10.Bölüm "Gül Bahçesi"
Ben sana hep üşüyordum,
Çünkü kıştım.
Nakıştım, bakıştım.
İnkar etmiyorum da bunu,
Seni sevmek gibi büyük işIere kaIkıştım.
Ve Iütfen inkar etme;
Sana en çok ben yakıştım.
- Özdemir Asaf
Bölüm Şarkısı =
Emircan İğrek - Nalan.
Nasılsınız? Ben iyiyim teşekkür ederim sağ olun. 10 Bölüm olduk mutluyum evet. Güzel bir aileyiz ayrıca 2K Oldu kitabım, kitabımız. Muhtemelen iki kitap olacak. Bu yolculukta yanımda olan herkese teşekkür ediyorum sağ olun var olun.
❦
Bir gül bahçesi vardı. Siyah, beyaz, pembe, en güzeli de kırmızı olan güller vardı. Bu güller onun ruhunun renkleri kadar çeşit çeşit renklere sahipti. Saydığım renkler bir kaçıydı sadece, daha fazla renk vardı sayamadığım. Tıpkı onun ruhundakiler gibi. Yürüdüğüm yol vardı beyaz, istesem güllerin arasına karışabilirdim, lakin buna ben karar veremezdim. Ben zaten gül bahçesine girerek onu gönlüme sevda yapmıştım. O izin verir ise güllerin arasında koşardım ve onun gönlüne uçardım. Lakin beni sevmez ise o gülleri kuruyup solana kadar izlerdim, o ara ben de bir gül gibi solar giderdim.
Nasılda güzel gözleri vardı, binlerce şiir yazılırdı. Kemiğinin üzerindeki yarası, ona bile binlerce gül sığdırabilirdim. Dudakları, dolgun ve koyu dudakları, anlatamazdım yüreğim yanardı. Yüzünün bir bütünü ise benim kalbime kazınmış sevdanın adıydı.
Koluma çantamı astım ve derince bir nefes alıp verdim. Onu göreceğimi bildiğim her gün daha güzeldi. Şimdi ben atölyeye gidecektim ve onun yüzünü görecektim, gözlerine bakacaktım. Bana gülümseyecekti, ah belkide sarılacaktı ve sevdam gönlümde alev alacaktı.
Evden çıktım ve arabamın yolunu tuttum. Kapıyı açtım ve şöfor koltuğuna yerleştim. Kontaktaki anahtarı çevirdim ve arabanın ısınması için birkaç dakika bekledim. Nihayet her şey tamam olduğunda arabayı çalıştırdım. Radyoda güzel bir melodisi olan şarkı ayarladım. Gülümsedim, çünkü aklımda o vardı...
Arbayı park ettim ve atölyeye doğru yol aldım. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Ah ruhum sevdama karışmıştı, irislerimde onun gözleri var gibiydi. Gözlerimi kapattım ve derince bir nefes alıp verdim. Sevdası ruhuma iyi geliyordu Asaf'ın...
İçeriye girer girmez onu görmem ile gülümsedim. Birkaç adım attım lakin Nihal hızlı adımlar ile ona gelmişti. Kızıl saçlı kadın ona sarıldığında kalbime cam kırıkları saplandı. Nefesim kesilmiş iken, çantam kolumdan kayıp yere düştü. Asaf onu ittiriyordu, lakin o sarılmıştı ona, benim sevdiğim adama...
Asaf zor bela ondan kurulduğunda beni fark etmişti. Dolu gözlerim ile ona bakarken, hızlı adımlar ile yanıma geldi. Sertçe yutkundu ve gözlerimin içine baktı. Şu an ona çok sarılmak istiyordum, o kadından daha sıkı sarılmak. Benim sarılmam belki ona daha iyi gelirdi. Gelir miydi?
Gözleri hâlâ gözlerimde iken kalbim alev almıştı. Onun gereksiz sesi geldi kulaklarıma. "Asaf seni bırakmayacağım." Asaf onun sesine önem vermedi, gözlerini gözlerimden çekmedi. Kendini rezil ediyordu Nihal, belkide canı acıyordu ama, bilemiyorum işte...
Ani bir hareket ile kollarını kollarımın altından geçirdi ve bana sımsıkı sarıldı. Kollarım sırtını bulmuş iken nefes alamıyordum onun sarılışı yüzünden. Nihal görüş açıma girdiğinde gözlerinin dolduğunu fark etmiştim. Bir damla yaş süzüldü gözlerinden, kızıl saçlarını elleri ile geriye itti. Asaf benden ayrıldığında gözlerim hâlâ Nihal'de idi, Asaf'ta sonunda dondu ve Nihal'e baktı. Nihal'in gözleri Asaf'a geldiğinde hâlâ ağlıyordu, gülümsedi. Canı acıyor gibiydi, nefesi titreyerek konuştu. "Ben seni çok seviyordum be." Bir süre sessizce kaldı öyle. Asaf daha fazla bakmadı gözlerine, ben ise onun gözlerinden çekemedim gözlerimi.
Allah'ım sevdiğim adamı seven bir kadına üzülüyordum, rabbim ne kadar zor bir şeymiş bu...
Atölyeden çıktı ve gitti, gözlerim Asaf'a geldi. Dudaklarımı araladım. "Ona hiç bir şans verdin mi Asaf?" Asaf anlamsızca yüzüme baktı. Sevdiğim adama bunu soruyordum evet, şu an onun ile olmasını istemezdim, ama öncesinde bir şans verip vermediğini merak ediyordum. Asaf köşedeki koltuğa oturduğunda bende tekli olan koltuğa oturdum. "Ona hiç şans vermedim." Gözlerini gözlerime dikti. "Çünkü o bana beni sevdiğini söylediği zamandan beri kalbim hiç boş değildi." Nefesim boğazıma yapışmış gibiydi. Elim kalbime gitti. Gözlerimi kapattım. Yüzüne bakar isem onu öpecekmiş gibi hissediyordum. Nasıl bir sevdaya düşmüştüm böyle ruhum gül bahçesinde dolanır iken bile yanıyordu.
Gözlerimi açtığımda onun bana bakarak gülümseyen suratını gördüm. Sonrasında tekrardan konuştu. "Eflah." Gülüşü suratında daha çok yayıldı. "Çok güzelsin." Şimdi bana bir sebep söyle adam seni öpmemem için?
"Teşekkür ederim." Bir şey demedi sadece öyle gülümsedi. Ayağa kalktığında ben de ayağa kalktım. Bugün günümüz atölyede geçecekti. Kampüse birgün gidip, birgün gitmiyorduk. Daha vardı sergi zamanına, o zamana kadar birçok resmi fırçalarımız aracılığı ile tabloya dökecektik...
Merdivenlerden çıkarken, gözlerimi ona diktim. Ona bakarken yürümeye devam ettim. Bir basamak daha çıkacak iken düşecek gibi olmam ile beraber sıkıca eline sarıldım. Gözleri gözlerime çevrildiğinde, elimi çekmek istedim, lakin şimdi de o elimi sımsıkı tutuyordu. Birkaç saniye sonra elimi bıraktığında ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi dışarıya verdim. Allah'ım nasıl güzeldi yüzü.
Elimi bıraktığında yürümeye devam ettik, hiçbir şey demedik, ki o bir şey söylemediği zaman bile benim onun yanında olmam bile kalbimin sertçe çarpmasına sebep oluyordu. Yüzü yeterdi, yanımda oluşu, güzel gözleri.
Koridora geldiğimizde Aral'ı görmem ile gülümsedim. "Günaydın." Beni görmesi ile birlikte kapıyı açtı. "Günaydın. Gelin." İçeriye girdik ve ceketlerimizi ayaklı askılığın birer uçlarına astık. Gözlerim ekibe çevrildiğinde herkes hâlinden memnun gözüküyordu, Sera hariç.
Gözlerini bana dikmiş ve donuk bir ifade ile beni izliyordu. Yerime gidene kadar gözlerini üzerimde hissetmiştim. En sonunda gözlerimi ona çevirdim. "Pardon da neden öyle bakıyorsun Sera?" Hâlâ bakışları aynı iken alaycı bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. "Hiç." Gözlerini Asaf'a çevirdi, sonrasında tekrardan bana baktı. "Başkaları sana böyle baktığı zaman hesap sormuyorsun." Demek istediğini anlamıştım, lakin sürekli ima yapması artık kabak tadı vermişti. "Başkaları." Dedim vurgulayarak. "Bana donuk bakmıyor böyle." Derince bir nefes alıp verdim. "Öldürecekmiş gibi." Gülümsedi. "Böyle bakarsam sorun olur mu peki Eflah'cığım?" Sahte bir şekilde gülümsedim, o dalga geçiyor ise ben de dalga geçerdim. "Yok canım sorun olmaz." Fırçamı elime aldım ve onu umursamadım. O ara Asaf konuştu. "Eflah ile derdin ne Sera?" Sera bön bön Asaf'a bakar iken vereceği cevabı merak ediyordum. Gözlerini bana dikti sonra tekrardan Asaf'a baktı. "Bir derdim yok öğretmenim." Asaf öğretmen değildi, böyle saçma sapan davranması cidden sinir bozucuydu. Eskisi gibi davranmıyordu bana, amacını anlamış değildim hâlâ.
"Ben öğretmen değilim Sera. Sen olayı yanlış anlamışsın." Kimse bir şey demediğinde Asaf memnun bir tavır ile eline fırçasını aldı ve tabloda dans ettirmeye başladı. O fırçayı öylece tabloda dans ettirir iken gözlerim onda takılı kalmıştı. Yüzündeki yara neden olmuştu acaba? Ama o bile güzeldi, çok güzel duruyordu yüzünde, gözleri gibi...
Onu izlerken kendimi tarif edemezdim. Lakin muazzam bir tablo düşünün. Öyle güzel ki o tablonun sizin olmasını istersiniz, ya da o tablodaki bir nesne olmak istersiniz. İşte Asaf tıpkı o muazzam tablo gibiydi. O tablo öyle güzeldi ki benim yüreğime yerleşmişti, öyle güzeldi ki o tablonun yüreğine yerleşmek istiyordum. Asaf, bir tablo ise ben de ressamın elindeki fırça olabilirdim. Lakin bunu diyebilmem için daha çok zaman vardı.
Onu izliyordum, resim yapmaya kolum kalkmıyordu. Resim yapmak istemiyordum, ben sadece onun ruhuna karışmak renklerine bulanmak istiyordum. O bana her rengini belli etmemişti. Mesela gülümsemesine mavi desem, hiç göremediğim fazla öfkesi hangi renk olurdu? Ben onun güzel renklerini görmüştüm, lakin kötü olanları da vardı. Bir örnek verecek olur isem... Acımasızlık hangi renk olabilirdi?
Gözlerim öylece dalıp gitmiş iken Aral'ın sesini duymam ile kendime geldim. Gözlerimi ona çevirdiğimde cümlesini tekrar etti. "Üsküdar'a sabah oldu Eflah." Güldüm. Aral'ı seviyordum. Renkli bir kişiliğe sahipti, tonlarca rengi yoktu belki Asaf gibi, ama ana renkleri vardı ve her rengi de dışa dönük ve pozitifti. Aslında bu dediğinden utanmam gerekirdi. Kısacası Asaf'ı izlediğimi anlamıştı, lakin bunu çaktırmadan söylemişti. Fırçamı elimde döndürdüm, sonrasında kolumdaki saate baktım. Dudaklarım o hâlini aldı. Sonrasında Aral'a baktım ve konuştum. "Üsküdar'a sabahı bilemem, lakin burada öğlen olmuş." Sesli gülüşü kulağıma değdi. Hem Aral'ın hem de Asaf'ın. Onun gözlerini üzerimde hissettiğimde, gözlerimi çevirdim. Bir süre bana baktıktan sonra ayağa kalktı. "Öğlen olmuş olmasına da, bakalım sen tabloya başlayabildin mi?" Bana doğru adımlarını atar iken kafamı olumsuz anlamda salladım. Bu hâlim oldukça gülünçtü, ki o da güldü.
Gözleri boş tabloya gelmiş iken, kolları göğsünde bağlandı. "Gerçekten büyüleyici." Dalga geçiyordu, ama o kadar ciddiydi ki tabloda bir şey olmadığını bilmesem inanırdım. Konuşmaya devam etti. "Ressam Eflah hanım bu tablosunda ne anlatıyor acaba?" Gözleri bana dikilmiş iken tabloya baktım. "Kendi ruhunu, beyazını anlatıyor." Kaşları hayretle havaya kalktı. Sonrasında küçük bir alkış yaptı elleri ile diğerlerini rahatsız etmeden. "Oldukça etkileyici." Tabloyu işaret etti. "Bomboş tablodan anlam çıkarmakta yetenek ister." Şapka çıkarır gibi yaptım ve gülümsedim. O da gülümsediğinde yine gözlerinde boğulmak istedim. Binlerce şiir yazabilirdim, lakin eski şiirler kadar güzel olur muydu ona yazdığım şiirler? Mesela ona baktığım zaman bir sürü şiir geliyordu aklıma, onu anlatan, onu hatırlatan.
Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
sen ülkemin yaz geceleri gibisin
saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
beni unutma
ah! saklı gülüm
sen hem zor hem güzelsin
şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen memleketim kadar güzelsin
ve güzel kal
Nazım Hikmet, ne de güzel yazmış bu şiiri, onu söyleyen, anlatan bir kaç kelime gibi...
Öğle yemeği vakti gelmişti. Herkes ile beraber Aral, ben ve de Asaf'ta çıkmıştık. Üçümüz birlikte yemek yemeye gidecektik. Aral bize sevdiği bir lokantanın metini yapmıştı ve de bizimde gelmemiz için çok ısrar etmişti. Merdivenlerden indik ve de dışarıya çıktık. Yürümeye devam ederken karşımıza Nihal'ın çıkması ile beraber sinir ile derince bir nefes alıp verdim. Bu kız yedi yirmi dört saat bizi mi izliyordu? Yoldan geçerken bana omuz atması ile Asaf'ın kollarına doğru savruldum. Asaf benı sıkıca tuttuğunda dönüp bize baktı. "Pardon Eflah'cığım." Parmağı ile kolunu işaret etti. "Omzum çarptı da." Gıcık ses tonu ile konuştu. Tam gidecek iken kolundan tuttum ve gitmesine engel oldum. Bu zamana kadar ona nazik davranmıştım. Lakin artık onun bu değişik ruh hâli ona nasıl davranmam gerektiğini belirlemişti. Sevdiğim adamı seviyor diye düşünüyordum. Lakin o gerçekten takıntılı ve de değişik bir insandı. Ona artık üzülmüyordum. Sadece ona sinir oluyordum.
Kolundaki elime baktı. Kolunu çekmek istediğinde daha sıkı sardı elim kolunu. Kolunu çekemeyeceğini anladığı anda durdu. Gözlerinin içine baktım, irislerine zehir saçmış gibiydim. "Kes artık takip etmeyi." Kolunu savurdum, nerede ise düşecekti. Asaf yanıma yaklaştı birkaç adım nazikçe omzuma koydu elini. Sözlerime devam ettim. "Bulaşma Nihal. Uzak dur benden, Asaf'tan." Derince bir nefes alıp verdim ve parmağımı uyarıcı şekilde salladım. "Bak canını yakarım demiştin. Ben senin canını yakarım Nihal." Tıslar gibi konuşmaya devam ettim. "Canını çok yakarım." Asaf koluma girip yolunuza devam etmenizi sağladı. Aral ise şaşkına bana bakıyordu. Her daim nazik davranan bir insandım, bu tavrıma o da şaşırmıştı. Lakin bu kadın hayatıma girdiği günden beri hem benim hem de Asaf ile uğraşıyordu, ki kim bilir Asaf ile ne zamandan beri uğraşıyordu.
"Bırak onu, ondan kurtuluş olmaz. Umursama sen." Asaf konuştuğunda gözlerimi ona diktim. "Ondan kurtuluş yok mu? Sülük gibi yapıştı hayatımıza. Lakin ben onun yapışkanlarını kökünden kazırım." Aral dudaklarını o hâline getirmişti. Şaşkındı. "Eflah'tan beklemediğim garip hareketler." Güldüm, bu hareketi komiğime gitmişti. Sinirim hâlâ tam anlamı ile geçmemişti, ama oldukça azalmıştı. Kuş kadar beyni ile her fırsatta karşımıza çıkıp hayatımıza dahil oluyordu. Garipti, oldukça garip bir kızdı...
"Nereye gidiyoruz şimdi?" Aral karşıya geçmek için tuşa bastığında şansımıza çabucak ışık yanmıştı. Yürümeye devam eder iken soruma yanıt verdi. "Gelmek üzereyiz bekle lütfen." Birkaç metre daha yürüdükten sonra seyyar bir büfenin önünde durduk. "Nasıl ama?" Asaf kahkaha attığında gözlerimi ona diktim. Gülüşü, ömrü birgün olan kelebeklere ömür verirdi. Onun gülüşünü görmenizi isterdim, çok güzel gülüyordu.
Gözlerim öylece gülüşüne dalıp gitmiş iken konuştu. "Ünlü lokanta Hasan amcanın yeri." Öyle demesi ile arabadaki adam bile güldü. Bizi buyur eder iken konuştu. "Öyle deme evladım, parmaklarını yersin." Aral kafasını bilmişçesine onayladı. Küçük taburelere oturduk ve köfte ekmek siparişi verdik. Cidden merak ediyordum, Aral'ın yemek konusunda seçiçi olduğunu biliyordum. Daha doğrusu o damak tadına önem veren bir adamdı. Seyyar bir köfteciyi bu kadar çok övmesine şaşırmıştım açıkçası...
Köfte emeklerimizi yedikten sonra, gözlerimi ikisininde yüzüne diktim sırası ile. Midemde yer kaldığında onay getirsem gerçekten bir tane daha yerdim bu köfte ekmekten. Cidden çok güzeldi, daha önce bu kadar güzel köfte ekmek yememiştim, tabii ki annemin yaptığı köftelerden başka. "Annemin yaptığı köftelerden sonra en güzel yediğim köfte ekmekti." Asaf'ın yüzündeki gülücük bir anda soldu. Sonrasında Aral konuştu. "Aynen ya annemin yaptığı köftelerden sonra en güzeliydi." Gözlerini Asaf'a dikti, tıpkı benim gibi. "Sen beğendin mi Asaf?" Asaf gözlerindeki dalgınlığı yok etti ve konuştu. "Benim favorim oldu." Derince bir nefes alıp verdi. "Annem hayatta değil. Benim yanımda olduğu zamanlarda yaptığı köfte ekmeklerin tadını hatırlamıyorum bile."
Söylediği kelimeler ruhuma ilmek ilmek işlenmişti. Onun kalbine yarası vardı, ben yüreğinde yer bulmak istiyordum, yaralı yüreğine. Gocunmazdım, yaralarını sarardım. İlk kez ağlayacak gibi olmuştu bu adam, 30 Yaşlarında genç ve de yetişkin bir adam iken şimdi çocuk gibiydi. Onun ruhundan bir renk daha göstermişti bana ve Aral'a. Üzüntü ve acının rengi var ise eğer, şu an o rengi fazlası ile görüyorduk...
"Biraz yürüyelim mi Asaf?" Gözlerini bana dikti. Ufak bir sessizlik olmuştu ve bu sessizliği benim sesim bozmuştu. Yürümek belki iyi gelirdi ona, bana iyi gelirdi, ya ona? Ayağa kalktığında koluna girdim. Yürümeye başladık sessizce. Sadece denizin dalga sesleri ve sert rüzgarı hakimdi etrafa. Koluna daha sıkı sarıldım ve gözlerini yüzüne diktim. "Yaralarını sarmama izin verir misin?"
"Sen zaten yaralarımı sarmaya başladın, haberin yok."
Gözlerim gözlerine takılı kalmış iken, yakından gelen bir silah sesi ile korkudan küçük dilimi yutacaktım. Korkudan köşeye çekilmiştim, Asaf'ta benim ile gelmişti. Etrafa bakarken bir el silah sesi daha gelmesi ile beraber dalgaların arasına düşmüştüm. Sonrasında da düşmüştü. Buz gibi su beni kucaklamıştı, mavilere boğulmuştum. Son olarak onun güzel gözlerini görmüştüm.
Bölüm Sonu
Nasılsınız?
Kitap klasik aşk kitabı değil umarım fark etmişsinizdir. Asaf'ın cümlelerinde konuyu belli ediyorum azıcık.
Nihal'e sinir olanlar buradalar mı?
Sosyal Medya Hesaplarım
İnstagram = Mayneymisherahikayeleri
Kişisel Hesabım = NisaKufaci
Ask.Fm = Mayneymishera
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro