Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

ÖFKE

"Öfke yapılan bütün yanlışların azmettiricisidir."

Multimedya: Arin Pulat-Kına Yak Ellerime (Bir gelinin ağıdıdır  aslında ama nedense bu bölümün hüznüne çok uyan bir şarkı.)

2006

Gaziantep

Psikoloji insanlık tarafından en geç keşfedilen bilimlerden biridir. Keşfedenler insan ve hayvan davranışlarını açıklamaya çalışırken sadece görünürdeki etmenlerin yetersiz olacağı görüşünü savunmuşlardır. Onların iddialarına göre insan göründüğünden daha fazlası olmalıydı. Öyleyse insanın bazı davranışları göstermesinin altında görünmeyen bazı faktörlerde rol alıyor olmalıydı. Peki, ama neydi bu faktörler ya da kimdi bu davranışları bize yaptırtmaya çalışan?

Bilim adamları insanı ikiye ayırma ihtiyacı hissettiler; görünen ve görünmeyen. Dünya üzerindeki bütün öğretilerde de buna benzer tanımlar vardı. İnançların birçoğunda insanlar, beden ve ruhun ortaklığından oluşuyordu. Bilim adamları keşfettikleri yeni bilim dalına nasıl bir isim vereceklerini buldular. Görünmeyen faktörlerin bilimi. Ruh bilimi.

Psikoloji bilimi insanlar tarafından kabul görmeye başladı. Davranışlarımızın suçlusu olarak görünmeyen faktörleri öne sürmek, herkesin hoşuna gitmiş olmalıydı. Zaten insanoğlu varoluşundan beri yaptığı yanlışların sorumlusunu hep kendinden başka yerde aramaya meyillidir. İnsan hata yapar ancak başkalarının yüzünden bu yanlışları yaptığını savunur. Ancak psikoloji insanın bilinçsizce hata yapmasını veya kendi kontrolünü kaybederek hata yapmasını bir hastalık olarak tanımlayınca, insanlar bu kez onların fikirlerini eleştirmeye başladı.

Çünkü insanlar tarih boyunca deli diye tanımladıkları insanların birçoğunun aslında psikolojik hastalıklarla boğuşan insanlar olduğunu anladı. Psikolojik bir hastalığı olan insanlar toplumun kendilerini "Deli" olarak tanımlamasından korktular. Oysa psikoloji, toplumun dayattıklarını kendi gerçeklerinden daha değerli gören insanların da tedavi edilmesi gerektiğini savunuyordu.

Her geçen gün Dünya'nın çeşitli yerlerinden insanlar psikoloji bilimine yönelip laboratuarlar kurup, insanları gözlemlemeye ve onların davranışları altında yatan gerçek sebepleri bulmaya çalıştı. Psikolojinin ilk kez felsefeden ayrı bir bilim olması gerektiğini savunan bilim adamları, psikolojiyi insan davranışlarının sebeplerinin yapıtaşlarını belirlemek için kullanmak gerektiğini öne sürdüler. Bu yapıtaşlarının da içe bakış ismini verdikleri bir yöntemle belirlenebileceğini öne sürdüler.

Ancak psikoloji dünya üzerinde kabul görüp yayılmaya başlayınca bazı bilim adamları çıkıp onların görüşlerinin yetersiz olduğunu savunmaya başladı. Amerika'da bilim adamları psikolojinin görevinin, insan bilincinin yapıtaşlarını incelemesinden daha fazlası olması gerektiğini düşünüyordu. Onlara göre psikoloji insanın davranışlarının çevre şartlarına nasıl uyum sağladığıyla ilgilenmeliydi. Zihin ve bedenin ayrılamaz olduğu kanısındaydılar. Bu yeni fikrin savunucuları öncekiler gibi sadece düşüncelere değil duygulara da önem vermeye ve psikolojiye dâhil etmeye başladılar.

Sonra başka fikirler ortaya atılmaya başlandı. Birtakım bilim adamları insan davranışlarının ölçülebilir ve gözlemlenebilir olduğunu ortaya attılar. Hatta hayvanları da işin içine dâhil etmeye başladılar. Fareleri eğitenler, zil çalınca köpeklerin salya akıtmasını sağlayanlar da böyle ortaya çıktı. Bilim adamları etki ve tepki kavramlarını ortaya attılar. Onlara göre insan kendisine etki eden bir faktörden sonra tepki olarak kendi davranışını gösteriyordu. İnsan davranışının değişmesine sebep olarak da uyarıcının yani etkinin değiştiğini söylüyorlardı. Zamanla bazı bilim adamları olayın bu kadar basite indirgenemeyeceğini savundu. Onlara göre bu kuramın eksikleri vardı.

Almanya'da ortaya çıkan yeni bir fikre göre insan etkiye hemen tepki göstermiyordu. Dahası onlara göre her insan her uyarıcıya aynı tepkiyi gösteremezdi. Çünkü onlar insanın kendisine gelen uyarıcıyı önce kendi zihninde yorumlayıp anlamlandırdığını sonra da tepkisini ortaya koyduğu görüşündeydiler. İşte psikolojinin incelemesi gereken asıl durum bu anlamlandırma süreciydi. Çünkü davranışların asıl sebebi etki değil bu yorumlama süreciydi. İnsan uyarıcıdan ne anlıyorsa ona göre tepki veriyordu.

Almanya'daki bilim adamları bu görüşü savunurken başka bir bilim adamı insanların normal davranışlarının değil anormal olanların incelenmesi gerektiğini öne sürdü. Çünkü hasta insanların ancak bu şekilde tedavilerinin bulunacağını düşünüyordu. Öyle değişik fikirler öne sürdü ki kendisine "Sapık" diyenler bile oldu. Ancak o kendisine bu yakışıksız kelimeyi uygun görenlere aldırış etmedi.

İnsanları hipnoz dediği bir yöntemle uyutmaya, onların saklı kalmış duygularını ortaya çıkarmaya başladı. İnsanın bazı anormal davranışlarının altında geçmişte yaşadığı ancak bilincinin saklı kalan yerlerinde kalan anıların olduğunu insanlara gösterdi. Bazı insanlar ona söyledikleri uygunsuz kelimelerden pişman olsalar da bazıları eski cahilce fikirlerini devam ettirmekte ısrarcı oldular.

Yirminci yüzyılın ortalarında başka bir grup daha ortaya çıktı. Bu grup her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu ve eninde sonunda gerçekleşeceğini öne süren görüşü reddediyordu ve tepki olarak kendi fikirlerini ortaya koyuyorlardı. Onlar insanların kendilerini geliştirebilecekleri geniş bir kapasitesi olduğuna inanıyorlardı. İnsanların hür iradeleri ve seçme hakları olduğunu düşünüyorlardı. Hatta insanların kendi davranışlarını da denetleyebileceklerini savundular. Onların bu fikri ortaya attığı yıllara yakın bir zamanda İsviçreli bir bilim adamı çıktı.

İsviçreli bilim adamı da insan davranışlarının etki ve tepki diye basitçe yorumlanamayacağı görüşünü savunur. Ona göre insan kendisine gelen uyarıcılar karşısında pasif olarak tepki veren bir mekanizmadan daha fazlası olmalıydı. İnsan bu süreçte pasif değil aksine aktifti. Kendisine gelen uyarıcıyı algılayıp, yorumlayıp, anlamlandırıyordu. İnsan yeni bir bilgi karşısında nasıl zihinsel süreçler gösteriyor ve bu bilgiyi nasıl depoluyor, bu sorulara cevap aramaya çalışıyordu. Bu soruları cevaplandırabilmek için çeşitli yollar kullanıyorlardı.

Başka bir grup insan genetiğinin de davranışları üzerinde etkili olduğu fikrini ortaya attı. İnsanların doğuştan gelen özelliklerinin, kalıtsal miraslarının da davranışlarını belirleyeceğini düşünüyorlardı. Deneyler yaparak fikirlerini kanıtlamaya çalıştılar.

Bir grupsa insanların içinde yaşadıkları toplumun etnik ve kültürel özelliklerinin de insan davranışlarını etkiledikleri iddiasını ortaya koyuyordu. Onlara göre insan yaşadığı toplumdan ayrı bir biçimde incelenemezdi. Toplumsal öğretilerin, baskıların da insan davranışlarının belirleyici etkenlerinden birisi olduğunu düşünüyorlardı.

Bütün bu bilgileri Filiz'in bana verdiği bir kitapta okumuştum. Bütün görüşleri okumuştum ve bir takım yargılara varmıştım. Benim düşüncelerime göre insan davranışının temelinde duyguları vardı. İnsanın o an ki ruh hali, duygu durumu, davranışlarının da belirleyicisi olabiliyordu. Bir arkadaşın normal bir zamanda, sakinken yaptığın şakaya kızmazken, sinirli bir zamanında şaka yaptığın için sana kızabilir hatta seninle kavga bile edebilirdi.

Ben kendime göre duygularımızı ikiye ayırmıştım; ilahi duygular ve şeytani duygular. Bana göre ilahi duygular aşk, sevgi, merhamet, şefkat vb. duygulardan oluşuyordu. Bunlar insanoğlunun güzel diye tanımlandırdığı duygulardı. İnsan bu duygulara sahipken kendisini iyi hissediyor, bu durum da davranışlarını olumlu yönde etkiliyordu. İnsanların sevdiklerinin yaptıkları yanlışları daha yumuşak karşılayıp, bir yabancı aynı yanlışı yaptığında acımasız olmasının altındaki sebep sevgiydi bence.

Şeytani duygular ise öfke, kıskançlık, kin, kibir gibi duygulardı. Ben insanların kötüleşmesini bu duygulara bağlıyordum. İnsanlar şeytani duygulardan bir ya da birden fazlasına sahipse kötüleşmeye başlıyorlardı. İnsan kötüleşmeye başlayınca bu durum bütün davranışlarına yansıyordu. İnsan öfkeli olduğunda iyi olan bir şeyi bile kötü görebiliyor, kendisine yardım etmek isteyen bir insanı bile düşman belleyebiliyordu.

Benim düşüncelerime göre insanın duygularından en tehlikelisi öfkeydi. Öfke insanın karar verme mekanizmasını, hür iradesini elinden alıyordu. İnsana yapmayacağı yanlışlar yaptırıyordu. Hatta ben yaptığımız bütün yanlışların temelinde öfkenin yer aldığını düşünüyordum. Az ya da çok fark etmiyordu. Öfke bir zehirdi ve bir kere bu zehir insan vücuduna girdiğinde dışarı atması çok zor oluyordu. Öfke tedavi edilmesi gereken bir hastalıktı ve bana göre amcam da öfke hastalığına yakalanmıştı.

Son zamanlarda, Ömer amcam kendisini bir güzel benzettiğinden bu yana bana ve anneme hiç dokunmamıştı. Onun böyle çabuk pes etmesi beni şüphelendiriyordu. Çünkü bir ruh hastasının bir dayakla tedavi edilemeyeceğini düşünüyordum. Dayakla hiçbir şey tedavi edilemezdi ki zaten. Dayak ancak ve ancak bir insanı daha fazla kışkırtabilirdi. Amcam da bana göre içten içe patlamaya hazır bir bomba gibi olmuş sadece doğru zamanı bekliyordu.

Yolda düşündüklerimi dışarıda bırakıp eve döndüğümde annem yemek yapıyordu. Daha fazla üzülmesini istemediğim için aklımda olan soruları başka zamana erteledim. Odama geçip ödevlerimle uğraştım. Her zaman ki gibi ödev yaparken uyuyakalmıştım.

İçeriden gelen seslere uyandım. Galiba amcam yine annemi dövüyordu. Korkarak içeri gittim. Evet, tahminimde haklıydım. Amcam yine tekme tokat annemi dövüyordu. Koşup bacağına sarıldım. "Amca lütfen yapma." Dedim sesim korkulu ve ağlamaklıydı. Amcam bana bir tokat atıp yere devirdi. Sonra tekrar anneme dönünce kalkıp tekrar bacağına sarıldım. Bir yandan da vurmaya çalışıyordum ama nafileydi. Amcam yine bir tokatla benden kurtuldu. Yere devrildiğimi gördüğünde de tekmelerle vurmaya başladı. Uzun zamandır dayak yememiştim.

Vücudum bu hayvani adamın vicdansızca attığı tekmelerini unutmuştu. Amcam tekmelerine son verip çıkıp gitti. Ağzım, burnum yine kan ile dolmuştu. İçimden amcama küfürler ederek doğruldum. Gözlerim anneme takıldı. Hareket etmiyordu. Bir anda bütün fiziksel acılarım geçti. Ama kalbim sıkışmaya başladı. Ruhum daralıyordu sanki. "Anne." diye seslendim. Sesim korku doluydu. Cevap yoktu. Korkuyla kalkıp annemin yanına gittim.

"Anne." Deyip onu sarstım. Yine cevap gelmedi. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Nefes alışını kontrol ettim hemen. Annem söylemişti böyle yapmamı. Çünkü amcam bazı zamanlarda insanlığından uzaklaşıp annemi bayıltana kadar dövüyordu. Nefes alıyordu. "Şükürler olsun." Dedim. Kalkıp kolonya getirdim. Annemin eline, yüzüne sürdüm. Biraz da burnuna koklatınca ayıldı. Ona sarıldım. Bir gün beni bırakıp gidecek diye çok korkuyordum.
Annem ikimize de pansuman yaptıktan sonra yemek yedik. Yüzüne baktım. O güzel yüzü morluklar içindeydi. Annem bunları hak edecek bir şey yapmamıştı. Babamı sevmiş ve evlenmişlerdi. Ancak babaannem annemi istememişti. Babam hayattayken ona iyi davranmış. Ama babam şehit olunca hemen ilk fırsatta ona büyük bir kötülük yapmıştı. Annemi amcamla evlenmek zorunda bırakmıştı. Hem de beni kullanarak. Annem bütün bu eziyetlere benim için katlanıyordu. Bazen "Keşke olmasaydım da annem bunları yaşamaydı." Diyorum.

"Ne düşünüyorsun oğlum?" Annemin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Hiç anne. Dalmışım öyle." Dedim. Anneme yalan söylemek hoşuma gitmiyordu. Ama aklımdan geçenler onu daha çok üzebilirdi. "Ödevlerini yaptın mı?" diye sordu. Hiç ihmal etmez her gece sorardı. "Az kaldı yarın okulda yaparım anne." "Olmaz. Hadi git şimdi yap. Sonra da uyu." Konu derslerim olunca annem bana sert davranmaya çalışıyor. Ama hiç beceremiyordu. Çünkü o bir melekti.

Odama geçtim. Üstüme bir ağırlık çökmüştü. Dayak yedikten sonra böyle oluyordu. İlk başta her tarafım ağrıyordu. Sonra ağrıyan yerler uyuşuyor, en son da üstüme bir ağırlık çöküyor ve kendimi yatakta buluyordum. Yine öyle olmuştu. Kendimi yatakta bulmuştum. Nasıl olsa yarın okulda yaparım ödevi, diye düşündüm. Ertesi sabah ilk işim amcam olacak yaratığı Filiz'in babasına şikâyet etmek olacaktı. Ömer amcam bu ıslah edilmez yabaniyi yine yola getirirdi. Bu düşünceler içinde uykuya dalmıştım.

Gece yarısı uyandım. Saate baktım. On ikiyi geçiyordu. İçeriden sesler geliyordu. Ama bağırma sesleriydi. Ne olduğunu duymaya çalıştım. Amcam anneme "Başıma bela oldunuz. Sizin yüzünüzden hayatım mahvoldu." Diye bağırdı. Annem sakin bir sesle "Biz sana ne yaptık ki? Mecbur olmasam kabul eder miydim bu evliliği?" dedi masum bir ses tonuyla. "Ne mi yaptınız? Sizin yüzünüzden bir mutlu yuvam bile olmadı. Herkes kendine bir aile kurarken ben abimin artıklarıyla uğraştım."dedi öfke hastası.

"Neden kabul ettin o zaman. Mecbur değildin ki?"annem de ses tonunu yükseltmişti. "Ne demek mecbur değildim? Babam beni evlatlıktan reddedecekti. Beş parasız ortada mı kalsaydım?"dedi amcam. "Senin derdin ortada kalmak değildi. Hem benim gibi kucağında iki yaşında bir çocuğu olan dul kadın mıydın ki ortada kalıyorsun? Gider kendine bir iş bulur geçinirdin. Sana babanın vaat ettiği paralar tatlı geldi." Dedi annem.

"Evet. Haklısın para için yaptım. Param olursa mutlu olurum, istediğimi yaparım zannettim. Ama öyle olmadı. İşi batırdım. Ben de battım. Hepsinin sorumlusu sizsiniz." "Az önce kendin itiraf etmedin mi? Para için kabul ettim diye. Şimdi neden yine biz suçlu olduk?" "Yeter! Siz olmasaydınız o paralar zaten benim olacaktı. Hem de mutlu bir yuvam olacaktı. Her şeyin sebebi sizsiniz. Hayatımı mahvettiniz." Amcam konuşmasını bitirdikten sonra mutfağa koştu. Mutfaktan metal sesleri geliyordu. Aradığını bulunca tekrar içeri koştu.

Ne olduğunu anlamamıştım. İçeri gittim. Amcamın elindeki parlayan metalden yansıyan ışıklar yeni uyandığımdan gözümü aldı. Işık gözlerime batıyordu sanki. Gözlerimi ovuştururken aklımda bir şimşek çaktı. Amcamın elinde bıçak vardı. Gözlerimi açtığımda şok olmuştum. Amcam "Artık yeter." Diye bağırıp bıçağı anneme sapladı.

Annem "Yapma." diyecekti karnına saplanan bıçak kelimesini yarıda kesti. Sonra amcam bıçağı bir daha sapladı. Bir daha, bir daha, bir daha... Annem yere yığılıncaya kadar sapladı. Annem yere düşerken gözleri bana takıldı. Dehşet içinde olanları izliyordum. Yerimden kıpırdayamıyordum bile. "Kaç." dedi annem. O sırada amcam beni fark etti. Üstüme geldi. Koştum odama girdim kapıyı da kilitledim.

Kapıya hızlı hızlı vuruyor. "Aç şu kapıyı" diye bağırıyordu. Kapı daha fazla dayanamazdı. Etrafa bakındım. Gözlerim pencereye takıldı. Pencereyi açıp dışarı çıktım. Tam o sırada amcam kapıyı kırdı. Göz göze geldik. "Kaçma gel buraya!" Diye bağırdı. Ama durursam beni de öldürecekti. Koşarak bahçeden çıktım. Peşimden geliyordu. Daha hızlı koşmaya çalışıyordum. Eğer sarhoş olmasaydı. Beni çok kolay yakalayabilirdi. Ama giderek arayı açıyordum.

İçimdense "İnşallah annem ölmez."diye dua ediyordum. Gözyaşlarım ardı ardına yuvarlanırken sağ bacağımın arkasında bir yanma hissettim. Kafamı çevirdiğimde bacağıma saplı bir bıçak gördüm. Yere düştüm. Amcama baktım. Elindeki bıçağı bana fırlatmıştı. Benim yere düştüğümü görünce durdu. Beni öldürmek için acele etmeyecekti. Bacağımdan akan kanlar hızlıca akıp boşalıyordu. Amcam yavaş yavaş bana doğru yürümeye başladı. Gözlerimin önü kararıyordu. Çok kan kaybediyordum. Yerimden kımıldamaya çalıştım ama yapamadım. Gözlerim iyice kararmış kapanmak üzereydi. Amcamın adımlarını duyabiliyordum. Son duyduğum şey ise bir fren sesiydi. Sonra gözlerim kapandı.

İnstagram: bzkrtmslm1

Yakın zamanda instagramdan çok güzel çekilişler olacak. Takip etmeyi unutmayın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro