34.Bölüm "Kamp."
Finale Son 6! 😱
❦
"Ve şimdi şeytan beni kollarında uyutup ninnisini söylüyordu."
Gözlerimi açtığımda mavi gökyüzünü görmeyi beklemiyordum. Bir hastane odası ve florasan bekliyordum ama gökyüzünü görmek daha iyiydi. Artık o kadar çok maruz kalmıştım ki hastanelere kendimi bela mıknatısı olarak görmeye başlamıştım. Gözlerimi bir kaç kere kırpıştırdım. Bulanıklık yerini aydınlığa bırakmıştı. Derince bir nefes alıp verdim. Lakin olanları hatırlayınca tekrar derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. Hatta oksijen kaynağının kendisi olmam gerekiyordu. Çünkü ciğerlerim yanıyordu.
Gözlerimin önüne ilişen yüz ile birlikte sertçe yutkundum. "Gözlerini açtı." Ardından yüzünü bana yaklaştırdı. Yanağımı öpecek iken huzursuzca kafamı çevirdim ve yalpalayarak yan tarafa kaçtım. Asaf'ı yüzümü incelediğini hissediyordum. Ona bir kere daha bakarsam ağlayacağımdan emindim.
Elleri bedenimi sardı ve beni kucağına aldı. Saçlarım kollarından savruldu ve tokam yere düştü. "Burak beni." dedim yorgun çıkan sesim ile. Hâlâ yolun ortasındaydık. Ne kadar süre baygın kaldığımı merak ettim. Bana az kalsın çarpacak olan adam önünde yığılan bir kadını bırakıp kaçmış olabilir miydi gerçekten? Zihnimi bunlar ile yormak istemedim. Tek istediğim uyumaktı. Tabii gözüme uyku girebilir ise.
"Neden benden uzaklaşmak istiyorsun?" dedi Asaf yarı açık gözlerime bakar iken. Onun yüzüne bakmam ile kalbim azda olsa yumuşadı ama bu yumuşaklık dilime vurmadı. Ağzımın içinde hâlâ acı bir tat kol geziyordu. "Bana söylemedin." diye fısıldadım. Canımı yakıyordu sözlerim, ufacık fısıltı bile boğazıma yapışıyor ve cayır cayır yanıyordu.
"Neyi söylemedim?" dedi önüne bakarken. Gözlerimi çenesine diktim ardından boğazına getirdim. Adem elması yine can alıcı gözüküyordu. Ona sinirli olmama rağmen hâlâ onu inceleyen aptal beynime küfür ettim. "Nihal ile sevgili olduğunu." ciğerlerimin daha fazla yandığını hissettim ve yangını atmak istercesine öksürdüm. Asaf olduğu yerde durdu ve gözlerini tekrardan bana çevirdi. "Ne?"
"Yani eskiden." dedim. Asaf kahkaha attı. Bunun komik olmadığını onun yüzme haykırmak istiyordum ama gücüm hiç yerinde değildi. Göğsüne güçsüz bir yumruk attım. "Komik değil. Aksine sinir bozucu." Asaf beni yere bıraktı. Kendimi boşlukta hissettim ve kolunu tuttum. "Özür dilerim Eflah. Komik olduğu için gülmedim." dedi. Yüzündeki ifadeyi anlayamamıştım. "Sadece biz sevgili değildik." canımın acıdığı belli olan bir ses ile "Fotoğrafınızı gördüm." dedim. Gözlerim dolmuştu ama onun karşısında ağlamayacaktım. "Ne fotoğrafını gördün?"
Cebimdeki telefonuma sarıldım ve Nihal'in bana fotoğrafı atmış olması için dua ettim. Neyse ki bu sahneyi bekliyordu muhtemelen. Fotoğrafı atmıştı. Fotoğrafa bakarken bir kere daha canım acımıştı. Bir insanın bir günde canı ne kadar acımıyabilirdi ki? Elimi Asaf'tan çektim ve derince bir nefes aldım ve sırtımı dikleştirdim. Gözlerimi gözlerine diktim. Bir anda kendime gelmiş gibiydim. Telefonumu ona çevirdim. Ekrana baktığında burukça gülümsedi. Gözlerime inanamadım. "Ben sana bu fotoğrafı gösteriyorum ve sen gülümsüyorsun öyle mi?" diye bağırdım. Sinir beynime fışkırmış gibiydi. Hızla oradan uzaklaşmak istedim ama Asaf nazikçe kolumu tuttu. "Özür dilerim göründüğü gibi değil." dedi. Süt dökmüş kedi gibiydi. "Anlatacağım sana." dedi. Ardından kaldırıma oturdu. Atölyenin arkasındaydık. Ben de yanına oturdum. Yönünü bana çevirdi ve "Biz arkadaştık." dedi. Bu sefer gülme sırası bendeydi. Cidden arkadaşlar mıydı?
"Bak Eflah. Ne düşündüğünü biliyorum ama Nihal eskiden böyle birisi değildi. O benim için Sera'nın yerine geçmişti. Kız kardeşim gibiydi. O da o zamanlardan kalan bir fotoğraf. Eskiden o gerçekten iyi birisiydi." Ellerini birbirine kenetledi. Ona artık inanıyor gibiydim. Yani yalan söylüyora benzemiyordu. Lakin Nihal yüzünden çok yara almıştık ve bu konuda hassastım. "Ama o değişti. Beni arkadaş olarak görmüyordu." dedi ve gözlerini bana çevirdi. "Beni... Beni öptü." dedi. Kalbimin parçalandığını hissettim. Geçmişte birisi ile dudaklarını paylaştığı için değil, istemediği bir öpücük olduğunu düşündüğüm için. "Ondan sonra bir daha onu görmedim. Seneler sonra karşıma çıktı." dedi ve kollarını bana sardı. "Ben seni yaralamak istemedim beyaz kuğum." Gözlerini bana dikti ve parmağını yüzüme getirip okşadı. Ona sinirim buhar olup gitmişti. "Senin yaralarını sarmak için kendimden vazgeçerim. Bunu benden daha iyi biliyorsun. Sana yalan söylemedim. Onu senelerce hiç görmedim. Sadece bana sürekli mesaj atıyordu. Onlar da seninle birlikte olmadan üç ay önce kesilmişti. Birden geldi girdi tekrardan hayatıma." dedi. Nihal'e inanmak bir kez daha kendime küfür etmemi sağlamıştı. Utanıyordum. Ona inanmadığım için, asıl ona yalanı ben söylediğim için." Ben de özür dilerim Asaf. Sana annem ile buluşacağımı söylediğim için. Asıl yalanı ben söyledim." Gözlerim dolmuştu. Artık onları tutmak istemedim. Çünkü birkaç dakika önce sanki yabancı olarak karşımda dikilen aşkım tekrardan ruhumdaydı. Aslında hep ruhumdaydı ama kanadı kırıktı. Şimdi ruhum kanadını öperek iyileştiriyordu.
"Kampa gitmeye ne dersin?" dedi. Ayağa kalktı ve beni de elimden tutup ayağa kaldırdı. Sulu gözlerim ile ona baktım. "Ciddi misin?" dedim ve gülümsedim. O da güldü ve beni kendine çekip sarıldı. "Evet. Seni beklerken her şeyi hallettmiştim. Gidelim ve bütün her şeyden uzak kalalım. Sadece sen ve ben."
❦
Asaf çadırı kurmak için demirlerini birleştirdi. Katlanabilir sandalyemi açtım ve oturdum. Ellerimi kol kısmına koyup bacak bacak üzerine attım. Asaf dizlerini yere koydu ve demirleri yerine geçirdi. Gözlerini bana çevirdi. Saçlarının arasında parlayan bal gibi gözleri insanı büyülüyordu. "Yardım etmeye niyetiniz yok galiba?" dedi gülen dudaklarının arasından ardından gözlerini tekrar çadıra çevirdi. Cık dedim. "Yok."
Açıkçası pek iş yapmayı seven birisi değildim. Arkadaş ortamında da öyle değildim. Sabina ve Arın ile buluştuğum zamanlarda da teklif ederdim iş yapmayı ama itiraz ederler ise üstelemezdim.
Sabina...
Onun adını anmam ile birlikte genzim yandı. Ben onu aramamıştım. Lakin o da beni hiç aramamıştı. Unutmuş muydu ki beni? Ona bencillik edemezdim. Uzun bir süre o da benim aklıma gelmemişti. Yine de ben mesaj atmasam bile onun atmasını beklemiştim şimdi. Bir kere bile mesaj atıp kendini hatırlatmamıştı. İyi olduğunu temenni ettim.
Asaf çadırı bitirdiğinde çivileri çaktı ve gözlerini bana dikti. "Battaniyeyi ve yorganı getirir misin?" oturduğum yerden kalktım ve arabaya doğru yöneldim. Arkası resmen köye giderken bütün evi götüren insanların arabası gibi olmuştu. Köy kabilesi.
"Yastıkları da unutma!" diye arkamdan seslendi. O görmese bile gülümsedim. Arka koltuktan dediği her şeyi aldım. Lakin kutup ayısına benzemiştim. Beş katlı pastaya da benziyordum. Yavaşça yürüyerek çadırın önüne kadar ulaştım. Görev tamamlandı!
Görev bozulacak iken Asaf düşen yastıklardan birini havada tuttu. Tamam bir joker hakkımı kullanmış olabilirdim. Asaf çadırın içine girdi ve elimdekileri tek tek alıp çadırımızın içine yatak yaptı. Ah! Cidden çok huzurlu görünüyordu. Zaten oldum olası ormanlara bayılmıştı. Yıldızlara uzanan ağaç kümesi gibiydi ormanlar. Tam da o uzun ağaçların altındaydık. Hava kararmak üzereydi. Ceketimden içeriye hafiften soğuk hava giriyordu ama bunu önemsemedim.
"Bir şeyler yiyelim mi?" diye öneri de bulundu Asaf. Bir şeyler yemek istemiyordum. Sadece ona kırgın kaldığım vakitleri doldurmak ve onun göğsüne sokulmak istiyordum. Dudaklarını daha çok öpmek ve Nihal'in izini o koyu dudaklarından tamamen silmek istiyordum.
"Aç değilim." diyerek yanıtladım. Elim yanağına gitti ve parmağım ile yüzünü okşadım. "Sen?"
"Hayır." dedi. Ardından ayakkabılarımı çıkarıp yaptığı yatağa uzandım. O da yanıma geldi ve elimi çadırın tepesine uzattım. "Ah bunu gerçekten seviyorum." ayaklarım topladım ve bacaklarımı Asaf'ın bacaklarına soktum. Asaf beni kendine çekti ve sarıldı. Havada duran ellerim onun sırtını buldu. "Ben de." dedi. "Seni seviyorum."
Munzur bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. Ondan şüphe etmiştim. Kendime kızıyordum cidden. Onu ölesiye sevmiş iken nasıl o hastalıklı ruhlu kadına inanmıştım ki? Onların nasıl arkadaş olduğunu gerçekten merak ediyordum. Nasıl bu konuma geldiklerini ve Asaf'ın kardeşim dediği bir kızdan bu denli nefret ettiğini. Öpücük yüzünden mi olmuştu bunlar? Bence öyleydi. Yine de bu olayı deşmek, aramızı açmak istemedim.
Bu anı yaşamak istedim. Olması gereken bu değil miydi zaten? Geçmişe ya da geleceğe bakmadan olduğun saliseleri yaşamak. Sonsuzmuş gibi. Çünkü ölüm her an ensemizdeydi ve o bu hayata sığdırayacağım kadar büyüktü.
"Ben de seni seviyorum." diyerek karşılık verdim. Asaf kahkaha attı. Ben de gülüşü ile gülümsedim. "Bir kaç dakika sonra söyledin bunu. Şüphe duymalı mıyım?" dedi ve tek kaşını kaldırdı. Elimi yüzüne götürdüm ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Çok uzun tutmadım ve geri çekildim. Dudaklarına doğru fısıldadım. "Her şeyden şüphe et. Lakin sana olan sevgimden asla şüphe etme." dedim ve onu tekrardan öptüm. Elleri sırtımı buldu ve beni kendine daha çok çekti. Sanki bedenimi ruhuna saklamak istiyor gibiydi. Sarmaşık misali büyüyordu o içimde. Her gün hızla büyüyordu. Elimi sırtına götürdüm ve onu öpmeye devam ettim. Ardından dudaklarımı geri çektim ve derince bir nefes alıp verdim. "Seni öpmek kaybolan yıllara bedel."
Söylediği sözlerin güzelliğine gülümsedim. Sarhoş ediyordu beni, halbu ki ben alkolik değildim. Yine de bu sarhoş olmama engel değilmiş gibi gözüküyordu. Çok güzeldi. Neden bu kadar güzel olmak zorundaydı ki?
Elimi göğsüne koydum ve çadırın tepesindeki açık alandan gökyüzüne baktım. Kafamı onun göğsüne dayadım ve bu değişken hayatımda huzurun tadını çıkarmaya çalıştım. Çünkü o geldiği gibi kaçıyordu da. Gözlerimi kapattım ve onun yanında uykuya daldım. En son saçlarımı okşayan parmaklarını hissetmiştim.
"Eflah!"
Yabancı sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Nerede olduğum konusunda bir fikrim yoktu. Sesin geldiği yöne doğru gittim lakin sesin oradan geldiğinden de pek emin değildim. Gözlerimi etrafa diktim. Neredeydim ben? Çevremi gökyüzüne kadar uzanan ağaçlar kaplamıştı. Düz bir yoldayım ve bir tane bile araba geçmiyordu. Etraf sisliydi. Buraya nasıl geldiğim konusunda bir fikrim yoktu. Lakin buradan gitmek istediğim kesindi.
"Eflah!"
Tekrardan çağırdı beni erkek sesi. Bu gerçekten de bir yabancı sesiydi. Gözlerimi etrafa diktim ve onu aramaya başladım. Korkmuştum. Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. "Kimsin sen?" dedim titreyen sesimle. Dudaklarımdan çıkan soğuk hava dumanları hızla etrafa yayılıyordu. Üşümüyordum hatta saçma bir şekilde üzerimde kısa kollu bir tişört vardı.
Bir anda elimde bir bıçak belirdi. Korku ile kanlı bıçağa baktım. Bordo kan ucundan yere damlıyor, ayağımın dibinde birikinti oluşturuyordu. Bıçağı yere atmak istedim ama olmadı. Ardından tekrardan o ses geldi. Bu sefer kısıktı ve tanıdıktı. "Eflah." geriye döndüm ve gördüğüm görüntü karşısında diğer elim dudaklarıma kapandı ve safram boğazıma kadar geldi. Gözlerim vahşet görmüşçesine irileşti. Belki de bu bir vahşetti. Yavaşça adımlarımı ona doğru attım. "Asaf!" diye fısıldadım ağlamaklı sesim ile. Donuk gözleriyle bana bakıyordu. Ağzından kan gelmeye başlamıştı. Midem bulanıyordu. Onun ölüşünü seyretmek hayatta ki en son istediğim şeydi. "Beni öldürdün sevgilim." dedi. Dizlerimin üzerine kapaklandım ve ağlamayan başladım. "Ben yapmadım aşkım. Ben yapmadım!" Ben onu öldüremezdim. O benim ruhumdu. Ben ruhumun katili mi olmuştum?
"Onu sen öldürdün!" dedi tanımadığım ses. Elimi kulağıma bastırdım. Onu duymak istemiyordum. Asaf'ı ben öldürmemiştim. "Kes sesini ona zarar vermem ben!" arkamdan birisi bıçağa sarıldı ve elimi havaya kaldırdı. "Onu sen öldürdün." diye fısıldadı yabancı. Yüzünü göremiyordum. Havada kalan kolumu hızla Asaf'ı bedenine götürdü ve onu kalbinden bıçakladım.
"Hayır!" Terden sırılsıklam olmuştum. Hızla kafamı yastıktan çektim ve derin derin nefes alıp vermeye başladım. Alnıma yapışan saçlarımı geriye çektim ve yanımda yatan Asaf'ta baktım. Gözlerini açmış bana bakıyordu. Hızla ona sarıldım. "İyisin!" dedim. Sesim biraz fazla çıkmıştı. O da bana sarıldı. "İyiyim güzelim. Sadece bir kabustu." gözlerimden yaşlar süzüldü. Bu kabustan da beter bir şeydi. Onun öptüğüm dudaklarını kana boyalı görmüştüm. "Lanet bir kabus." dedim sitemkar bir şekilde ardından onun göğsüne sokuldum. Rüya beynimden çıkmıyordu. Çok gerçekçiydi. İnsan rüyasında tanımadığı birinin sesini duyabilir miydi ki? Bunu düşünmemin ardından eski rüyalarımın kırıntıları doluştu zihnime. Tanımadığım kişileri görebilme olasılığım vardı. Daha önceden de görmüştüm. Belki de yoldan geçen bir insanın siması, sesi zihnime kazılı kaldığı için görüyordum rüyamda tanımadığım kişileri. Lakin aslında onları gerçekte bir yerde görmüş oluyordum.
Bu adamı hiçbir yerde görmemiş olmayı diledim.
Çadırın tepesindeki açıklığa baktım. Sabah olmuştu. Kuşların sesi etrafa neşe katıyordu ne kadar çok ben neşesiz olsam bile. Asaf'a daha çok sokuldum ve biraz daha uyumaya çalıştım. Asaf'ta kollarını iyice bana sardı ve nefesini saç diplerimde hissettim. Kafamın altında atan, zihnimde yankılanan bu kalbi nasıl durdurulabilirdim ki? Bu kalbi durdurmaya çalışanların kalbini, ciğerinden söküp alırdım. Ben kıyımsız bir insandım. Karanlık değil aydınlık taraftaydım. Lakin konu sevdiğim insanlar olunca bambaşka biri olabiliyordum.
Günün birinde birisi Asaf'ın canına kıymaya çalışırsa o kişinin canını alırdım.
Zihnimde ki bu öfkeli sese kulak asmadım. Doğru olsa bile. Asaf'ı kimse öldürmek istemiyordu sonuçta.
Parmaklarının saçlarımın arasında gezdiğini hissettim. "Beni vur, beni onlara verme." diye şarkıyı söylemeye başladı. Hemen gözlerimi ona çevirdim. Ah! Sesi kaçıncı dünya harikasıydı...
"Külümü al, uzak yollara savur. Dağılsın, dağlara dağılsın bu sevdamız ama sen ağlama dur." şarkıyı devam ettirmedi ve beni bu güzel sese mahrum bıraktı. "Sen sakın ağlama." dedi gözlerimin içine baktı. Bakışlarının derinliğinde boğulacak gibi hissetmiştim. O bir okyanustu bense onun okyanusunda ki en değerli balık. Herkese sıradan, onun aşık olduğu.
"Sözler kifayetsiz kalıyor senin yanında Eflah." dedi. Asıl sözler onun yanında kifayetsiz kalıyor, manalarını yitiriyordu. "Aslında hem sözler kifayetsiz kalıyor, hem de anlam buluyor." dedi. Zıttı sözleri ama anlamlıydı da onun bana armağan ettiği sözler gibi.
Ve cennetten bir ruh kopup geldi ve gönlüme kondu. Tanrı'ya dua ettim. Bana onu bağışladığı için. Neydi o? Bir melek miydi?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro