
12.bölüm
" Neden güzelim. Gözlerinden uyku akıyor ama." dediğinde, " Ya bezini doldurursa ne yapacaksınız Akay bey." dedi. Bu sözler üzerine Akay' ın yüzünde yine o garip ifade belirmişti. Korkuyordu ve yaşadığı olaydan dolayı tiksinme duygusunu da hissediyordu.
" Ahh tamam, tamam uyuma." dediği sırada telefonunun çalması ile hemen cebine uzandı ve kimin aradığına baktığı gibi telefonu açtı. Bir yandan ise oğlunun uyanıp uyanmadığına baktı. Kımıldanıyordu. Uyanacağa benziyordu. Kendide oğullarına baktı. Uyanacağını anladığında Akay' ın yanından kalktı ve beşiğe doğru adımlarını attı.
Akay' da yataktan kalkmış ve ciddi bir ses tonu ile, " Dinliyorum Cevdet. " diyerek kimin aradığını belli etmişti.
Kendisi ise gözlerini açan oğullarının güzel mi güzel yüzüne bakarak içindeki endişeyi yok etmeye çalışıyordu. Biliyordu ki Cevdet' in araması pekte hayra alamet değildi. Anca bir sorun teşkil ettiğinde Akay' ı arıyordu.
Akay' ın sözleri ile endişesine korku da eklenmişti. Çünkü odadan çıkarken,
" Tamam arka bahçeye götürün, geliyorum." demişti...
~~~~~~~~~~~~~
Bakışları Akgün' den ayrılmıyordu ama düşünceleri gözlerine perde çekiyordu. Zihni kimin geldiğini sorguluyordu ve net bir cevaba varamıyordu. Akay' ın sorunlarla dolu hayatına birde kendi sorunları eklenince kimin geldiğini kesin bir şekilde anlamak hiç kolay olmuyordu. Normal yaşayan çiftler gibi, ' Aa yan komşu gelmiştir.' gibi tepki veremiyorlardı.
Yatakta ters dönerek emekleme pozisyonuna geçen oğlunu kucağına aldı. Yavaştan mızmızlanmaya da başlamıştı. Uykusu açılmıştı ve karnı acıkmış olmalıydı. Başına bir öpücük bıraktı ve kokusunu içine uzunca çekti.
" Benim oğlumun karnı çok mu acıkmış." derken odadan çıktı. Mama hazırlarken kimin geldiğine de bakabilirdi. Mutfağın camı arka bahçeye bakıyordu ve tüm bahçe salondan göründüğü kadar net görünüyordu.
Mutfağa girdiğinde Akgün' ü masanın yanında duran mama sandalyesine oturttu. Biberonu sabah yıkayıp tezgaha koymuştu. O yüzden ilk önce üst raftan mama kutusunu aldı ama kutu elinden kayıp yere düşmüştü. Aklındaki düşünceler dikkatli hareket etmesini engelliyordu. Sakarlığı baş gösteriyordu.
Yere düştüğünde kutunun kapağı açılmış ve toz halının üzerine yayılmıştı. " Ahh ya." dedi. Bir bu eksikti. Kutuyu eğilerek aldı. Neredeyse içindekinin yarısından fazlası yeri boylamıştı. Yinede içinde oğluna yapacak kadar mama kalmıştı.
Kutuyu tezgaha koyduğu sırada dışarıdan gelen bağırma sesleri ile korkudan yerinden sıçradı. Bu ses Akay' a değil Tarık' a aitti ve adeta öfkeyle kükrüyordu.
Hızlıca pencereye doğru gitti ve perdeyi yana topladı. Başını dışarı uzattığında Tarık' ın yumruk yaptığı elini Akay' a doğru savurduğunu gördü. Akay yumruğunu havada yakalamış ve Tarık' ı itmişti.
Bu açıdan sadece Tarık' ın yüzünü görebiliyordu. Öfkeden yüzü adeta alev alıyordu ve küfür edip duruyordu.
Akay ise tam anlamıyla kendisine ters konumdaydı. Yüzünü biraz olsun göremiyordu ama sergilediği duruşundan oldukça rahat olduğunu görebiliyordu. Bir eli kot pantolonunun cebindeydi ve tek kelime dahi etmiyordu. Tarık' ın tabiri caizse kuduruşunu izliyordu.
Yinede sinirlerine ne kadar hakim olabilirdi, bilemiyordu. Çünkü Tarık baş edilmesi zor bir adamdı. Dili pisti ve karşısındakini er tada geç söyledikleri ile etkilemeyi başarıyordu. İnsanın sabrını taşırıyor, deli ediyordu.
Tarık, " Lan şerefsiz piç. Behrem' den uzak durursam kimseye söylemeyeceğini söylemiştin. Ne diye beni tüm köye rezil rüsva ettin." dedi. Ağzı köpürüyordu. Milletin ağzına düştüğü için içten içe kendini yeyip bitiriyordu. Bunu görebiliyordu.
" Bana artık adam gözüyle bakmıyorlar, saygı duymuyorlar lan bana." dediğinde Akay diğer elini de cebine soktu.
" Saygı duyulacak bir adam olduğunu mu sanıyordun? Ahh pardon dilim sürttü. Adam dedim değil mi az önce. Sen adam olduğunu sanarakta çok büyük bir hataya düşmüşsün." dedi. Dediklerinde haklıydı. Tarık kendini herkesten üstün gören biriydi. Bu yüzden çocuğu olmadığı gerçeğini kendisini kullanarak gizlemişti. Ona göre etrafındaki insanlar ona tapmalıydı ve ne kadar üstün bir adam olduğu abartıla abartıla konuşulmalıydı. Yoksa başka türlüsü Tarık' a ve ailesine yakışmazdı.
" Beni delirtmek mi istiyorsun lan! Sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun orospu çocuğu." dediğinde Akay bir anda iki elini cebinden çıkardı ve yumruğunu Tarık' ın ağzının üzerine indirdi.
"Seni gebertmem için beni daha fazla zorlama. " dedi. Sesi bulundukları ortamı inletmişti. Sabrının son raddesinde olduğu anlaşılıyordu. Az önce söylediği argo kelime Akay' ı bu denli sinirlendirmişti. Ölen annesine laf edilmesi bir anda korumaya çalıştığı öfkesini alt üst etmişti.
Kendisi ise camın önünde dikilmiş kaskatı kesilmiş bedeni ile onları izliyordu. Akgün ise mama sandalyesinde her şeyden habersiz bir şekilde etrafına gülücükler saçıyor, ellerini önündeki masaya vuruyordu. Birnevi kendince oyun yapıyordu.
Dudağında ki kanı elinin tersiyle sildikten sonra Tarık' ın, " Asıl ben seni geberteceğim lan." diyerek dahada Akay' ın üzerine gitmesi ile kendine gelircesine başını iki yana salladı ve mırıldanarak, " Oraya gitmeliyim." dedi. Yanlarına gidip Akay' ın öfkesini dizginlemeliydi. Yoksa içinde bulundukları bu durum hiç iyi şeylere sebebiyet vermeyecekti. Tarık' ın sözlerinin ardı arkası kesilmeyecekti. Bunun sonucunda Akay'ı raydan çıkaracaktı ve işler birkaç yumruk ve küfür ile sonuçlanmayacaktı.
Camın önünden çekildi. Kendisine bakan oğlunun gülen yüzüne baktı. Kendince sesler çıkarıyor, bir şeyler anlatıyordu. Onu burada bıraksa yalnız başına kaldığı için ağlayabilir ve bu ağlayışı geri gelmedikçe katılacak düzeye ulaşabilirdi.
Bu olasılığı hiçe sayarak hareket edemezdi. O yüzden Akgün' ü kucağına aldı ve hızlı ve bir o kadarda temkinli adımlarla mutfaktan çıktı.
Salondan arka bahçeye açılan kapıya ulaştığında Tarık' ın, " Behrem' ide, benden ayrıldığı gibi yaptığınız o çocuğuda geberteceğim! Hepinizi temizleyip beni düşürdüğünüz bu durumdan aklanmış bir şekilde çıkacağım." demesi ile adımlarını dahada hızlandırdı.
Yanlarına yaklaştığında, " Tarık kendine gel!" diyerek sesini yükseltti. Saçmalıyordu. Kendince düştüğü bu durumdan çıkmanın yollarını arıyordu lakin dahada batıyordu.
" Bizi öldürsen dahi çocuğun olmadığı gerçeği değişmeyecek! Tüm köylünün gördüğü o kağıtta yazan sonuç insanların hafızasından silinmeyecek! " dedi.
Bu sözleri söylediği sırada Akay yanına gelerek kolu ile kendisini ve oğlunu sarmıştı. Eli ' Ben yanınızdayım. Sizi koruyacağım.dercesine omzunu sıkmıştı.
" Sonuçlarla oynadığınızı söylerim. Orada gördüklerinin kurmacadan ibaret olduğuna onları inandırırım." dediğinde bir kendisine bir kucağındaki Akgün' e bakıyordu. Onlara bakışlarıyla adeta nefret kusuyordu. Karşısında bir zamanlar evli olduğu kadını kucağında bebek ile görmek canını sıkıyordu. Öfkelendiriyordu.
" Evet, sadece onları inandırabilirsin ama kendini inandıramazsın Tarık. Neden bu durumu kabullenmek bu kadar zor senin için! Kabullenip hayatına devam edebilir, seni bu şekilde kabul edecek birini bulup evlenebilirsin. Baba olmak istiyorsanda evlat edinebilirsin. İlla baba olmak için yaratılışında senin katkın olması gerekmiyor. Babaya, aileye ihtiyacı olan yetiştirme yurdunda o kadar çok çocuk var ki, tüm sevgisi ile seni kucaklayacak o kadar çok çocuk var ki birine baba olduğunu düşünsene bir. Onlardan birinin evladın olduğunu, hayatını tamamen değiştirip güzelleştirdiğini, aynı etkiyi sende de yarattığını, mutluluktan havalara uçtuğunu." dedi. Tek solukta konuşmuştu. Tüm söylediklerinde içten ve samimiydi. İntikam güderek kendisine yapılanı karşısındakine yapacak kadar gaddar değildi. Sadece Tarık' ın kabullenmesini istiyordu. Etrafındakilere eziyet etmeyi bırakıp, kendi ile barışık biri olmasını istiyordu.
Yoksa bu durum etrafındakilerden önce kendisini bitirecekti.
" Tabi Behrem hanım, senin için hava hoş. Kucağında çocuğun, yanında bir sürü çocuk yapabileceğin bir adam var. Peki ya benim kimim var lan kimim var!" dediğinde Akay' ın kendi kendine dişlerinin arasından, " Elindekilerin kıymetini bilseysin göt herif." dediğini işitti. Sinirliydi ama Tarık' la karşılıklı diyaloğa girmekten kaçınıyordu. Bu şekilde öfkesini dizginlemeye çalıştığını anlayabiliyordu.
Tarık Akgün' ü kendisinin biyolojik annesi olduğunu sanıyordu. Öyle olmadığını söylemeye niyeti yoktu. Böyle bilmesi daha iyiydi. O yüzden bu konuda tek kelime etmeyecekti. Onun öz annesi olmaya devam edecekti. Her daim böyle güzel bir evladı dünyaya getiren kadına minnet duyarak Akgün' e annelik yapacaktı.
"Böyle yapmaya devam edersen yanında şimdi olduğu gibi ileride de kimse olmayacak. Bunun suçlusu etrafındakiler değil sensin ve bu gerçek değişmeyecek! Sen kendini sevmediğin sürece, etrafındakilere zulmettiğin sürece kimsede seni sevmeyecek Tarık." dedi.
Ama hissediyordu. Söyledikleri Tarık' a zerre kadar etki etmiyordu. Bir kulağından girip diğer kulağından çıkıyordu. Sadece bakışlarında öfke barındırıyordu ve bu öfkesi tüm her şeyi algılayıp kabullenmesini önlüyordu. Yüreğine bir gram olsun söyledikleri dokunmuyordu.
" Sende beni sevmedin zaten lan! Seni zorla aldım, zorla karım yaptım! Yinede beni sevmedin, bir kere olsun seni seviyorum demedin!" dediğinde Akay' ın bakışlarını üzerinde hissediyordu. Tarık doğru söylüyordu. Söyleyememişti. Yüreğinde azcıkta olsa Tarık' a yer verip sevgi besleyememişti. Evlenmeden önce attığı iftira ile zaten gözünden düşmüşken birde evlendikten sonra yaptıkları ile tamamen değerini yitirmişti.
Kim kendisine zorla sahip olan birini zamanla sevebilirdi? Yada ona değer verebilirdi. Birde her gün zulüm ederken nasıl ona 'seni seviyorum.' gibi değerli kelimeleri söyleyebilirdi.
Kitapta yazılanların yada filmlerde izlenenlerin aksine sağlıklı biri kendisine işkence eden birine değer veremez, onu canından çok sevemezdi.
Kendiside sevememişti. Bir kez olsun da o duyguyu hissetmemişti. Birlikte geçirdikleri zaman boyunca sanki Tarık hapishaneydi. Kendisi ise orada sıkışıp kalan bir mahkumdu.
" Evet, demedim. Çünkü seni sevmedim, sevemedim. Yüreğimde biraz olsun senin gibi bir adama yer veremedim." dedi.
Sesini biraz olsun alçaltmamış, oldukça istikrarlı çıkmıştı. Bunca zaman içinde birikenleri bir bir dışa vuruyordu ve bu yaptığı ile omuzlarına oturan yük yavaş yavaş kalkıyordu.
" Kendi ağzınla diyorsun zorladım diye. Sen hiç çakır kuşunun kafeste yaşadığını gördün mü? O kafesi benimseyip sevdiğini gördün mü?" dedi. ( Çakır kuşu yabani bir kuş türüdür.)
İstediği şeylerin zorla sahip olunamayacağını anlasın istiyordu.
Siyaha çalan kahverengi gözleri öyle boş bakıyordu ki anlamamak için direttiğini görebiliyordu. Sıkıntıyla elini saçlarına geçirdiğinde başını eğdi.
Kendisinin verdiği örneğe karşılık farklı bir örnek vererek, " Peki sen gözüne kestirdiği avını yakalamadan bırakan bir sırtlan gördün mü? " dedi.
Kendi durumunu bu şekilde öenekliyordu. Yakalamaktan kastının sahip olmak olduğunu anlayabiliyordu.
Biliyordu, Tarık aynı sırtlan gibiydi. Gözüne kestirdiğine sahip olmadan geri çekilmezdi.
Anlamadığı kısım şuydu. Sahip olmak sadece o bedene hükmetmekten geçmezdi. Ruha dokunmak gerekirdi. O ruhu ayakta tutan yüreği hissetmek gerekirdi.
Bu sözünden sonra Tarık' a ne dese bir anlam ifade etmezdi. Çünkü sırtlanlar avlarını önemsemezdi. Sadece kemikleri kalana kadar yemeyi tercih ederdi. Tarık' ta öyleydi. Kendi istekleri ve duyguları dışında diğer her şeyi aç bir sırtlan gibi sömürmeyi tercih ederdi. Karşısındaki ne düşünüyor, ne istiyor zerre önemsemezdi.
" Görmedim. " dedi. Biraz olsun Tarık' a yol gösterebilmiş olmayı dilerdi ama bulundukları durum bunun tam tersiydi. Konuştukça başa sarıyorlardı. Biraz olsun yol katedemiyorlardı.
" Git Tarık." dedi. Daha fazla konuşmanın hiçbir anlamı yoktu.
" Gideceğim ama seni gerçekten sevdim Behrem." dediğinde bir saniye olsun geciktirmeden, " Seven sevdiğine bunları yapmazdı Tarık, kendini kandırma." dedi. Gözleri tekrar buluştuğunda ise, " Sen sadece kendini seviyorsun." dedi.
" Behrem gerçekten seni- " demişti ki Akay suskunluğunu bozarak Tarık' ın sözünü kesti. " Artık gitme vaktin geldi. Daha fazla zırvalama." dedi. Sesi sertti. İtiraz istemediğini belli etmişti.
Düşününce çok bile dayanmıştı. Neredeyse yarım saattir sevdiği kadının eski kocasıyla karşı karşıya kalarak sinirine dokunan sözleri işitmek zorunda kalmıştı. O sözlerin altında biriken sevdiği kadının acısı ise konuştukça ortaya çıkmıştı.
Tarık son kez bakışlarını buluşturmak istercesine gözlerine dikkatlice baktığında başını eğerek şaşırtıcı bir şekilde hiç rahatsız olmadan kucağında duran oğluna baktı. Tarık' a daha fazla bakmak istemiyordu. Ona bakışları ile veda etmek istemiyordu. Çünkü Tarık bir vedayı bile hak etmiyordu.
İçinden bir ses Tarık' ın bu şekilde gidişinde bir şeyler olduğunu söylüyordu. Esip gürleyerek gelen bir adamın bu kadar sessiz sedasız gitmesinin ardında bir şeylerin gizli olduğunu düşünüyordu. Yinede düşündüklerinde yanılmak istiyordu.
Tarık yanlarından geçip giderken Akay, " Bu şerefsizde var bir haller. " dedi. Daha sonra ise parmakları ile omzunu ovarken, " Ama sen hiç merak etme güzelim. Peşine adam takacağım, her attığı adımdan haberimiz olacak." dedi. Biraz olsun rahatlamıştı. Akay' ın başında zaten bir sürü bela vardı. Birde kendisi tarafından başına bela açmak istemiyordu. Öğlen kuzenleri şimdi ise Tarık gelmişti ve epey olaylı bir gün geçmişti.
" Özür dilerim." dedi. Başını kaldırdığında ise sözlerine devam ederek, " Bugün olanlar için çok özür dilerim." dedi. Akay' ın hafiften kaşları çatılmıştı. " Sen neden özür diliyorsunki güzelim. Başkalarının yaptığı için birdaha benden özür dileme." dedi.
Daha sonra ise başına bir öpücük bırakıp geri çekildi. Kolunuda bedeninden ayırdığında, " Hadi sen içeri geç, ben Cevdet' le konuşup geleceğim. Tarık uzaklaşmadan yakalasınlar." dedi.
Başını ' Tamam.' anlamında salladı.
Akay evin yan tarafına doğru adımlarını atmaya başladığında kendide evden içeri girdi...
Saatler geçmiş gece yarısı olmuştu. Bu süreçte hem oğullarının karnı doymuş hemde kendileri bugün yaşananlara rağmen güzelce akşam yemeği yemişlerdi. Akay, ' Onlar yüzünden neden iştahımız kaçsın ki, bol bol ye hatun.' demiş ve hem yüzünü güldürmüş hemde kaçan iştahını geri getirmişti. Haklıydı. Başkalarını kafaya takarak yaşam sürmek insanı içten içe yiyip bitirirdi ve bu şekil yaşamak istemiyordu. En çokta Akay' da kendi ile birlikte zarar görsün canı sıkılsın istemiyordu.
Şuan ise sanki bugün hiçbir şey yaşanmamış gibi salonda yere oturmuş bebek süslerini yapıyordu. Akgün uyumuştu. Akay ise duş alacağını söylemiş ve neredeyse iki saattir geri gelmemişti. Uyumuş olmalıydı.
Hava bu gece sıcaktı. İlkbaharın sonlarıydı. Yaz sıcakları kapıya dayanmıştı. O yüzden geceleri artık tatlı bir serinlik hakim değildi. Onun yerine insana kısa kollu giydirecek kadar durgundu.
Üzerindeki penye geceliğin iki düğmesini açarak boynunu genişletti. Elini yelpaze gibi birkaç defa salladıktan sonra tekrar işine koyuldu. Akay yaptığı işi tatlı bir dille bırakmasını istemişti ama kendisi kabul etmemişti. Tamam, sevdiği adamın kendisine bakacak gücü olabilirdi ama bu yaptığı işi bıraktırmasını gerektirmezdi. Hem çalıştığı insanları yarı yolda bırakamaz hemde Akay' ın eline bakarak para vermesini bekleyemezdi. Böyle alışmamıştı. Lise döneminden bu yana ufak tefek işlerde çalışmış ve kendi parasını kazanmıştı. Birinden para istemeyeli epey zaman olmuştu. O yüzden bu durum ona zor gelirdi. Yapamazdı.
İşe kendini kaptırdığından dolayı salona giren Akay' ı fark etmedi. Akay ise yavaşça gelerek yan koltuğa oturmuş ve kendisini izlerken gülümsemesi dudaklarına oturmuştu.
Silikon tabancasından fazla silikon akarak elinede bulaştığında, " Ahh." diye inledi. Bu durum çokça başına geliyordu ve ısıdan dolayı birkaç parmağının ucu su topluyordu.
Parmağını dudaklarına götürdü. Üflediği sırada Akay " İyi misin Behrem." diye sorarak yanına geldiğinde artık odadaki varlığından haberdardı.
" Ahh sen burada mıydın? Geldiğini duymadım." dedi ve az önceki sorusunu yanıtlayarak, " İyiyim iyiyim bir şeyim yok, sık sık oluyor bu." dedi. Akay' ın endişesini söküp almak istemişti. Yüzünde barınan keskin mimikler yok olsun yüzü rahatlama hissiyle bezensin istemişti.
" Emin misin?" diye sorduğunda yüzü aynı ifade ile kaplıydı. Verdiği cevap ile rahatlamamıştı. " İyiyim tabi Akay. Ufacık bir şey zaten. Ben küçükken ne badireler atlattım. Az kalsın elimi yem karma makinasına kaptırıyordum." dedi. Söylediği sözler Akay' da ters etki yaratmıştı. Yüzündeki endişe artmış, şaşkınlığı baş göstermişti. Şuan karşısında öyle tatlı bir yüz ifadesi ile duruyordu ki içinde yanaklarını ısırma isteği beliriyordu.
Hayretler içerisinde, " Behrem sen nasıl bir kadınsın böyle." dediğinde gülümseyerek, " Çiftçi bir babanın kızıyım. " dedi. Ailesi onu silip atmış olsada bu durumdan gurur duyuyordu. Her daimde duymaya devam edeceğini biliyordu. Ailesi alın teri ile para kazanıyor, gecesini gündüzünü birbirine katıyordu. Ne zorluklarla kendisini büyüttükleri günler ise bir an olsun aklından silinmiyordu. Şükür, artık durumları iyiydi, yazın çıkardıkları ile tüm yıl boyunca geçinebiliyorlardı. Bundan on beş yıl öncesine gidince ise sobada yakacak kömürleri bile bazen olmuyordu. Kat kat örtünerek adeta buz tutmuş bir şekilde sabahlıyorlardı.
" O yüzden çıt kırıldım kızlarla beni bir tutma Akay bey. " dedi ve eline silikon tabancasını tekrar aldı. Elindeki süsü yapıştırırken bir yandan Akay' ın yüzüne baktı. Dudağına belli belirsiz bir tebessüm oturmuştu ve kendisine çok dikkatli bakıyordu.
" Seni onlarla bir tutmam ne mümkün. Sen bir tanesin. Eşin benzerin yok, olacağını da hiç sanmıyorum." dedi. Sonra ise ayağa kalkarak, " Bari bir yara bandı yapıştıralım." dedi. Buna itiraz edemezdi. Süsleri yapmaya devam edeceği için yara bandı yapıştırmak iyi olurdu. En azından tekrar aynı yere silikon yapışmazdı.
Gülümseyerek, " Olur." dedi ve tamamladığı süsü orta sehpaya bıraktı.
Bu sırada Akay hızlı adımlarla salondan çıkmıştı.
Yaptığı süslere uzunca baktı. Akgün' ün ilk yaş gününde bunlardan yapmak istiyordu lakin verecek akrabasının, arkadaşının olmaması canını sıkıyordu.
Doğum gününe davet edecek bir Allah'ın kulunun olmaması yüreğini sıkıntıya düşürüyordu.
Yinede birkaç tanede olsa yapacaktı. Kendi buzdolabının üzerine hepsini yapıştıracaktı. Baktıkça da o günü hatırlayarak mutlu olacaktı.
" Getir bakalım parmağını." derken Akay' ın yanına, dizlerinin üzerine çökmesi ile düşüncelerinden bir anda sıyrıldı. Yüzüne gülümseme yerleşirken, " Al bakalım." dedi. Parmağını uzattı.
Yara bandını yapıştırdığında ise kendisine itiraz istemediğini belli eden bir tavırla," Tabancayı ben alıyorum, sen süsleri al. Yaralanmanı istemiyorum." dedi. Kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırmıştı. Sanki operasyondaymışlar gibi ciddiydi ve elindeki sanki silikon tabancası değilde gerçek bir silahtı.
" Tamam komutanım." dedi ve kahkahasını daha fazla tutamayarak koyverdi. Bu hâli Akay' ada kahkaha attırmıştı. Çünkü az önceki tavrının farkına varmasına yol açmıştı.
İkisininde kahkahaları son bulduğunda Akay' ın bakışları yüzünden aşağılara kaydı. Neye baktığını merak ederek başını eğdiğinde, " Ahh olamaz." diye bağırdı...
~~~~~~~~~~
Tadammmm beklediğiniz bölüm ile karşınızdayım.😍❤️
Klişe bir mafya kitabı olsun istemiyorum. O yüzden her bölümü vurdulu kırdılı silahlı çatışmalı bağırışmalı geçsin istemiyorum.
Tatlı tatlı ilerlesin yüzünüzü güldürsün istiyorum.
Umarım okurken keyif alıyorsunuzdur. Sizleri seviyorum ve yorumlarınızı beğenilerinizi bekliyorum.❤️
Sınır koymuyorum. Çünkü sınırın geçmesini bekleyebilen bir yapım yok. Yazdığım an yayımlıyorum. Sizin beğeninize sunuyorum.
Yinede emeğe saygı diyorum ve beğenerek okuyanların oy ve yorumlarını esirgemeyeceğini umut ediyorum.
Sizleri çok çok öpüyorum.😘🥰
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro