3.Bölüm "Nar Çiçeği"
*Düzenlendi.*
Merhaba ben geldim. Nasılsınız? Bölümleri seviyor musunuz? Muhtemelen 35.Bölüm de size veda edeceğim ama konu ilerler ise ya 40.Bölüm de ya da ikinci kitapta veda etmiş olacağım. Ben demiştim ki taslakta bitireceğim, ama bölüm sayısı az ise bilin ki ben yayınlamışım demektir. Olsun, umuyorum ki iki kitabımı da bir arada yürüteceğim.
Kitabımı beğenenler lütfen arkadaşlarınıza öneriniz.
Keyifli Okumalar Dilerim.
Lütfen oy vermeden ve yorum yapmadan geçmeyiniz.
✨
Zihnimden bedenime akan renk cümbüşü beyazlara karışıyordu. Her yer renkli olmasına rağmen bir o kadar da siyahtı. Beyaz olan çevreme ve ruhuma renkler karışıyordu. Bir sürü renk hakimdi etrafa, bir o kadar da siyah...
Bu anlamsızlıktan kurtulmak istiyordum. Bu boyalardan, etrafta uçuşmaya başlayan fırçalardan... Kendi beyazım ile kalmak istiyordum.
"Senin ruhuna benim her rengim karışacak Eflah Akın. Dudağındaki nar çiçeği rengi bile."
Sessizce fısıldayış ile etrafıma baktım. Yer yerinde durmuyordu. Bu ses bana tanıdık gelmişti. Hâlâ etrafıma bakınırken konuştum. "Kimsin sen?"
"Ruhunda bütün renkleri taşıyan adam."
Yüzü gözüktüğünde siyah bir bulutu andıran ciddi suratı beni karşılamıştı. Sertçe yutkundum. Sesini tanıdığımı söylemiştim. Cümleleri de artık bunu kanıtlamıştı, tıpkı siyah bulutu anımsatan suratı gibi...
Yavaşça adımlarını bana doğru attığında bedeninden daha fazla renk döküldüğünü görmüştüm. Bu da neydi böyle? Gözlerim yere dökülen birden fazla renge odaklanmışken sesi tekrar kulaklarımı doldurdu. "Beyaza, her renk karıştı Eflah."
Etrafımdaki beyaz çembere akan sürüyle rengi gördüğümde onun gözlerine baktım. "Senin ruhundaki renkleri istemiyorum."
"Beyaza mavi karışınca o renk artık mavidir Eflah. Beyaz, renkleri yansıtır." Eli omzuma geldiğinde irkilip geri çekildim. Onun hiçbir rengini istemiyordum. Onu tanımıyordum, hiçbir renginin beyazıma karışmasını istemiyordum...
Birden yok olduğunda renklerde gitmişti. Zemin sadece beyazdı, diğer her yer karanlık. Sessizce fısıldayışını duydum tekrardan. "Bak renklerim gitti Eflah. Siyah ve beyaz. Çok sıradan değil miyiz?" Nefes alışverişini duyuyordum, ama onu göremiyordum. Onun siyah olması ya da başka bir renk olmasına kafa yoramıyordum. Ben sadece bu yerden kurtulmak istiyordum. "Tek isteğim bu yerden kurtulmak."
"Bu bir rüya Eflah."
Gözlerime çarpan ışık bulutu ile kendime gelmeye çalıştım. Gözlerimi hafiften açtığımda ışığın gözlerime verdiği acı ile gözlerimi yumdum. Yattığım yerden kalktım, gözlerimi zar zor açabilmiştim. Etrafa bakındığımda atölyede olduğumu fark ettim. "Uyuya kaldın." Gözlerim Asaf'a çevrildiğinde masasında duvara yaslanmış oturuyordu. Elimin altındaki yumuşak şeye baktığımda onun montu olduğunu fark ettim.
Ayağa kalktığımda gözlerim cama dikildi. Güneş yeni doğmuştu. Soğuk, mat mavi etrafa hakimdi, fazlaca da sabah soğuğu vardı. Ellerim refleks ile kollarıma gittiğinde kollarımı ısıtmaya çalıştım. "Yerdeki montumu giy üzerine hasta olacaksın." Yerdeki mont ile tekrardan gözgöze geldiğimde bir müddet öylece baktım. Üşümememin tek önlemi olduğu için üzerimdeki ince montu çıkarıp onun montunu giydim. Önünü de kapattığımda yavaştan bedenimi sıcak kaplamıştı. Montundan gelen hoş parfüm kokusu ciğerlerimi doldurmuştu.
Gözlerimi ona çevirdiğimde ciddiyetinden ödün vermeyen gözleri ile bana bakıyordu. Aklım rüyamın kırıntıları süzüldüğünde söylediği cümle gelmişti aklıma. Beyaza mavi karışınca o renk artık mavidir Eflah. Beyaz, renkleri yansıtır.
Oturduğum yerden kalktım ve camın olduğu yere doğru adımlarımı yönlendirdim. Camın olduğu yerdeki boşluğa oturdum ve sabahın ilk olaylarını izlemeye başladım. Arabalar yoldan geçiyor, ahenk içinde uçan martılar seslerinden melodileri etrafa sunuyorlardı. Sahilde simitçiler belirmişti. Elinde dosya ile bir genç kadın karşıdan karşıya geçiyordu, İstanbul için yeni bir gündü...
Gözlerimi ona çevirdiğimde, buz kütlesi gibiydi, rüyamda ki ile aynıydı yüzü, belki gerçekte biraz daha yumuşaktı. Oturduğum yerden bacaklarımı aşağıya indirdim. Gözlerini, gözlerimden ayırmıyordu. Konuştum. "Rüyamda seni gördüm." Kolunu masasına koydu ve gözlerini kapatıp açtı. "Tablom seni etkilemiş gibi görünüyor." Oturduğum yerden kalktım. Aslında tablo değil onun gerçek oluşu etkilemişti beni, ruhundaki renk sıkalası ve onun bu kadar renk barındırışı... Yerime oturmadan önce boyalarımı ve tuvalimi hazırladım. Tuvalimi şövaleye yerleştirdim ve tekrardan ona baktım. "Tablonun başrolündeki adamın ruhundaki renkler beni etkiledi." Gerçek, ciddilik barındırmayan gülümseyişini gördüğümde ben de gülümsedim. Sessizce fısıldadım. "Gülmeyi de biliyormuş." Gerçekten sessizce fısıldadığımı düşünmüştüm ki cevap verdi. "Gülmeyi herkes bilir." Duraksadı ve tekrardan konuştu. "Ama bir insanı herkes güldüremez."
Söylediği şey ile daha fazla gülümsedim. Bu demek oluyor ki onu gülümseten insanlardan birisi bendim. Bir insanı gülümsetmek güzel bir şeydi. Koyu saçlarına gözlerim kaydığında derince bir nefes alıp verdim. Gözlerimi tekrardan tuvale çevirdim. Resmedilecek kadar güzel bir yüzü vardı, ruhundaki saklı renkler kadar güzel bir yüzü...
Elime fırçayı aldım ve boyaya daldırdım. Siyah bir hat ile kadın gölgesi çizdim. Çizgileri yumuşattıktan sonra saçlarının olduğu kısmı boyadım ve yüzünü belli ettim. Kendimi çiziyordum. Tıpkı onun tablosu gibi, ama benim yüzüm siyah bedenim renkli değildi. Ben beyazdım, o diğerleriydi.
Atölyenin kapısı açıldığında Aral içeri girdi, ilk bana, sonra Asaf'a, sonra tekrardan bana baktı. "İkinize de günaydın." Gülümsedim. "Günaydın." Asaf'ın da cevabını duyduğumda Aral yanımdaki yerine çoktan geçmişti. Çantası taburesinin arkasına bıraktı ve tekrardan bana baktı. "Biraz erkenciyiz sanki." Fırçayı tekrardan tabloya götürdüğümde konuştum. "Öyle oldu biraz." Aslında eve hiç gidememiştim. Kesilen elektrik ile beraber kısa bir süre burada oturmuştum. Uyuyakalmıştım ve sabah olmuştu...
Resmime devam ederken yüzün ne ara bittiğini anlamamıştım bile. Oturduğum yerden kalktım ve tabloya uzaktan baktım. Cidden bana benzemişti. Yerime oturdum ve elime kalın bir yassı fırça aldım beyaz boyaya batırdım ve gözlerime şerit gibi geçtim. Şeffaflığın altından gözlerimi çizdiğim kısım hâlâ belli oluyordu, ama bu soyut sergisiydi ve kendi hayal gücümü katmam önemli bir unsurudu.
Bedenimi beyaz bırakmıştım. Kollarıma doğru ten rengi boya indirmiştim, ama onun bedeninde renkli olan kısmı ben beyaz bırakmıştım. Bu da benim ruhumun rengiydi.
Elime henüz tam kurumamış olan tabloyu aldım ve Asaf'ın masasına doğru yürüdüm. Tabloyu ona doğru çevirdiğimde gülümsedim. "Nasıl?" Benim gülümseyişimin aksine ciddi suratını takınmıştı. Onun ile geçirdiğim saatlerden anlayabildiğim kadarı ile o resim incelediği zaman ciddiyete bürünüyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
Resimde gözlerini gezdirirken ufak bir gülümseyişini yakalamıştım dudaklarında, ama bu çok kısa sürmüştü. Uzun bir müddet resime baktı ara sıra benim yüzüme de bakıyordu. En sonunda resimden çekip gözlerini bana odakladı. "Tablon gerçekten çok başarılı." Tekrardan tabloya baktı. "Senin ruhunda saklı kalan bir renk yok. Sen her türlü beyazsın." Gözlerimi tabloya dikip konuştum. "Bunu sana yansıtmam güzel. Yarı soyut oldu gibi." Kafasını onayladığını belli edecek şekilde salladı. "Aynen öyle."
Tabloyu alıp köşeye bıraktığımda herkesin geldiğini fark etmem yeni olmuştu. Resim yaparken o kadar ruhum boyalara karışmış ki, etrafımdan soyutlanmıştım. Geldiklerini fark etmemiştim bile...
Yerime oturduğumda Asaf ayağa kalkmıştı. Uzun boyu sayesinde oturduğum yerden, hafiften kafamı kaldırarak bakmak zorunda kalıyordum ona. Gözleri bana geldi bir anlığına sonra etrafta dolaşmaya başladı. Herkesin tablosuna baktı ve çalışmalarını inceledi. Her çalışmada bakışları değişiyordu. Sera'nın tablosuna baktığında gözleri kısıktı, Sevran'ın tablosuna baktığında oldukça şaşkındı, sanırsam bu bakış ondan beklemediği bir tabloyu sunduğunun bakışıydı. Sevran samimi olmadığım bir kızdı. Pek konuşmazdık varlığını bile hissetmem zor olurdu çünkü çok sessizdi. Yavaş yavaş benim olduğum tarafa gelirken, Aral'ın tablosuna baktı. Çenesini sıvazladığında gözlerinin bana kayması ile gözlerimi ondan çekmiştim. Her seferinde onu izlediğimin farkına varmak zorunda mıydı?
Tabloya baktığında tekrardan ona baktım. İlk kez benim tablolarımdan başka, birisinin tablosuna güzel yorumda bulunmuştu. "Gerçekten çok başarılı gidiyor. Soyut çalışmayı güzel yansıtmışsın." Aral ona bakıp minnetle gözlerini yumdu. "Teşekkür ederim."
Benim olduğum yere geldiğinde derince bir nefes alıp verdim. Açık kahverengi gözleri derince yeşil gözlerime bakarken nefes almak bile zor geliyordu. Gözleri hâlâ gözlerimdeydi, gözlerimi çekmedim bu sefer uzunca açık kahverengi gözlerinin dalgalarının arasında boğuldum. Gözlerim yüzüne kaydığında ezberlemek istercesine baktım. Bir süre sonra yeşillerimi çektim, utanmıştım. Nefesini dışarı verişindeki saklı gülüşünü duyduğumda ben de gülümsedim.
Ruhundaki bazı renkler yüzündeki siyahı yok etmeye başlamış gibiydi. Masasına doğru ilerlerken olduğu yerde durdu. "Başka bir tablo yapacak mısın?" Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Hayır." Eliyle beni çağırdı. "Gel o zaman." Gülümseyerek oturduğum yerden kalktım. Neden çağırdığını merak ediyordum. Masasına kadar yürüdüğümüzde, sandalyeyi çekip oturdu. Yüzüme baktı. Yüzümde gözleri gezinirken, kalbim küt küt atıyordu. Nefesimi tutmuştum. "Senin ruhun gibi olan bu beyaz tabloya resmini çizmeme izin verir misin?" Tuttuğum nefesimi dışarı verdim. Gösterdiği tabloya baktım, ruhum ve tüm benliğim gibi beyazdı. Gözlerimi tekrardan ona getirdim. Bir ressamın kalemine işleyeceği kadar güzel değildim. Bu ekipte benden daha güzel yüze sahip olan kadınlar vardı. "Resmini çizeceğin kadar güzel bir kadın değilim Asaf." Yüzüme ciddilik çöktüğünde gerçek anlamda bir gülüşünü bana armağan etti. "Bırakta buna ben karar vereyim Beyaz." Bana hitap ettiği 'Beyaz' Kelimesi nedensizce hoşuma gitmişti. Ayağa kalktı ve fısıldadı. "Ben karar verdim çoktan, sen fırçalarıma hitap eden bir güzelliktesin."
Söylediği kelimelerin güzelliği karşısında diyecek bir kelime bulamamıştım. Öyle güzellerdi ki zihnimde onun sesi eşliğinde dans ediyorlardı. Ruhu gökkuşağı olan bu adamın, dışarıya yansıttığı bir kaç rengini yakalamıştım artık. Gerçekten ve o renkleri belirtmem gerekirse o renkler en güzelleriydi. Gülümseyişim bütün yüzüme yayılmıştı. "Ruhundaki renklerin bazıları yüzüne yansıdı. Farkında mısın? Siyaha birkaç renk karıştı." Yüzü ciddileşmişti. "Hayır Eflah. Siyaha başka bir renk karıştığında siyah hâlâ siyahtır, beyazsın aksine." Neden böyle konuştuğuna anlam veremiyordum. Diziden alıntı gibiydi. Derindi...
Yüzüm asılmıştı. Neden güzel olan enerjisini yok eden bir yapıya sahipti? Kendisi söylemişti bana tablosu ile ruhundaki renklerini, onların yüzüne yansımasını neden istemiyordu ki? Ama beyaz her renge etkilidir, tıpkı siyah gibi..."Şunu unutma Asaf, siyaha beyaz karışırsa, diğer renklerin aksine beyazın etkisi olur, tıpkı siyahın etkisinin oldu gibi." Söylediğim cümle ile kaşları havaya kalkmıştı ona demek istediğim şey ruhuna ya da yüzüne beyaz karışabilirdi ve beyaz karıştığı zaman etkisi büyük olurdu...
"Resmini çizebilir miyim?" Kısa bir sessizlikten sonra tekrardan sordu. Taburesine oturduğunda, onun masasının yanında duran sandalyesine oturdum. "Tabii." Elini fırça kutusuna daldırdığında yüzüme baktı. Tabloya baktı ve taslağı çizmeye başladı, tablo ile yüzüm arasında gözleri mekik dokuyordu. Sürekli bana bakması kalbimin hızlı atmasına sebep oluyordu. Ruhumdaki dans eden kadın, onun ruhundaki adam ile dans ediyordu, ve rüyasında ki gibi bedeninden tonlarca renk geliyordu, benim kalbimdeki beyaza doğru. Bunun sonunda ben artık bütün renkleri barındıran bir adamın, renklerini barındıran bir kadın oluyordum.
Gözlerimi bende olan gözlerinden çektim ve tabloya baktım. Sadece taslağını çizmiş olduğu ve gözlerimin rengini çizmeye başladığı bu tablo şimdiden mükemmel gözüküyordu. Onun yeteneği cidden çok güzeldi, tıpkı gözleri gibi.
Oturduğu yerden kalktığında konuştu. "Birazdan devam edeceğim. Sen de bir yürü istersen." Kafamı onayladığımı belli edecek şekilde salladım ve ayağa kalkıp yürümeye başladım. Diğer şövalelerin önünde yürürken Sera'nın adımı söylemesi ile duraksadım. Gözlerimi onun gözlerine diktiğimde gülümsedim." "Efendim?" Gülümsedi ve benim şövalemin olduğu yeri işaret etti. "Turkuaz boyanın bana verebilir misin?" Gülümsedim ve boyalarımın olduğu kutuya baktım. "Tabii ki." Boya kutumun yanına geldiğimde elimi turkuaz boyaya uzattım. Boyayı elime aldım ve Sera'nın olduğu yere adımlarımı attım. Yanına geldiğimde boyayı uzattım. Boyayı elimden aldı ve gülümsedi. "Teşekkür ederim." Tekrardan gülümsedim. "Rica ederim."
Hava kararmaya başlamıştı. Mavilik yerini gün batımının öncüsü olan turuncuya bırakmıştı. Gözlerimi Asaf'a diktim. "Resime yarın devam etsen olur mu?" Çantasını eline alıp omzuna taktı. "Yorgunum zaten ben de birazdan çıkacaktım." Kafamı salladım. Herkes ayaklanmaya başladığında boya kutumun kapağını kapattım ve rafa yerleştirdim. Birkaç kişi çoktan gitmişti bile. Ben her zaman çalıştığım yeri toparlayıp gitmek taraftarıydım. Fırçalarımı köşedeki lavaboda yıkayıp temiz fırçaları yanına koyup, o kutunun da kapağını kapattım ve rafa koydum. Artık Asaf hariç herkes gitmişti. Ellerimi birbirine çırptım. "Sen gitmiyor musun Asaf?" Çantamı omzuma taktığımda kapıya doğru ilerledim. O da kapıya doğru ilerledi. "Ben de şimdi gidiyordum." Kapının kulpunu aşağıya indirdim ve kapıyı açtım. Yürümeye devam ederken ayağımın burkulması ile Asaf'ın koluna yapışmam bir oldu. "Bu üç oldu Eflah." Utanmakla beraber sakardım da. Dediği gibi bu üç olmuştu. Yüzüne baktım ve utangaç gözlerimi gözlerine getirdim. "Özür dilerim." Kolundaki elimi çekmediğim fark ettiğimde hemen elimi çektim.
Ona her dokunduğumda kalbimin atışları bütün bedenimdeki yankılanıyordu, sanki ben uzun bir süredir onu bekliyordum ve o bütün renklerini de alıp gelmişti. Beyaz Ve Diğerleri buluşmuş gibiydi, ve ben nedense yıllardır onu tanıyor gibiydim.
Yollarımız farklı yere doğru gideceği zaman yüzüne son defa baktım. "Görüşürüz." İnce uzun parmaklarını salladı. "Görüşürüz." Çantamın kulpuna daha çok sarıldım ve yaya geçidinde doğru yürümeye başladım. Omzumdan ağrı ona baktığımda onunda tersi yöne yürüdüğünü gördüm. Gecenin sessiz kollarında bir yıldız gibi parlıyordu bedeni ve bütün benliği.
Karşıdan karşıya geçmek için adımlarımı attım. Onun düşüncesiyle dalıp gitmiştim. Beni bu rüyadan uyandıran kulağımın içinde çığlık gibi yankılanan korna sesi oldu. İsmimi bağıran Asaf'ın sesi kulaklarıma ilişmişti son olarak, ondan sonrası gökyüzü kadar karanlıktı.
'Onlar gökyüzüydü. Birisinin yüzü geceleri gökyüzünün siyah olduğu gibi siyahtı, diğeri ise yıldızlar kadar beyazdı. Eflah beyazdı, diğerleri ise Asaf'tı, Asaf'ın barındırdığı bütün renklerdi.'
Bölüm Sonu
Kitabı önerdiğiniz kişileri buraya etiketler misiniz?
Gizli okuyucularıma merhaba.
En sevdiğiniz karakter kim?
Sizce Asaf'ın renkleri neden ruhunda saklı?
Kitap ismini uyumlu buluyor musunuz?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro