Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

1.Bölüm "Beyaz"

Bu kurgu bir anda aklıma gelen bir kurgu. Sonunda ne olacağını ben bile bilemiyorum, ama hoş geldiniz. Beyaz Ve Diğerleri sizi selamlıyor.

En yakışan şarkı ile dinleyebilirsiniz, ama bölüm şarkısı da var.

*Düzenlendi.*

Sınır yok ama yorumlar beni mutlu ediyor.


Beyaz Ve Diğerleri

"Bembeyaz tabloya baktım. Bir insanın günah, sevap listesi gibiydi. Ya tertemiz kalacaktı ya da diğer renkleri kendine hapsedip günahkar olacaktı."

Fırçalarımı elime aldım ve karşımdaki tablonun jelatinini açtım. Ruhumdaki bütün beyazı tabloya işleyecektim. Biliyordum, bütün beyazı tabloya işlesem bir fark olmayacaktı ama ruhumda sadece beyaz vardı, başka renk barındıramıyordum. Yeşil gözlerimi boyalara diktiğimde gözüme mavi ilişmişti. Ruhumda saklı olmayan bir renkti, ama boyalarda saklıydı. Kalın fırçamı boyaya daldırdım. Rengine beyaz ya da siyah karıştırmayacaktım. Doğal mavi en güzeliydi.

Mavi boyalı fırçayı tabloya sürdüğümde laciverte yakın mavi, tabloda bana gülümsedi. Koyu nar çiçeği ruj sürülü dudaklarımla ben de tabloya zorla gülümsedim. Diğer kalın fırçamı da siyaha daldırdım ve gelişi güzel tabloya sürdüm.

Özel bir sergi için toplanan ekipte benimde yerim vardı ama bazenleri şu anda olduğu gibi resim yapma isteğim olmuyor ve boyaları tabloya boca ediyordum. Bu zihnimi açan bir terapi oluyordu bazen, bazenleri ise daha sıkıcı hâle geliyordu.

Zihnimde dolaşan damarların hepsi birbirine karışmış, düğüm olmuş gibiydi. Düşünce ve hayal gücümü kaybetmiş hissediyordum. Bütün ilham perilerim beni terk etmişti. Gelmelerini bekliyordum ama gelmiyorları. Önümde koca bir sene vardı bu sergi için. Hatta bir seneden biraz daha fazla. Bir sene boyunca gece gündüz burada çalışacaktık. Bu serginin hepimizde önemli bir yeri vardı özellikle bu ekibi yöneten Sera'da.

Sera'nın ilham perileri her zaman zihninde saklı oluyordu. İstediği zaman geliyor olacaktı ki hergün tabloya farklı resimler işliyordu. Çok üretken bir insandı ve hepimizin öyle olmasını istiyordu. Kimse onun kadar iyi değildi, o geleceğin en başarılı ressamlarından birisi olacaktı. Ben buna inanıyordum.

Çoğumuzdan büyük değildi, hatta ondan daha büyük olan kişiler vardı. Onun ile aramızda iki yaş vardı, o benden iki yaş büyüktü ve bana karşı sıcak kanlıydı ama beni ve diğer kişileri enerjisi düşük gördüğü zaman alev püskürüyordu. Sarı saçlarıyla ve mavi gözleriyle güzel bir kadındı. Altın yüz oranına uyan bir yüzü vardı benim yüzümün aksine. Ben onun tamamen zıttı bir yüze sahiptim. Kahverengi belime kadar gelen saçlarım ve yeşil gözlerim ile gerçekten ona zıttım.

Ona baktığımı fark etmiş olacak ki bana gülümsedi. Gülümsediği an dolgun yanakları ortaya çıkmıştı. Elindeki fırçayı bıraktı ve çoğu zaman yaptığı gibi etrafımızda zigzaglar çizerek ilerlemeye başladı. Her birimizin ortaya sunduğu resimlere bakmayı seviyordu. En başarılı ressamlar olarak bize gerçekten güveniyordu. Bu sergiye her ülkeden insanlar, önemli kişiler gelecekti. Titiz çalışmamızı her an sürdürmeliydik.

"Neden boyaları tabloda karıştırıyorsun?" Cam gibi mavi gözleri yeşil gözlerime geldiğinde alev saçacağı anı bekledim, ama beklediğim şey olmamıştı. "Eflah 3 ay oldu. Çok güzel çalışmaların var ama bu kadar çabuk kaçmış olamaz ilhamın." Haklıydı ama gerçekten bu gün ne olduğunu bilmediğim bir şekilde bütün periler zihnimden kaçıp gitmişti. Köşedeki tabureyi çekip yanıma oturdu. "Bir şeye odaklan ve onu üret." Elimdeki siyah hakim olan fırçayı aldı ve boyalarım arasına koydu. "Bu sergi gerçekten önemli." Masum gözler ile baktığında gerçekten ona değer vermediğimi düşündüm. O bu kadar emek harcar iken ben neden böyle yapıyordum? Onun azmine ihanet ediyor gibiydim. Buraya en başarılı olanlardan biri olarak gelmişken şimdi neden bir çocuk gibi boyalar ile uğraşıyordum?

Meyusluk hakim olmuş gözlerimi onun deniz mavisi gözlerine diktim. "Haklısın Sera." Kendimde bir güç hissettiğimde gülümsedim. "Zorlayacağım." Gülümsedi ve tabureden kalkıp eski yerine koydu. "Unutma, ilhamın ölümüne kaçıp gitmiyor senden. Düşünürsen onlar gelmiş demektir." Daha çok dudaklarına gülüşü yayıldığında kendi yerine adımlarını yönlendirdi.

Haklıydı, onları geri getirmek benim elimdeydi. Ben düşünürsem onlar zaten geleceklerdi. Ölümüne kaçmış olamazlardı. Alaca bulaca tabloyu elime aldım ve atölyeden çıktım. Bu tabloyu atmam gerekiyordu. Çünkü bu tabloyu gördükçe ilham gelmesi olanaksızdı.

Yürümeye devam ederken bir yandan da tabloya bakıyordum. Bir anda nasıl olacaktı ki? Artık o kadar çok üretken bir hâle bürünmüştüm ki aylardır, bir anda hepsi yok olup gitmişti. Elimde kalan ise sergiye kazandırdığım güzel tablolardı.

"Hey bakar mısınız?" Kendim ile savaş verirken bir erkek sesini işitmem ile durdum. Etrafıma bakındığımda benim geldiğim yola doğru giden bir adamı görmem ile yönümü ona doğru çevirdim. "Pardon. Bana mı dediniz?" Adam birkaç adım bana yaklaştığında elimdeki tabloyu almak için ellerini uzattı. Anlamsızca tabloyu almasına izin verdiğimde gözlerini bana çevirdi. Açık kahverengi gözleri vardı. Hafif kirli sakallı ve oldukça uzun boyluydu. Tablo ile ne yapacağını merak etmişken o bu soruyu bana sordu. "Bu tablo ile ne yapacaksın?" Mavi ve siyah hakim olan bu tabloya baktı. Hiçbir anlam barındırmayan bu tabloyu nasıl böyle dikkatli inceleyebiliyordu? Adam gözlerini bana tekrar çevirdiğinde dikkatlice yüzüme baktı. Ne olduğunu anlamamıştım. Neden öyle bakıyordu ki? Tabloyu bana geri verdi. Sorduğu soru aklıma geldiğinde cevaplama gereği duydum. "Onu atacağım. Çünkü bütün ilhamımı yok ediyor." Adam tekrardan tabloya baktığında gülümsedi. Yanağındaki gamzesine gözlerim kaymıştı. Direkt gözlerimi yanağından çektim. "O tabloyu atmayacaksın. Çünkü ondan ilham alacaksın."

Kafam karışmıştı. Bana ilham vermeyen, bir işe yaramayan tablodan nasıl ilham alacaktım ki? "Nasıl olacak?" Tabloyu tekrardan elimden aldı ve köşeye yasladı. Yanıma dikildi. Kafamı hafiften yukarı kaldırıp yüzüne baktım. Yine bu gereksiz tabloyu inceliyordu.

"Bana bakmamalısın, ilham benim yüzümde gezinmiyor." Söylediği sözle gözlerimi ondan çektim. Utanmıştım. Çünkü onu izlediğimi anlamıştı, bu cidden utanç vericiydi. Tabloya baktığımda konuşmaya başladı. "Beyazı sever misin?" Gözlerim hâlâ tablodayken cevap verdim. "Evet." Gülümsediği kulağıma ilişmişti. "Bunu anlamıştım. Beyazı seviyorsun ve bir tabloya beyazdan başlayacağını düşünüyorsun." Gözlerimi ona çevirdiğimde o da bana baktı. Bu zamana kadar tablolara hep beyaz bir zemin ile başlamıştım. Haklıydı. Demek istediğini az çok anlamış gibiydim ki bana bakarken konuşmasına devam etti.

"Demek istediğim şu. Bir tabloyu siyaha boyayarak da başlayabilirsin, maviye de. Onu sırf beyaz bir zemini olmadığı için atmak zorunda değilsin." Güldü. "Profesyonel bir ressam böyle yapmaz." Bana laf etmesine aldırış etmeden tabloyu aldım. Profesyonel miydim? Bilmiyorum, ama başarılı bir ressamdım. Şayet başarılı bir ressam olmasam beni neden buraya çağırırlardı ki?

"Teşekkür ederim önerin için." Tabloyu alıp yoluma devam ederken ayak seslerinin arkamdan takip ettiğini duydum. Atölyeye tekrardan geldiğimde kapıyı kapatacaktım ki kapıyı tuttu. Kapının kulpunu bıraktığımda kendi yerime doğru adımlarımı attım. Yerime oturduğumda Sera'nın sesiyle gözlerimi ona diktim. "Neden bu tabloyu geri getirdin?"

Hâlâ adını bilmediğim bu adam gözlerini Sera'ya çevirdi. "Açıkçası sergiyi yöneten birisi olarak bunu size yakıştıramadım." Derince bir nefes alıp verdi ve konuşmasına devam etti. "O tabloyu tamamen siyaha boyayıp devam edebilir. Bunun için tabloyu çöpe atmasına gerek yok." Sera bu adama sinirle bakarken bir yandan da fikrine katıldığına emindim. Cevap vermediğinde adam memnunca gülümsedi ve birkaç adım ilerleyip Sera'yı arkasında bıraktı. Gözleri hepimizin gözlerini taradığında benim gözlerimde durdu ve sonra tekrar hepimizde gezindi. "Ben bu sergiyi asıl yöneten şirketten geliyorum. Adım Asaf." Sera'ya döndü ve tekrar bize baktı. "Sera hanım sizden daha başarılı görülerek bu sergi de size sadece öncülük etti, ki açık söylemek gerekirse fikirleri benim fikirlerime çok ters. Bu sergiyi yöneten kişi artık resmi olarak benim. Sera hanımda sizler ile aynı konumda olacak."

Gözlerim adının Asaf olduğunu öğrendiğim bu adamı tararken, dudaklarımda bir tebessüm oluşmuştu. Uzun boylu beyaz tenli bu adamın gür kahverengi saçları vardı. Bir tabloya resmedilecek kadar güzel fiziği ve de yüzü vardı. Fikirleri de mantıklıydı. En azından bir saat önce kaçan ilham perilerimi tekrardan zihnime kondurmuştu. Bu adamda gerçekten işinin profesyoneli havası vardı.

Gözlerim Sera'ya kaydığında kollarını birbirine dolamıştı. Ateş saçan gözleri ve kasılmış çenesi ile Asaf'a bakıyordu. Asaf arkasını dönüp Sera'ya baktı. Bu gün sabah fazladan görmüş olduğum bizim sıramızdaki tabure ve şovalenin nedeni belli olmuştu. Sera yerini Asaf'a devir edecekti.

Sera oturduğu masadan istemsizce kalktı ve Asaf'ın yüzüne sinirle baktı. Yeni yerine geçtiğinde Asaf'ta yeni masasına yaslandı. "Kimsenin kimseden üstünlüğü yok." Masadaki kağıtlara baktı ve tekrardan bize döndü. "Çalışma konusunda titiz bir insanım ve sizden de bu titizliği bekliyorum. Hepinize yardımcı olacağım. Belli bir mesafe olacak aramızda, fazla samimiyet seven bir insan değilim." Gözlerimi devirdim. Sanki ona yalaka davranacaktık. Buradaki hiçbir insan ona yalaka davranacak kişiliğe sahip değildi. Alayla dudaklarım kıvrıldığında gözleri bana gelmişti. Anlamıştı gülüşümdeki alayı umursamadan konuşmasına devam etti."İlham perileriniz de yanınızda onların kaçtığı yok." Fırça kutusuna bakarken adımı söylemesi ile gözlerimi çevirdim. "Duydun mu Eflah?" Kafamı yukarı aşağı sallayarak onayladım. "Güzel."

Kalın siyah boyalı fırçayı tekrardan elime aldım ve dediği gibi tabloyu tamamen siyaha boyadım. Siyah boyayı zemine tamamen yedirdiğimde aslında fena olmamıştı. Aklımda soyut dalgalar denize vurmaya başlamışken, ilham perilerimin zihnimde uçuştuğunu hissetmiştim. Bunun verdiği sevinçle siyaha doğru gülümsedim. Elime beyaz boyayı alıp ince bir fırçayla göz hatları yapmaya başladım. Aklımda güzel bir fikir vardı. Gözlerin hatlarını oluşturmuşken dalıp gitmiştim. Asaf'ın sesi beni uyandırdı. "Güzel oluyor."

Boy hizama eğilmiş tabloya bakıyordu. Kafamı ona çevirmiş ona bakıyordum. Fazla yakın olduğumuzu düşününce kafamı tekrardan tabloya çevirdim. İnsanlar ile fazla yakın olmayı sevmiyordum. "Teşekkür ederim." Köşede duran aynadan gülümsemesini fark ettim. Rahatsız olduğumu anlamış olacak ki kendini geri çekmişti. Diğerlerinin yanına doğru gittiğinde bir yandan tabloya bir yandan ona bakıyordum. Farklı bir insandı. Hem soğuk, hem sıcaktı. İnsanlar karşı davranışları da öyleydi. Bir sıcak bir soğuktu. Onu gözlemlediğim kadarı ile sadece böyleydi, ama soğuk olan kısmı ağır basıyor gibiydi. Tabii bu sadece bir fikirdi. İlk izlenim. Bir insanı tanımak için bazen yıllar bile yetmeyebilir, bunu iyi biliyordum...

Sera'nın yanında durduğunda gözlerini tabloya odakladı. Sera'ya gram bakmıyordu. Elini tabloya uzattı. "Burası aşırı keskin olmuş." Sera sinirle gözlerini kapamıştı. Ona neden böyle davranıyordu ki? Sera özünde iyi kızdı, hatta sıcak kanlıydı. Güler yüzünü her zaman bize sunardı, ama Asaf onun gülen yüzünü çalmıştı sanki. Fırçayı köşeye bıraktı ve konuştu. "Oranın öyle olması gerekiyordu." Asaf tablodan gözlerini çekti ve Sera'ya dikti. Evet, gerçekten soğuk bir adama benziyordu. "Ora sert olursa yumuşak yaptığın kısımları sert gösterir ve acemice olan kısımları olan bir tabloyu sergiye eklememiz mümkün değil." Onun cevap vermesini beklemeden boş alana adımlarını yönlendirdi. "Siz en profesyonel olanlarsınız. Bu sergi dünya genelinde önemli ve çalışmalarınız sayesinde bize, yani ülkemize verildi. Tüm dünyadan gelenler olacak."

Bize birçok kez tekrar edilen şeyleri Asaf yine tekrar ediyordu. Biz buraya bunu bilerek gelmiştik zaten...

Masasına tekrardan geri çekildiğinde tabloma çevirdim gözlerimi. Kadın gözünün önüne bir yazma gibi gelecek olan, siyah örtüyü dalgalandırdım. Bu soyut resimdi, kadın gözleri sıradan değildi. Göz bebeklerinin içinde kareler, kaşlarında üçgenler vardı. Herkese başka şey çağrıştıracak türdendi ama benim için çağrıştıracağı şey bittiğinde şu olacaktı; Beli kum saati şeklinde bir kadın yüzünde şekiller gözlerinin altında perde var. Bir kadının bedenine yüzüne bir sıfat yüklemek yerine onda hepsinin olduğunun farkına varmak. Yani demek istediğim şey şöyle; bir kadın dediğiniz bütün kalıpları yıkar. Onda her şey vardır. Bir kadın kum saati bedeni kalıbına sığdırmak doğru bir sıfat değildir örneğin. Çünkü onda, hem üçgen, hem kare her şey vardır. Bedeni olduğu gibi zekası da, kalbi de vardır.

Göz hatlarını ve yüzüne düşen perdeyi bitirdiğimde gözlerimi karşıya onun masasına diktim. Masanın yanında onun tablo yapması için olan alana geçmişti. Bilekleri boya olmuştu, hatta yüzü bile. Titizliği sanırsam kendine değildi, çünkü kolları ve yüzü boya içerisindeydi. Fırçayı elinde dans ettiriyordu. Bir melodi duyarmışçasına tuvalde savuruyordu. Gülümsedi tabloya, benim gibi. Benden başka yaptığı tabloya gülümseyen birisini görmemiştim. O gülümsediğinde ben de gülümsedim. Fırçayı kenara bıraktı ve tabloya baktı. Gözleri gözlerime kaydığında, gözlerimi kendi tabloma diktim. Hafiften gözlerimi kaydırıp ona baktığımda hâlâ bana bakıyor olduğunu fark ettim. Oturduğum yerden kalkıp yanına gittim. "Yaptığın tabloya bakabilir miyim?" Kafasını yukarıya kaldırıp bana baktı. Açık kahverengi gözleri, yeşil gözlerime geldiğinde pembe dudaklarını araladı. "Tabii ki." Gözlerimi tabloya diktiğimde çok karışık gözüktüğünü fark ettim. Soyut resimler insanın hayalini, zihinin yoklayan resimlerdi. Bir mantık beklenemezdi onlardan, ama herkese çağrıştırdığı bir şeyler oluyordu. Karışık olmasına rağmen bir düşünce oluşturmuştu kafamda... "Ne anladın bu tablodan. Daha tamamlanmadı ama merak ettim."

Gözlerimi ona çevirdim. Ağır çekimde göz kapaklarımı kapayıp açtım. "Sen her renksin. Bu tablo seni anlatıyor." Şaşkınca bana bakarken sözlerime devam ettim. "Benim aksime her rengi barındırıyorsun. Bu adam bedenindeki bütün karmaşalı renkler bunun yüzünden. Her renkten bir parça taşıyorsun." Gözlerim tekrar tabloya dikildi. "Ama her rengi yansıtmıyorsun. O yüzden bu adamın yüzü siyah." Gözlerim tekrardan açık kahverengi gözlerine kaydı. Hâlâ şaşkındı. "İçinde her renk var senin, ama yüzün bunu yansıtmıyor."

Gözlerimin en derinlerine doğru baktığını hissettmiştim. Sertçe yutkundu. Bir şey diyemedi, ama tepkilerini değerlendirmek gerekirse bir soyut tablodan aynı anlamı çıkarmıştık. O bu tabloyu bunu düşünerek yapmıştı ben ise onun zihnini okumuştum sanki.

'Ben beyaz iken, o bütün renkleri barındırıyordu. Yüzü sadece siyahtı kalbi gökkuşağı, hatta dudağımdaki nar çiçeği rengi bile onun ruhunda vardı. O bütün renklerdi, ben ise sadece beyazdım. O gökkuşağıyken ben beyaz buluttum.'

Bölüm Sonu

Okumasını istediğiniz arkadaşlarınızı etiketler misiniz?

Kurgu hakkında ilk yorumlarınızı alabilir miyim?

Herkese şimdiden teşekkür ederim sağ olun.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro