bile bunu belli ediyordu. Parmaklarını parmaklarıma değdirdi ve elimi tuttu. Saçlarının kokusu burnuma çalıyordu ve ciğerlerimi yakıyordu. O, o bilinmez bir yol değildi sanki. Direkt karşına çıkan o düz yoldu. Karmaşık değildi. Seni yorgun anında mutlu eden düz yoldu. Sakince yürümek gerekiyordu onu kırmamak için. Dolambaçlı yollar kadar tehlikeli değildi. Sıradandı. Yine de benim dünyamda ki en değerli sıradandı.

"Sera ile neden konuşmuyorsun?" dedi. Gözlerini üzerimde hissediyordum. Yutkundum. Boğazım kurumuştu. Normal de ben anlatmak istediğim zamana kadar soru sormazdı bana. Meraklıydı. Anlatmamı bekliyordu. Gözlerimi ona çevirdim. Olduğu yerde bir kutuya girmek, saklanmak ister gibi bana baktı. "Anlatmak zorunda değilsin." dedi. Ah benim anlayışlı meleğim.

Anlatmak istiyordum. Anlatacaktım. Dirseğimi yere koydum ve kafamı da elime dayadım. Ona bir kısmını anlatabilirdim.

"Sera. Küçükken onu çok severdim. Hayatımdaki en sevdiğim kızdı. Belki de onun bu yüzden affedemiyorum." diyerek söze girdim. Sonrasında şu an en sevdiğim kişinin Eflah olduğunu fark ettim. O da canımı yakar mıydı ki? "Çocukluğum çok güzel geçmedi. Babam, babam annemi döverdi. Küçüktüm ama farkındayım. Annemi ve Sera'yı alıp başka bir yere gitmeyi isterdim hep." Sözler zihnimde ağırlaştı. Eflah ise acı ile kıvranıyordu. Gözlerimi cama diktim ve kararan gökyüzünü izlemeye başladım. "Büyüdük. Sera ile hâlâ çok iyiydi aramız ama o babamı çok seviyordu. Annemi sürekli dövmesin rağmen. Ben ise babamı hiç sevmiyordum. Ona baba demeyi bile reddediyordum. Ama Sera öyle değildi." derince bir nefes alıp verdim. O adamı her düşündüğümde zihnimi intihar iplerine armağan ediyordum. "Annem öldüğünde Sera çokta küçük değildi. Ben ona sahip çıkacağımı söyledim ama o babam ile yaşamayı tercih etti. Ondan sonra da Sera ile tamamen koptum." gözlerimi tekrardan Eflah'a çevirdim. Artık bu olay beni eskisi kadar yaralamıyordu. Ama Eflah'ın yüzü acı ile harmanlanmıştı. Göz yaşlarını zor tutuyordu. Sesi titreyerek konuştu. "Ben özür dilerim Asaf. Sana, sana bunları anlattırdığım için." Parmağımı dudağında gezdirdim ve alnına öpücük kondurdum. "Şşşşş." saçlarıns dokundum. "Geçmişte kaldı. Artık canımı acıtmıyor." Acıtıyordu.

Üzerimde gezinen acıyı unutmak istedim. Tekrardan ilacımı bulmak istedim. Dudaklarımdan çıkan acıya merhem olsun istedim. Bir kez daha dudaklarımı onun dudaklarına mühürledim. Elimi ensesine getirdim ve onu daha çok kendime çektim...

Asaf Kara

2014

Gözlerimi açtığımda ilk zaman etraf bulanıktı. Bir süre gözüme çarpan florasan yüzünden gözlerim acıdı. Ardından kendime geldiğimde etrafıma baktım. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile Nihal hemşire yanımdaydı. "Günaydın uykucu." Ona cevap vermedim ve neden burada olduğumu merak ettim. Ardından bayıldığımı hatırladım. Nedeninin kırıntıları zihnimi istila etmek istedi. Anında buna izin vermedim. Kafamı dağıtmak için hemşireye odaklandım. "Günaydın Nihal." aniden gözlerini tekrar bana çevirdi. Adını dudaklarımdan duyması gözlerine ışıltı katmıştı. "Nasıl hissediyorsun?" Dediğinde bok gibi demek istedim ama demedim. "İyiyim. Sen nasılsın?" yalan ilgimi onda tutuyordum. Düşüncelerimden uzak kalmak istiyordum. Nefesini dışarı vererek güldü. "Bende iyiyim ama konumuz bu değil." dedi ve tekrardan güldü. "Konumuz ne?"

"Senin iyi olman." diye anında cevap verdi. Ardından devam etti. "Sonuçta bu yatakta yatan ben değilim." dedi. Gözlerimi ondan çektim ve kapıya diktim. Ne kadar da açık sözlüydü.

Bileğime dokunan elini hissettiğimde gözlerimi ona çevirdim. "Seni kırdıysam özür dilerim. Bu sana iyi gelecek mi bilmem ama ben, doktorlar, en ünlü bilim adamları bile. Hastane yatağında yatan ilk kişi sen değilsin." dedi ve güldü. Zoraki bir gülümsemeyi dudaklarıma yerleştirdim. Ardından koluma uzandı eli. Serum taktıklarını o zamana kadar fark etmemiştim bile. Ayağa kalktı ve seruma uzandı. Serumu kapattı ve ardından kolumdaki bandı çıkardı. Pamukla kanı temizledi ve küçük yarabandı yapıştırdı koluma. Çıkardığı serumu takılı demirden almak için tekrar ayağa kalktı. Serumu aldı ama dengesini kaybetti. Ani bir hareket eli elim belini buldu. Elini yatağım başlığına dayadı. Kızıl saçları yüzüme dökülmüştü. Derince bir nefes alıp verdim. Onun ise kalbinin sesini duyabiliyordum. Bir süre bana öyle baktı. Sonrasında geri çekildi. Hemen malzemeleri toplayıp odadan resmen kaçtı.

Boş odada gözlerimi gezdirdim. Az önceki olay beni pek etkilememişti. Tamam Nihal güzeldi, gerçekten güzel bir kızdı. Lakin aklımda birisi vardı. Şayet aklımdaki kişi yanımda olmasa bile onun ile ölecektim ben...

Yataktan kalktım ve odadan çıktım. Koridor boyunca yürüdüm ve bir üst kata çıkıp hızla kendi odama girdim. Hemen duvardaki saate diktim gözlerimi. Hızla cama koştum. Geç kalmamıştım. İşte oradaydı. Güneşin batışının altında benim kalbimin kaptanı vardı. En az günbatımı kadar güzeldi. Yolda yürüdüğü zaman diliminde yine ona izledim. Boynunda ince bir fları vardı. Bilmediğim kokusunu içime çekmek istedim. Birgün, birgün onun yanında olmak, onun yanında uyanmak istedim.

Kalemimi aldım ve hızla defterime karalamaya başladım. Aşk gibi özel bir duyguyu kalpte saklamak çok zordu çünkü...

Sözler kifayetsiz kalıyor senin yanında. Ben adının geçtiği satırları öpüyorum sevgilim. Seni gördüğüm vakitlere sığınarak, yok oluşunu seyrediyorum. Sarhoş oluyorum yüzüne bakarken ama ağzıma bir damla içki sürülmemiş. Baktığım heryerde seni görüyorum ya da sen gerçekten heryerdesin. Öylesine kaplamışsın ki gözlerimin önünü, senin adını sayıklıyorum her vakitte...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro