Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

"We're Waiting You Little Wolfhard."

Bu kitaptaki karakterlere sormak istediğiniz soruları yorumlara veya bana mesaj olarak yazın, ve sormak istediğiniz karakteri de not olarak düşün. Bölüm halinde yapacağım sorularınızı bekliyorum. ♥️🌺

Ya bu yorumlarınız beni gerçekten çok mutlu ediyor. Teşekkür ederriim.
Bu bölümüde muhteş yorumundan ötürü okuyucum myfavfinnlan ithaf ediyoruum. Bu bölüm full Finn'den.

Keyifli Okumalar!

**
FİNN
"Siktir Jack siktir Jack siktir!."

Derin bir nefes alarak ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bu çok kötüydü, bu berbat bir durumdu. Ben bunu Millie'ye nasıl söylerdim?. Hem hamile ve eğer kendini çok üzerse bebeğimize bir şey olur, hem de kendini üzmesini asla istemiyorum.

"Dostum...bence bebek doğana kadar söylemeyelim." Derin bir nefes çektim.

"Olmaz Jack saçmalama. Sonra da neden söylemedin diye bana da darılır."

Jack ağlamaklı bir sesle devam etti.

"Ben bilmiyorum Finn...Tek bildiğim yarın cenazenin olduğu." Siktir. Neden herşey siktiğimin düzeninde gidemiyordu ki?!. (Burda bana laf sokuyor.)

"Yıkılıcak Jackie Kelimenin tam anlamıyla yıkılıcak ve biz haftaya tura çıkıyoruz. Onun toparlanmasına yardım edemem, hem annesi onun gibi bir kızı olmadığını söyledikten sonra öldü Jack."

"Ben...bilmiyorum Jack."

Mutfakta duyduğım çıtırtı ile arkamı döndüm. Millie eli karnında dehşet olmuş bir surat ifadesi ile bana bakıyordu. Gözünden iki damla yaş aktığında sıçtık dedim. Öğrendi...

"J-Jack ben seni so-sonra ararım." Telefonu kapatarak masaya fırlattım.

"Bebeğim..."

Ona doğru adım attığımda bir adım geri çekildi.

"Finn...A-annem." Siktir siktir siktir. Onu böyle görmek canımı çok yakıyordu. Yere yığılacak gibi olduğunda koşarak belinden tutup kendime çektim.

"Bebeğimiz için sakin kalalım olur mu?". Hıçkırmaya başladığında daha fazla kendini tutamayacağını anladım.

"Finn annem.!" Çığlık ve haykırma arası bir ses çıkarıp karnıma yumruk atmaya başladı. Elinden tutarak kendime daha sıkı bastırdım.

"Şşş." Benim gözümden bir damla yaş parlak kahverengi saçları arasına akarken Jaeden ve Noah şaşkınca içeri girdiler.

"Finn.!" Nefes alamıyor gibi hıçkırıyordu ve bu benimde ölecek gibi olmama neden oluyordu. Yere dizlerinin üzerine çökerken bende onunla birlikte çöktüm. Kafasını omzuma yaslayarak çığlık atmaya başladı. Kalbinin yandığını hissedebiliyordum. Paramparça olan kalbinin sesini de duyabiliyordum. Bu benim kalbimi de binbir parçaya bölmeye neden oluyordu.

Noah yere eğilerek Millie'in omzunu tutarken ne oldu dercesine bana bakıyordu.

"Annesi..."diye fısıldadığımda Noah şok içinde ayağa kalktı.

"Aman tanrım". Jaeden mutfaktan apar topar çıkarken Millie tırnaklarını omzuma geçirdi.

"F-Finn o bana kırgınken gitti...Finn ben berbat bir evlatım...Finn kimsem yok...Finn annem..!" Hıçkırarak bağırmaya başladığında onu sıkıca kendime bastırdım.

"Ben burdayım sevgilim..." ona.ne diyebileceğimi bilmiyordum. Ben ne söylersem söyleyeyim kalbinin acısı azalmayacaktı.

Ne yaparsam yapayım olayları unutturamayacaktım.

"Finn." Diye inlediğinde onu kendimden uzaklaştırarak yüzüne baktım. Canı acıyor gibi görünüyordu.

"Millie! Ne oldu bebeğim.?!."

Elini karnına bastırarak çığlık attığında bütün hücrelerim korkuyla titremişti.

"Siktir!. Millie! Bana bak bebeğim." Çığlık atmaya devam ettiği sırada alel acele kucağıma alarak kapıya koşturdum. Noah ve Jaeden'de peşimden geliyorlardı.

Siyah range rover'ımın kapısını Noah açtıktan sonra Millie'ti arabaya bindirip kapıyı kapamadan sürücü koltuğuna geçtim. Jaeden ve Noah Millie'nin iki yanına oturup elini tuttuklarında arabayı çalıştırarak hastanenin yolunu tuttum.

"Agh! Canım yanıyor!." Ve bende ağlamaya başladım.

"Sakin ol Millie!." Noah Millie'ye bir şeyler mırıldanırken hastahanenin önüne gelmiştik. Oradaki doktorlardan bir sedye istediğimde Millie'yi alarak sedyenin üzerine yatırdılar.

Sedyenin arkasından yoğun bakım odasına kadar koşturduk. Millie'yi içeri aldıktan sonra kapıyı kapatarak bizi dışarıda bırakmışlardı.

Ellerimi saçlarımın arasından sertçe geçirerek kafamı yere eğdim. Ona yada kızıma birşey olursa ölürdüm. İkisinin de kılına zarar gelmesini istemiyordum. Omzumda hissettiğim el ile kafamı kaldırdım. Jaeden ve Noah bana sıkıca sarılırken hıçkırıklarımı tutmadım. Boş hastane koridorunda benim boğuk hıçkırığım yankılanıyordu.

"Onlara bir şey olmasına dayanamam."

"Hiçbir şey olmayacak dostum. İkisi de sağ salim çıkacaklar."

**
Tam on dakikadır ağlıyordum. Hıçkırıklarım yerini derin iç çekişlere bırakmıştı. Olanları duyan herkez hastaneye gelmişti. Rahatsız koltukta ellerimi göğsüme birleştirmiş oturuyordum. Yanımda da annem oturuyor, saçlarımla oynuyor ve her şeyin iyi olacağını söylüyordu. Ona inanmak istiyordum. Herşeyden çok...
Yoğun bakımın kapısı gıcırtı ile açıldığında anına yerimden fırladım. Kel bir doktor bize doğru geliyordu.

"Karım ve çocuğum iyiler mi?!". Kendimi bu kadar endişeli ve korkarken hatırlamıyordum. Bütün hücrelerim titriyordu. Onları kaybedemezdim.

"Bakın bay Wolfhard..."

Ah hayır hayır hayır.!.

"Ne oldu?!."

"Moralini o kadar çok bozmuş ki bu etken onun su kesesini patlatmaya kadar götürmüş. Doğumu şu anda gerçekleştirmemiz gerek."

Hıçkırıklarım yerini tekrar alırken saç derimi sertçe çekiştirdim.

"Bakın o daha dört aylık!."

O daha çok küçüktü...

"Üzgünüm efendim. Doğumu gerçekleştirmek zorundayız...Bebeğinizin yaşama şansı %30...Gerçekten çok üzgünüm."

Kulaklarım uğuldarken geriye doğru sendeledim. Wyatt kolumdan sıkıca tutarak koltuğa geri oturturken ben ağlamaya devam ediyordum.

Küçük prensesimi kaybedemezdim...Daha ona aldığım pembe tulumu giydirip beraber parka gidecektik... O balon istiyicekti ve ben onun sevimli yüzüne, annesi gibi parıldayan saçlarına kıyamayıp balon alacaktım...Hep birlikte pikniğe gidicektik ve Millie ona yemeğini yedirirken benim saçlarım ile oynayacaktı...Daha milyonlarca hayalimiz vardı..

Onları kaybedemezdim...

Onlarsız yaşayamazdım...

**
''Finn.'' Birinin omzumu sertçe dürtüklemesi ile yerimden sıçradım. Jack omzumu tutarak buruk bir şekilde gülümsüyordu.

''Jack Millie ve kızım onlar iyiler mi?!.'' Jack işaret parmağını dudaklarını götürdü.

''Şşş dostum sessiz ol gece yarısı oldu. Ve evet onlar iyi Millie yoğum bakımda ve küçük Wolfhard küveze alındı. Doktor geldi ama seni uyandırmak isteme-''

Yerimden hızlıca kalkarak sözünü kesim.

''Doktor ile görüşmem gerek.'' O sırada sessiz koridorda bize doğru gelen siyah saçlı ve beyaz önlüklü bir adamı gördüğümde koşarak yanına ilerledim.

''Millie ve Kızım iyi mi?.''

Doktor kaşlarını çatarak beni inceledi.

''Şu an kızınız küvezde, daha çok küçük olduğu için en az dört ay daha küvezde kalması gerekiyor. Yapmamız gereken tek şey beklemek. Ve Bayan Millie o yoğun bakımda ilaçların etkisi yüzünden uyuyor.''

Tanrıya şükürler olsun ki ikiside iyiydi.

''Peki onları görebilir miyim?.'' Adam kafasını kaşıdı.

''Millie için bu mümkün değil dinlenmesi gerekiyor. Fakat seni kızın ile tanıştırabilirim.'' Şefkatle gülümsediğinde heyecanla kafamı salladım. Adamı takip ederken düşündüğüm şey bunun daha farklı bir şekilde olabilecek olmasıydı. Millie doğumunu yaptıktan sonra onu kucağımıza verebilirlerdi mesela. Bu şekilde olmasının sorumlusu annesiydi. Onu suçlamak ne kadar doğru bilmiyorum ama o kadar yıpranmıştım ki düşünmeden suçu birine atabilecek durumdaydım.

Bir odaya girdiğimizde kulağıma dolan ses hafif bir nefes alma sesi ve makinelerin çıkardığı 'bip' sesiydi. Adam elindeki mavi poşetleri bana uzattı.

''O daha çok küçük ve mikrop kapma olasılığı da çok yüksek. Onun için bunları giymeniz gerekiyor.'' Dediğini ikiletmeden üzerime uzun mavi şeyi geçirdim. Ellerime eldivenleri takıp, kafama da bir şey geçirdikten sonra adam elime beyaz bir maske uzattı. Onu da taktıktan sonra açtığı kapıdan içeri girdim.

Odanın ortasındaki saydam dikdörtgen bir kutuda çok küçük bir bebek vardı. Cidden çok küçüktü.

Yanına doğru giderek kenarda duran sandalyeye oturdum. Vücudu küçücüktü öyle ki eğer minik göğsü kalkıp inmese onu oyuncak bir bebek sanabilirdim. Ayakları baş parmağım kadar yoktu bile. Altında sadece beyaz bir bez vardı.

Karnında,kolunda,göğsünde beyaz kablo gibi şeyler bağlıydı.

Gözümden bir damla yaş akarken minik kızımı incelemeye devam ettim. Kafasındaki dört beş tel saç alnına yapışmıştı,Kahverengi gibi görünüyorlardı. Gözleri kapalı elleri yumruk şeklindeydi.

Küvezin önündeki iki beyaz delikten elimi içeri sokarak kızımın minicik elini tuttum. Aynı saniyede minik eli parmağımı kavradı.

''Aman tanrım.'' Fısıldayarak ağlamaya devam ettim.

''Baban burada minik kızım.'' İşaret parmağımı sıkıca tutarken, baş parmağımla da elini okşuyordum.

''Biz bir aileyiz. Annen ve ben senin yanındayız bebeğim.'' Göz yaşlarım ağzıma akarak tuzlu bir tat bırakıyordu.

''Sana minik pembe bir tulum aldım ve onu giymeni dört gözle bekliyorum. Evimize gittiğimizde odanı nasıl istersin güzelim. Pembe,mor. Nasıl istersen o şekilde boyayabiliriz. Ve baban seni parklara bile götürür. Jaeden amcan-''

Hıçkırıklarım lafımı yarıda keserken burnumu çekerek derin bir nefes aldım.

''Jaeden amcan sana kendisi gibi siyah giysiler alacağını söyledi. Wyatt ve Noah senin onlara benzediğini düşünüp kavga ediyorlar. Jack ise sana pembe bir mont aldı. Arkasında da onun soyadı yazıyor. Sen yanımıza geldiğinde seni hiç yanlız
bırakmayacaklar. Bırakmayacağız miniğim.''

Elimi istemeyerek de olsa minik elinden kurtarıp dışarı çıkardım.

''Seni bekliyor olacağız minik Wolfhard.''

O andan itibaren beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
--

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro