Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

2.Bölüm "Boya"

Her şarkı ile dinleyebilirsiniz. Size öneri vereyim. Midlake ve Tuğkan'ın şarkıları güzel ve uyumlu. Bölüm şarkısı da mevcuttur.

Keyifli okumalar dilerim.

*Düzenlendi.*

Her sanatın bir tanrısı vardır ve de tanrının elçileri. Bir sanat dalında tanrı, yeteneği, bebek iken elçilerinin parmaklarına ve zihninine işler onların yeteneklerini sunmalarını beklerdi. Bu bebekler büyüdüğünde yeteneklerini keşfetmeye başlarlar ve işlerinde başarılı olurlar. Her birine tanrı kendi yeteneğinden vermiştir ve bu insanlar tanrının elçileri olmuşlardır.

Ben de bu seçilen elçilerden sadece birisiydim. Tanrı parmak uçlarıma yeteneği ilmek ilmek işlemişti. Zihnime boyaları sunmuştu, ama zihnim boyalardan sadece beyazı kabul etmişti. Diğer renkleri rafa kaldırmıştı ve boya tüplerine hapsetmişti.

Benim rengim beyaz iken onun rengi her renkti. Zihninden ruhuna sızan tonlarca rengi barındıran bu adam, dıştan sadece siyahtı. Bir buz kütlesi gibiydi. Bana farklı olduğunu anlatmıştı bu tablo ile. O farklıydı, bu farklılığı ilk ben anlamış olacaktım ki şaşkındı. Beklediğim kelimeleri sundu bana. "Bunu anlaman etkileyici." Tabloya dikti gözlerini ve dudakları yukarıya kıvrıldı. Sessizce fısıldadı. "Güzel."

Köşeye koyduğu fırçayı tekrardan eline aldı ve dudağımdakinin aynısı olan nar çiçeği rengini siyah gölgenin boynuna doğru sürdü.

Bir süre onu dikkatlice izledim. Renk renk boya alıyordu, ama hiçbirini erkek gölgesinin yüzüne sürmüyordu. Onun yüzüne baktım. Sert yüzü tıpkı bu siyah gölge gibiydi. Gözlerim açık olan boynuna kaydı. Bedenine doğru saçılan bir renk ahenki olduğu kesindi. O cidden, bu tablo ile kendini anlatıyordu.

Gözlerimi ondan çektim ve yerime gitmek için adımlarımı attım. "Eflah." Kalın sesi adımı söylediğinde kafamı ona çevirdim. "Her yaptığın tablo da senden bir parça vardır." Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafam ile onayladım. Haklıydı. İnsanın her tablosunda ruhunun sızıları saklıydı. Bir zehir ya da ilaç, fark etmiyordu. O tablo senin zihninden çıkmışsa eğer, senden bir parça taşıyor demektir.

Kendi yerime tekrardan geçtiğimde tabloya devam etmek adına elimi fırçaların oraya götürdüm. Ellerim fırçayı kavrar iken gözlerim ondaydı. Onun ise gözleri, kendini yansıttığı tablodaydı. Elindeki ince fırça ile detayları geçtiği belli idi. Gözlerimi ondan aldığımda fırçalarda gezinen ellerime getirdim. İnce bir fırça aldım tıpkı onun tabloya sürdüğü fırça gibi. Siyah boyaya daldırdım fırçayı ve kadın yüzüne inen perdenin detaylarını geçmeye başladım. Detayları geçtikçe gözlerin keskinliği bir nebze olsun artıyordu. Fırçayı köşeye bıraktığımda tabloda gözlerimi gezdirdim. Eksik bir yer kalmaması için özen gösteriyordum. Tablonun her kısmına baktığımda bir eksik olmadığını fark ettim ve onu atölyenin arkasındaki sergilenecek deposuna kaldırmak için elime aldım. Adımlarımı kapıya yönlendirirken bana seslenmesi ile bir kez daha durdum. Derince bir nefes alıp verdim. "Efendim?" Ayağa kalktı ve adımlarını benim olduğum yöne attı. "Tabloya bakabilir miyim?" Elimdeki tabloyu ona uzattım. Tabloyu eline aldığında dudakları yukarı kıvrıldı. Bu memnuniyet gülüşü değildi. Kaşlarım çatılmıştı, benim yaptığım emek dolu tabloya neden alaylı bakışları süzülüyordu ki? "Neden gülüyorsun." Tabloyu köşeye koydu ve yönünü tamamen bana çevirdi. "Bu tablo sergi için yeterli değil." Gözlerimi köşedeki tabloya çevirdim ve baktım. "Eksikleri neler peki?" Tabloyu eline aldı ve bana çevirdi. Açık kahverengi gözleri bakışlarıyla dans ederken sesi gözlerinin dansına kilit vurdu. "Sen de bak. Gölgelendirmelerinin daha detaylı olması lazım. Gözleri harika olmuş. Aynı zamanda yüzüne inen perde de. Her şeyi güzel, kareler, dikdörtgenler. Sadece gölgelendirmesinin daha detaylı olması lazım."

Gözlerimi bir kez daha tabloya diktiğimde, bu sefer her bir hücresine kadar daha detaylı bakmaya çalıştım. Gerçekten güzeldi, ama dediği gibi gölgelendirmeleri eksikti. "Haklısın." Söylediğim kelime ile zafer kazanmış bir asker edası ile gülümsedi. Sahte bir gülücük yerleştirdim dudaklarıma ve elindeki tabloyu almak için bir adım attım. Öne doğru yalpaladığımda dudaklarının alnıma değdiğini hissetmiştim. Bütün bedenimi saran gereksiz bir heyecan ile geri çekildim. Yanlışlıkla ayağına bastığım için olmuştu bu. Kendimi geri çektim ve mahçupça gözlerine baktım. Şaşkın ve memnun bir yüzü vardı. Dudakları hafiften aralanmıştı. Dudaklarının istemsiz baskısını hâlâ alnımda hissediyordum. "Özür dilerim gerçekten." Tabloyu bana uzattığında derince bir nefes alıp verdi. "Sorun değil. Tabloyu isteseydin, ben sana verirdim." Ukalaca konuşmasının ardından bana uzattığı tabloyu sertçe parmaklarının arasından çektim. Tabloyu tekrardan şovaleye götürürken bana bakan birkaç gözle birlikte daha da çok utanmıştım.

Tabloyu şovaleye bıraktıktan sonra oturağa tekrardan oturdum. Yorulmuştum, saatlerdir buradaydım. Bir saat sonra hepimiz paydos edecektik. O zamana kadar bu gölgeleri bitirebilirdim. Az önce bıraktığım fırçanın bir büyüğünü alacağım sıra açılan kapıdan Aral'ın girmesiyle birlikte gülümsedim. Asaf'a baktığında ona birkaç adım ilerledi. "Merhaba. Ben Aral Arın." Asaf kendisine uzatılan ince, uzun parmaklara sahip olan eli kavrayıp sıktı. "Merhaba, Asaf." Aral elini geri çektiğinde benim yanımda olan yerine oturdu. Hasta olduğu için aramıza katılmamıştı. Aslında bugün izinliydi, ama o yine dayanamamış olacak ki son bir saat olsa bile yine de gelmişti. "Selam Eflah." Çantasını köşeye bıraktığında elini omzuma koydu ve yaptığım tabloya baktı. "Harika olmuş güzelim." Tabloya biraz daha baktıktan sonra kendi yerine geçti. Asaf'ın ayak sesleri etrafta gezinirken durması ile birlikte gözlerimi ona çevirdim. Aral'da bakıyordu. Aral onun kim olduğunu sorgulamamıştı bile. O böyleydi insanlarla tanışır, konuşurdu, ama o insanın neden orada olduğunu sorgulamazdı. Şahsen ben yeni gelmiş birisini gördüğüm zaman merak ederdim, sorgulardım. Asaf merakla sordu. "Bir saat kalmış. Neden geldin şimdi Aral."

Aral sarıya dönük kumral saçlarını geriye taradı ve kirli sakalının arasından, Asaf'a gülümsedi. "Burada olmayı seviyorum. Bir ressamın ait olduğu yer boyalarının yanıdır." Asaf kaşlarını havaya kaldırdı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Gülümseyişi hâlâ dudaklarındaydı. "Düşünce tarzını sevdim." Aral eline çoktan bir fırça almış boyalarını ayarlar iken ona cevap verdi. "Teşekkürler dostum." Asaf'ın ayak sesleri tekrardan devreye geçtiğinde bu sefer camın oraya doğru gidiyordu. İçeriye vuran ışıkta siyah duran bedeni ile resmi çizelecek bir fotoğraf gibiydi. Ellerime küçük eskiz defterimi aldım, resim çizme tutkusu olarak resmi çizelecek bir karede direk elime defterim ve kalemlerim geliyordu.

Bir süre orada öyle dururken ben de taslağı çıkarmış sayılırdım. Uzun boyu ve biçimli vücudu vardı, taslakta bile bedeni güzel duruyordu. Kalemi boynunun olduğu yere getirdiğimde adem elmasın bakıp yutkundum. Bir yüzük misali, bir kadının inci kolyesi gibi boynundaydı. Tekrardan kalemimin ucuna baktım ve adem elmasının olduğu yeri karakalem ile tonlama yaparak belirginleştirdim.

"Ne oluyor?" Aral Arın'ın fısıldayışı ile yüreğim ağzıma geldi. Sanki suçluydum ve suç üstü yakalanmış gibiydim. Aral öeraklw deftere bakmaya çalıştığında hafifçe defteri gösterdim. "İyi bir model." gözleri bir ona bir bana geldiğinde gülümsedi ve kafasını salladı. İma yapıyordu ama üstelemedim.

Kalemimi tekrardan harekete geçirdim. Boynundan yüzüne doğru giderken, yüzünün elmacık kemiklerinin bulunduğu kısmın gölgesini siyaha doğru karaladım. Saçlarına da tonlama yaptıktan sonra, ona tekrardan baktım. Bana bakıyordu, gözleri deftere kaydığında yanıma geldi. "Beni mi çiziyorsun?" Defterde onun çizili olduğu yer açıktı hâlâ. Defteri ona uzattım. "Duruş açın ve gölge gibi duran bedenin ile resim gibiydin." Gülümsedim. "Bir ressam güzel gördüğü şeyleri çizmeli." Defteri tekrardan bana uzattı. "Güzel gidiyor." Defteri elinden aldığımda dudaklarımı araladım. "Teşekkür ederim."

Kalemimi tekrardan deftere götürdüğümde o çoktan yerine oturmuştu. Gülümseyerek deneme çizimime devam ettim. Yüzünü bitirdikten sonra bedenine geçtim. Tablodaki gibi renkli ruhuna ben siyahları çaldığımda onun suratına bakma gereksinimi duydum. Ciddiyet ile yaptığı tabloya bakıyordu. Çizmeye devam ettim. Ruhunun renklerini merak ediyordum. Şair gibi konuşan ve ciddiyetinden, gülüşleri dahilinde ödün vermeyen birisi nasıl renkli olabiliyordu ki? O gülümsediğinde bile ciddiydi.

Düşüncelerimin arasında resmi bitirdiğimi fark etmemiştim. Altına tarih atıp bu sayfaya son verdim. Defterini onun az önce kalemime ilham olduğu yere doğru uzattım. Deneme gibi bir çizim olmasına rağmen bayağı iyi olmuştu.

"Bitirdin mi?" Sesi kulağımı doldurduğunda ona baktım. Sorduğu soruyu kafam ile onayladım. Yerimden kalkıp yanına gittim ve defteri ince parmaklarına uzattım. Defteri verirken sayfa kapanmıştı. Senelerdir çizimlerimi barındırdığım bu defteri, sayfanın kapanması sayesinde inceleme fırsatı eline geçmişti. Sayfaları kendi resmini bulmak için değilde resimleri incelemek için açtığı belliydi. Zaten direk sayfaları hızlıca gezdirse iz yapmış olan katından dolayı resmi direk karşısına çıkacaktı.

Yolumun üstündeki bir çiçekçiyi çizdiğim resimde durakladı. Derin gözleriye resme dikkatlice baktı. Aslında pek detaylı bakılacak bir resim bile değildi, ama yaklaşık bir dakika resime bakakalmıştı.

Sayfaları birden hızlı hızlı çevirmeye başladı. Kendi resminin olduğu sayfaya gelince durdu ve resime baktı. Gölgelendirmelerde dans ettirdi gözlerini, sonra sanırım saçlara doğru geldi açık kahverengileri. Bir müddet resme baktıktan sonra defteri kapatıp bana uzattı. Bu garip tavırlarına aldırış etmeden defteri aldım. "Başarılı olmuş." Gözleri gözlerimdeyken minnetle gözlerimi kapayıp açtım. Bugün bu kelimeleri çok söylemiştim ama bir kere daha söyledim. "Teşekkür ederim."

Cam kenarına yöneldiğimde onun durduğu yerde durdum. Saçlarımı ellerimle geriye ittiğimde ufuk çizgisine diktim gözlerimi. Açık mavi ile koyu mavi biribirine karışmadan kesişiyordu ve ortaya muazzam bir görüntü çıkıyordu. Buranın en sevdiğim yerlerinden birisi denize karşı olmasıydı. Hemen buradan gittiğim zaman denizin kokusunu içime çekme fırsatı bulabiliyordum.

Ortalıkta ince bir gürültü oluştuğunda paydos saatinin geldiğini anlamıştım. Geriye döndüğümde çoğu kişi toplanmıştı. Yerime geçtim ve çantamı aldım. Boyalarımı düzenleyip kutunun kapağını kapattım ve diğer boyaların yanına rafa götürdüm. Arkamı döndüğümde herkesin çıktığını fark ettim, Asaf hariç. Köşede durmuş oturuyordu. Benim defterime benzer bir defterde bir şeyler karalıyordu. "Sen gitmiyor musun?" Omzumdaki çantayı düzelttim ve adımlarımı kapıya doğru yönelttim. Yüzüne bakıyordum hâlâ. Gözleri defterinden kalkmıştı sonunda, bana cevap verdi. "Hayır, gitmiyorum." Atölyenin kapısını açtım. "Peki." Dudaklarımdan son olarak bu kelime döküldüğünde atölyeden çıkmıştım.

Farklı bir insandı, bu zamana kadar resim sergileri, ve kendi sergilerim sayesinde birçok insanı tanıma fırsatı bulmuştum, ama onun gibisini görmemiştim. Bir kitap gibiydi sanki, ben ise sayfaların en başındaydım. Okudukça yeni şeyler öğreneceğim gibi gözüküyordu. Peki bu kitabı okumaya devam edecek miydim, yoksa pes mi edecektim? Gizemli bir adamın başrol olduğu bu kitabı okuyacaktım, çünkü bu bütün renkleri barındıran açık kahverengi gözlü, uzun boylu adamın ruhunda saklı renklerin sırrını merak ediyordum...

Karşıdan karşıya geçtim ve kendimi mavilerin kokusuna hapsettim. Denize ayaklarımı sarkıtıp, gözlerimi kapattım derince bir nefes çektim ciğerlerime, bu iyi gelmişti.

Aklıma sebepsizce Asaf gelmişti. Bir hayal bulutu gibi gözümün önünde canlandığında, resmini yaptığım sahneleri görüyordum, sonra birden görüntüler, ciddiliğinden ödün vermeyen gülüşlerine kayıyordu. Yüzü gözümün önünde her hücresine kadar ayrıntılı canlandığında kafamı salladım. Aklımı bulandıran bu adam zihnimi neden bu kadar kurcalamaya başlamıştı ki?

Gözlerimi atölyenin denize bakan camına çevirdim. Kollarını birbirine bağlamış camın kenarında olduğunu gördüm. Sertçe yutkundum, bana bakıyordu. Şekilli yüz hatları ve kirli sakalları ile heykel gibi olan bu adamı merak ediyordum. Gözlerimi ondan çektim ve tekrardan denize diktim. Derin bir nefes alıp verdikten sonra ellerimi çantama daldırdım. Telefonumu bulamayınca gözlerimi çantama getirdim. İyice baktığımda telefonum gerçekten yoktu. Aklımı yokladığımda ellerimi şakaklarıma götürdüm. Atölyede camın önünde unutmuştum. En azından atölyeden çok uzaklaşmamıştım.

Hava kararmaya yüz tutmuş pembe bulutlar gökyüzünü selamlıyordu. Benim gibi beyaz olanları ise geceye veda ediyordu. Yıldızlar kendini belli etmeye başlamıştı. Ufak bir gece soğuğu şehre çökmüştü.

Atölyenin olduğu binaya girdim ve asansöre bindim. Atölyenin olduğu kata geldiğimde hızlı adımlar ile sola doğru yürüdüm. Anahtarımı çantamdan çıkardığımda buna gerek kalmadan kapı açılmıştı. Asaf'ı görmem ile şaşırmıştım. "Hâlâ gitmedin mi?" Kapıyı tamamen açıp içeriye girmem için bana yol verdi. İçeriye girdiğimde cevap verdi. "Gitmedim." Gözlerim ona dikildiğinde duvara yaslanmış bana bakıyordu. Hemen ışığı açtım ve etrafa bakındım. Camın oraya baktığımda telefonumu görememiştim. Benim eşyalarımın olduğu kutulara yöneldim. Rafların oraya uzandığımda kendi kutumda telefonumun olmadığını fark ettim. Diğer kutularda vardır umudu ile elimi üst tarafta gezindirdim. Uzanamadığım için ayağımın altına tabure aldım ve en üstteki kutulara uzandım.

"Düşeceksin." Gözlerimi ona çevirdiğimde yanımda olduğunu fark ettim. Tabure ayağımın altında dalgalanınca bedenimi onun kollarında bulmuştum. Kalbim küt küt atarken nefesi alnıma vuruyordu. "Bu iki oldu." Bacaklarımın altındaki elleri gevşediğinde yerden kesilen ayaklarım tekrardan yere basmıştı. Sol kolunu da kollarımın altından çektiğinde derince bir nefes verdim. Yüzümün yandığını hissediyordum. Bir şey söylemeden telefonumu aramaya devam ettim. Onun masasının olduğu yere geldiğimde bugün elinde gördüğüm defterde benim resmimi görünce gözlerimi ona çevirdim. "Benim resmimi mi çizdin?" Adımlarını bana doğru usulca attı. "Bir ressam gözüne güzel gelen şeyleri resme dökmelidir." Defteri elime aldım ve resme dikkatlice baktım. Çantamdan kendi defterimi alıp onu çizdiğim sayfayı açtım. İkimizin çizimlerinin olduğu defterlerini yan yana getirdim. Tekniklerimiz birbirine benziyordu. Yanıma geldi ve iki resime de baktı. Gözlerim ona çevriliyken yakın olduğumuzu fark edip bir adım öne ilerledim.

"Güzel olmuş." Bir şey söylemedi. Gözlerim defterdeyken defterin arasına telefonumu uzattı. "Bunu mu arıyordun?" Telefonumu elinden aldığımda yönümü ona döndüm. Telefonumu aradığımı bildiğine emindim. Yaklaşık bir saattir burada telefonumu arıyordum. Sinirle kaşlarım çatıldı. "Telefonumu aradığımı biliyordun. Oyun mu oynuyorsun?" Kendi defterini elimden aldığında cevap verdi. "Seninle oyun oynamıyorum." Sinirle gözlerimi kapatıp açtım. Kitap misali bu adam neden bazı sayfalarda sinir bozucuydu ki?

Elimi kapının kulpuna götürdüğümde elektriklerin kesilmesiyle birlikte derince bir of çektim. Telefonumu elime aldığımda şarjının olmadığını fark ettim. Göz gözü görmüyordu, onun orada olduğunu bilerek konuştum. "Telefonunun fenerini açar mısın?" Nefes sesini duyuyordum. Kalın sesi kulağımı doldurdu. "Şarjım yok." O görmese bile gülümsedim. "Harika." Ellerini öne uzatmış gezdirirken onu bulmaya çalışıyordum. Elim sakallarına geldiğinde, geri çektim. "Bana yardım eder misin? Dışarıya kadar." Nefesi alnıma vuruyordu tıpkı beni tuttuğu anda ki gibi. "Sana nasıl yardım etmemi bekliyorsun."

"Bilmiyorum. Sanırsam elektriğin gelmesini beklemeliyiz. Çünkü kaç dakika oldu ama ben hâlâ bir şey göremiyorum."

Bölüm Sonu

Bu çifti sevdiniz mi?

Bir de Aral'ı mı sevdiniz Asaf'ı mı?

Not = Normal de elektrikler kesildiğinde birkaç dakika sonra siyahlık gider ama geniş bir alan olduğu için her karaltı da gözleri daha çok karardı o yüzden göremedi.

Bölümü beğendiniz mi?

Sizce Asaf nasıl birisi?

Fantastik ve içinde aşk geçen kitap arıyor iseniz. Kalemimi de seviyor iseniz sizi Lanetlenmiş Ruhlar Yetimhanesi'ne Beklerim.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro