31.Bölüm "Nefes"
Finale son 9 Bölüm. (İstediğim kelimeye sayısına göre.) Bu bölümü saymaz isek.
Artık bir az daha atraksiyon var.
Şimdiden iyi okumalar.
Sizleri seviyorum güzeller.
Çok.
❦
10 Mayıs 2014.
Asaf Kara
Elimdeki kurşun kalemi bıraktım ve camdan dışarıya baktım. Dağınık saçlarımdan geçirdim ellerimi ve derince bir nefes alıp verdim. Günler burada berbat geçiyordu. Zaman sanki burada kavramını yitirmiş gibiydi. Hayatım darağacına gideceği günü bekleyen hükümlü gibiydi. Sahi bu günler ne zaman bitecekti.
25 Yaşına gelmek üzereydim. Elime kalem aldığım her vakit bir şeyler karalardım. Dışarıda gördüğüm ağaçları, kaldırımdan geçen insanları ya da geceleri karanlık, yağmurlu sokakları. Vaktim çoğunlukla böyle geçiyordu. Çoğu zaman resim yapar, resim yapmadığım zamanlarda ise uyurdum. Biraz da kitap okumaya zaman ayırırdım. Kendim ile yalnız kalmaktan korkuyordum çünkü. O anın kalıntıları tekrardan zihnimi dolduruyordu ve nefes almak bile zor geliyordu. Bunları düşünmem ile birlikte elime hemen kalemimi araladım ve boş bakan gözlerimi bir yerlere odaklamaya çalıştım. O an, o an onu gördüm. Ellerim titredi. İlk kez yaşadığım travmayı hatırlamama rağmen kriz geçirmemiştim. Karşı kaldırımda yürüyen kıza baktım. Kısa bal gibi saçlarını kalem ile toplamıştı. Üzerinde salaş giysiler vardı ve elinde çizim dosyaları vardı. İnce gözlüğü burnunun üzerindeydi. Bir yere yetişmek istiyor gibiydi ama etrafı da incelemek isteyen meraklı gözlere sahipti. Onu izlediğim süre boyunca yüzünü aklıma kazımak istedim. Uzaktan ne renk olduğunu anlamadığım gözleri vardı, şekli kesinlikle güzeldi. Uzun boyluydu ve kiraz gibi dudaklara sahipti. Dışarı çıkmak ve onunla konuşmak istedim. Nereden geldiğimi sormasaydı. Sadece beni dinleseydi. Çünkü onu görmek bana ilaç gibi gelmişti. Lakin o beni fark etmedi. Camdan onu izleyen bu genci fark etmedi. Adımlarını hızlandırdı ve saçından düşen kalemi bile fark etmedi. Saçları sırtına döküldü ve güneşte parladı. Kalem yere düştü ve ardından köşeyi dönüp ilerledi. Kalbim hızla attı iki göğsümün arasında. Ne olduğunu bilmiyordum. Sadece o, o çok güzeldi.
Aklımda kaldığı kadarı ile defterime karaladım onun suretini, salaş kıyafetlerini, uzun boyunu...
Birkaç dakika geçtiğinde aklıma saçından düşen kalem geldi tekrardan. Köşe de duran saate baktım. İlaç saati gelmişti. Bahçenin köşesine gitmek için sadece beş dakikam vardı. Hızla odadan çıktığımda koridorda çokta hızlı davranmamaya dikkat ettim. Burada çalışanlar herkese deli muamelesi yapan insanlardı. Onlara anlam veremiyordum. Çünkü ben deli değildim. Sadece yaşadığım tramvadan sonra ruhum incinmişti, bin parçaya bölünmüştü.
Bahçeye çıktığımda derince bir nefes alıp verdim ve hızla odamın camının önüne kadar geldim. Onun saçından düşen kalemi görmek için bahçenin demirlerinde yaklaştım. Dizime kadar gelen betona oturdum ve demirlerin arasından zayıf kolumu uzattım. Elim ile kalemi yakalamaya çalıştım. Kalem öte geri yuvarlanıyordu. Biraz daha çabaladım ve en sonunda onu uzun parmaklarımın arasına almayı başardım. Zafer kazanmış asker edası ile gülümsedim ve kolumu geri çektim. Kalemi parmaklarımda döndürdüm ve ardından cebime attım. En azından sıradan olan günlerime çiçek açtıran bir kız ile tanışmıştım. Teknik olarak tanışmış olmasam bile.
Hızla binaya doğru ilerledim. Ellerim eşofmanımın cebindeydi. Koridorları geçtim ve hemşire olan kız ile odamın kapısına aynı anda yaklaştım. Tam içeri girecek iken konuştu. "Nereden geliyorsun böyle?" dedi. Kahverengi gözleri bana gülümsüyordu. Dışarı çıkmama kimse alışık değildi burada. Çünkü buraya geldiğim günden beri içe kapanıktım. Tek mutlu olup gülümsediğim gün bugündü. Ona cevap vermeden odama geçtim. Ellerimi cebimden çıkardım. Kalemi defterimin yanına koydum. Hemşire kız tekrardan konuştu. "Ne çiziyorsun?" gözlerimi ona çevirdim ama cevap vermedim. Kızıl saçları ensesinde topluydu. Saçlarının doğal olup olmadığını merak etmiştim ama ona tabii ki de bunu sormayacaktım. Onu yok saymaya devam ettiğimde ilaç tepsisini vurarak önüme koydu. "Seninle ilgilenmeye çalışıyorum." dedi. Ardından ellerini göğsünde kavuşturdu. "Madem ilgi istemiyorsun bunları iç." dedi buz gibi bir sesle. Benim ile konuşmak istiyordu. Her hemşire gibi ama o daha sık çabalıyordu. Odama en çok uğrayan, en çok ilaçlarımı getiren oydu. Adını hâlâ bilmiyorum. Öğrenmek içinde çaba sarf etmemiştim. Verdiği ilaçları suya ihtiyaç duymadan içtim. Ardından gözlerim kaleme ilişti. Hafifçe tebessüm ettim. Bunu fark etmediğine emindim. İlaç kutusunu masadan aldı ve kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtı ama gitmeden önce kafasını bana çevirdi. Ona bakmasam bile bunu fark etmem zor olmamıştı. "Bu arada ben Nihal." gözlerimi ona çevirmemi istercesine bekledi. Hafifçe ona baktım. Ardından gülümsedi. "İhtiyacın olduğu her zaman buradayım." dedi ve gülümseyerek gitti. Ben ise ruh gibiydim ona karşı. Yüzümde tek bir mimik oynamamıştı. Burada arkadaş canlısı insanlara ihtiyacım yoktu. Ama en azından bana acımadığı belliydi. Diğer hemşirelerin aksine benim ile gerçekten konuşmak istiyordu. Diğerleri ise bana acıdığı için konuşma gereksinimi duyuyordu. Nihal ise muntemelen stajyer hemşireydi. Çünkü yaşı küçüktü. Benden küçük olduğunu düşünüyordum çünkü kızıl saçlarına rağmen çocuksu bir yüzü vardı. Onun çocuksu yüzü bana kardeşimi hatırlattı. Derince bir nefes alıp verdim. Bu sadece bana acı veriyordu.
Defterimin sayfasını açtım ve onu çizdiğim sayfaya kadar, sayfaları çevirdim. İstediğim sayfaya geldiğimde onun kalemi ile zihnimde kalan kızı çizdim. Dalgalı ensesine dökülmüş bal gibi olan açık kumral saçları. İnce gözlüğü ve bol kimonosu... Gülümsedim. Bu gerçek bir gülümsemeydi. Kalbim acımıştı. İlk kez tebessümden ötesine kıvrılabilmişti dudaklarım. Beni gülümseten bu kızı karşıma çıkardığı için teşekkür edesim vardı her şeye. Bunca acıya rağmen. Hayatıma defalarca küfretmişken şimdi ise gülümsüyordum. Geçmeyeceğini düşündüğüm yaralara iyi gelen şeylerin olduğu fikri de doğruydu belki. Belki de o bana gerçekten ilaç olacaktı.
Karalayabildiğim kadar karaladım onun yüzünü deftere. Eh, az çok benzemişti. Defteri kapattım ve kalemi de tellerin arasına sıkıştırdım. Ardından camdan dışarıya baktım. Hava kararmak üzereydi. Bu saatte öğrenciler hep dışarı da olurdu. Onları öyle telaş içerisinde gördüğüm zaman kendimi hatırladım. Eski beni... Hayatım mükemmel olmasa bile eskiden daha iyiydi. Bunları düşünmemeye çalıştım. Onun kaldırımdan süzülmesini bekledim. Bir Dakika bile göremeyeceğim bu yüzü saatlerce görmeyi bekledim. Sırf birkaç saniye içindi bu çabam. Deliriyor muydum ben? Yoksa bu kendime itiraf edemediğim bir kalp ağrısı mıydı?
Ve onu beklemelerimin sonucu boşa çıkmadı. Tek kollu çantasını sol omzuna asmıştı. Saçlarını başka bile kalem ile toplamıştı bu sefer. Kalemini düşürdüğünü geçte olsa fark etmiş olmalıydı. İnce uzun parmakları çantasının kulbunu tutuyordu. Yavaş yavaş adımladı. Yavaş yürüdüğü için ona minnettardım. Onu daha fazla inceleme fırsatı bulabiliyordum. Gözlerinin önüne düşmüş perçemlerine baktım. İnce gözlüğü gözünde değildi şimdi. Daha farklı gözükmüştü gözüme. Yine de her hali güzeldi bu genç kızın. Yavaş adımlarını daha da yavaşlattı ve durdu. Üzerindeki ince kimonoyu çıkardı ve tek omuzlu çantasının yanına sarkıttı. Ardından gözlerini etrafta gezdirdi. Önce sağına çevirdi kafasını. Kalbim tekledi. Ardından soluna baktı. Benim olduğum tarafa ilişti gözleri. Kısa bir süreliğine göz göze gelmiştik. Ardından kafamı eğdim ve kalbime bu kadar hızlı atmasını kesmeyi söyledim. Saçlarımın arasından ona baktığımda yürümeye devam etmişti. O an bir az üzülmüştüm. Sanki hiç gitmeyecek, sonuna kadar beni izleyecek gibi gelmişti. Kim hastanenin camından onu izleyen birine acımadan bakardı ki? Ama onun gözlerinde bir acıma görmemiştim. O bana acıyarak bakmamıştı. Bunu düşünerek gülümsedim, aptal gibi gülümsedim...
Hava artık kararmıştı. Gökyüzünde kümeler halinde yıldızlar belirtmişti. Perdeyi çektim ve camın önünde ki masamdan kalktım. Masanın üzerinde duran Gurur ve Önyargı kitabımı aldım ve yatağıma uzandım. Birkaç sayfa okumuştum. Gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Zaten hep böyle olurdu. Kitap okur okumaz uykum gelirdi. Saat kavramı fark etmiyordu. Gözlerim kapanacak iken odanın kapısı açıldı. Gelen kızıl saçlı hemşireydi. Elinde yemek tepsisi duruyordu. Gülümsedi. İfadesiz bir şekilde ona bakmaya devam ettim. Gülümsemesine karşılık vermediğim için bir az bozulmuş gibiydi ama gülüşünü azaltmadı. Masanın üzerine tepsiyi koydu ve sandalyemi yatağın önüne çekip oturdu. Uzandığı yer de toparlandım ve ona bakmaya devam ettim. "Bir şey mi söyleceksin?" dedim bayık ve uykulu gözlerim ile. Bir an da eli elimi buldu. "Yemeğini getirdim. Belki benim ile konuşmak istersin." dedi. Elimi hızla geriye doğru çektim. Yüzündeki gülümseme solmuştu. Işıltı ile parlayan kahverengi gözleri bir fener misali söndü. Sertçe yutkundu. "Sana yardımcı olmak istiyorum." dedi boğuk sesi ile. Gözlerimi ondan çektim. Gitmesini istiyordum. Yemeği onun getirmesi bile saçmaydı zaten. "Benim yardıma ihtiyacım yok." dedim dişlerimin arasından. Ellerime dikiliydi gözlerim. Onun homurtulu gülüşünü duydum. "O yüzden mi bu kadar ilaç getiriyorum sana?" dedi. Cümlesinin yarısına kadar geldiğinde gözlerimi hızla ona çevirmiştim. Kaşlarım sertçe çatıldı. Bana yardım etmek istediğini söylerken, beni zayıf noktamdan da vurmuştu. Kesinlikle intikam dolu bir insandı. Acımasız. Sevimli gözüken yüzünün altındaki öfkeyi görebiliyordum.
Çatık kaşlarımın altından ona baktım. "Çabuk çık dışarı." sinirle soludum. Zerre yüzünde korku mimiği yoktu. Korkmasını da beklemiyordum zaten. Sadece, sadece hemen gitmesini istiyordum ve yalnız kalmayı.
Cevap vermedi ve sandalyeden kalktı. Eski yerine koydu onu ve ellerini hemşire üstünün ceplerine soktu. Odanın kapısına yöneldi. Geriye doğru bir bakış attı. Dudakları samimiyetsiz bir gülüş ile yanlara doğru kıvrıldı. "İyi geceler Asaf." dedi ve kapıyı kapatıp çıktı. Derince bir nefes alıp verdim. Bu gerçekten aptalcaydı. Özellikle bana ilgi göstermesi daha da aptalcaydı. Sonuçta o bir hemşireydi. Bense, bense ne kadar inkar etsem bile bir hastaydım.
Ellerimin arasına tekrardan kitabımı aldım ve yatakta uzandım. Kaldığım sayfayı açtım ve okumaya devam ettim.
"O güzelim gözlerin hakkını hangi ressam verebilir ki?"
Okuduğum satır ile birlikte aklıma onun rengini bile bilmediğim gözleri geldi. Sadece iki kere görmüş olduğum birini bu sözde hatırlayacak kadar aptaldım. Belki de hayatımda uzun zamandır kalp atışımı tekleten birisi olduğu için seviniyordum. Sadece tek bildiğim onun ile bir hikayem olacaksa kader ağlarını örmeye başlamıştı bile. O ağa biz düşecektik. Tabii ki o benim kaderimse eğer...
Kitabın kapağını kapattım ve defterimi tekrardan aldım. Ayışığının sayesinde defteri görebiliyordum. Onun saçından düşen kalemi de aldım ve birkaç halini daha karalamaya çalıştım. Tekrardan zihnime doldurdum onu. Köşeden dönerken ki halini hayal ettim. Ardından kalemin saçından düşüşünü. Kimonosunu çantasının üzerine atışını. Ufak karalamalar halinde bir sayfaya çizdim bu üç gölgeyi. Gerçeği kadar güzel değildi belki ama bir süre zihnimde tutmaya yeterdi bu güzelliği...
Günümüz
Gözlerimi açtığımda o yanımdaydı. Ellerimi saçlarına götürdüm ve okşadı ipek tellerin her birini. Saçlarının dibine öpücük kondurdum ve kokusunu içime çektim. Ardından dudaklarında bir gülümseme oluştu elini belime sardı. Gözlerini açtı ve bana gülümsedi. Uykulu sesi ile konuştu. "Günaydın sevgilim." Zamanında bana imkansız gelen, şimdi ise sonsuz olan bu kadına gülümsedim. "Günaydın Eflah'ım." Gün ışığım.
Saçlarını sevmeye devam ettim. Ardından yanımdan kalktı ve oturur hale geldi. Elleri karnımda duruyordu. Gülümsedi, gülümsedim. "Kahvaltı yapalım mı?" Sevimli bir şekilde burnunu kırıştırdı. "Yoksa bir az daha uyuyalım mı?" eli ile karnımı okşuyordu. Nefes almak onun dokunuşlar ile daha zor bile hal alıyordu. Kolundan nazikçe tuttum ve onu göğsüme doğru çektim. Çenesi kürek kemiklerimin tam ortasına düştü. Dudakları çenem değdi. Ardından göğsüme uzandı. Elimi vucüduna sardım ve onu kalbime saklamak istedim. Senelerin birikmişliği vardı sonuçta bu gönülde. Bana yara olan her şeye merhem olmuştu.
Hiçbir şey demeden öylece kalbimin üzerinde uzamaya devam etti. Ellerimi beline daha sıkı sardım. Ardından saçlarına öpücük kondurdum. Kokusunu içime çektim. Vanilya gibiydi. Çok güzeldi onun kokusu... Yıllar önce hayal edemeyeceğim kadar güzeldi.
Üzerimden kalktığında onun ince kıvrımlarına baktım. Ardından yüzüne diktim gözlerimi. Onun bedeninden çok gülen yüzüne, kalbine önem veriyordum. Çünkü ben güzelliği kalıcı değildi. Yeter ki kalpler güzel olsundu.
Gülümseyerek bana baktı ve uzanarak saçlarımı birbirine karıştırdı. Gözlerimin önüne birkaç tutam saç düştüğünde burnumu kırıştırarak gülümsedim. Ardından saçlarımı geriye doğru attım. "Bu gün ne yapıyoruz?" dediğimde yüzündeki gülümseme hafifçe söndü. Aklından neler geçtiğini okumak istiyordum. Yattığım yerde doğruldum ve sırtımı koltuğun kol kısmına dayadım. "Hey ne oldu?" diyebildim sonunda. Ardından buruk bir tebessümü yerleştirdi dudaklarına. "Dünü anlatmak ister misin?" Dediğinde yutkundum. Bir şeyler olduğunu anlamıştı. Merakta ediyordu ama tamamen ne oldu diye beni sorgulayamıyordu. Beni sorgulamayacağını biliyordum. Bu onun karakterine tersti. Ne diyeceğimi bilemedim ama ona yalan söylemedim. En azından günümün nasıl geçtiğini az çok anlatabilirdim. Bir az eksik anlatmam sorun olmaz diye düşündüm. Ona her şeyi anlatmak istediğim zaman gelecekti. Lakin ona takıntılı olduğumu düşünmesi beni korkutuyordu. Çünkü ona aşıktım.
Ona günümün nasıl geçtiğini anlattım. Biraz sahilde yürüdüğümü, ondan öncesinde izin haftasında olmamıza rağmen atölyeye uğrayıp bir az karalama ile uğraştığımı anlattım. Kimse olmadığı zaman atölye daha sakin ve huzurlu geliyordu bana. Eflah olduğu zaman ise cennetti.
Ardından onu ne kadar özlediğimi ve ona ihtiyacım olduğunu söyledim ve buraya gelene kadar olan şeylerin bir kısmını anlattım. Gülümsedi ve alnıma öpücük kondurdu. Dudaklarının tenimi yakmasıyla birlikte gözlerimi kapattım. Ruhumu deliyordu ve o deldiği yeri kendisi ile dolduruyordu. Gün geçtikçe onun ile dolup taşıyordum. Yüzünü benden uzaklaştırdığında sarhoş misali ona baktım. Kendi olaylarıma kapılıp gidemezdim. "Sen ne yaptın?" dedim. Gülümsedi ve ellerini saçlarının arasında gezdirdi. "Film izledik." dedi. Meraklı bir bakış attım ona. "Ne filmi izlediniz?" ardından ufak çaplı bir kahkaha attı. Onun neşesi ile birlikte ben de dişlerimi göstererek gülümsedim. "Bilmiyorum." dedi. Anlamaz gözler ile ona baktım. "Nasıl yani?" bu sefer daha da çok güldü. "Filmi izleyemedim." ardından yüzü kızardı. "Aklımda o kadar çok dolaştın ki..." gülümsedi. "sarmaşık misali sardın zihnimi." sözleri ile birlikte sertçe yutkundum. Bu kadar açık sözlü olmasını çok seviyordum. Ona karşı olan sevgimde bende açık sözlüydüm ama keşke her şeyde açık sözlü olabilseydim diye düşündüm. Ne diyeceğimi bilemeden geveledim. "Arın nasıl?" diyebildim. O kadar romantik sözlerin kelimelerin üstüne bunu söylememiş olmayı diledim ama söylemiştim.
Aptal mıydım ben?
Hayır sadece aşıksın.
Kes sesini!
İç sesim ile ufak çaplı kavgamdan sonra gözlerimi Eflah'a çevirdim. En son Arın'ın iyi olduğunu söylemişti. Ona cevap vermemiştim ama yüzünde bozulmuşa benzer bir ifade yoktu. "Dışarıda kahvaltı etmeye ne dersin?" dedim. Evet bu güzel bir fikirdi. Yani en azından kafamı dağıtmış olabilirdim. "Güzel fikir." dedi ve ardından sehpanın üzerindeki telefonunu alıp odaya doğru çevirdi yönünü. "Ben hazırlanayım o zaman?" Dediğinde gülümsedim. Üzerimdeki kazak ve eşofmana baktım. Benimde hazırlanmam gerekiyordu. Burada birkaç parça daha kıyafetim olduğunu biliyordum. Eflah'ın hasta olduğu dönemler de burada çok vakit geçirmiştim.
"Ben de gelebilir miyim?" dediğimde gözlerini bana çevirdi ve alt dudağını ısırdı. "Nasıl?" kendimi çok yanlış ifade ettiğimi anladım. Sevgili olsak bile utangaç yapılara sahiptik. "E yani şey üzerimi değiştireceğim." dediğimde gülümsedi. Onun ile hayatımı paylaşmam onun her şeyine karışma yetisi vermiyordu bana. O istemediği sürece bedenini göremezdim. Benilce gidip emrivaki yaparcasına onun yanında giyinemezdim. Çünkü bu onun hayatıydı. Elini elime uzattığında düşünmeden tuttum. "Gel." dedi ve birlikte odaya gittik. Odanın boş kısmında durduğumuz da gözlerimi ona diktim. O da bana bakıyordu. Ellerimi beline koyduğunda derince bir nefes alıp verdim. Ona dokunmak zaten her hücreli yakıyordu. Çok zordu. Çünkü kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu ona dokunduğum zamanlar da. Onunda derince bir nefes alıp verdiğini duydum. Benim kadar o da heyecan yapmıştı. Ellerim ile kazağın kavradım ve onu üzerinden yavaşça çıkardım. Saçları tekrardan omzuna döküldü. Dudağına yapışan birkaç tutamı aldım ve ardından dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. Ufak bir öpücükten sonra geriye çekildim. Ellerim belini buldu. İnce kıvrımları ellerimi yakıyordu. Kafasını göğsüme koydu ve bana sarıldı. Ömrüm boyunca öyle kalabilirdim. Onun bedeni beni yakabilirdi.
Geriye çekildi ve gözleri ile gülümsedi dolabına uzanıp eline gelen kazağı çekti ve üzerine giydi. Ardından eşofmanını kalçalarından sıyırdı. Nefesimi tuttum. Onun bedenini ilk kez görmüyordum. Ayakları yandığı zaman üstünü ben değiştiriyordum. O zamanları hatırlamam ile birlikte burukça gülümsedim. Ardından gözlerimi onun bedeninden çektim ve boş boş etrafa bakmaya başladım. Giyindiğinde ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi verdim. Sarhoş ediyordu beni.
Ardından hızla üzerimi değiştirdim. O çoktan içeriye gitmişti. Kazağımı çıkardığında ufak çaplı bir nefes tutma merasimi geçirmişti. Az önceki bu anı tekrar hatırlamam ile gülümsedim. Eflah beni deli ediyordu. Hem deli ederken hem de tedavi ediyordu.
Üzerimi giyindikten sonra içeriye geçtim. Eflah üzerine montunu giymişti. Beni kapının önünde bekliyordu. Ben de ceketimi giydim ve onun yanındaki yerimi aldım. Ayakkabılarımızı giydikten sonra elele tutuşup apartmandan çıktık. Arabaya binmek yerine yürümeyi tercih ettik. Hava çok soğuk değildi ve ileride caddede güzel bir mekan vardı. Orada kahvaltı yapabilirdik.
Yürümeye devam ederken ellimi daha sıkı tuttu. Gözlerimi ona çevirdim. Ardından caddeye çıktığımızda gülümsedi. "Öğrenciyken burayı çok severdim." Dediğinde ben de gülümsedim. Ben de seni severdim. Etrafa baktığımda diğer sokaklardan farklı bir şey göremedim. Klasik bir caddeydi. Onun neden burayı sevdiğini merak etmiştim. "Neden burası?" dedim. Gerçekten merak ediyordum. "Bilmiyorum." dedi. Ardından dudaklarını ıslatıp devam etti. "Telaşlı koşmalarıma şahit olduğu içindir belki de. Öğrencilik zamanlarımı seviyordum. Ama..." gözlerimin içine baktı. "Ama sen yoktun o zaman." dedi. Vardım demek istedim. Ben vardım Eflah! Sen yoktun.
Cevap vermediğim için bir sessizlik olmuştu. Caddede insanların arasından süzülüp ilerliyorduk. Etrafa bakıyorduk. Bazen göz göze geliyorduk. Konuşacak bir şey bulamıyordum. Sessizce onu izleyebilirdim. Lakin sessizliği Eflah bozdu. "Bana biraz bahset." dedi. Anlamsızca gözlerimi ona diktim. "Neyden bahsetmem gerekiyor?" dedim. Birleşik olan elimizi sallayarak yürümeye devam etti. "Kendinden. Öğrencilik zamanından bahset bana." Dediğinde yutkundum. Sanki beynimin içini okuyor gibi hissettim. Ne demem gerektiğini bilemedim. Bir müddet sustum. Ardından derince bir nefes alıp verdim. "Öğrencilik dönemim güzel geçti. Pek bir farklılıl yoktu." dedim. Öyleydi çünkü. Sıradan bir öğrencilik zamanından geçmiştim. "Okulum bittikten birkaç sene sonra anneni kaybettim." dedi. Gözyaşlarım gelmemişti bile. Resmen gözpınarlarım kurumuştu. Yutkundum. "Özür dilerim." dedi. Gözlerimi ona çevirdim. "Özür dilemene gerek yok." dedim zorla bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. Yürümeye devam ettim. Başka soru sormamıştı.
🌼
Akşam olmak üzereydi. Gözlerimi ona çevirdim. Kafasını boynuma gömmüştü. Sahilde ayışığı altında aydan daha güzel olan kadını seyrediyordum. Yüzü beyazdı. Dudakları koyu gözleri yeşilin en güzeliydi. Kulaklığımı takmıştık. Bir tekini ben, bir tekini de o takmıştı. Şu an gidiyor musun? Çalıyordu. Nakarat kısmına geldiğimizde gözlerini bana çevirdi. "Beni bırakmayacağına söz verir misin?" dedi. Gözlerinde acı var gibiydi. Sahiden onu bırakacağımı mı düşünmüştü? "Veririm. Sana söz veriyorum." dedim ve elini daha çok sıktım. Ardından tuttuğum elini kalbimin üzerine koydum. Ne kadar da hızlı atıyordu uslanmaz kalbim. Onun yanında her daim.
"Neden bu kadar geç geldin?" dedim. Dudaklarımdan çıkan kelimeleri söyledikten sonra algılayabilmiştim. Eflah'ın kafası göğsümde oynadı. Kafasını yukarıya kaldırıp dudaklarıma, ardından da gözlerime baktı. "Sen bana gelir gelmez ben de sana geldim. Keşke daha erken gelseydik." dedi. Haklıydı. Ben ona geldiğim vakit gelmişti. O benim gönlüme erken gelmişti. Asıl geç giden ben olmuştum. Elim yüzünü kavradı. Başparmağım ile yanağını okşadım. Gözlerini kapattı ve dokunuşumu iliklerine kadar hissettiğini hissettim. Ardından gözlerini açtı ve gülümsedi. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Onu kalbime gömmek istercesine öptüm. Dudaklarını dudaklarıma mühürlemek istedim. Onu doyasıya öpmek istedim. Aslında onu ne kadar çok öpsem bile ona doyamazdım. O doyamadığım ve beni her seferinde sarhoş eden bir içki gibiydi. Eli yüzümü buldu ve dudaklarını dudaklarıma daha çok bastırdı. Elim belini buldu ve incecik, narin belini sardım kollarım ile. Ardından dudaklarını dudaklarımdan çekti. Derince bir nefes alıp verdikten sonra gülümsedi ve elini yüzümden çekmeden tekrardan kafasını göğsüme koydu. Ömür boyu böyle kalabileceğimi hissettim. O saklı ruhumu gün yüzüne çıkarmıştı. Renklerim karışmış, beyazını renklerime mühürlemişti. O benim neşem, gecem, gündüzüm olmuştu.
Sosyal Medya Hesaplarım
İnstagram : NisaKufaci
Bookstagram : PrelynasBooks
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro