3.bölüm
Tekrar o minik ağzından, "An- ne."kelimesi döküldüğünde daha fazla dayanamadı ve kolları arasına onu dahada hapsederken yanağından kocaman öptü.
" Allah'ım bu nasıl bir mutluluk böyle. Kalbim dayanmayacak." dediği sırada telefonundan gelen bildirim sesi ile bebeğinin yüzüne bakarken yatağa doğru ilerledi.
Akgün' ü tüm masumiyeti ile yüzüne bakıyordu ve kımıldanarak kolları arasından çıkmak istiyordu. Çok fazla sıkılmayı sevmiyordu.
Bebeğini yatağa yatırdığında telefonu eline aldı ve ekranı açarak mesajda yazanlara baktı.
Okudukça yüzündeki gülümseme genişliyor, hissettiği coşkun duygular yüzünden yazanların garipliğini sezemiyordu.
Çünkü mesajda;
" Anne kelimesini duymanın verdiği mutluluğu bende yaşamak istiyorum. Baba diyeceği günü sabırsızlıkla bekliyorum."
yazıyordu.
Bebeğinin ağzından 'baba.'kelimesinide duymak istiyordu fakat bu adam kendilerini nasıl duyabiliyordu. Bebeğinin ağzından ilk çıkan kelimenin ' Anne.' olduğunu nasıl bilebiliyordu. Kendisinin hissettiği mutluluğa nasıl şahit olabiliyordu.
Merak duygusu git gide kabarıyordu. Bakışlarını telefondan çekti ve pencereye doğru ilerledi. Tekrar ağaçların oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünerek bakışlarını gezdirdi. Hadi diyelim oradaydı ve kendilerini izliyordu. Duyma kısmı ne olacaktı.
Dışardan izlese dahi kendilerini duyamazdı. Bu uyuşmazlık ile bakışlarını odanın içerisine kaydırdı ve dinleme cihazı aramaya başladı. Bu sırada bebeği yatakta kımıldanıyor ve elleri ile oynuyordu. Etrafa gülücükler saçıyordu.
" Buralarda bir yerlerde olmalı." diye mırıldandı. Elini yatağın alt kısmında gezdirerek aramaya başladı. Eline takılan bir çıkıntı olmamasından burada olmadığını anladı. Yatağın iki ucunda bulunan komodine de baktı. Orada da yoktu. Geriye bebeğinin beşiği ve dolaplar kalmıştı.
Beşiğe doğru gitmeye başladığı sırada telefonunun çalışı ile az önce yatağın alt kısmına bakarken üzerine bıraktığı telefonu uzanarak geri aldı. Arayanın kim olduğuna baktı.
Arayan bebeğinin babasıydı.
Numarasını da ' Bebeğimin babası.' olarak kaydederek rehberine eklemişti.
Telefonu açtı. Kulağına yaklaştırdığında adamın sesini ilk defa duyacak olmanın heyecanına kapıldı ve susarak ne diyeceğini beklemeye başladı.
" Aramaya bir son veremez misin?" diye sorması ile afallarken sesindeki etkileyici ton kulaklarına şölen yaşatmıştı. Fazlası ile dikkat kesilesi bir ses tonuna sahipti. Hem tok hemde erkeksiydi.
" Bari sesinizi duymama izin veremez misin Behrem?" diyerek az önceki sorusuna yeni bir soru daha eklediğinde ne diyeceğini bilemedi. Sesindeki çaresizliği sezmişti ve yüreğine işlemişti.
" Neden evladını bu denli severken ondan uzak duruyorsun?" diyerek sorularını yanıtlamak yerine başka bir soru ile karşılık verdi. Bilmek istiyordu. Evladına hasret olan bu adamın uzak durmasında ki nedeni ölesiye merak ediyordu. Aralarındaki bu sır perdesi yavaş yavaşta olsa aralansın istiyordu.
" Çünkü onun güzel bir hayatı olsun istiyorum. " demesi üzerine bebeğinin ağlamaya başlaması ile yanına doğru ilerledi. Telefonu hoparlöre alarak yatağın üzerine bıraktıktan sonra bebeğini kucağına alarak sallamaya başladı. Bir yandanda, "Ne oldu uğur böceğim." dedi. Bebeğine böyle hitap etmek fazlası ile hoşuna gitmişti.
Telefonun diğer ucundan adamın, " Annesinin uğur böceği oldu demek." dediğini işittiğinde sanki görebilecekmiş gibi başını 'Evet.' anlamında salladı. Yüzünde ise içten bir tebessüm vardı.
Hayatına bir anda giren adama karşı minnet doluydu ve bunu dile getirmek istiyordu.
" Bak uğur böceğim, az önceki sesini duyduğun adam seni çok seven baban." dedi ve kucağına aldıktan birkaç saniye sonra susan bebeğinin yüzüne gülümseyerek baktı.
Daha sonra ise sözlerine devam ederek,
" Bana annelik duygusunu seninle yaşatan baban." dedi. Göremiyor olsada bu sözleri ile adamın yüzünün güldüğünü hissediyordu.
Bebeği kendisi ile konuşuldukça dahada gülüyordu ve tatlı ve anlamsız sesler çıkarıyordu. Bu sesleri telefonun diğer ucundaki babasınında işittiğini biliyordu.
Az önceki üstü kapalı açıklamasını duymazdan gelmeyi tercih etti ve bir cesaretle, " Ne zaman Akgün' ünü doyasıya koklayacaksın babası?" diye sordu. Garip hissediyordu. Adını dahi bilmediği adamla evli bir çiftmişler gibi konuşuyorlardı. Sanki iş için uzağa gitmişte bir süre sonra geri gelecekmiş gibi...
Bu sorusu üzerine adam sessiz kaldı. Telefonun diğer ucundan çıt dahi çıkmadı. Sorusunun cevapsız kalacağını anladığında içine oturan yumruyu hissetti. Nedense kesin bir tarih vermese bile genelleme yaparak bir cevap vermesini beklemişti.
' En kısa zamanda.' yada ' yakında.' gibi...
Telefonun diğer ucundan başka bir adamın, " Akay bey gitmemiz gerekiyor." demesi ile bebeğinin babası ufak çaplı bir küfür mırıldandı ve sert bir ses tonu ile, " Telefonla konuştuğumu görmüyor musun!" dedi.
Ne kadar kendisinden gizlemiş olsada şans eseri adını öğrenmişti.
Akay...
Güzel bir isimdi. Anlamı ise bebeğinin adının anlamı ile uyum içerisindeydi.
Akgün, aydınlık gün anlamını taşırken Akay ise aydınlığın kendisi anlamındaydı.
" Babanın siniri haline de şahit olduk oğlum." diyerek Akay' ın sinirli halini yok etmek adına bebeği ile tatlı tatlı konuştu. Akgün ise babasının sinirlendiğinin farkında bile değildi. Her şeyden habersiz kucağından inmenin derdindeydi. Yeni yeni emeklemeye başlamıştı ve odada köşe bucak gezmek istiyordu.
Yavaşça yere bıraktığı sırada Akay' ın, " Yok yok sinirli değilim oğlum. Sakin bir babayım ben." demesi ile kıkırdadı ve, " Tabi, tabi." derken cama doğru adımlarını atmaya başladı. Yine ağaçların ardında gizleniyor olmalıydı.
Yanındaki adam ' gitmemiz gerekiyor.' diyerek bulundukları yeri belli etmişti. Birnevi ele vermişti.
Camdan dışarı baktığında tahmin ettiği gibiydi. Ağacın ardına gizlediği bedeni birazda olsa gözüküyordu ve siyah takım elbise giydiği gözüken kısımdan belli oluyordu. Oldukça uzun boyluydu.
Diğer özelliklerini göremiyor olsada orada olduğunu bilmek içten içe mutluluk veriyordu.
" Orada gizlenmek yerine buraya gelmelisin. Merak etme seni içeri almamazlık etmem." dedi. Kendine şaşıyordu. Akay' la kırk yıllık evli gibi rahat konuşuyordu ve bu durumdan rahatsızlık duymuyordu.
Akay' ın, " Behrem ne olur dinleme cihazını bulsan dahi yok etme olur mu? Oğlumun sesinden mahrum kalmak istemiyorum." diyerek lafı değiştirmesi ile bir cevap vermedi. Onun yerine ağacın ardına gizlenen bedene dahada dikkat kesildi. Bir umut ağacın ardından çıkarak gideceği zaman yüzünü görmek için bekledi.
Hem dinleme cihazı konusunda ne yapacağına karar vermemişti. Akay' ı evladının sesini duymaktan mahrum bırakmak istemiyordu fakat içten içe tam tersini yaparsa iyi şeyler olacağını hissediyordu.
Akay' ın oğluyla arasındaki iletişimi tamamen keserse er yada geç dayanamayıp geleceğini düşünüyordu.
Sesini duyamayıp göremezse hasretinden deliye döneceğini, soluğu kendilerinin yanında alacağını hissediyordu.
" Şimdi kapatmalıyım. Oğlumu benim yerime uzunca kokla." dedikten sonra Akay telefonu bir şey demesini beklemeden kapadığında bakışlarını ağacın ardındaki bedenden ayırmadı.
Ağacın arkasından çıktığında adamın ne kadar akıllı olduğuna bir kez daha kanaat getirdi. Başındaki şapka yüzünü örtüyordu ve başını eğdiği içinde yüzünün birazı dahi gözükmüyordu. Birde bir saniye olsun başını kaldırıp kendisine doğru bakmadığı için yüzünü görme ihtimali sıfırlanıyordu.
Hızlı adımlarla geçip gitmiş, ortadan kayboluvermişti.
Aklına koyduğunu yapacak ve o dinleme cihazını bulduğu gibi imha edecekti. Tabii önce perdeyi sonuna kadar kapatacak ve Akay kendilerini izleyemesin diye uzun süre açmayacaktı.
Perdeyi çekti ve camı tamamen kapadığında düşünmeye başladı. Bu sırada bebeği beşiğinin çubuklarına tutunmuş ve dizlerinin üzerinde dururken beşiğinin içindeki oyuncağına uzanmıştı. Bir türlü kolu yetişmiyor, oyuncağını alamıyordu.
Giderek oyuncağı aldı ve bebeğinin alabileceği kadar yakınlaştırdığında, " Artık alabilirsin." dedi. Birkaç saniye sonrası minik elleri ile oyuncağı kavramış ve hışımla kendisine doğru çekmişti. Amacına ulaştığında ise yine aynı şeyi yapmış ve oynamak yerine oyuncağı yere fırlatmıştı.
Tekrar düşünmeye başladı. Odasını köşe bucak arıyordu lakin evine yerleştirmiş olma ihtimali olanaksız geliyordu. Nede olsa uzun zamandır evine kimse gelmiyordu.
Bir anda aklına gelenle, " Tabi ya." dedi ve beşiğin diğer yanına yöneldi. Evine kimse gelmemişti fakat her hafta kapısının önüne bırakılan çantalara ne demeliydi. Dinleme cihazı onların içinde bir yerlerde gizliydi. Uzanarak en son bırakılan çantayı aldı ve içini boşaltmaya başladı. Yere bıraktıkları ile Akgün yaramazlık yapmak için kendisine doğru emeklemeye başlamıştı.
Çantayı tamamen boşalttığında ters çevirerek sallamaya başladı. Bir şey düşmemesine rağmen tıkırtı sesi geliyor olması içinde bir şey olduğunu belli ediyordu. Eli ile her köşesini yokladığı sırada çantanın kapak kısmında bir sertlik hissetti. Orada bölme yoktu lakin sökülüp içine yerleştiridikten sonra tekrar dikilmiş olmalıydı.
Bebeği yerdeki bebek bezleri ile oynarken daha doğrusu dağıtırken ayağa kalkarak odadan çıktı ve banyoya giderek çekmeceden makası aldı. Geri döndüğünde çantayı keserek dinleme cihazını çıkardı. Kıracaktı.
Komodine doğru ilerledi. Üzerindeki su bardağının altı ile bu işi halledebilirdi. Düşündüğü gibide oldu. Ceviz ufalar gibi dinleme cihazını kırdı.
Birkaç gün boyunca dışarı adımını atmayacaktı. Hatta gönderdiği çantayıda almayacaktı. Nede olsa gönderdiği malzemeler en az on gün yetiyor hatta daha fazla bile sürdüğü oluyordu.
Parçalanan cihazı hiç kırıntı kalmayacak şekilde avucuna topladı ve odadan çıktı.
Nede olsa bebeği tam öyle şeyleri yutacak aylardaydı. Mutfağa girerek çöpe attı ve geri odasına dönmeden önce ocağa koyduğu yemeği kapadı. Artık pişmiş olmalıydı.
Geri odaya döndüğünde kahkahasını bastıramadı ve ardından, " Oğlum bu ne hâl." dedi.Bu anı ölümsüzleştirmek istiyordu. Yatağın üstündeki telefonunu alarak kamera kısmını açtı.
" Oğlumm." diye seslendiğinde ilk kare hazırdı.
Akgün, bebek bezini başına geçirmiş masum masum gülümsüyordu...
Kendisi ise ard arda fotoğraflarını çekiyor, kıkırdayışı dudaklarından dökülüyordu...
~~~~~~~~~
Birkaç gün sonra
~~~~~~~~~
Behrem günlerdir dışarıya adımını atmıyor, kararlı oluşunu bu şekilde bebeğinin babasına aktarıyordu. Hatta bu zaman zarfında attığı mesajları sadece okuyor, bir kez olsun cevap yazmıyordu. Çünkü hepsinde bebeğini uzaktan da olsa görmek, sesini duymak istediğini dile getiriyordu.
Akay' ın buraya gelmesini istiyordu.
Oğluna sıkı sıkıya sarılıp doyasıya kokusunu içine çeksin, kendi ağzıyla oğluna onu çok sevdiğini söylesin istiyordu.
Çok mu şey istiyordu? bilmiyordu lakin amacına ulaşmadan geri vazgeçmek istemiyordu.
Onun adeta yürek burkan ve özlem kokan mesajlarına kapılarak yelkenleri suya indirmek gibi bir hata yapmak istemiyordu.
Her gün birkaç dakikalığına da olsa oğlunu görme umuduyla ağacın ardına gizlenerek evi izlediğini biliyordu. Perdenin ardından ara sıra baktığında onu orada gizlenirken yakalıyordu.
Zihni çok doluydu. Bir sonraki adımını düşünüp duruyordu. Akay' ı evladına kavuşturmak için atacağı adımları belirlemekte oldukça güçlük çekiyordu.
Çok inatçı bir adamdı. Hasret kalışı onu yakıp kül ediyor olsada yinede direniyordu.
Bakışlarını kucağında biberon ile mama verdiği bebeğinin parıldayan gözlerine odakladı. Karnı duyduğu için oldukça keyifliydi. Neredeyse biberonun yarısını içmişti.
" Senin bu baban çok ama çok inatçı oğlum." diye tatlı bir yüz ifadesi ile söylendi. Baba kelimesi oğlunda yer edinsin istiyordu. Dudakları arasından, ' Baba.' kelimesini de duymak için can atıyordu fakat ilk duyuşunda tek başına olmak istemiyordu. Akay' da yanında yer alsın, kendisinin yaşadığı mutluluğu yüreğinde hissetsin istiyordu.
Biberondaki mamayı tamamen bitirdiğinde uzanarak boş biberonu orta sehpaya bıraktı. Bugün salonda vakit geçiriyorlardı. Saat ise öğleden sonra üçe beş vardı. Zaman bugün çok çabuk geçmişti. Sabahtan tüm işlerini bitirmiş, Akgün' ü öğle uykusuna yattığında ise siparişini aldığı bebek şekerlerinden yaklaşık iki yüz tane kadar yapmıştı. Elleri fazlasıyla yorulmuştu. Beli de ağrıyordu. Yinede oğlu ile ilgilenecek gücü her daim kendinde buluyordu.
Akgün yine kucağından yere inmiş ve emeklemeye başlamıştı. Biberonu gözüne kestirmişe benziyordu. Orta sehpaya doğru ilerliyordu.
" Olmaz oğlum." dedi ve ayağa kalkarak biberonu aldığı gibi mutfağa ilerledi. Emzik kısmını açarak içine su doldurdu. O şekil tezgaha bıraktığında adımlarını odasına doğru hızlıca attı. Bir anda aklına oldukça etkili bir fikir gelmişti.
Perdeyi çok az açarak Akay' ın gelip gelmediğine baktı. Oradaydı. Yine ağacın ardındaydı.
Perdeyi geri kapadı ve aceleyle bebeğinin dolabından yelek aldığı gibi salona gitti. Hava oldukça güzeldi ama yinede bebeğini üşütemezdi.
Akgün' ü yerden alarak koltuğa yatırdığında dikkatlice üzerine yeleği giydirdi ve kucağına aldığında, " Babanı görmeye gidiyoruz oğlum." dedi. Arka bahçeye çıkış kapısına yöneldi.
Bahçeye çıktığında göz ucuyla Akay' a baktı. Böyle bir şeyi beklemediği, paniğe kapıldığı ağacın ardına gizlenen bedeninin kımıldanarak tamamen ağacı kendisine kalkan yapmasından anlaşılıyordu. Az önce biraz olsun gözüken bedeni şimdi sanki hiç yokmuş gibi ağacın ardına saklanıyordu.
İçinden, ' Ahh Akay ahh.' dedi. Direniyordu lakin kendisi ile baş edebileceğini sanıyorsa yanılıyordu. İçten içe dişli tarafının bu adama karşı ortaya çıktığını hissediyordu. Önceden bulamadığı daha doğrusu bulmasını engelledikleri gücü bu adamın karşısında buluyordu ve kendi iradesi ile hareket ediyordu. Pes edip bir kenara çekilmek yerine elinden geleni yapıyordu.
" Hava çok güzel oğlum. " dedi. Gözlerinin içine bakarak, " Tıpkı gözlerin gibi her yer yemyeşil." diye de ekledi. Akgün bulundukları ortam ile uyum içerisindeydi ve gözleri normalinden daha yeşildi. Acaba babasının gözleri de böyle miydi?
Mırıldanarak, " Acaba gözlerini de babandan mı aldın." dedi. Bir yandan ise kucağından inmek için adeta çırpınan oğlunu yere, çimlerin üzerine bıraktı. Artık onuncu ayınıda bitirmiş, on birinci ayının günlerini doldurmaya başlamıştı. Çocuk dediğin serbest bırakılmalıydı. Düşe kalka büyümeliydi.
Canı acımalı, acısına dayanak aramak yerine tekrar gülümseyerek hayata devam etmeliydi.
Çocuklar çıt kırıldım yetiştirilmemeliydi. Çünkü hayat onlara bu denli yumuşak olmayacak, karşısına her daim yardımsever insanlar çıkarmayacaktı.
Hem ne kadar üstüne titrenirse o kadar kötü olurdu. Hafif rüzgar esse hastalanırdı.
Oğlu çimlerin üzerinde emeklerken, " İlk adımında baban yanında olur umarım." dedi. Bir yandan ise Akay' a doğru ilerledi. Bu sözlerin içten içe Akay' ı derinden etkilediğini biliyordu. Yinede susmak yerine dikkati dağılsın diye sözlerine devam ediyordu.
" İlk baba dediğinide kendi kulakları ile duyar umarım." dedi. Neredeyse ağacın yanına kadar gelmişti. Aralarındaki mesafe birkaç adımdan ibaretti.
Kendi kendine, " Ahh Behrem ahh, böyle sözler söyleme. Yüreğim dahada dağlanıyor." dediğini işitti. Sesindeki tını yürek burkan cinstendi. Gözyaşları yine hücum etmişti.
Derin bir nefes alıp verdi ve gözyaşlarını geriye itti. Şimdi ise aralarında sadece ağaç vardı ve elini uzatsa Akay' ın kolunu kavrardı. Nedense hedeflediğine ulaşmış olsada o cesareti kendinde bulamıyor, kolunu tutup kendine doğru çekemiyordu. Yaşadığı heyecan ile eli ayağı birbirine dolanıyordu.
İçinden, ' Hadi Behrem yapabilirsin.Sadece biraz sakin ol.' diyerek bedenini esir alan heyecan duygusundan kurtulmayı çalıştı. Saniyeler geçiyor, heyecanı bedenini terk etmek yerine dahada şiddetli bir şekilde yer ediniyordu. Beklemenin bir anlamı yoktu. Titreyen elini Akay' ın koluna doğru uzattı.
Tuttuğunda ise aynı eli gibi titreyen sesi ile, "Akay..." diye fısıldadı...
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Hızımı alamadım ve siz okudukça ilham perilerim coştuğu için yazdığım gibi yayımladım.🙈❤️
Umarım güzel bir bölüm olmuştur.
Beğeni ve yorumlarınız aynı çoklukta olursa eğer yine aynı hızla bölüm gelebilir.😍❤️
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro