BİR ÇINARIN FİLİZİ
Multimedya: Nurettin Rençber-Aşk Sana Benzer
TEMMUZ 2001
"Küçük bir çocukken ekildi bu tohum içime, filizlenip bir çınar olacağını bilemezdim."
O hafta sonu sabahı da diğerlerinden farksız olarak uyandım. Yüzümü yıkamak için lavaboya giderken vücudumda birçok yerin ağrıdığını hissettim. Ama acıyla yaşamaya o kadar alışmıştım ki bana sıradan geliyordu. Yüzümü yıkayıp doğruca dışarı yöneldim.
O yıllarda sabah çok erken kalkardım. Sabahın ılık rüzgârı yüzümü yaladı. Bahçeden dışarı çıkıp sokağa vardığımda gözlerim sağda solda oyun oynamak için bana eşlik edecek bir çocuk aradı. Az ilerde çocukların bağırışlarını duydum. Maç yapıyor olmalıydılar. Hemen yanlarına gidip maça dâhil olmak istedim. Beni de oyuna aldılar. Maça dâhil olmamın üzerinden çok fazla zaman geçmemişti ki bir kamyonun mahalleye girdiğini gördük. Kamyon ileride mahallemizin eski ama gösterişli evlerinin birinin önünde durdu.
Mahallemiz iki ana kısımdan oluşuyordu. Bir kısımda evler daha eski ancak çoğunlukla bahçeli ve iki katlı evlerdi. Bu evleri, eskiden burası ıssız bir yer iken şehrin gürültüsünden kaçmak isteyen varlıklı insanlar inşa etmişlerdi. Uzunca bir süre de şehirden uzak sakin bir hayatı burada sürdürmüşler.
Bir süre sonra şehirdeki sanayinin ve iş olanaklarının artmasıyla, köylerden ve doğudaki gelişmemiş birçok yerden kente akın akın göç gelmeye başlamış. Göçle gelenler barınma ihtiyaçlarını gecekondular inşa ederek karşılıyorlarmış. Hızla şehrin her yanını saran bu çarpık kentleşmenin de etkisiyle bu mahalle de kısa sürede eski sakinliğinden uzaklaşmış. Varlıklı insanlar fabrikalarında çalışan işçilerle aynı mahallede oturmaktan derin bir üzüntü duymuş olmalı ki evlerini yok pahasına satıp mahalleden taşınmışlar.
İşte kamyonun önünde durduğu ev de bu yok pahasına satılan evlerden biriydi. Arkadaşlarım kamyonun yakın zamanda satılan evin önünde durduğunu görünce hemen o tarafa yöneldiler. Evin yeni sahiplerini merak ediyor olmalıydılar. Beni aynı merak sarmamıştı. Maça devam etmek için topa yönelmişken topun sahibi olan çocuğun topu alıp kamyona doğru yönelmesiyle isteksizce o tarafa doğru seğirttim.
Kamyon eski kasa bir yük kamyonuydu. Kırmızı renkliydi ve oldukça da gürültülü çalışanlardandı. Egzozu hasta bir adamın öksürmesi gibi siyah dumanlar çıkartarak geçtiği yerlerde siyah bir duman tabakası bırakmıştı. Bu duman tabakasını takip ederek kamyonun yanına geldik. Kamyonun kasası ev eşyalarıyla doluydu. Ev eşyalarının üstüne branda çekilmişti.
Kamyondan şoför ve iki tane de hamal indi. Şoför atik bir şekilde kamyonun üstündeki brandayı çıkardı. Arka kapağı açtı ve kamyonun arkasına oturup ayaklarını yere doğru sarkıttı. Yeleğinin ceplerini yokladı. Aradığını bulmuş olmalıydı ki fermuarlı cebini açtı ve çıkardığı tütün kesesinden birkaç kaçak sigara aldı. Hamallara birer sigara uzattı. Kendi sigarasını yakıp derin bir nefes aldı. Hamallara da oturmaları için kaldırımın kenarını işaret etti. Hamallar sigaralarını yakıp kendi aralarında bir şeyler konuşurken siyah bir dört çeker kamyonun arkasında durdu. Şoför hemen olduğu yerden indi. Cipe "Arkaya park et Beyim. Kapıyı kapama. Kamyonu bahçeye alacağız daha." Diyerek seslendi. Ciptekiler hemen bu uyarıya uydu ve arabayı biraz daha geriye park edip indiler.
Cipin şoförü uzun boylu, geniş omuzlu ve oldukça sert ifadeli bir adamdı. Bu adamın asker olduğunu hemen o an anladım. Bahçe kapısındaki asma kilidi çıkardı ve otomatik kapıyı sonuna kadar açtı. Kamyon yine gürültüyle çalışıp bahçeye girdi. Kamyon bahçede ilerlerken cipin sağ ön kapısı açıldı. İçeriden uzun boylu, sarışın oldukça güzel bir kadın indi. Kadın arka kapıyı açtı içeri doğru eğildi. Ben bir kutu ya da bir poşet aldığını düşünürken o kucağında bir çocuk çıkardı yavaş ve dikkatli bir şekilde. Bir kız çocuğuydu. Hala uyuyordu. Çocuğun kızıl saçları vardı. Bu benim kızılla ilk tanışmamdı. Annesi ayağıyla arabanın kapısını kapattıktan sonra bahçeye girdi. Çocuğu bahçedeki çınar ağacına asılı salıncaklı koltuğa yatırdı ve kamyonun yanına gitti.
O zamana dek pek de ilgimi çekmemiş olan bu evi inceledim bir süre. Ev iki kattan oluşuyordu. En üstte çatı katına ait olduğu belli olan yuvarlak küçük bir pencere bulunuyordu. Az önce kamyonun girdiği bahçe kapısının yanında küçük bir kapı daha yer alıyordu. Eve doğru giden yol kilit taşları döşenmişti. Bu yol ileride ikiye ayrılıyordu. Yolun sağ tarafında kadının az önce çocuğu yatırdığı çınar ve çınara asılı salıncaklı bir koltuk yer alıyordu. Çınar ağacının gövdesi çok kalındı. Dalları o kadar geniş bir alana yayılıyordu ki evin sağ üst tarafındaki pencereden içeri girmek üzereydiler. Bu yaşlı çınar bu ağaç ev yokken de burada yaşıyor olmalıydı. Yolun sola ayrılan kısmında ise bir dut ağacı vardı. Ağacın altında bir kamelya çevresinde ise birkaç gül fidesi, karanfiller ve gelincikler yer alıyordu. Son zamanlarda ev gibi bahçede bakımsız kalmıştı.
Gözlerim tekrar işçileri aradı. Kamyondaki eşyaları indirmekle meşguldüler. Bazen oturup birer kaçak sigara sarıyorlar sonra tekrar kalkıp işlerine kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Doğrusu birer çalışkan karınca gibiydiler. Koca kamyonu bir süre sonra tamamen boşalttılar. Evin babası şoförü bir kenara çekip bir miktar parayı saydıktan sonra şoföre uzattı. Şoför aldığı parayı tekrar sayıp cebine koyduktan sonra adamın elini sıkıp işçilere eliyle kamyona binmelerini işaret etti. Kamyon bahçeden çıkıp uzaklaşırken arkadaşlarımdan biri tekrar maça dönmeyi teklif etti. Hepimize son derece cazip gelen bu teklifi kabul ettik. O gün akşama kadar oyunlarımıza devam ettik.
Ertesi sabah yine erkenden dışarıda buldum kendimi. Etrafta bir arkadaş ararken ileride Çetin'i gördüm. Çocuğun birini köşeye sıkıştırmıştı. Büyük ihtimalle oyunu kaybetmiş ama yine zorbalığa başvurmayı tercih ederek çocuğun elindeki tasoyu almaya çalışıyordu. Çocuk küfürler ettikten sonra tasoyu yere fırlattı. Çünkü bu küçük baş belasından kurtulmak için başka çaresi olmadığının farkındaydı. Çetin çocuğa bir tokat atıp, eğilip yerdeki tasoyu aldı. Güne Çetin ile başlamanın berbat bir durum olacağını önceki deneyimlerimden çok iyi bildiğimden onun olduğu yönün tersine yürümeye başladım.
Dün kamyonun önünde durduğu evin yanından geçerken evde hiçbir canlılık belirtisi görünmüyordu. Daha uyanmadılar galiba diye düşündüm. Az ileride sahada maç yapan arkadaşlarımı görünce onlara doğru koştum. Topun sahibine sordum "Adam eksik mi?" Çocuk "Bizim takıma geç." Dedi emir verir gibi bir ses tonuyla. O zamanlarda topun sahibi kimse sahanın kaptanı da olurdu.
Kıran kırana geçen bir maçın ardından zafer elde ettik. Bu zaferin anlamı şuydu; kaybeden takım mahalle bakkalına gidecek takımdaki her oyuncu galip takımdan bir oyuncuya gazoz ısmarlayacaktı. Bedava gazozlarımızı büyük bir iştahla içip kazandığımız büyük galibiyetin sevinciyle yürüyorduk ki sevincimi kursağımda bırakan o olay oldu. Bizim evin önünde yine kalabalık toplanmıştı. Bu kalabalık sadece amcam bağırıp çağırmaya başladığı zamanlarda toplanırdı. Bağırışların ardından da annemin feryatları yükselirdi. Bu kuru kalabalık ise her seferinde buraya toplanır bir konser dinler gibi içeriden gelen sesleri dinlerlerdi. Hiçbiri bir şey yapmaz orada öylece beklerler sesler kesilince de dağılıp giderlerdi. Hepsinden nefret ederdim. Bizi neden bu zalim adamın eline bıraktıklarını anlayamazdım çünkü.
Elimdeki gazoz şişesi parmaklarımın arasından kayıp düştü. Koşmaya başladım. İçimden dua ediyordum "İnşallah bu kez sadece bağırıp çağırıyordur. İnşallah annemi dövmüyordur." Kalabalığı yarıp eve girdiğimde dualarımın bir kez daha kabul olmadığını görüp Allah' a sitem ettim. Kısa boylu, göbekli, kel, kara kalın kaşları ve daima çok uyumaktan şişmiş gözleri olan çirkin adama (amcama) küfürler savurdum. O bu sözlerimi duymadı bile. Yere yatırdığı annemi tekmelemeye başladı. Öyle hınçla tekmeliyordu ki o tekmeleri anneme değil sanki kendi hayatındaki berbat olan her şeye atıyordu. Koştum ve bacaklarına sarıldım. Onu durdurup annemi kurtarmak istiyordum. Amcamı engellemeyi başarmıştım. Bu onu daha çok sinirlendirdi. Tek eliyle benim boğazımdan kavrayıp havaya kaldırdı. Nefesim kesildi, boğulacak gibi oldum. Yüzümün yanıp, kızardığını hissediyordum. Amcam yüzümün girdiği rengi görünce öldürmek niyetinde olmadığından mıdır yoksa buna değmeyeceğini düşündüğünden midir bilmem beni kanepeye fırlattı. Evet, fırlatmıştı. Kanepeye çarptığımda belim kırıldı sanmıştım. Yere düştüğümü gören amcam bu kez beni tekmelemeye başladı. Rastgele tekmeler savuruyordu. Yüzümün, karnımın, göğsümün ve vücudumun çeşitli yerlerinde o tekmelerin acısını hissettim. Attığı tekmelerden biri burnuma gelince burnum kanamaya başladı. Amcam kanı gördüğünde durdu. Bir anneme bir de bana baktı. Hiçbir şey demeden çıkıp gitti.
Dayağın bitmiş olmasının verdiği sevinçle derin bir nefes alıp vermek istedim ama göğsümde bir yerlerin acıdığını hissettim. Bir yeri acıdığında hemen annesini arayan her çocuk gibi ben de "Anne!" dedim. Seslenişime karşılık bulamadım. Arkamı döndüm. Annem yerde hareketsiz yatıyordu. Tekrar seslendim "Anne!". Yine cevap gelmedi. Doğruldum, emekleyerek anneme gittim. Onu sarsmaya ve seslenmeye devam ettim. Cevap geciktikçe tedirginliğim artmaya, sarsmalarımın şiddeti artmaya başladı. İçimden yine dua etmeye başladım. Korkuyla "Hayır Allah'ım! Ne olur düşündüğüm şey olmasın." Diye dua ediyordum. Annemi daha hızlı sarsmaya ve artık bağırmaya başladım "Anne uyan! Ne olur uyan!". Gözyaşlarım yağmur gibi gözlerimden akıyor, burnumdan akan kanla karışıp dizlerime damlıyordu. Bu kez dualarım kabul oldu ve korktuğum şey olmadı. Annem gözlerini açtı. Etrafına bakındı ve yavaşça doğrulmaya çalıştı. Ona yardım ettim. Annem "Burnun kanıyor. Bana biraz pamuk getir de tampon yapalım. Kanaması dursun." Dedi. Kendi acılarını unutup yine hemen benimle ilgilenmişti. Pamuk alıp geldim. Oldukça yavaş ve canımı acıtmamaya dikkat ederek kanı temizledi. Bir parça pamukla burnuma tampon yaptı. Beni omuzlarımdan tutup sarstı ve şöyle dedi "Senden bir söz vermeni istiyorum oğlum. Bir gün kendini bu rezil hayattan kurtaracaksın. Çok güzel işler başarıp çok iyi yerlere geleceksin. Benle baban da gökyüzünde seni izlediğimiz yerden mutlu olacağız.". Annemin neden böyle bir şey dediğini o an anlayamadım. Sözleri yüreğimin en derinine bir sızı yerleştirmişti. Çaresizliğin sızısıydı bu. Anneme baktığımda ağlıyordu. Yüzünü ellerimin arasına aldım. Başparmaklarımla yanaklarına süzülen gözyaşlarını sildim. Dik durmaya çalışarak "Söz veriyorum anne. Babamın üzerine söz veriyorum." Dedim. Annemin alnına bir küçük öpücük bırakarak kalktım. Dışarı çıkacaktım ama oyun oynamak için değil. Annem aldığı darbelerin yerlerini pansuman edebilsin diye. O zaman neden böyle bir söz verdim bilmiyorum. Verdiğim sözün omuzlarıma nasıl bir yük bıraktığından habersizdim.
Odama gidip aile fotoğrafımızın olduğu çerçeveyi aldım. Bahçeye çıktığımda burnumdaki pamuğu çıkarıp attım. Sokağa çıktığımda dışarıdaki kalabalık dağılmıştı. İçimden "Tiyatrocu orospu çocukları!" dedim kızgınlıkla. Bütün herkes olayları görüyor, kimse müdahale etmiyordu. Çünkü o küçük zavallı kafalarıyla "Karı koca arasına girilmez."diye bahaneler uyduruyorlardı. Gerçek nedeniyse kimse başını belaya sokmak istemiyordu. Uydurdukları bu saçma atasözleriyle de vicdanlarını rahatlatıyorlardı.
Duvarın dibine çöktüm. Çökerken yine kaburgam ağrımıştı. Sanırım bir kemiğim zarar görmüştü. Canımı yakıyordu, umursamadım. Aile fotoğrafımıza baktım. "Keşke yaşasaydın baba" dedim. Çerçeveye sarıldım. Yine göğsüme bir şeyler batıyordu. Umursamadım, daha sıkı sarıldım. Tam bu sırada başucumda birinin beklediğini gördüm. Bizim çocuklardan biridir diye düşündüm. Az sonra yanıma çöküp duvara yaslandı. Gözlerimi fotoğraftan ayırmıyordum. Yanaklarımdan yaşlar çerçeveye süzülüyordu. "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Bu ses kesinlikle tanıdık değildi ama çok da güzeldi. Sesin sahibini merak edip baktım. Dün taşınan evin kızıydı. O an içimi garip bir his kapladı. Sanki onu tanıyormuşum gibi bir his. Gözlerimi ondan ayıramadığımı fark ettim. Tebessüm ediyordu. Gözleri hafif kısılmıştı. Fotoğrafta tebessüm ederken babamın gözleri de böyle kısılmıştı. Ancak kızın tebessümsü babamın ki gibi zoraki bir tebessüm değildi. İnsana huzur veren bir tebessümü vardı. Gözlerine baktım bir süre. Siyaha yakın koyu kahverengiydi. Çok güzel gözleri vardı. "İyi misin?" diye sordu bu kez. Kızın sorduğu bu ikinci soruyla etrafımdaki tozpembe bulutlar dağıldı. İlk soruyu da henüz cevaplandırmadığımı hatırlayıp utandım. "Evet, iyiyim." Dedim kekeleyerek. Neden kekelediğimi ben de anlamamıştım. Kız ayağa kalktı ve elini bana uzatarak "Hadi gidelim o zaman." Dedi sevinçle. Benim tepki vermediğimi görünce elimden tutup çekiştirmeye başladı. Kimdi bu kız? Beni nereye götürmek istiyordu? Kafamın içinde bu ve bunun gibi bir sürü soru cevap bekliyordu. Ama kızın yüzüne baktığımda içimden bir ses "Nereye?" diye sorma dedi. İçimdeki sesi genelde dinlerdim. Bu kez de onu dinledim. Elinden tutup ayağa kalkarken göğsümdeki yine bir şeylerin battığını hissettim. Bu ağrıyı kızdan gizlemeye çalışmıştım. Aile fotoğrafımızı içeri bırakıp kızın yanına geldim. Kız tekrar elimi tuttu ve yürümeye başladık. Tam bir bilinmezlik içinde yol almaya başladık.
Az önce yaşadıklarımı neredeyse unutmuş şimdi bu kızın beni nereye götürdüğünü tahmin etmeye çalışıyordum. Karşımıza yeni bir problem çıkana kadar hayatımızdaki problemlerin içinden asla sıyrılamıyorduk. Bu küçük kız çocuğu sanki az önce beni duvarın dibinden değil bütün dertlerimin içinden çekip ayağa kaldırmıştı. O önde ben biraz daha geride hayatımın değişeceğinden habersiz ilerliyordum.
İnstagram: bzkrtmslm1
Yakın zamanda instagramdan çok güzel çekilişler olacak. Takip etmeyi unutmayın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro