Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

15.Bölüm "Acı Dolu Hareler."

Selamlar. Nasılsınız beyaz ve diğerlerim? Bu kitabı yazarken gerçekten zorlanıyorum. Yoksa bu kadar az sıklıkla bölüm atmak gerçekten ama dediğim gibi zorlanıyorum. Kurgusu ağır. Şu an pek belli değil ama öyle.

Neyse. Sizler Nasılsınız?

Bölüm Şarkısı =
Tuğkan - Sigara.

Fırçamın ucu bileklerime değiyordu. Ruhumu fırçamın ucuna almış tabloya döküyordum. Her tabloma kendimden bir parça katardım. Çünkü onlar benim özümdü. Benim özüme ise bir parça Asaf karışmıştı. Şimdi tabloda yalnız bir yolculuk yapmıyordum. Onun ile seyahate çıkıyordum. Birlikte, boyanın fırça darbesi ile tablodaki izlerinden izlerine koşuyorduk ve kurudukça daha güzel bir renk alan tabloya bakıyorduk. En azından benim özümdeki Asaf böyle yapıyordu. Gerçeği ise karşımda hafif sağımda tabloya çizim yapıyordu. Öyle güzel odaklanmıştı ki kahverengi hareleri tabloya, ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Gerçek bir yetenekti. Hem sanata saygı duyuyor, hem de sanatını ortaya koyuyordu. Üstelik duyguluydu, güzel seviyordu.

Söylediği her kelime zihnime ilmek ilmek dokunurken, aldığı her nefes benimde ciğerlerimde hayat buluyordu. Çünkü o benim nefesimdi. Ben onun nefesi ile hayat bulmuştum. Şimdi ise onsuz yapmamı söyleseler hayır derdim. Çünkü ben artık onu özüme kadar işlemişken benim özüm olanı nasıl bırakabilirdim ki?

Asaf ayağa kalktı ve ellerini birbirine çarptı. Ben de dahil herkes gözlerini tablosundan çekti ve ona baktı. Gözleri gözlerime değdiği an hafiften gülümsedim. O da hafif bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına ve diğerleri ile de göz kontağı kurmaya çalışarak konuşmaya başladı. "Bu son soyut çalışmalarınız. Sergi soyut bir sergi olmayacak. Hee türlü tablomuz olacak. Bu kesin değildi. Aranızda tek soyut zanneden olabilir lakin net olarak karışık olacak. Şimdi ise karakalem portre çizimi yapacağız. Daha fazla açıklama yapmama gerek olmadığını düşünüyorum hepiniz profesyonelsiniz."

Kimse bir soru sormadığında Asaf "İyi çalışmalar." Dedi ve tekrar yerine oturdu. Uzunca bir zaman daha resim yapmaya devam ettik. Muhtemelen bugün karakalem çalışmasına başlayamayacaktım. Yine de bunu dert etmedim önümüzde zaman vardı.

Çalışma saatlerimizin sonuna geldiğimizde kullandığım fırçaları suya batırdım ve ucunu temizledim. Kuru peçeteyle kuruladım ve fırça kutuma koydum. Tablomu da alıp diğer tabloların yanına koydum ve kutumu da alıp rafıma koydum. Atölyeden teker teker çıkmaya başlamışlardı. Asaf'ın durup beni özlediğini fark ettiğimde birkaç saniye öylece durdum ve sonra yüzümde güller açtı. Kalbimdeki güller ise her zaman taptazeydi.

Birkaç adım attı ve benim yanıma geldi. "Çıkalım mı?" Dedi gülümserken. Meraklı gözler ile ona baktım. Nereye gidecektik ki? "Nereye gideceğiz?" Kolunu uzattı bir İngiliz beyefendisi misali, beklemeden koluna girdim ve gülümsedim. Yürümeye başladığımızda cevap vermişti sonunda. "Nereye gidelim?" Sorular soruyla cevap vermişti. Bu tarz durumları pek sevmesem bile ondan geleni her şeyi seviyordum.

Aklıma gelen şey ile ona tekrar baktım. Bana ailesinden pek bahsetmemişti onlar hakkında konuşabilirdik. Ben onu merak ettiğim kadar ailesini de merak ediyordum. "Ailen hakkında konuşma ister misin?" Dedim. Tepkisine bakmak için yüzünden ayırmadım gözlerimi. Sertçe yutkunduğunu hissettim. Bu yutkunuşts çaresiz bir yakarış vardı. Kulaklarımı parçaladı. Burukça gülümsediğini fark ettim. "Bu fikiri atlamamız gerekiyor." kafasını direkt olumsuz anlamda salladı. "Hayır." kolundaki elimi çekti ve parmaklarını parmaklarıma kenetlendi. "Seni ailem ile tanıştıracağım Eflah." Gözlerim ona bakarken yüzünden gülümseme vardı. Gözlerime baktı ve daha çok gülümsedi. "En değer verdiğim insanı, en değer verdiğim diğer insan ile tanıştıracağım. Pek konuşmayı sevmez. Lakin seni inceler." Merdivenlere doğru yürümeye başladık. "Seni seveceğine adım kadar eminim."

Atölyeden çoktan çıkmış ve geleceğimiz yere gelmiştik. Arabadan indik ve yürümeye başladık. Nereye gideceğimizi sormadım. Çünkü eninde sonda gidecektik gideceğimiz yere. Yürümeyr devam ettiğimizde bir mezarlık girişine geldiğimizi fark ettim. O an tarifsiz bir çaresizlik bütün bedenimi sardı ve sinir hücrelerime kadar ulaştı. Nefesim kesilmişti. Asaf yürümese, oradan hiç kıpırdayamazdım. Lakin birleşik olan ellerimiz buna engel oluyordu. Yürüyordum. Lakin attığım adımları hissetmiyordum bile. Ben sevdiğim adamın acısını göremezdim. Onun acıyla harmanlanmış gözlerine bakamazdım. Yine de yürüyorduk işte.

Geleceğimiz yere geldiğimizde Asaf bir mezar taşına dokundu ve parmakları ile şefkatle okşadı. Rabbim biliyor ya bu öyle çaresizce bir okşayıştı ki gözlerinden, mezar taşıma dokunan elinden belli oluyordu. Derince bir nefes alıp verdi ve gülümsedi. "Anne ben geldim." Dediğinde bir enkazın altında kalmış gibi hissettim. Bedenim, bacaklarım artık beni taşıyamacak gibiydi ama onun için dayanıyordum. "Bak seni sevdiğim kadın ile tanıştıracağım. Bunu sen istemiştin. Sana onun getirdim." Sesi titriyordu. Gözlerini bana dikti ve elini uzattı. O gözler ilk kez öyle bakıyordu bana. Elimi tuttum ve birkaç adım attıktan sonra mezar taşına baktım. Melek Kara.

"Meleğimdir o benim." Dudaklarını mezar taşına getirdi ve hasretle öptü. Sanki annesinden küçük yaşta ayrılmış gibiydi. Hasret dolu gözleri vardı. Çok güçlüydü o. Acı ile yoğrulmuş olduğu besbelliydi ama güçlüydü. Her zaman ki olduğu gibi güçlüydü.

Mezar taşından gözlerini çekti ve bana bakarken gülümsedi. "Seni sevmiş öyle diyor." Dedi ve sözüne devam etti. "Aslında konuşamıyor olsa bile ben onu anlıyorum Eflah." Mezar taşının köşesinden kalktı ve birden kollarını boynuma dolayıp hıçkırıklara boğuldu. "Onu çok özlüyorum Eflah." İlk kez karşımda bir erkek ağlıyordu. Sevdiğim birinin acısına ilk kez bu kadar şahit olmuştum. Onun acılarını sarmak için elimden geleni yapacaktım. Belki kalıcı olmayacaktı lakin ben ona merhem olmak için çabalayacaktım. En sevdiği insanlardan birini kaybetmiş bir adama ne desem şimdi gülebilir, mutlu olabilirdi ki? Ben aile ilişkilerini pek anlayan birisi sayılmazdım. Anneme ve babama hiçbir zaman çok bağlı olmamıştım. Lakin ablam her zaman ailemdeki en önemli kişi olmuştu ve birkaç gün önce kaza geçirmişti. Şimdi bunu aklıma getirince onu daha iyi anlamaya başlamıştım. Yine de bana ölüm kötü bir nefes gibi geliyordu. Korku dolu bir nefes ve o nefes sevdiklerini alınca bir daha geri gelmeyeceğini bilirsin. Onu anlıyordum, birgün o öldüğü zaman eğer ben yaşıyor olursam onu daha iyi anlayacaktım.

Baş parmağım ile yanağını okşadım. Göz yaşları parmağıma akmıştı. Kahverengileri acı ile harmanlanmıştı, kasıp kavuruyordu içini. Çok acı çekiyordu, kahverengi hareleri bunu çok net belli ediyordu. Dehşete düştüm. Tüm benliğim ile sevdiğim bu adamın kalbine batıp ruhunu kanatan dikenlerine gül olamıyordum. Yine de okşadım yüzünü, öptüm yaralarından, yüzündeki yara izinden. Benimde gözlerimden süzüldü acı damlalar. Yaktı geçti yanaklarımı, bütün benliğimi, benliğimde ki Asaf'ı. Sımsıkı sardım onu kollarım ile, çünkü tek yapabileceğim buydu. Süslü kelimeler ya da teselli cümleleri geçirmezdi acıyı, aslında tam olarak kalbinde kor bir alev yanardı ve kimse o alevi söndüremezdi. "Özür dilerim Eflah. Seni de üzdüm." Dedi titreyen sesini engelleyerek. Böyle düşünmesini istemedim. Gülümsedim. "Hayır, hayır. Annen ile tanıştığıma çok sevindim." Gülümsememe bakıp o da gülümsedi. Belki acısı geçmeyecekti lakin yüzünde açan gülümsemeye sebep olduğum için bile mutluydum.

"Çok güçlüsün." Başımı göğsüne koydum ve tekrar konuştum. "Benim hayatımda tanıdığım en güçlü adam sensin Asaf." Tekrar gözlerine baktım. "Ağlamak seni güçsüz yapmaz." Çünkü ağlayan insanlar merhametli insanlardır. Onlar bir karıncaya bile zarar veremezler. Ağlamak insanı güçsüz yapmaz, aksine gücünü belli eder.

"Gidelim mi artık?" Dedi gözlerini mezar taşından çekti ve tekrar bana baktı. Kafamı aşağıya yukarıya salladım. "Sen nasıl istersen." Gözleri tekrar mezar taşına geldi. "Görüşürüz annem. Gelinini güzel karşıladığın sana minnettarım." Gözlerimi ona diktim. Kalp atışım hızlanmıştı ve yüzüme sıcak basmıştı. Gelinin. Bir an kendimi gelinlik içinde hayal ettim. Hafif göğüs dekoltesi olan bir gelinlik. Saçlarım dağınık örgü ve yanımda Asaf. Saçları özenle taranmış ve siyah bir takım giymiş... Bu hayal beni aldı ve başka dünyalara götürdü. Umarım birgün bu hayal gerçek olurdu ve ben Asaf'ın annesinin gelini olurdum.

Bu sözünün üzerine daha bir şey diyemedim çünkü dilim düğüm olmuştu. Konuşamıyordum. Mutlu olmuştum böyle demesine. Beni gelecekteki eşi olarak görmesi... Cidden hislerimi anlatamayacak derece de heyecanlanmıştım.

Arabaya bindik ve gözlerini bana çevirdi. Derince bir nefes alıp verdi ve gülümsedi. Artık acılarını kalbine saklama ve hayatını devam ettirme vakti gelmişti. Bana gülümsüyordu çünkü şu gelin kelimesinden sonra gözlerimin faltaşı gibi açıldığını görmüştü. Yine de bir şey demedi. Ağlamasına rağmen kendine gelmişti. Buna sevindim. Ayakta kalmayı çok iyi biliyordu. Üzgünken, beni mutlu etmeyi de iyi biliyordu. Gerçi o varlığı ile de beni mutlu ediyordu. Onun ile sefalete bile giderdim. Onsuz zenginlik ne çare şu aşka doyamamış gönlüme...

Arabayı çalıştırdı ve mezarlığın önünden hızla ilerledik. Sahile indiğimizde gözlerimi denize diktim. Onun gibi, bir dalgalanıyor, bir duruluyordu deniz. Bazen o kadar narin ışıltıları varken, bazende hoyrat acı ile kıyıya çarpıyordu dalgaları. Ben de tam denizin karşısında duran bir balıkçıyım. Dalgaların üzerime gelen suları beni de acıya çekiyordu. Sakin olduğu zamanda da güzelliğine kapılıyordum. Bir denşz gibiydi. Acısına ve güzelliğine şahit olduğum bir deniz.

Burukça gülümsedim. Yeşil gözlerim hâlâ mavi denizi tarıyordu. Sonrasında gözlerimi ona çevirdim ve o da bana köşeden bir bakış attı ve sonrasında yola baktı. "Nereye gidelim?" Gözlerim irileşti. Ben eve gitmeyi düşünüyordum. O nereye gitmeyi planlıyordu ki? "Eve gitmeyi düşüyordum." Dedim. Çünkü gereken yorulmuştum. Derince bir nefes alıp verdi. "Eve gidelim o zaman?" Dedi gülümseyerek. Gerçekten eski haline dönmüştü. Sevinmiştim. "Sende mi geleceksin?" Kaşlarını sahte bir çatıklık ile buluşturdu. "Gelmeyeyim mi?" Dedi. Trip atmıyor oluşu belliydi. "Gel." Dedim. Gönlüme gelmişsin zaten, evimin kapıları sana her zaman sonuna kadar açık sevgilim.

Evin önüne gelene kadar pek konuşmadık. Zaten birkaç dakika içerisinde gelmiştik. Arabadan indim ve eve doğru adımlarımı atmaya başladım. O ara adımı seslenen kişiye baktım. "Eflah!" Sokak lambasının altında dikili olan Nihal'i görmem ile birlikte gözlerimi devirdim. Adımlarını bana doğru atmaya başladı. O gelmeden önce topuklu ayakkabısının sesi geliyordu. Asaf yanımda belirdi ve elimi tuttu. Nihal kısa bir süre birleşik olan ellerimize baktı ve sonra gözlerini bana çevirip gülümsedi. "İstediğin olmuş." Kaşlarımı çattım. Bu ne demekti şimdi? Bu nasıl sevmekti? İnsan sevdiğinin mutluluğu ile mutlu olmaz mıydı? Neden her seferinde huzursuzluktan başka bir şey vermiyordu bize?

"İstediğimiz." Dedi Asaf. "İstediğimiz oldu." Diye de ekledi. Nihal bu sefer gözlerini ona dikmişti. Kızıl saçları rüzgarlar geriyor doğru savruldu ve gülümseyerek Asaf'a baktı. "Benim istediğim olmadı ama Asaf?" Kafasını hafiften yana eğdi. Gözlerimi Asaf'a çevirdim. Onun o kahverengi harelerinde ona karşı zerre bir sevgi, bir duygu yoktu. Bunu çok açıkça belli ediyordu. Ona sadece acıyor gibiydi. "Ben seni istemedim çünkü Nihal. Anlamıyor musun seni hâlâ istemiyorum?" Birleşik olan ellerimizi havaya kaldırdı. "Bak benim âşık olduğum kadının elleri bu. Ben bu elleri tutacağım. Lütfen artık anla Nihal. Benim sende gönlüm yok. Benim gönlümün her bşr hücresi Eflah'ın adını sayıklar iken ben nasıl sana seni sevdiğimi söyleyebilirim?" Nihal bir adım geriye çekildi. Gözleri dolmuştu. O güçlü kadının yerine acı çeken bir kadının görüntüsü gelmişti. İşaret parmağını öne doğru uzattı ce titreyen sesi ile konuştu. "Sus." Ellerini kurallarına bastırdı ve kafasının sağa sola salladı. "Duymak istemiyorum." Asaf gözlerini ondan çekmeden konuştu. "Lakin duydun Nihal. Yok! Benim sende gönlüm yok!"

"Kes sesini!" Yüksek sesle bağırdığında sesi, sokakta yankılandı. "Duymak istemiyorum. Onu sevdiğini duymak istemiyorum." Dedi feryat edercesine. "Seni sevdiğimi de hiçbir zaman duymayacaksın Nihal. Bunu da böyle bil." Asaf binaya doğru yürümeye başladığında bende onu takip ettim. Kafam karışıktı. Bu kızın onu sevip sevmediğini anlamıyordum. Lakin acı çekiyordu. Asaf gayet güzel konuşmuştu onun ile aslında. Nihal ona bağırsa bile bağırmamıştı Asaf.

Beni seven birine böyle karşılık verir miyim? Diye düşündüm ama cevap veremedim. Çünkü Nihal belli ki uzun zamandır Asaf'ın peşindeydi. Başta asaf muhtemelen kibarca reddetmişti. Sonrasında artık sert bir dille reddetmiş olabilirdi. En sonunda ise gönlüne ben düştüğüm zaman beni sevdiğini söyleyipte onu reddetmişti. Buna mutlu olamıyordum. Çünkü o kız gerçekten harap bir haldeydi. Yine de hâlâ onu takıntılı olduğunu düşünüyordum. Kendi kendini yıpratmaktan başka bir şey yapmıyordu bu Asaf sevdası ona. Çünkü ben bu adamı sevdiğim süre boyunca onu kendi ellerimle Nihal'e verecek değildim. Ben bu adamı ömrümün sonuna kadar seveceğime göre de, Nihal bir an önce bu sevdadan vazgeçmeliydi.

Bölüm Sonu

Sosyal Medya Hesaplarım
İnstagram : Mayneymisherahikayeleri
Kişisel : NisaKufaci
Ask.Fm : Mayneymishera

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro