Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

23.Bölüm "Ölümün Kolları"

Bir ay oldu neredeyse. Farkındayım. Gecikmelerden dolayı özür dilerim. Bu tatilde (ne kadar tatil denilebilirse) sizlere bol bol bölüm yazacağım. Lütfen tek isteğim yorum ve oy. Başka bir isteğim yok.

Hepiniz sağlıkla kalın. İyi kalın. Lütfen evden dışarıya çıkmayın güzellerim.

Bölüm Şarkısı :
Halil Sezai - İsyan
(Ayda'dan dinleyin bence)

🕊️

Gece bitmek üzereydi. Hayatımdaki en güzel günlerden biri olmuştu. Kalbimi verdiğim, ruhumu emanet ettiğim adamın gözlerine bakarak şarkı söylemek benim için çok özel bir an olmuştu. Onun o kahverengi dalgaları, kalbimin kıyısına doğru sertçe çarparken, tıpkı ilk gün ki gibi nefes almam zorlaşıyordu. Ben fark ediyorum ki sevgi, aşk günler geçtikçe ölmüyormuş. Ben onu her sevdiğim güne daha mutlu uyanıyorum. İlk gün benim kalbimde ne hâlde ise şu an aynıydı. Daha fazlaydı hatta. Onun olduğu her gün benim için bu dünyadaki en güzel gündü.

Son şarkıyı da onun gözlerinin içine bakarak seslendirdim. Gülümsüyordu ve gözlerini şefkatle kapatıp açıyordu. Mikrofondan çektim ellerimi ve sahneden inip direkt ona sarıldım. Kafamı boynuna gömdüm. O ara salondakilerden yüksek alkış sesleri geldi. Kafamı çevirdim ve etrafa baktım. Herkes ellerini sertçe biribirine çarpıyor bize bakarak gülümsüyordu. Gözlerimi Asaf'a çevirdim. Alnıma öpücük kondurdu ve gülümsedi. "Böyle bir ortam olacağını bilseydim yüzüğümü alıp gelirdim." dediğinde gözlerim faltaşı gibi oldu ve boğazım kurudu. Yüzümün kireç gibi olduğuna yemin edebilirdim. "Hey sakin ol, yüzük yok yanımda heyecanlanma." dedi ve kahkaha atıp dudaklarını saçlarıma götürdü. Düşüncesi bile heyecanlandırmıştı beni ve, ve by gerçek olursa ben onun ile evlenirsem dünyanın en mutlu kadını olurdum mutluluğun haram olduğu bu dünyada. Bu güzelliğin hiç bozulmasını istemiyordum. O benimle olsun ve biz bütün zorlukları yenelim istiyordum. Kimse aramıza girmesin, gözleri hep bana böyle baksın, sohbetimiz her zaman bol olsun istiyordum. Çünkü benim ailem çok mutlu bir aile değildi. Onun bana aile olmasını istiyordum. Babamdan, annemden göremediğim o sevgiyi onun kalbinde hissediyordum. Bu dünyada beni onun gibi biri sevmemişti hiç. Onun kadar güzel sevmemişti.

"Üzerini değiştirecek misin?" dediğinde kafamı aşağıya yukarıya sallayarak onayladım. Bu kıyafetler ile çok daha güzel görünsem bile rahat bir şeyler giymek tercihimdi. Yanıma kıyafetlerimi almıştım. Bir kot ve boğazlı beyaz kazak biliyorum ki bu elbiseden daha rahattı. Benim için rahatlık daha önemliydi. "Değiştirip, geleyim. Sen burada bekle." dedim ve gamzesine bir öpücük kondurup ondan uzaklaştım. Sahnenin yanından, kulise doğru giden koridora girdim. Yanımdan geçen insanlara gülümseyerek yürüyordum. Sevgi böceği olmuştum resmen...

Kıyafetlerimi aldım ve giyinmek için odada bulunan kabine girdim. Üzerimdeki elbisenin fermuarını zar zor açabildim. Elbiseyi askılığa astım ve kıyafet çantasının içine geçirdim. Kotu mu bacaklarımdan geçirdiğim vakit burnuma gelen duman kokusu kötü bir şeylerin olduğu haberinin sinyallerini gönderdi beynime. Hızla kotumu giydim ve vakit kaybetmeden boğazlı kazağımı üzerime geçirdim. Saçlarımı bile çıkarmadan ayakkabılarımı ayaklarıma geçirip fermuarlarını kapatmadan kabinden çıktım. Bunları yapalı bir dakika bile olmamıştı. Duman odaya doğru dolarken, hızla kapıyı açtım dışarı çıktığımda iki koridorun ucunda dumandan göz gözü görmüyor, insanlar çığlık atıyordu. Lakin kimseyi göremiyordum. Sesler uzak geliyordu ve koridorda kimse yoktu. Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Elimi kalbime götürdüm ve Asaf'ın ismini fısıldadım. Korku ile gözümden yaşlar akmaya başladı. Hızla sola doğru koştum. Adımlarımı attıkça turunculuk beni daha çok karşılıyordu. Oradan geçmem imkansızdı. Gözlerimden yaşlar ardı ardına akarken geri döndüm ve otarafa doğru koştum. Duman ciğerlerime daha fazla dolmasın diye boğazlı kazağımın boğaz kısmını, dudaklarımın ve burnumun üzerine doğru çektim. Bir nebze olsun daha iyi hissediyordum. Dirseğimin içini de yüzüme kapattım ve sadece gözlerime izin verdim. Koridorun sonuna geldiğimde başka koridor vardı. Burası çok büyüktü ve şu an gözüme korku ile daha büyük geliyordu. Sağ tarafa baktığımda alevler orada da yükselmişti. Ne oluyordu burada böyle? Alevlerin yansıması gözlerime işlemişken donup kalmıştım. Burada ölecektim. Asaf... Asaf'ın tekrardan aklıma gelmesi ile kendime geldim. Benim ölmem önemli değildi, ama o, o ölürse benim ölmüş olan ruhum rahat uyuyamazdı ebedi uykusunda. Aklımdan bir an olsun Asaf'ı çıkarmadan sola doğru koştum. Alevler burayıda kaplamıştı ama diğer tarafa göre daha azdı. Gözlerimi kapattım ve derin derin nefes alıp vermeye başladım. Bu alevin üzerinden atlayabilirdim. Uzun bacaklarım vardı ve en fazla ayaklarımda yanıklar oluşurdu. Bu beni öldürmezdi, ama şu an sevdiğim adam ölüyor olabilirdi. Ölüm kelimesini ilk kez ensemde, bu kadar fazla hissetmiştim. Mutlu günüm kabusa dönüşmüştü. Ölüyordum ben, ölecektim.

Asaf benim en hassas noktamdı. Yara bere içinde kalacaktım. Ateşi, alevleri içten içe hissedecektim. Bacaklarım yanacaktı, belki de atlamayı başaramaz isem alevler içinde bedenim kül olacaktı...

Bu düşünceleri aklımdan def ettim ve alevler boyunu aşmadan, bir an bile düşünmeden alevlerin üzerinden atladım. Isıyı hissetmiş olan bacaklarım acıyla kavrulmuştu. Ayakkabılarımın eriyen tabanlarını hissedebiliyordum. Cenneti yaşarken, cehennemi görmüş bir günahkar gibiydim. Cehennemi mi, yoksa cenneti mi yaşamak istiyorsun? İkisini birden yaşarsan hayatında sağ kalabilecek misin?

Hayatım alevlerin içerisinde kalmış, yeni filizlenmiş bir bitki gibiydi. Yanan bir tablo gibiydi, ölüm gibiydi. Sadece şu an bunları hissediyordum. Hayatın değerini daha çok anlıyordum...

Yerden kalkarak yürümeye devam ettim. Ayaklarım, bacaklarım titriyordu. Kafamdan akan bir şey hissediyordum. Elimi saçlarımın dinine götürdüm. Gözlerimi parmaklarıma dikmeme, kıpkırmızı kanı görmem bir olmuştu. Az önce kafamı vurduğumda canım acımamıştı, ama, ama kan vardı. Kafam kanıyordu. Kanlı elimi kotumun üzerine silip kanı yok ettim. Acıyla inliyordum. Canım çok yanıyordu. İki dakika da gidebileceğim bu yollar bana çıkmaz olmuştu ve daha uzun gözüküyordu gözüme. Ölümün kokusunu alıyordum, kan kokusundan daha beterdi ve insanın bedenini arzuluyordu.

İki koridorun ucuda alev kaplıydı. Çıkmam imkansızdı. Arka tarafta ufacık cam bile yoktu. Gidemiyordum, kapana kısılmış bir fare gibiydim. Gözlerim beyaz kapıya dikildi. Oraya gitmem gerekiyordu. Hızla oraya gittim. Alevler düşündüğüm gibi henüz oraya ulaşmamışlardı. Kulaklarım çok kötü çınlıyordu. Odanın en köşesine çöktüm ve başımı ellerimin arasına aldım. Çınlayan kulaklarımın arasından onun sesini duydum. Boğazı yırtılırcasına benim adımı bağırıyordu. Duyuyordum ama sadece "Asaf." diye fısıldayabiliyordum. Bağırmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Ve dünyamın döndüğünü hissettim. Gözlerimin kaydığını ve odanın su gibi dalgalandığını. Ölüm, gelmişti işte. Şefkatle çağırıyordu beni küf kokulu kollarına doğru...

Asaf Kara

Yanağıma bir öpücük kondurdu ve gülümseyerek gitti. Saçları beline kadar geliyor ve kapalı alanda bile Işıl ışıl parlıyordu. Omuzları ne kadarda kusursuzdu. Direklerine değen saçları, ince uzun parmakları. O parmakları ile ne de mükemmel tutuyordu fırçaları. Allah'ın yetenek sakladığı o parmakların her birinin ucundan öpmek istiyordum. Öpmek ve o parmak uçlarında ölmek. Masaya doğru gelen adamı durdurdum ve bardakta ki rakılardan birini aldım. Normalde alkol almayı sevmezdim, ama Eflah aklımı sarhoş etmişti, ruhumu, kalbimi... Biraz alkolden zarar gelmezdi. Rakı bardağını dudaklarıms götürdüm ve birkaç yudum alıp geri bıraktım. Şurup gibi tadı vardı. Çokta gerekli bir içki değildi...

Kolumdaki saate baktığımda zamanın geçtiğini fark ettim. Eflah'ın çoktan geliyor olması gerekirdi. Etrafta insanların uğultulu seslerini duymaya başlamıştım. Bir terslik olmalıydı. Kalbim sıkışmıştı. Evet, artık emindim. Bir terslik vardı. Kalbimdeki hissi doğrularmışçasına sahnenin arkasında dumanlar görmeye başladım. Gözlerim irileşmişken aklıma sadece Eflah gelmişti. Kendi canımdan önce Eflah. Birisi yangın var diye fısıldadı korku ile. Bu ses yan masadaki bir kadından geliyordu. Herkes kaçışmaya başlamış iken ben sahnenin arkasına doğru koşmaya başladım. Hızla merdivenleri çıktım ve koridora girdim. Etraf duman olmuştu. Nasıl bu kadar geç duymuştuk? Dirseğimi ağzıma ve burnuma kapayıp koridoru yürüdüm. Lakin ilerledikçe yükselen alevleri görmem bir olmuştu. Ve burası bir labirent giydi. Çok koridor vardı. Düşünmeden bulduğum diğer koridora girdim ve Eflah'ı aramaya başladım. Yoktu, hiçbir yerde yoktu. Çıkmış olması için dua ettim. Aklımı kaybedecektim. Adını söylemeyi bile akıl edememiştim. Gözlerim dumandan yanıyordu. "Eflah!" var gücümle adını bağırdım. Lakin ufacık bir ses bile duymamıştım. Ona bir şey olursa ben ölürdüm. O bana bilmeden o kadar geç gelmişti ki, onu yeni bulmuş iken onu kaybedemezdim. Hem benim ruhum ondaydı. O ölürse ruhumda ölmez miydi?

Pes etmedim ve dumanları aşarak diğer koridora geçtim. Beyaz bir kapı görmem ile oraya doğru koştum. Alevler oraya gelmek üzereydi. Onun orada olması için dua ettim. Onu da alıp buradan gitmek istiyordum. Kapıyı hızla açtığımda onu yerde gördüm. Gözlerim nemlenmiş iken, nefesim boğazıma tıkılıp kalmıştı. Hızla dizlerimin üzerine çöktüm ve onu kucağıma almaya çalıştım. Lakin dumandan öyle bir yorgundu ki ciğerlerim onu kaldırmak çok zordu. Zorladım, onu orada bırakmazdım. Tüm gücümü zorladım. Titreyen dizlerime rağmen ayağa kalkabildim. Dengemi sağladım ve hızla koridora çıktım. Alevlerin olmadığı yöne doğru gittim ve dumanların arasından siyah bir kapı gördüm. Hızla kapıya doğru ilerlediğimde arka bir sokağa çıkmıştık. Onun bedenimi yere bıraktım ve yüzünden saçlarını çektim. Siyaha boyanmış yüzüne baktım. Güzelim, nasıl da korkmuştu kim bilir. Elimi kalbine götürdüğümde nefes aldığını, kalp atışlarını parmak uçlarımda hissettim. O minicik kalp atışları, ile öyle bir su serpilmişti ki kalbime tarifi yoktu. Gözlerim bedeninde gezindi. Yaralanıp yaralanmadığını merak ediyordum. Onun canını yakmak istemezdim. Gözlerim ayakkabıların takılı kaldı. Erimiş, tabanları mahvolmuştu. Dikkat ederek ayaklarından ayakkabılarını çıkardım. Gördüğüm manzara karşısında canım yanmıştı. Ayakları yanıktı. Zaten ayakkabı çok inceydi ve ayakları yanmıştı. Güzelimin her zerresine öleceğim bedeninde yaralar vardı. Bileklerine doğru yaralar vardı. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Ayak bileklerine öpücükler kondurdum. Yaralarından öptüm. Onu öptüğüm zaman bütün yaralarının geçtiğini söylemişti bana, geçer miydi bu yanıklar, yaralar? Ayaklarına değen soğuk hava eminim ki onu rahatlatmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. İlk Yardım eğitimi almıştım ama resmen aklım durmuştu. Benim bir şey yapmama gerek kalmadan onun derinden gelen öksürük sesini duydum. Hemen gözlerimi yüzüne çevirdim. Gözleri hafiften aralanmıştı. Ağlıyordu. İnce bir sızı şeklinde ağlıyordu. Dudaklarını öptüm. Sürekli öptüm onu. Onu kaybedecekmişim gibi, sanki elimin altından kayıp gidecek, yok olacakmış gibi. Onu kaybetmeyecektim. Kalbimi bırakıp gidecek kadar alçak değildim. O benim canımdı, kalbimdi, ruhumdu. Sevdiğim kadındı.

Tekrardan kucağıma aldım onu. Ayakkabılarını köşeye doğru tekmeledim. Onları görmek gerçekten istemiyordum. Gözleri bana bakarken hâlâ ağlıyordu. "Canın mı yanıyor Eflah'ım?" kafasını olumsuz anlamda salladı ve dudaklarından bir hıçkırık kaçtı. "Sana bir şey olacak diye çok korktum. Hiçbir şey umrumda değil. Sen umrumdasın." dedi fısıldayarak. Kafamı ona eğdim ve alnını öptüm. "Bana bir şey olmadı tamam. Ağlama güzelim." onun ağlamasına dayanamıyordum, ama ona ağlama derken benim dudaklarım titriyordu, ben ağlıyordum. Dayanamıyordum.

Arabayı bulmaya çalışırken mekanın önüne gelen ambulansları gördüm. Hızla adımlarımı oraya doğru attım. Beni gören sağlık görevlileri Eflah'ı kucağından aldı ve sedyeye yatırdı. Yanıma gelen orta yaşlı bir kadın kolumdan tutu ve gözlerime bir ışık doğrulttu. "İyi misiniz beyefendi?" dedi. "Evet." Dedim ve Eflah'ı işaret ettim. "Ben iyiyim ona bakın lütfen hanımefendi. Ona bakın." diyebildim. Ellerim simsiyahtı. Siyahlara bürünmüş birisi iken şimdi gerçekten siyahtım. Siyahtan bu kadar nefret etmemiştim. Elinde ıslak mendil bulduğum birinden ıslak mendil aldım ve ellerimi yüzümü sildim. Yaram yoktu, ama onun yaraları benim yaramdı. Onun acıyan canı benim canımdı. Onun ağlayan gözleri benim gözlerimdi.

Sedyeyi ambulansın arkasına koydular. Peşinden gidiyordum. Onun yanında olmam gerekiyordu. Hızla ambulansa bindim. Görevlilerden birisi bana bakıyordu. "Sizi başka ambulansa almamız lazım beyefendi." demesiyle kaşlarımı çattım. "İşinize karışmak istemiyorum hanımefendi ama o kadın benim canım. Ayrıca ambulanslarda bir kişi refakatçi almak gibi yasal bir kural var. Beni buradan indiremezsiniz." kadın kararlılığını anlamış olacak ki gözlerini üzerinden çekti ve Eflah'ın başucuna gitti. Ona hava taktıktan sonra bana da maske taktılar ve ilaçlı havanın ciğerlerimi açtığını hissettim. Gözlerimi bir saniye olsun Eflah'tan ayırmıyordum. Bacaklarında ve ayaklarında oluşan yanıklara bakmamak için direniyordum çünkü içim çok acıyordu. Dayanamıyordum onu öyle görmeye...

Ambulans kasisten her geçtiğinde Eflah'ın ayakları sarsılıyor ve acı ile iniyordu. Bir kere daha kasisten geçtiğimizde daha fazla dayanamadım ve bağırdım. "Düzgün sür lan! Hasta var burada. Beyin kanaması geçirttireceksiniz!" sinirle soludum. Amaçları hızlı yetiştirmekti bizi farkındaydım ama Eflah'ın acı çekmesine dayanamıyordum.

Sonunda ambulans durdu. Bana dokunmaları yerine sürekli Eflah ile ilgilenmelerini söylüyordum. Sadece ne ara kanadığını bilmediğim kaşıma pansuman yapmalarına izin vermiştim. Gidene kadar Eflah ile ilgilenmişlerdi. Onlara cidden minnettardım. Ambulanstan hızla indik. Sedye giderken peşinden hızla ilerledim. Önce acile girmişlerdi. Beni içeri almak isteyemem hemşireye sinirle baktım. Bugün herkes sinirlerim ile oynuyordu. Kaşımı işaret ederek "Bak bende hastayım! Görmüyor musun hemşire hanım?" dediğimde homurdanarak beni içeri aldı. Bir sedyeye oturtturuldum. Arka sedyede Eflah vardı. Elimi ona uzattım ve onu göremesem bile elini sımsıkı tuttum. Başka bir hemşire kaşımdaki bandajı aldı ve dikiş atacağını söyledi. Önemsemedim. Hemşire kanı temizlerken Eflah'ın inlemeleri daha çok canımı yakıyordu. Hemşire "Geçecek, az kaldı." diye onu teselli ederken o benim elimi sıkıyordu. Bugün, bugün güzel bir gün iken kabusa dönüşen günümdü. Birkaç saat önce gülüp dans ederken, o güzel sesi ile şarkı söylerken şimdi acı içerisindeydik. Gözümün önünden alevler gitmiyordu. Onu öyle görüşüm, nefesimin daralması hâlâ hissediyordum... Gözlerim dolu dolu olmuşken hemşire "Acıyor mu?" diye sordu. Güldüm ve kafamı olumsuz anlamda salladım. Ağlamamın, kaşıma geçirilen iğne yüzünden olduğunu zannediyordu, ama değildi işte. Kalbim acıyordu. Nasıl dağılmıştık. Birbirimize bağlıydık ama canımız acıyordu. Onun acıyan canı bana batıyordu. Yaraları, Kırıkları...

"Asaf seni çok seviyorum!" diye bağırdı ve parmağımı daha çok sıktı. Gözlerimi ona çevirdiğimde sessizce ardı ardına akan yaşları gördüm gözünde yanına eğildim ve gözünün kenarlarına süzülen yaşlardan öptüm. "Bende seni seviyorum bir tanem."

🕊️

Sosyal Medya Hesaplarım
İnstagram : Mayneymisherahikayeleri
Kişisel Hesabım : NisaKufaci
Ask.Fm : Mayneymishera

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro