KORKU
"İnsanları kontrolün altına almanın en kolay yolu korkudur."
2007
GAZİANTEP
Sabahları ustam kalkıp bakkalı açıyordu. Ben de uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra yanına gidiyordum. Ustam yer yatağında uyumama razı olmamış bana en iyisinden bir baza ve yatak almıştı. Bana iyi davranıyordu. Burada gerçekten mutluydum ve her yeni gün ticarete dair yeni bilgiler öğreniyordum. Ben tedirgin eden tek bir şey vardı. O iri adamın ayak bağı sözünü hatırladıkça ustamın beni evlat edinme fikrinden vazgeçeceği ihtimali geliyordu aklıma. Ve bu ihtimal beni ciddi anlamda korkutuyordu. Tekrar yurda ve ya sokaklara dönmek istemiyordum.
Evlat edinme için başvuruyu yaptıktan aylar sonra bir heyet geldi. Evi, bakkalı her şeyi detaylı bir şekilde incelediler. Ustama bir sürü soru sordular. Daha önce evlenip evlenmediğini, neden evlat edinmek istediğini ve daha hatırlayamadığım bir sürü soru sordular. Ustamın sorgusu bitince beni eve aldılar, orada sorguya çektiler. Ustamın gelmesine de izin vermediler.
Ustamın nasıl biri olduğunu, bu evde kalmak isteyip istemediğimi ve buna benzer sorular sordular. Benim de kalmak istediğimden emin olunca haklarımı anlatmaya başladılar. En dikkat çekici olan ise eğer ustam bana en ufak bir fiziksel şiddet uygularsa onu şikâyet edebileceğimi ve ustamın ceza alacağını söylemeleriydi. Bunu duyunca kendimi tutamayarak "Madem biz, devlet korumasındaki çocuklara şiddet uygulamak yasak neden yurt müdürleri ve bakıcılar bizi hep dövüyorlardı?" diye sordum.
Soruyu duyunca yetkililerin yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi. "Yurt müdürleri ve bakıcılara dair sizden hiç şikâyet almadık ki?" dedi yetkililerden biri. Haklıydı çünkü hiçbirimiz cesaret edip bunu yapamamıştık. "Çünkü müdür ve bakıcılar denetim olmadan önce bizi şiddet olaylarından bahsetmeyelim diye tehdit ediyorlardı." Dedim. Yine şaşırdılar. Bu olaylardan gerçekten haberlerinin olmaması bana pek inandırıcı gelmiyordu. "Daha detaylı bir denetim yapacağız. Eğer dediklerin doğruysa müdür ve bakıcılar ceza alır." Dedi bir yetkili.
Bana pek inandırıcı gelmemişti söyledikleri. Yetkililer başka sorular da sordular. Sonra ustamın yanına gittik. Yetkililer ustama başvurunun büyük ihtimalle onaylanacağını ve bir yıl boyunca koruyucu aile olarak değerlendirmeye tabi tutulacağını söylediler. Bu bir yıl boyunca üç ayda bir denetime gelineceğini denetimler esnasında çocuğun yerinden memnun olmadığını veya çocuğa kurallara uygun olmayan şekilde davranıldığı tespit edilirse başvurunun iptal edileceğini ve çocuğun tekrar yurda gönderileceğini söylediler. Keşke devletin bizi bu kadar koruduğunu yurttayken öğrenebilseydim dedim içimden. ,
Yetkililer gittikten sonra ustama "Yurda gidip arkadaşlarımı ziyaret edebilir miyiz?" dedim. "Bu ani ziyaret isteği de nereden çıktı?" "Onlara anlatmam gerekenler var usta." Gülümsedi "Tamam ama yarın gideriz." Dedi. Yurtta çok samimi olduğum ve özleyebileceğim bir arkadaşım yoktu. Amacım çocuklara haklarından bahsetmekti. Ertesi gün yurda gittiğimizde çocuklara bir sürü hediyeler almayı da ihmal etmedik.
Ziyaret günü olmamasına rağmen müdür ustamı görünce hiçbir şey söylemedi. Bütün çocuklar etrafımda toplandılar. Yeni kıyafetlerimi çok beğendiler. Kilo aldığımı söyleyenler oldu. Biraz sohbet ettikten sonra konuşmayı asıl konuya getirmeyi başarmıştım. Düşündüklerimi onlara söyledim. Çocuklara denetim olacağını eğer gördükleri şiddeti anlatırlarsa müdürün ve bakıcıların ceza alacağını söyledim.
Çocukların çoğu yine korktular "Ya müdür ceza almazsa o zaman bize ne yapar?" diye korku dolu sorular sordular. Yetkilinin söylediklerini onlara anlatınca birkaç tanesi ikna oldular. Birkaç kişi yeterliydi zaten. O gün ziyaret bitince içimdeki mutluluğu anlatamam. Ben iyi günler geçirmemiştim o yurtta ama en azından benden sonrakiler o pislik müdür ve bakıcıları çekmek zorunda kalmayacaklardı.
Ziyaretten bir hafta sonra müdür ve bakıcılar hakkında soruşturma açıldığı haberini verdi ustam. O zaman anlamıştım ki korku ve cehalet büyük bir kitleyi bir koyun sürüsüne çevirebilirdi. Yıllarca o yurtta şiddet görmüş ama hiçbirimiz şikâyet etmeye cesaret edememiştik. Çünkü haklarımızı araştırmak yerine müdürün bize uydurduğu palavralara inanmıştık. Şimdi her şeyin bu kadar kolay olduğunu görmek bana cehaletin ne berbat bir şey olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı. Müdürden ve bakıcılardan intikamımı almıştım. Artık yurt defteri benim için kapanmıştı.
Bir akşam ustam bakkalı erken kapattı. "Neden kapatıyoruz usta? Kapanış saatine daha iki saatten fazla vardı." "Kendi işinin patronu olmanın en güzel yanı nedir bilir misin evlat?" Yüzüme bakıp bir cevap bekledi. Hayır, anlamında kafamı sallayınca devam etti "İşi ne zaman başlatacağına da, ne zaman bitireceğine de kendin karar versin." Dedi.
Eve girince doğruca mutfağa girdi. Ellerini yıkadı. Un, yumurta, kabartma tozu, Hindistan cevizi, şeker gibi birkaç malzeme daha çıkardı. Derin bir kapta tarif sırasına göre karıştırmaya başladı. Mutfak masasında oturdum ve onu izlemeye devam ettim. Büyük bir özenle karıştırıyordu. Isınması için fırını çalıştırdığında, tepsileri de dışarı çıkardı. Hayatımda ilk kez bu kadar hamarat bir adam görüyordum.
Malzemeleri birbirine karıştırıp çırparken bir yandan da benimle sohbet ediyordu. Evlat edinme işlemleri için gelen müfettişlerin olumlu not kullanacağından emin olduğunu söylüyordu. Olumlu not kullanmamak için hiçbir gerekçeleri olmadığını söyledim. Eşinin olmamasının bir problem çıkarmalarından endişe ettiğini söyledi. Bekâr bir erkek evlat edinme için ideal bir aile ortamı oluşturamayabilirmiş.
"Belki bir ve ya iki yaşında bir bebeği evlat edinseydin, haklı olabilirdin. Ancak on beş yaşında bir genci evlat edinirken bunu önemseyeceklerini sanmıyorum." Dedim. İkimizde güldük. Ustam bütün malzemeleri karıştırdığında mikserle kek hamurunu çırpmaya başladı. Sanırım bu işlemde birkaç dakika sürdü. Hazırladığı kek hamurunu tepsiye boşaltmadan önce tepsinin altını yağladığını gördüm.
Sonunda her şeyi hazırlayıp keki pişmeye bıraktığımızda bütün bu işlemlerin on dakikadan daha az sürdüğünü görüp şaşırdım. Ustam "Hadi kek hazır olana kadar biz de biraz kitap okuyalım." Dedi. Kitaplarımızı okurken ustam birkaç defa keke bakmak için kalktı. Son seferde beni de çağırdı ve kekin hazır olduğunu söyledi. Mutfağa gittik. Ustamın keki harika görünüyordu. Üstelik bu daha önce yemediğim bir türdendi. Kekin yanına bir de çay yaptık. Ustam harika bir film bildiğini istersem izleyebileceğimizi söyledi. Hemen "Olur." Dedim. Çünkü ustamın filmleri harika oluyordu.
Filmin adı "Umudunu kaybetme" idi. Yaşadığı bütün zorluklara rağmen pes etmeyen bir adamın öyküsünü anlatıyordu. Sanırım ustamın amacı bana pes etmeyince bütün zorlukların üstesinden gelebileceğimi göstermekti. Filmin başrolünün bir sahnede verdiği cevap çok hoşuma gitmişti. Olaylar aynen şöyle yaşanıyordu. Başrol oyuncusu iş görüşmesine gidecekken gömleğinin başına bir şeyler gelince gömleksiz gitmek zorunda kalıyordu. İş görüşmesinde onu değerlendiren komisyon "İş görüşmesine gelen biri gömleksiz gelse ve ben o adamı işe alsam sen ne düşünürdün?" diye soruyor.
O da "Herhalde pantolonu çok iyiydi diye düşünürüm." Cevabını veriyor. Karşısındakiler bu beklenmedik hazır cevaplılık karşısında gülüyorlar. O adam o gün gömleksiz gittiği iş görüşmesinde işe alınmayı başarıyor. Aslında yaptığı şey dikkatini başka yere yöneltmek gibi bir şeydi. Sihirbazların da hep bu taktiği kullandıklarını duymuştum. Dikkatimizi genelde sağ ellerinin üzerinde toplamamızı istiyorlardı. Asıl numarayı ise sol elleriyle yapıyorlardı. Biz sağ eline odaklandığımızdan işin gerçek yüzünü hep kaçırıyorduk.
Film bitince aklıma bir soru takılmıştı. Ustama sordum "Usta biz film izleyip, kek yiyebilmek için mi bakkalı kapattık? Bunu başka bir zaman da yapabilirdik." Dedim. Ustam "Hayır, benim canım kek istedi ve kapattık." Dedi. "Nasıl? Sadece canın kek istediği için mi?" "Evet, tam olarak bu. Düşünsene evlat biz neden çalışıyoruz. Daha iyi şartlarda yaşamak için değil mi? Kendi isteklerimi arka plana atarsam nasıl daha iyi yaşayabilirim ki?
İş benim daha fazla mutlu olmam için kazanmam gereken parayı bana getiren bir araç. Hiçbir zaman amacın iş olmasın. Amacın daha mutlu yaşamak olsun. Daha çok para getiren işi tercih edenler hep başarısız olurlar ama sevdiği işi yapanlar hem mutlular. Aslına bakarsan evlat, bu hayatta insan mutlu olabilmek için çalışmalı. Ancak çalışırken de mutlu olmalı. Evet, belki para olmadan mutluluk da büyük ölçüde olmayabilir. Ancak sadece para da mutluluk getirmez.
O parayı harcayacağın iyi dostların ve iyi bir kız arkadaşın olmalı. Ben anlıyorsun değil mi Çınar? Hiç arkadaşın olmadığından bahsediyorum. Tek yaptığın bakkalı açıp kapatmak olmamalı. Daha fazlasını yapmalısın. Senin için bir cep telefonu aldım ve iki hafta sonra bir kamp programına adını yazdırdım. Belki orada kendine arkadaşlar bulursun. Tabi gitmek istersen..." Dedi.
Benim adıma plan yapması beni rahatsız etse de bunu ustama hissettirmedim. "Ben hiç kamp yapmadım ki." Dedim. Bahane üretmeye çalışıyordum. "Eğer istersen ben sana gerekli malzemeleri alırım. Ne yapman gerektiğini de öğretirim. Hem yarından itibaren sürücülük eğitimlerine de başlayacağız. İstersen hem kamp hem de sürücü eğitimleri yaparız." Ne diyeceğimi şaşırmıştım. "Sürücü eğitimi de nereden çıktı?"
"Araba sürmeyi eninde sonuna öğrenmelisin. Her zaman toplu taşımayı kullanamazsın, hep yanında da olamayacağıma göre öğrenmen şart. Hem belki kampa arabayla gidersin." "Arabayla gitmek mi? Hayır olmaz. Senin araban çok pahalı usta hem sen arabanı çok seviyorsun." Ustam durdu ve bana baktı "Evet seviyorum ama senin kadar değil. Hem o araba ikimizin, unutma buradaki her şey ikimizin. Arabaya bir şey olursa yenisini alabilirim ama sen kendine dikkat etmelisin."
"Bilmiyorum usta. Emin değilim. Cep telefonunu alırım ama kamp konusunda kararsızım. Hiç tanımadığım insanlarla ormanlık bir alanda nasıl yalnız kalayım?" "Abartıyorsun Çınar. Sorunun bu olmadığına eminim. Sen yalnız kalmaktan korkuyorsun. Ancak böyle giderse eninden sonunda bir gün yalnız kalacaksın. Çünkü unutma ki ben de bir canlıyım ve her an başımıza bir şeyler gelebilir." " Usta sen neden evlilik yaşına gelmiş oğlunu evlenmeye ikna etmeye çalışa teyzeler gibi konuşmaya başladın?" ikimizde güldük.
"Hayır evlat. Bahsettiğim şey bu değil. Ben normal bir genç olmanı istiyorum. Merak etme işleri büyüteceğiz, daha çok kazanacağız ama sen hayatı kaçırıyorsun. Hayatının en çılgın zamanlarını bir bakkala kısılıp ticaret düşünmekle geçirmene gönlüm razı olmuyor." Ustam haklı olabilirdi. Ben şimdilik sadece çıraktım. Ben olmasam da ustam işleri idare ederdi. Arada beni rahatlatacak sosyal faaliyetlere de katılabilirdim. Ustama baktığımda bunu gerçekten istediğini gördüm. "Tamam, usta sen haklısın. Söylediklerini yapacağım." Dedim. Benden daha çok heyecanlandı. "Yarından tezi yok eğitimlere başlıyoruz." Dedi coşkuyla.
Dediği gibi de yaptı. Mahalledeki büyük boş alana gittik. Ustam bana araba sürmeyi öğretecekti. Alana gittiğimizde arabadan indik. Ustam arabayı kilitleyince merakla sordum "Usta araba sürmeyecek miyim?". "Süreceksin ama onu." Dedi. İşaret parmağıyla ilerdeki beyaz, "Şahin" dedikleri arabayı gösterdi. "Neden bizimkini sürmüyorum ki? Diye sordum. "Önce bizimkiyle başlaman iyi olmaz. Şahinle başlarsan bütün arabaları kullanabilirsin." Dedi. Arabanın yanına gittik. Arabanın sahibi ustamın arkadaşıydı. Bir süre sohbet ettikten sonra adam anahtarı ustama bırakıp gitti.
Ustam bana şoför koltuğuna oturmamı söylediğinde heyecanlanmaya başlamıştım bile. Şoför koltuğuna oturduğumda ustam bana en soldakinin debriyaj, ortadakinin fren ve en sağdakinin ise gaz pedalı olduğunu söyledi. Daha önce hiç araba görmemiş bir Afrika yerlisine anlatır gibi anlatıyordu. Bu hem öğrenmemi kolaylaştırdığı için hoşuma gidiyordu hem de kendimi aşağılanmış hissediyordum.
Şimdilik bir ve ikinci vitesi bilmemin yeterli olduğunu, anahtarı taktığımız yere ise kontak dendiğini söylediğinde kendimi iyice aşağılanmış hissettim. Bu yaşıma kadar arabaya dair hiçbir şey bilmiyor oluşum bana büyük bir ayıpmış gibi göründü. Ustam "Şimdi vitesi boşa al ve debriyaja bas, sonra da kontağı çevir." Dedi. Dediklerini yaptığımda araba çalıştı. O an ki sevincimi görmeliydiniz. Henry Ford bile o kadar sevinmemiş olabilirdi.
Sonra ayağımı debriyajdan çekerken yavaşça gaza basmam gerektiğini söyledi. Bu kez dediğini hemen yapamadım. Birkaç kez arabayı hareket ettirmeyi başaramadım. Ustam her şeyi o kadar güzel ve sakin anlatıyordu ki bir süre sonra heyecanımı yenmeyi başarmıştım. Arabayı hareket ettirmiştim. Hareket ettikten sonra aslında zor olanın arabayı çalıştırmak olduğunu fark ettim.
Durmuş vaziyetteki bir aracı harekete geçirmek zordu ama hareket halindeki bir araca sadece gaz vermeniz yeterliydi. Hatta yokuş aşağı inerken gaz vermeye bile gerek yoktu. Biz insanlar ürettiğimiz makinelere de kendi özelliklerimizi vermeyi ihmal etmiyorduk. Bir insan için de en zor kısmı işe başlamak oluyordu hep. İşe başladıktan sonra da her şey pamuk ipliği gibi çözülüyordu.
Öğleden sonraya kadar araba çalışmaya devam ettik. Ustam sürekli çok iyi olduğumu söyleyerek beni motive etti. Çabuk öğrendiğimi söylüyordu. Ona kalırsa üç ve ya dört gün sonra trafiğe bile çıkabilirdim. O gün eğitimler esnasında ustamın mükemmel bir öğretmen olduğunu bir kez daha anladım. Hiçbir zaman bağırıp çağırmıyordu. Sizi her zaman işin çok basit olduğuna inandırıyordu.
Yaptığınız en küçük doğruyu bile tebrik etmekten geri kalmıyordu. Yanlış yaptığınızda ise bunun herkesin başına gelebilecek bir şey olduğundan bahsediyordu. Arabanın sahibi gelene kadar çalıştık. Adam gitmesi gerektiğini söylediğinde arabayı teslim ettik ve ustamla bana kamp malzemesi almaya gittik.
Kamp malzemeleri satan dükkâna geldiğimizde ustam ilk iş çadırlara yöneldi. Çadırın en kalitelisini aldı. Yağmur ve rüzgâra dayanıklı olmasına özellikle dikkat etti. Çadıra ek olarak bir termos, pilli fener, çakı, katlanabilir sandalye ve gerekli olduğunu söylediği bir sürü daha malzeme aldı. Bütün bunları ne yapacağımı sorduğumda "Emin ol hepsi lazım oluyor evlat." Dedi. İkna olmam için bu cümlesi yeterliydi. Malzemeleri alıp eve döndük.
Arabadan iner inmez ustam malzemeleri bahçede bir köşeye topladı. Hemen şimdi eğitime başlayacağımızı söyledi. Çadırı aldık ve bahçenin toprak kısmına gittik. Çünkü toprağa çakılması gereken parçalar vardı. Ustamın yardımıyla birkaç defa çadırı kurup, bozduk. İlk birkaç denemede zorlandım ancak ustamın o müthiş öğreticiliğiyle akşama kadar çalışınca öğrenmem kaçınılmaz oldu.
Hava kararmak üzereyken çadırımı kendim kurmayı öğrenmiştim. Bu kamp macerası beni heyecanlandırıyordu. Hayatım boyunca Filiz dışında hiç arkadaşım olmamıştı diyebilirdim. Yeni kişilerle tanışmak için sabırsızlanıyordum. Çadırımı toplayıp eve götürürken ustamı karşıma çıkardığı için Allah'a dua ettim. Ustam içeri girerken "Âmin" diyerek yanımdan geçmişti ve ikimiz de gülmüştük.
İnstagram: bzkrtmslm1
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro