Esaret
Günleri tecrübe izdihamı içinde geçiyordu Beyaz Diş'in. Kiche'nin sırığa bağlı olduğu zaman zarfında araştırarak, soruşturarak ve öğrenerek kampın içinde koşuşturup durdu. İnsan-hayvanların neyi nasıl yaptığını çabucak öğrendi ama bu aşinalık hiç de değerlerini azaltmıyordu. Beyaz Diş onları daha iyi tanıdıkça üstünlükleri daha çok ortaya seriliyor, gizemli güçleri daha fazla açığa çıkıyor ve tanrılara benzer ihtişamlarıyla daha da büyüyorlardı gözünde.
İnsanoğluna sık sık tanrılarının devrilip sunaklarının unufak olduğunu görme kahrı verilmiştir ama doğadan gelip onun dizinin dibine çökmüş kurda ve yabani köpeğe hiç uğramaz bu ıstırap. Görülemeyen ve tahmin edilemeyen, gerçeğin elbisesinden ustalıkla sıyrılan hayali buğu ve sislerden ibaret, arzu edilen iyiliklerle güçlerin hayaletleri olarak ortalıkta dolaşan, maddi varlığı olmayan bir benlik biçiminde ruhlar âleminde başgösteren tanrılara sahip insanlarınkine benzemez onların tanrıları. İnsanın ateşinin başına gelen kurt ve yabani köpeğin bulduğu kanlı canlı, dokunabileceğiniz, dünyada belli bir yer kaplayan ve sonlarına anlam kazandırmak için belli bir varoluş halinde geçecek belli bir zamana ihtiyaç duyan tanrılar, başkadır insanlarınkinden. Böylesi bir tanrıya inanmak için herhangi bir çabaya gerek yoktur ama böylesi bir tanrıya inancı sarsacak irade sergilemek için de herhangi bir çabaya gerek yoktur. Ancak kurtuluş da yoktur bu tanrıdan. Henüz ortaya çıkmamış hudutsuz güçleriyle; tanrılığını, gizemini ve iktidarını, yırtıldığı zaman kanayan ve diğer herhangi bir et gibi zevkle yenebilen etine sarmalamış vaziyette; tutkusu, gazabı, sevgisi ve elinde sopasıyla, iki arka ayağı üzerinde orada dimdik durur öylece.
Beyaz Diş için de geçerliydi bu. İnsan-hayvanlar, hata yapması ve kaçınılması mümkün olmayan tanrılardı. Annesi Kiche, nasıl ki isminin bir defa bağırılmasıyla bağlılığını sunmuştu onlara, Beyaz Diş de biat etmeye başlıyordu şimdi. Şüphe götürmez bir ayrıcalık olarak, yolları vermişti onlara. Yürüdükleri zaman yoldan çekiliyordu. Çağırdıkları zaman geliyordu. Tehdit ettikleri zaman yere siniyordu. Gitmesini emrettikleri zaman hemen sıvışıyordu. Çünkü onların şu ya da bu isteğinin arkasında o arzuyu uygulatacak bir kudret vardı; can acıtan, kendini yumruklarla, sopalarla, uçan taşlarla ve kırbacın yakıcı sızısıyla ifade eden bir kudret.
Bütün köpekler gibi Beyaz Diş de onlarındı. Hareketleri, onların emirlerine bağlıydı. Hırpalasınlar, ezsinler veya hoş davransınlar diye bedeni onlara aitti. Hemen aldığı bir dersti bu. Kendi doğasında güçlü ve egemen ne varsa, onların çoğuna karşı durmak zor gelmişti, öyle de devam etti. Bu dersi öğrenmekten hiç hoşlanmıyordu ama henüz kendi de farkında olmamasına rağmen onu sevmeyi de öğreniyordu. Kaderini başkasının ellerine bırakmak, varoluşun sorumluluğunu devretmek demekti bu. Telafisi de kendi içindeydi bu bedelin çünkü başkasına dayanmak, tek başına durmaktan her zaman daha kolaydır.
Kendini, bedenini ve ruhunu bu şekilde insan-hayvanlara vermesi bir günde olup bitmedi. Yabani kalıtımından ve Vahşi Dünyaya ait hatıralarından hemen vazgeçmedi. Sürüne sürüne ormanın kenarına kadar gidip uzaklardan kendini çağıran bir şeyleri dinlediği günler oluyordu. Ve daima huzursuz ve rahatsız halde Kiche'nin yanına dönüp yumuşak ve arzulu inlemeleriyle birlikte hevesli ve sorgulayan diliyle onun yüzünü yalardı.
Beyaz Diş, kampın işleyişini hızla kavradı. Yensin diye önlerine et veya balık atıldığında yaşlı köpeklerin ne kadar adaletsiz ve açgözlü olduğunu öğrenmişti. Adamların daha adil, çocukların daha zalim, kadınlarınsa daha iyi kalpli olduğunu ve kendisine en çok onların et veya kemik atabileceğini biliyordu artık. Yarı büyümüş köpek yavrularının anneleriyle başından geçen iki-üç acılı deneyimden sonra annelere yanaşmamanın, onlardan mümkün olduğunca uzak durmanın, hatta geldiklerini gördüğünde yollarından kaçmanın en iyi taktik olduğu bilgisini de edinmişti.
Başındaki en büyük bela, Lip-lip'ti. Daha iri, daha güçlü ve yaşça daha büyük olan Lip-lip, özel eziyet nesnesi olarak Beyaz Diş'i seçmişti. Beyaz Diş gereğince savaştı ama karşı taraf üstün geldi. Düşmanı, kendisi için fazla büyüktü. Lip-lip, onun karabasanı oldu. Annesinin yanından ne zaman uzaklaşmaya cesaret etse, dayılana dayılana karşısına çıkar, peşine düşer, hırlar, sataşır ve fırsat kollayarak etrafta insan-hayvanlardan kimse yoksa üzerine atlayıp onu dalaşa zorlamaya çalışırdı. Sürekli kazandığı için Lip-lip'in çok hoşuna gidiyordu. Hayatının en önemli hazzıydı. Beyaz Diş'inse en büyük kabusu.
Ama bu durumun Beyaz Diş üzerindeki etkisi, onun karşısında korkup sinmek değildi. Zararın büyüğünü gören ve her zaman yenilen o olsa da ruhu boyun eğmezliğini sürdürüyordu. Yine de kötü bir etkisi vardı üzerinde; kötü niyetli ve huysuz bir yavru olmuştu. Zaten doğuştan yabani huyluydu, bu bitmeyen eziyetler altında daha da yabanileşti. Cana yakın, oyuncu, yavru tarafı, kendini pek sergileyemiyordu. Kamptaki diğer yavrularla hiç hoplayıp sıçrayamadı. Lip-lip izin vermiyordu buna. Beyaz Diş yavruların yakınında göründüğü anda hemen üzerine yürüyor, dayılanarak gözünü korkutmaya çalışıyor veya oradan uzaklaşana kadar dalaşıyordu.
Bütün bunların Beyaz Diş üzerindeki etkisi, yavruluk günlerinin elinden alınması ve yaşına göre daha büyük davranmasıydı. Enerjisini oyunla boşaltmasına izin verilmeyen Beyaz Diş, bu kez içine dönerek zihinsel süreçlerini geliştiriyordu. Çeşitli hileler ve numaralar düşünmeye ayıracak boş zamanı vardı. Kurnazlaşıyordu. Kampın köpeklerine genel et dağıtımı yapılırken onun payını alması engellenince zeki bir hırsız haline geldi. Kendi yemeğini kendi arayıp bulup alması gerekiyordu ve o da bunu gayet iyi yapıyordu ama böylece kampın kadınlarının baş belası haline geldi. Kampın içinde sinsi sinsi dolaşmayı, tilki gibi kurnaz olmayı, her yerde ne olup bittiğini fark etmeyi, her şeyi duyup görmeyi ve bütün bunlar doğrultusunda ve başarıyla aklını çalıştırarak amansız işkencecisinden kaçabileceği yol ve yöntemler geliştirmeyi öğrendi.
Eziyetlerin ilk günlerindeydi. Kurnazlık ve maharet isteyen ilk gerçek büyük oyununu oynayıp ilk intikam hissini tattı. Kiche nasıl kurtlarla birlikteyken insanların kampındaki köpekleri cezbedip yok oluşlarına götürdüyse Beyaz Diş de benzer bir şekilde Lip-lip'i annesinin öc alan dişlerine çekti. Lip-lip'in önünde gerileyen Beyaz Diş, bir sürü çadırın arasından geçti, önünden, arkasından dolaştı kaçarken. İyi bir koşucuydu, kendi büyüklüğündeki bütün yavrulardan hızlı, Lip-lip'ten bile süratliydi. Ama bu kez, en hızlı koşusunu yapmadı. Peşindeki Lip-lip'ten sadece bir adım önde olacak şekilde ayarlamıştı kendini.
Lip-lip ise takipten ve kurbanının sürekli o kadar yakınında olmasından heyecanlanmış, tedbiri ve çevrenin özelliklerini unutmuştu. Nerede bulunduğunu hatırına getirdiğindeyse artık çok geçti. Bir çadırın etrafından son sürat dolaştıktan sonra sırığının ucunda bağlı yatan Kiche'ye bütün hızıyla bindirdi. Bir korku ve şaşkınlık çığlığı fırlayıverdi ağzından. Sonra da Kiche'nin cezalandıran dişleri Lip-lip'in üzerine kapandı. Bağlı olmasına karşın bir türlü kurtulamadı anne kurttan. Kiche kaçmasın diye onu yere yatırdı ve yırtıcı dişleriyle defalarca ısırıp yaraladı.
Sonunda yuvarlana yuvarlana ondan biraz uzaklaşıp ayakları üzerine bastığında, Lip-lip hem bedenen, hem de ruhen perişan vaziyetteydi. Kiche'nin dişlerinin hırpaladığı yerlerde tüyleri öbek öbek yolunmuştu. Ayağa kalktığı yerde durup ağzını açtı ve uzun, yürek parçalayan bir yavru köpek çığlığı attı. Ama bu ağıtını bile tamamlamasına izin yoktu. Tam ortasındayken saldıran Beyaz Diş, dişlerini arka ayağına geçirdi. Lip-lip'in savaşacak gücü kalmamıştı ve utanmazca kaçtı. Hemen peşinde de çadırına kadar onu kovalayan kızgın rakibi vardı. Burada yardımına yerli kadınlar koştu. Öfkeli bir şeytana dönüşmüş olan Beyaz Diş, ancak taş yağmuruyla uzaklaştırılabildi.
Boz Kunduz, kaçtığı için gereken cezayı çektiğine karar verdiği gün gelince Kiche'yi serbest bıraktı. Beyaz Diş, annesinin serbest kalmasından dolayı bayram etmişti. Etrafında hoplayıp sıçrayarak kampın içinde dolaştı. Onun yanında olduğu sürece Lip-lip saygılı bir mesafeyi koruyordu. Hatta Beyaz Diş bir keresinde tüylerini kabartıp dayılandı ama Lip-lip bu meydan okumayı görmemeyi tercih etti. Aptal değildi. İntikam almayı ne kadar çok isterse istesin, Beyaz Diş'i yalnız yakalayana kadar bekleyecekti.
O günün ilerleyen saatlerinde Kiche ile Beyaz Diş kampın yakınlarındaki ormanın kıyısına kadar gittiler. Beyaz Diş annesini oraya adım adım götürmüştü ve Kiche durunca daha ileri gitmesini sağlamaya çalışıyordu. Yuvası, yakınında akan dere ve sükûnet içindeki ormanlar çağırıyordu Beyaz Diş'i; annesinin de kendisiyle gelmesini istiyordu. Birkaç adım koştu, durdu, dönüp baktı. Annesi yerinden kımıldamamıştı. Yalvarırcasına inledi, çalıların ötesinde berisinde sevimli sevimli koşuşturup durdu. Sonra ona koştu, yüzünü yaladı ve tekrar koşuşturmaya başladı. Kiche yine yerinden kımıldamadı. Bunun üzerine Beyaz Diş durdu ve dikkatle onu izledi; yüzündeki bütün o istekli, hevesli, pür dikkat ifade, annesinin dönüp kampa baktığını görünce yavaş yavaş sönüp gitti.
Beyaz Diş'i çağıran bir şey vardı. Annesi de duymuştu o çağrıyı. Ama annesi daha yükses sesle gelen ve tüm hayvanlar içinde cevaplama yetkisi sadece kurtlara verilmiş, kurtlara ve onların kardeşi yabani köpeklere verilmiş bir çağrıyı daha duyuyordu: ateşin ve insanın çağrısını.
Kiche dönüp usul usul kampa doğru koşmaya başladı. Kamp onu, sırığın maddi kısıtlayıcılığından daha büyük bir güçle bağlamıştı kendine. Gözle görülmez, esrarengiz ve doğaüstü bir kuvvetle tanrılar onu sımsıkı tutuyor, gitmesine izin vermiyorlardı. Beyaz Diş, bir huş ağacının gölgesine oturup hafif hafif inledi. Çamların güçlü kokusu ve ormandan belli belirsiz gelen diğer güzel kokular havayı doldurmuş, ona bu esarete düşmeden önceki günlerini hatırlatıyordu. Ama henüz küçük bir yavru sayılırdı ve annesinin çağrısı, insanınkinden de, Vahşi Hayatınkinden de daha güçlüydü onun için. Şimdiye kadar yaşadığı o kısa hayatın tek tek her saatini sadece annesi sayesinde yaşayabilmişti. Bağımsızlığını kazanmasına vardı daha. O da kalktı ve yıkılmış halde kampa doğru yavaşça koşmaya başladı. Ormanın derinliklerinden gelen çağrıyı dinlemek ve inleyip ağlamak için bir iki kere durup yere oturdu yalnızca.
Vahşi Hayatta bir annenin yavrusuyla geçirdiği zaman kısadır; insanın egemenliğindeyse bazen daha kısa... Beyaz Diş'te de böyle oldu. Boz Kunduz'un Üç Kartal'a borcu vardı. Üç Kartal ise Mackenzie üzerinden Great Slave Gölü'ne gidecekti. Borç, bir parça kırmızı kumaş, bir ayı postu, yirmi fişek ve Kiche ile ödendi. Beyaz Diş, annesinin Üç Kartal'ın kanosuna bindirildiğini görüp onunla birlikte gitmek istedi. Üç Kartal'ın tekmesi onu tekrar kıyıya gönderdi. Kano nehre açıldı. Hemen suya atlayan Beyaz Diş, Boz Kunduz'un dönmesini isteyen bağırışlarına kulak tıkayarak kanoya doğru yüzmeye başladı. Bir insan-havyanı, bir tanrıyı bile dinlememişti Beyaz Diş, annesini kaybedecek diye öylesine büyük bir korku duyuyordu.
Ama tanrılar itaat edilmeye alışkındı ve Boz Kunduz bütün gazabıyla onu yakalamak için suya bir kano sürdü. Beyaz Diş'e yetişip ensesinden tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Hemen kanoya bırakmadı. Bir eliyle havada tutarken öteki eliyle de dövüyordu. Feci dayak attı. Eli de çok ağırdı. Her vuruşu canını çok yakıyordu ve çok kere vurdu ona.
Bir oradan bir buradan yağmur gibi gelen darbeler nedeniyle Beyaz Diş dengesiz ve sarsıntılı bir sarkaç gibi o taraftan bu tarafa savruluyordu. İçinde yükselen duygular da aynı şekilde dengesizdi. İlkin şaşırdı. Sonra anlık bir korku hâkim oldu içine ve el tepesine indiğinde korkuyla birkaç kez ciyakladı. Bunun hemen ardından öfke geldi. Özgür doğası kendini belli edince diş gösterip kızgın tanrısının yüzüne karşı korkusuzca hırladı. Ama bu, tanrıyı daha da kızdırdı. Darbeler daha hızlı, daha sert ve daha can yakıcıydı artık.
Boz Kunduz vurdukça Beyaz Diş hırlıyordu. Ama bu durum sonsuza dek süremezdi. İçlerinden biri vazgeçecekti ve bu, Beyaz Diş oldu. İçine yine korku doldu. Hayatında ilk kez bir insandan tam anlamıyla dayak yemişti. Bununla karşılaştırıldığında, zaman zaman atılan taşlar, sopalar okşama sayılırdı. İsyanı kırıldı ve ağlayarak ciyaklamaya başladı. Bir süre boyunca her vuruşu bir ciyaklamayla karşıladı. Sonunda ciyaklamalar vuruşları izlemekten vazgeçip cezanın ritmine göre değil, tamamen kesintisiz bir inleme haline dönüştüğünde, Beyaz Diş'in içine dolan korku, dehşete dönüşmüştü.
En sonunda Boz Kunduz da durdu. Havada öylece asılı duran Beyaz Diş ağlıyordu. Bu da onu sert biçimde kanosunun dibine fırlatan efendisine yetmiş gibiydi. Bu arada kano akıntıyla aşağı sürüklenmişti. Boz Kunduz eline küreği aldı. Beyaz Diş tam yolunun üzerinde duruyordu. Ayağının tersiyle onu hızla kenara itti. O anda Beyaz Diş'in özgür doğası yine kendini gösterdi ve dişlerini sahibinin mokasenli ayağına geçirdi.
Öyle bir dayak geldi ki, önceki hiç kalırdı bunun yanında. Boz Kunduz muazzam kızmıştı. Beyaz Diş ise o derece korkmuştu. Artık sadece eliyle değil, ağaçtan yaptığı o sert kürekle vuruyordu. Tekrar kanonun dibine fırlatılıp atıldığında küçük bedeninin her tarafı feci şekilde hırpalanmış, çürük içinde kalmıştı, çok acıyordu. Bu sefer Boz Kunduz ne yapacağını bekleyerek özellikle tekmelemeye başladı. Beyaz Diş ayağına bir daha dişlerini geçirmedi. Esaretin bir kuralını daha öğrenmişti. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman efendisi ve sahibi olan tanrıyı ısırmaya kalkışmamalıydı. Sahibin ve efendinin bedeni kutsaldı ve kendisi gibi bir yaratığın dişleriyle kirletilemezdi. Bütün suçların en büyüğü, asla görmezden gelinemeyecek ve hoşgörülemeyecek cürümdü bu.
Kano nehrin kıyısına dokunduğunda Beyaz Diş inildemeler içinde hareketsiz halde yatarak Boz Kunduz'un buyruğunu bekledi. Boz Kunduz'un buyruğu, kıyıya çıkmasıydı. Kıyıya öyle bir fırlatıldı ki yan düştü ve bütün yaraları tekrar sızladı. Sürüne sürüne ve titreyerek ayağa kalıp inleyerek durdu. Bütün bu olup bitenleri nehrin kıyısından seyreden Lip-lip koşup ona saldırdı ve yere devirip dişlerini geçirdi. Boz Kunduz'un Lip-lip'i havalandırıp üç-dört metre ötede yere çarpan tekmesi tam o sırada gelmeseydi, zordu vaziyeti Beyaz Diş'in. İnsan-hayvanın adaleti böyleydi işte. O acınası halinde bile Beyaz Diş, sahibine karşı içinde küçük de olsa bir minnet hissetti. Aksaya aksaya köyün içinden geçip itaatkâr bir halde Boz Kunduz'un çadırına kadar onu izledi. Tanrıların bir şeyi cezalandırma hakkını sadece kendilerine sakladıklarını, daha aşağı yaratıklara böyle bir hak vermediklerini Beyaz Diş'in öğrenmesi, böyle oldu.
O gece her yer sessizliğe bürünmüşken Beyaz Diş annesini hatırlayıp hüzünlendi. Hüznünü yüksek sesle yaşayınca Boz Kunduz uyanıp bir daha dövdü onu. Bundan sonra tanrıların yanındayken yasını daha sakin tutacaktı. Ama kimi zamanlar tek başına ormanın kenarına kadar gidip acısını açığa vuruyor, yüksek sesle haykırıp inleyerek ağlıyordu.
Yuvasının, yakınındaki derenin ve Vahşi Hayata dönüş özleminin yine aklına üşüşmesi, bu dönemdedir. Annesinin hatırası alıkoyuyordu onu gitmekten. Avlanan insan-hayvanlar köyden gidip sonra döndüklerine göre annesi de bir gün dönebilirdi. Böylece onu bekleyerek esaretine devam etti.
Ama her zaman o kadar da mutsuz bir esaret değildi bu. İlgisini çeken bir sürü şey vardı. Daima bir şey oluyordu. Şu tanrıların yaptıkları tuhaf şeylerin sonu gelmiyor, Beyaz Diş de bunları hep ilgi ve merakla izliyordu. Ayrıca Boz Kunduz'la nasıl geçineceğini de öğreniyordu. İtaat, kesin ve şaşmaz bir itaat bekleniyordu ondan ve bunun karşılığında dayak yemekten kurtuluyor, varlığına tahammül ediliyordu.
Hayır, o kadar değil; Boz Kunduz kimi zaman bizzat Beyaz Diş'in önüne bir parça et atıyor ve yerken onu diğer köpeklere karşı koruyordu. O etin büyük bir değeri oluyordu. Anlaşılmaz biçimde, bir kadının elinden gelen bir düzine etten çok daha kıymetliydi. Boz Kunduz asla okşayıp sevmedi onu. Belki elinin ağırlığı, belki adaleti, belki acı kuvveti, belki de bunların hepsi birden etkilemişti Beyaz Diş'i; aksi ve haşin sahibiyle aralarında belli bir bağlılık oluşmaya başlıyordu.
Değnek, taş ve yumrukla olduğu kadar sinsice ve gizemli yöntemlerle de Beyaz Diş'in esareti perçinleniyordu. Türünün daha en başından, insanın yaktığı ateşin yanına gelmesini mümkün kılan özellikleri vardı, gelişmeye izin veren özelliklerdi bunlar. Şimdi onun da içinde bir şeyler gelişiyor ve her ne kadar bir sürü dert ve ıstırapla dolu olsa da kamp hayatı gizliden gizliye kendini Beyaz Diş'e sevdirmeye başlıyordu. Henüz bunun farkında değildi. Hissettiği şey, Kiche'nin gidişiyle çektiği elem, onun dönüşüne dair umut ve bir zamanlar sahip olduğu Vahşi Hayata büyük bir iştahla duyduğu özlemdi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro