1.2 "Ellerim.. "
uuuu ilk defa bilgisayardan bölüm yazıyorum, istatistiklere bakmak için bi pcden gireyim dedim. benimle evlenir miyim yunanistan, bulgaristan, almanya abd ve azerbaycanda yüzde 1lik okunmaya sahip gibi görünüyor. pek inanmadım doğruluğuna ama inş doğrudur vjgewıjdfefkrhgoırjfıerjghfjroıyt
bu arada çekiliş kazananı belli oldu ama yeniden çekiliş düzenleme gibi bir fikrim var özellikle 20K olunca falan ama bu gidişle biraz zor gibi istatistiklerde de kitap baya yavaş ilerliyor cldsmcşdsöf3pqofjkprşjhjerheojıqhufehqh4
bölüm şarkısı: tarkan - çok ağladım hüü
bölüm filmi: happy death day
bu arada yorumlara bakmadığımı zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Satır arası yorum okumak aşırı zevkli, bazen ezberlediğim bile oluyo. Ya da atıyorum yaa kesin bilmem kim bu yorumu yapmıştır diye tahmin ettiğim falan.
Sınır; 70 oy 300 yorum geçen bölümün sınırı çok çabuk geçildi 🖤🖤🖤🖤
İthaf: Adim_Siyah bikazofed
İyi okumalar.
***
Selim Öztekin, kendinden emin duruşuyla hastaneye geldiğinde siyah gözlüklerini saçlarının arasına çıkardı. Gözlerini kısarak etrafa baktı ve gözüne kestirdiği bir doktora yaklaştı. Uzun koridorda yürürken ona çevrilen gözlerin farkındaydı ve bu işini daha da kolaylaştıracağı anlamına geliyordu. O bir şeyden şüphelendiğinde işin ucunu asla bırakmazdı. Şimdi de aynısını yapacaktı.
"Merhaba, ben de sizi arıyordum." Kalın, gür ve bir o kadar da etkileyici sesiyle karşısındaki kısa boylu, sarı saçlı, cılız kadına baktı. Genç doktor, heyecanına yenik düştü. Karşısındaki adamı ilk önce süzdü ve gözleri beğeniyle parıldadı. Genç kadın cilveli bir şekilde gülümsedi.
"M-Merhaba, beni mi arıyordunuz?" diye sorduğunda Selim Öztekin ona en samimi gülümsemelerinden birini bahşetti ve kollarını birbirine bağladı. Gözlerini kıstı ve düşünürmüş gibi yaptı.
"Hastanenin en güzel doktorunu arıyordum ve buldum. Sanırım işiniz yok. Benimle bir kahve içmeye ne dersiniz?" dediğinde genç kadın tedirgin bir şekilde dudağını ısırdı. Etrafındaki asistan doktorlar bir yandan işlerine koşuştururken diğer yandan da sarışın asistana kıskanç bakışlarını atmaktan vazgeçmiyorlardı. Genç doktor saatine baktı. Hastanenin kardiyologuna asistanlık yapıyordu ve onu gerçekten çok yoruyordu. Yemek yerken, arkadaşlarıyla laflarken, telefonda konuşurken, her an karşısına çıkıp onu azarlayabilme yeteneğine sahipti ve muhtemelen karşısındaki gibi çekici bir adamla gördüğünde de onu azarlayıp işinin başına dönmesini isteyecekti.
"Şey... Aslında bir işim yok. Bir kahve içebiliriz." Genç kadının yüzünden tecrübesizliği ve saflığı okunuyordu ve Selim Öztekin tam bir insan sarrafıydı. Bu kadının eninde sonunda aklına girebileceğini biliyordu. Onun da gerildiğini fark etmişti ama genç asistanın işi Selim'in zerre umurunda değildi.
"Güzel... O zaman buyurun." dedi ve flörtöz bir gülümseme ile kadını yönlendirdi. Saf bir kadın olmasaydı, muhtemelen ona hastanede her an ihtiyaç olabileceğini düşünür, hayatında ilk defa gördüğü yakışıklı bir adamın peşinden gitmezdi.
"Karşıdaki kafeye gitsek olur mu? Beni her an çağırabilirler." Genç kadın verdiği karardan sonra pişman bile olmuştu çünkü ne kadar azar işiteceğini düşünmüştü. Kimseye söylemeden, tanımadığı bir adamla kahve içmek akıl kârı değildi, bunu sadece gerçek aptallar yapardı.
"Sanırım doktor olmanın zorlukları bunlar. Tahmin edersiniz ki sizden bir isteğim var ve bana yardım edebilecekmişsiniz gibi hissediyorum. Endişelenmeyin, gerçekten çok kısa sürecek. Sizin gibi güzel kadınların üzerinde nasıl bir sorumluluk olduğunu az çok tahmin edebiliyorum. Hastanenin dışında bile konuşsak olur." Selim Öztekin'in bu konuşması genç kadını ikna etmiş olacaktı ki başını usulca sallamıştı. Ayakları istemsizce Selim'i takip etse de beynini kemiren bir merak da vardı. Karşısındaki adam ondan ne isteyebilirdi ki?
"Selim! Asistanımı nereye götürüyorsun?" Selim Öztekin arkasını döndüğünde duyduğu sesle duraksadı. Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordu ve sinirli olduğu oldukça belliydi. Arkası dönükken tebessüm etti ve içinden okkalı bir küfür savurdu. Yanındaki kadın ise hızla arkasını dönerek kekelemeye başladı. Suçüstü yakalanmış gibi hissediyordu ve bu hiç iyi olmamıştı. Selim Öztekin yanındaki kadının aksine oldukça sakin bir şekilde, yavaş adımlarla arkasını döndü.
"Bu ne tesadüf Ömer? Görüşmeyeli baya oldu, öyle değil mi?" Selim'in dudakları yavaş yavaş kıvrılırken Ömer'in ise yüzü yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı. Selim Öztekin oldukça zeki, bir o kadar da şeytani bir adamdı. Bu hastaneye, onun çalıştığı hastaneye gelmesinde illaki bir neden vardı. Bu kesinlikle bir tesadüf değildi. Bakışlarını Selim'den çekti ve asistanına sert bir şekilde baktı.
Selim'in gerçekten kadınları etkileyen bir cazibesi vardı ve asistanı da ona kapılmış gibi duruyordu. Kaşlarını çattı. "Zehra Hanım, siz bir doktorsunuz. Tanımadığınız insanlarla dışarı çıkmaya vaktiniz yok. Nasıl bu kadar ihmalkar olabilirsiniz? Buradaki insanlar bize güvenip, bize canlarını emanet ediyor? Siz kendinize doktor mu diyorsunuz?!" Ellerini arkasında bağlayıp karşısındaki kadına sarf ettiği cümlelerden sonra derin bir nefes verdi. Genç kadın ise utanıp başını eğmişti. Tek yaptığı şeyin hastaların dosyalarını düzenlemek olduğunu ve Ömer'in yanında kuyruk gibi dolaşmak olduğunu düşündüğü için işinden nefret ediyordu ama yine de vicdan azabı duydu. Selim Öztekin yanındaki kadına baktı ve bir adım öne çıktı.
"Afedersin. Hanımefendinin gerçekten hiçbir suçu yok. Ben check up yaptırmaya gelmiştim, aynı zamanda bir hasta arkadaşımı ziyaret edecektim..." dedi ve genç asistanın yakasındaki isme baktı. "Zehra Hanım da bana yardım etmeyi kabul etti." dediğinde Ömer başını salladı.
"Böyle şeyler için asistanları rahatsız etme lütfen. Koridorda gördüğün bir hemşireye ya da girişteki danışmadan öğrenebilirsin." dediğinde genç asistan Selim'e minnettar bir bakış attı. Ömer pek inanmamıştı ama yine de hastanede gerçekten ne işi olabileceğini anlamadığı için kestirip attı.
"İşlerim var, arkadaşına da geçmiş olsun dileklerimi iletirsin. Şimdi gitmemiz gerek. Zehra Hanım 451 numaralı odadaki hastanın dosyasını alın ve odama gelin." dedi ve hızlı bir şekilde onlara arkasını döndü. Selim ise ceketinin iç cebinden kendi kartını çıkardı ve karşısındaki kadına uzattı.
"Vaktimiz yok. Beni ilk müsait olduğun anda ara. İşin sonunda ne istersen yaparım." dedi ve hızlı bir şekilde oradan uzaklaştı. Genç kadının ise aklı karışmıştı. İlk önce kartı inceledi ve sıkıntıyla mefes verdi. Daha sonra da yanından uzaklaşan adamın gidişini izledi.
***
Laçin |
"Kimya benim dilimimi mi yedin?!" Sinirle sorduğum soruya karşılık sarı saçlarını savurdu ve omuz silkti. Elini karnına koydu ve derin bir nefes verdi.
Nikahımızın üzerinden iki gün geçmişti ve Kimya şu sıralar gerçekten çok durgundu. Birlikte olmamızın üzerinden de iki gün geçmişti ve ben onun yüzüne bakarken bile utanırken, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Tamam, beni sevmediğini biliyordum ama en azından onun kocası olduğumu unutuyordum. Kimya ile iki yakın arkadaş gibiydik, olması gereken de buydu ona göre ama sanki aramızda daha fazla mesafe koymuş gibiydi. Her zaman onun buz kütlelerini yıkmaktan çok yorulmuştum. Bana aşık olmadığını, beni sevmediğini biliyordum ama içinde bana karşı en ufak bir sempati bile yoktu. Ve gün geçtikçe aramızdaki mesafe katlanılmaz oluyordu.
Masanın üzerinde bıraktığı telefonu çalınca hızlı bir şekilde açtı. "Efendim Jale Hanım?" dediğinde sıkıntıyla nefes verdim. Sözde tatile gelmişti ama işi de onu bir hayli yoruyordu. Asistanı sürekli arıyor, anlamadığım bir şeyler hakkında onu bilgilendiriyordu ama stresli bir dönemden geçtiğinin farkındaydım. Bazı şeyleri benimle de paylaşmasını beklesem de hiçbir şekilde paylaşmıyordu.
Telefonunu sert bir şekilde masaya koyduğunda dudaklarını dişlemeye başladı.
"Bir sorun mu var? Artık anlatacak mısın artık? İki gündür ateş püskürüyorsun, sıkıldım." dediğimde mavi gözlerindeki alayı görmüştüm, bana baktı ve alayla güldü.
"Sen benden sıkılma hakkına sahip değilsin Laçin, ben senden sıkılınca seni bir köşeye atarım zaten." dedi ve hızlı bir şekilde hesabı ödemeye kalktığında yutkundum. Göğsümün sol tarafında belirsiz bir acı hissetmiştim. Yumruklarımı sıktım ve gözlerimi kapattım. Bu halleri artık canımı sıkmaya başlamıştı ve bir gün gerçekten kalbini kıracaktım. Ya da pardon! O koskoca Kimya Seçilerdi ve bana onun kalbini kırma hakkını vermemişti. Kimya beni satın almıştı ve her fırsatta bana para verdiğini söyleyecekti. Çünkü ben onun malıydım, beni istediği zaman çöpe atabilirdi.
"Gidebiliriz." deyip arkasına bakmadan yürüdüğünde abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim. Sokağa çıktığında uzun ve dar eteğini çekiştirdi ve kırmızı gömleğinin yakalarını düzeltti.
Bu ülkede en çok sevdiğim şey pizza olmuştu. Gerçekten çok güzel pizzaları vardı ve oteldeki yemeklerden bin kat daha iyiydi. Daha sonra sokakları çok neşeliydi. Aslında daha gezilecek birçok yer olmasına rağmen Kimya Hazretleri nereye derse oraya gidiyorduk. Daha önce çoğu Avrupa ülkesine gitmiştim ama İtalya'ya gelmemiştim. En azından benim için değişiklik olmuştu.
"Nereye gidiyoruz? Neden yürüyoruz?" diye sordum benden iki adım önde yürüyen biricik karıma (!)
"Villa Borghese Parkı var ileride. Oraya gideceğiz." dediğinde sessiz bir şekilde yürümeye devam ettik. Koskoca şehirde o kadar gidilecek yer varken parka gidiyorduk. Muhtemelen gezi rehberi olsaymış aç kalacakmış.
Yaklaşık on beş dakika yürüdükten sonra oldukça sade bir parka gelmiştik. Alanı oldukça büyük duruyordu. Yan yana geldiğimizde çaktırmamaya çalışarak Kimya'ya baktım. Yüzü ifadesizdi. Nasıl bu kadar tepkisiz kalabiliyordu. Ben her hissettiğimi açık olmak için yansıtırken, hiçbir şekilde benimle bir şey paylaşmıyordu. Acaba bir gün beni sevecek misin Kimya? Ya da çocuğunun babasının benim olacağını kabullenecek misin?
Yavaş yavaş eğilerek çimenlerin üzerine oturduğunda ona garip bir şekilde baktım. Cidden buraya oturmaya mı gelmiştik. Sadece yeşillik ve birkaç ağaç içinde oturacaksak aynı şeyi onun sarayının bahçesinde de yapabilirdik. Yine de bir şey demeyip oturduğumda kollarımı birleştirip bacaklarımı arasına aldım. Kimya da ayakkabılarını çıkardı. Sanırım negatif enerjisini böyle atmaya çalışıyordu.
"Bana öyle bakmandan nefret ediyorum." Sessizliği bozan bu sefer şaşırtıcı bir şekilde oydu. Merakla kaşlarımı kaldırdım.
"Söylesene, benim hangi özelliğimi seviyorsun? Pardon Kimya, senin kendinden başka sevdiğin insan olmadığını unutmuştum." dediğimde bana baktı ve dudakları kıvrıldı. Gözleri bir o kadar baygın duruyordu. Hemen uykuya dalacakmış gibi yorgun.
"Sen de beni sevmiyorsun, neden seni seveyim ki? Birkaç ay sonra görmeyeceğim birini sevemem." dediğinde gözlerimi kapattım. Her beni sevmiyorsun dediğinde seni seviyorum deseydim sanırım kıçıma tekmeyi basardı. Ben o hatayı nikahımda yapmıştım.
"Seni sevmiyorum ama nefret falan da etmiyorum Kimya. Sen de deneyebilirsin en azından. Bence ben nefret edilesi bir insan değilim." dediğimde bana baktığını anlamıştım. Sanırım ona bakmak istemiyordum şu an. Uslanmaz bir geri zekâlı olduğum için ona her an sarılabilirdim. Kesinlikle bende gururun g'si bulunmuyordu.
"Ben hiçbir zaman sana senden nefret ettiğimi söylemedim ki." dediğinde yanağıma hücum eden kanla göğüs kafesimde bir sıkışma hissettim. Resmen hem mantığımı hem kalbimi yönetmesi için ipleri onun eline teslim etmiştim ve benimle istediği gibi oynayabiliyordu.
"Aslında bazı şeyleri söylememize gerek yok Kimya. Sen bana olan davranışlarınla benden nefret ettiğini belli ediyorsun zaten." dediğimde güldü. Ama kesinlikle içten değildi.
"Ben böyleyim. Beni değiştiremezsin." dediğinde sessizce başımı salladım. Haklıydı, onu değiştirenezdim. Değişmeyecekti.
"Biliyor musun..." dediğinde ona baktım. Parmaklarını birbirine kenetlemişti ve sıkıyordu. Gözlerini sıkıca yumduğunda onu izledim. Sert bir şekilde yutkundu ve devam etti. "Ben hiç iyi değilim."
"N- Nasıl yani?" dediğimde bana baktı ve tebessüm etti. Gözlerimiz buluştuğunda içimin cız ettiğini hissettim. Gözleri kızarmıştı ve az da olsa gözleri dolmuştu. O an konuşmanın gereksiz olacağını düşündüm ve sadece onu bekledim.
"Benim yaşayacağıma dair umutlarım yavaş yavaş ölüyor ve ben artık dayanamıyorum." dediğinde yanımdaki kadını izledim. Benim yanımda gözlerinin dolmasından nefret edermiş gibi bir hali vardı. Elleriyle yüzünü kapattığında yanından kalktım ve karşısına oturdum. Ellerini yüzünden çekip ellerimin arasına aldığımda yeniden soğuk elleri tenimin ürpermesine neden oldu.
"Kimya saçmalama lütfen. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, ne demek inancım kalmadı?" Sesimin sakin bir şekilde çıkmasını özen gösterdim. Kimya doğruldu ve dizlerinin üstüne oturdu. Cevap vermeyince yüzünü ellerim arasına aldım. Ellerimi saçlarının arasına geçirdim ve onun da sakinleşmesini bekledim.
"Ellerim titriyor." dediğinde kaşlarım çatıldı. Anlamadığımı fark etti. "Hiçbir şey çizemiyorum. İşim ellerimden kayıp gidecek, anlıyor musun? Bunun benim için ne demek olduğunu anlayabilir misin? Ağustos'un 30'una kadar zamanım vardı ama ellerim düzelecek gibi değil. Hayatım bitti Laçin... Öleceğim." dediğinde gözünden akan bir yaş, kalbime bir ok gibi saplanmıştı. Akan yaşı sildim. Öleceğim demişti. Kimya ölmekten korkuyordu. Elleri titriyordu ama ben fark edememiştim.
"İşim benim her şeyim. Yıllardır it gibi kazandığım her şeyi kaybedeceğim. Ömer bebekle birlikte her şeyin daha iyi gideceğini söyledi ama ne zaman hamile kalacağımı bile bilmiyorum. İlaçlar yüzünden vücudumu anlamsız bir titreme alıyor ve ben artık çok sıkıldım." dediğinde başını kaldırdım ve gözlerimi sonuna kadar açtım.
"İlaçları bıraktığını söyleme bana, lütfen." Aciz bir çocuk gibi çıkan sesimi karşılık göz temasını kestiğinde ben cevabımı almıştım.
"Sen kendini düşünmeyen aptalın tekisin Kimya..." diyerek söylendim fısıltıdan çıkan sesimle.
Başını yorgun bir şekilde göğsüme yasladığında onu kollarımla kırgın bir kız çocuğunu sararmış gibi sardım. Burnumu saçlarının arasına koyduğumda gözlerimi yumdum.
"Ben çok hata yaptım Laçin, bunu öğrendiğim ilk an buna son vermem gerekiyordu." dediğinde benim de gözlerimin dolduğumu anladım. Bu kadar duygusal olduğum için kendime lanetler okudum. Ben onun yaşamasını her şeyden çok isterken dediği şey akıl alır gibi değildi.
"O kadar salak salak konuşuyorsun ki tek kelime daha edersen burada kafanı kıracağım." dediğimde güldü.
"Sen çok garip bir adamsın Laçin, seni çözemiyorum." dediğinde konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamıştım ve memnuniyetle konuyu dağıtmaya hazırdım.
"At gözlüklerini çıkarsan her şeyi anlayacaksın aslında." dediğimde başını göğsümden kaldırdı ve bana baktı. Mavililerinin içinde büyük bir merak uyanırken dediğimi anlamadığını fark ettim.
"Şey, hiçbir şey." dediğimde fazla üstelemedi ve elini göğsüme koydu.
"Sen de bi' Ömer'e git istersen, kalbin bir garip atıyor." dediğinde ayaklarımdan destek alarak biraz geriledim. O da bana tuhaf tuhaf baktı.
"Saçmalama garip falan attığı yok, sadece çok yoruldum, yani gün yorucuydu yoksa senin yüzünden kalbimin hızlandığı yok. Her şeyi yanlış anlıyorsun gerçekten. İnanamıyorum sana. Her neyse. Sen de toparlan da otelimize gidelim. Çok yoruldum. Hadi kalk." dediğimde uzattığım eli tuttu ve ayağa kalktı. Üzerini silkelediğinde eğildi ve yerdeki ayakkabılarını giymeye başladı.
Sen çok acayip bir kadınsın Kimya.
***
Duştan çıktığımda içerideki sıcaklık beni bunaltınca kapıyı açtım. Tıraş köpüğünü çıkarıp bir aydır kesmediğim sakallarımı kesmeye karar verdim. Zaten fazla çıkmıyordu ama yine de beni rahatsız ediyordu. Her halimle yakışıklı olduğum için sorun etmiyordum.
"Ah, pardon, sen mi vardın?" duyduğum sesle kapının arkasındaki Kimya'ya baktım.
"Kapıyı çalabilirdin." dediğimde gözlerini devirdi.
"Kapı açıktı ve zaten hiç görmediğim bir vücut değil." dediğinde ona bakmayı kestim ve aynaya baktım. Ne de olsa onun üzerinde havlu varken ben içeri girmiyordum!
Tamam, saçmalıyorum.
"Hem bundan daha iyi vücutları gördüm." dediğinde kaşlarım alayla kalktı ve ona dönerek baklavalarımı - tamam pek belirgin olmasa da sanırım var - gösterdim
"Ben orada sadece göbek görüyorum üzgünüm." dediğinde sahiden öyle mi diye elimi karnıma koydum. Tamam, fazla kaslı değildi ama yine de fazla yağlı da değildi.
"Sporu bıraktığım için öyle. Yeniden başlasam var ya, dibin düşer." dediğimde güldü ve yüzüme baktı.
"Ayrıca sakallı daha iyisin. Kirli sakal sana yakışıyor." dediğinde ben hâlâ onun suratına mal gibi bakarken o arkasını dönüp içeriye gitmişti. Peki... Madem o böyle beğeniyordu, o zaman kesmesem de olurdu.
Üzerime bir tişört ve şort geçirdiğimde elimdeki havluyla saçımı kuruladım. Akşamları dışarıda hava her ne kadar soğuk olsa da otel odaları sıcaktı ve Kimya klimaları açmıştı. Masanın üzerine gözüm çarptığında dağınıklık beni rahatsız etti. Biraz daha yaklaştığımda elime kağıdı aldım ve karalanmış olduğunu gördüm. Defalarca çizilmişti, kağıdın üzerinde belli belirsiz izler vardı. Kağıtların her biri masanın köşesine savrulmuştu ve kenarları yıpranmıştı.
"Ne yapıyorsun?" Kimya'nın sesini duyduğumda başımı çizimlerden kaldırdım. O da oturduğunda masanın üzerine eğildim. Kimya ise ne yapmaya çalıştığımı anlamadığı belli olacak şekilde bana bakıyordu. Yanına doğru yaklaştım.
Elini tuttum ve iyice kavradığımdan emin oldum. Bir yandan da parmaklarımızın arasına kalemi aldım. Kimya ise hâlâ bana bakıyordu.
"Laçin, senin çizmeni istemiyorum." dediğinde ciddi duruşumdan taviz vermedim çünkü ev haliyle çok tatlı görünüyordu - evet Kimya bazen tatlı - gardımı indirip ona sarılabilirdim.
"Ben çizmeyeceğim ki, sen beni yönlendir. Ben sadece elini tutacağım." dediğimde önüne döndü.
Kimya yavaş yavaş taslak oluşturmaya hazırlanırken elini sıkı bir şekilde tuttum ve onun elini hareket ettirmesine izin verdim. Kimya tatmin olmuşçasına gülümsedi ve kendini kaptırdığı belli olacakmışcasına kalem darbelerini sıklaştırdı. Ellerinin titrememesi ona güven kazandırmış olacaktı ki gerçekten kafasındaki modeli kağıda aktarabilmiş gibiydi.
Yaklaşık on dakika sonra elini bıraktığımda kağıdı kaldırdı. Ve kendinden uzaklaştırıp inceledi. Daha sonra başını kaldırdı ve ayakta olan bana baktı.
"Teşekkür ederim." dediğinde tebessüm ettim.
"Sen çizdin." dediğimde hızla ayağa kalktı ve ben daha ne olduğu anlamadan kollarını boynuma sardı. Sıcakladığımı hissettiğim anda bir elimi belime, diğerini saçlarının arasına yerleştirdim.
"Kimya biraz daha sıkarsan öleceğim." dediğimde boynumdaki kollarını gevşetti ve bir adım geriye gitti. Mahcup bakışlar attı. Ve bileğimi tuttu.
"Gerçekten çok iyi geldi. Çok teşekkür ederim. Bunu asla unutmayacağım." dediğinde dudaklarım istemsiz bir şekilde kıvrıldı. Karşımdaki kadın resmen bana sayısız bir şekilde teşekkür etmişti! Bana kendi, hür iradesiyle sarılmıştı ve ben her an yere düşebilir ya da heyecandan dudaklarına yapışabilirdim.
"Çizimle aran iyi midir?" dediğinde muhtemelen çizdiği modeli benim oluşturduğumu düşünmekten vazgeçmeyecekti. Gerçekten o çizmişti, ben sadece ellerinin titremesini önlemiştim.
"Unuttun mu, ben mimarım. Bilgisayardan çizim yapsam bile, lisedeyken kız tavlamak için kağıda çizerdim." dediğimde tebessüm etti. Açıkçası çok başarılı değildim. Liseye kadar özel okulda okumuştum. Fırsatlarım iyiydi, geleceğim belirlenmişti. Üniversiteme para ödemeseydik, beni mezun edecek bir devlet okulu olacağını düşünmüyordum çünkü hiçbir zaman bu işi yapmak istemememiştim. İç mimar olmak dünyanın en sıkıcı mesleğiydi, mezun olduktan sonra fikirlerim bir nebze de olsa değişmişti.
"Belki çok yüz verdiğini düşünebilirsin ama... Diğer modellerde de yardım edebilir misin?" dediğinde yutkundum. Kimya benden utanırcasına bir şey istiyordu! Bugünün tarihini heyecandan unutmadıysam mutlaka bir yere kaydetmeliydim. "Neyse, yapmak istemezsen anlarım."
"Hayır, hayır! Yapmayı çok isterim!" İstekli sesime karşılık olarak gülümsedi ve yanında bir sandalye çekti. Gözlerindeki ışıltıyı görmüştüm. Ve bu kalbimde ona beslediğim aşkı hırçın bir hâle getirmekten başka bir şey yapmıyordu. Kimya'nın beni sevmesi, bama alışması kulağa çok hoş geliyordu.
Anlamıştım ki bana bir daha öyle bakması için öle de bilirdim.
***
Eveevevveveveevvevettt.
Laçin gibi koca isteyenler?
Kimya baba galp diyenler?
Bölümü beğenenler?
Hadi eyv 🖤
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro