AJAN
"Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Eğer geçmişinizde size yaralar açmış biri karşınıza çıkıyorsa Allah mazlumun ahını yine yerde bırakmıyordur."
Kalbim atışlarını hızlandırırken kapı da gıcırtıyla açılmaya devam etti. Elim ayağım titriyordu. Göreceklerimi öyle çok merak ediyordum ki kapı tamamen açıldı ve odaya girdim. Tedirgin adımlarla ilerledim. Gözüme ilk çarpan şey bir ayna oldu. Duvara dayalı bir ayna vardı. Aynanın önünde birkaç çerçeve vardı. Çerçevelere baktım ustamla bir kadın iki tane de çocuk vardı. Sanırım fotoğraftakiler ustamın ailesiydi.
Diğer çerçeveye bakınca ustamla bir kadın vardı. Kadın önceki çerçevedekiyle aynı kadındı ama bu sefer ustamın üstünde damatlık kadında ise gelinlik vardı. Şimdi kesin olarak anlamıştım ki ustamın aile fotoğraflarına bakıyordum. Ustam neden bir ailesi olduğundan hiç bahsetmemişti acaba. Her neyse ustam bahsetmediyse bir sebebi vardır diye düşündüm. Şimdi burada bulunma sebebim farklıydı. Ustamla bombalar arasındaki bağlantıyı somutlaştıracak bir kanıt bulmalıydım ya da tamamen kuruntu yaptığımı kabullenmeliydim. Çekmecelere baktım. Ancak eskimiş eşyalardan başka bir şey bulamadım. Ben geçmişimi kalbime gömmüştüm. Sanırım ustam bu odaya gömmeyi tercih etmişti.
Pencere kenarında bir yatak vardı ona yöneldim. Hızlı davranmaya çalışıyordum. Ustama yakalanırsam bu durumu açıklayamazdım ve bu aramızda sevgi bağını çok derinden sarsabilirdi. Ustamdan şüphe duyuyordum ama bir tarafım onu hala çok seviyordu. Bana yaptığı iyiliklerin bedelini ödeyemezdim ama içimdeki şüpheleri dağıtmak ya da neticelendirmek zorundaydım. Yatak sararmıştı. Sanırım uzun zamandır hiç dokunulmamıştı. Üstü de tozlanmıştı. Yatağın altına da baktım orada da hiçbir şey yoktu. Son olarak duvarda duran kitaplıklara yöneldim.
İki büyük kitaplığın arasına iki küçük kitaplık yerleştirilmişti. Tuhaf duruyordu aynı bir kapı gibiydi. Etraflarını inceledim, kitapların arasına baktım adeta didik didik ettim ama yine hiçbir şey bulamadım. Galiba bu kez hislerim beni yanıltmıştı. Ustamla yaşanan patlamalar arasında bir bağlantı yoktu. Ustama çok büyük bir özür borçluydum.
Kapıya yöneldim bir an önce odadan çıkmalıydım. Çünkü ustamın ne zaman geleceği hiç belli olmazdı. Tam dışarı adımımı atmıştım ki fener görmüş tavşan gibi kalakaldım. Beynim takılı kalan kasetler gibi hep aynı kelimeyi tekrar etmeye başladı; "Kapı gibi". Tekrar kitaplığa yöneldim. Ortada duran iki küçük kitaplığı bir kez daha inceledim. Bu kez etraflarındaki çizgileri fark ettim. Bu defa "Buldum." dedim içimden. Ama bu kapıyı nasıl açacaktım? Kapılarda genelde bir kapı kolu olurdu ama bu tuhaf kapıda öyle bir şey de yoktu. Kapılar çoğunlukla ya itilerek ya da çekilerek açılırdı.
Son zamanlarda yapılan bazı kapılar ise yana kaydırılarak açılıyordu ama bu kapıda öyle bir ihtimal olamazdı çünkü iki yanında da büyük birer kitaplık vardı. O zaman geriye iki ihtimal kalmıştı. Çekme ihtimali bana pek mantıklı gelmemişti o yüzden bir elimi bir kitaplığa bir elimi de diğer kitaplığa dayadım ve bütün gücümle ittirdim. Kitaplıklar geriye doğru hareket etmeye başladı ve otobüslerin kapıları gibi açıldı. İçimden bir his aradığım şeyi burada bulacağımı söylüyordu.
İçerisi karanlık duruyordu. Elektrik düğmesini aradım. Elimle duvarı yoklayarak buldum ve bastım. Işık açılınca gördüklerime inanamadım. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum. Boş olduğu anlaşılan sanayi tüpleri, tarımda kullanılan kimyasal maddeler ve bir masanın üstünde hazırlanmış bir sürü bombalı düzenek vardı. Ne gördüysem hepsinin fotoğrafını çektim. Fotoğraf çekmeye devam ederken köşede duran kamerayı gördüm. Ne yapacağımı şaşırdım. Hemen koşmaya başladım ama ayağım bir tüpe takıldı ve düştüm. Bir anlık şoktan sonra gözlerimi açtım ve küfürler savurdum.
Tam o anda duvara dayalı dolabın altında ucu kesik kabloları gördüm. Gözlerimle kabloları takip ettim. Kameranın kablolarıydı. Sinirden gülmeye başladım. Kamera sadece göstermelikmiş. Korkudan ödüm kopmuştu. Ayağa kalkıp üstümü temizledim ve fotoğraf çekmeye devam ettim. Dolabı açtım içi Rus yapımı, Türk ordusunda da kullanılan ama hafızamıza terörist silahı diye kazınmış silahlarla doluydu. Onlarında fotoğrafını çektim. Her şeyi fotoğrafladığımdan emin olunca dışarı çıktım. Odada her şeyi eski haline getirdim, kapıları da kapatıp dışarı çıktım ve kapıya asma kilidi taktım. Şimdi doğruca karakola gitmeliydim.
Evden çıktım. Bakkalı kontrol ettim. Ustam daha gelmemişti. Koşarak karakola gittim. Karakola girdim. Karşıma çıkan ilk polise "Ağabey burada en yetkili kişi kimse beni ona götür. "Hadi çabuk ağabey çabuk." Dedim. Nefes nefese kalmıştım. Dilim damağıma yapışmıştı. Polis dediklerim karşısında sakinliğini koruyarak "Ne yapacaksın en yetkili kişiyi bakalım?" dedi yüzüne yerleştirdiği o küçük tebessüm ne kadar da alaycı duruyordu. Bir o kadar da rahatsız ediciydi. Cebimden telefonumu çıkarttım ve ustamın gizli odasında çektiğim resimleri gösterdim ve "Bu fotoğrafları az önce çektim. Eğer biraz daha beni oyalarsan herhangi bir yerde bir patlama meydana gelebilir ve bu içinde bulunduğumuz karakolun yakınlarında da gerçekleşebilir." Dedim. Polis hem fotoğraflar hem de söylediklerimden dolayı biraz afallamıştı. Kendine gelince beni kolumdan kavrayıp "Çabuk üst kata gidiyoruz." Dedi.
Koşarak merdivenleri çıktık. Baş komiser yazılı odanın kapısını çalıp içeri girdi. Polis olayı kısa bir özet geçtikten sonra telefonumu baş komisere uzattı. Baş komiser fotoğrafları dikkatle inceledikten sonra ban dönüp "Evladım bu fotoğrafları nerede çektin?" diye sordu. "Bizim evde." Dedim ama kurduğum cümlenin kulağa ne kadar saçma geldiğini sonradan anladım ve ustamla aramızda yaşanmış ne varsa anlattım. Sarışın dev adamı da anlattım. Onun bir polis olduğunu da ekledim. Bunun üzerinde baş komiser beni yanına çağırdı. Polis amblemi olan bir programı açtı ve bana "Şimdi sana yakın karakollardaki polislerin fotoğraflarını göstereceğim. Eğer bana bahsettiğin o sarışın dev adamı görürsen "Dur." de tamam mı?" dedi yüzündeki ciddi ifade tedirgin ediciydi.
Kafamı yukarı aşağı sallayarak onayladım. Konuşursam sesimin titreyeceğini biliyordum. Yarım saate yakın, bir sürü fotoğrafa baktıktan sonra, sonunda dev adamı bulduk. Baş komiser ismini bir kâğıda not aldı. Kimlik bilgilerine baktım. Dev adam da baş komisermiş. Baş komiser masasının önünde bulunan sandalyeyi işaret ederek "Geç otur evladım." Dedi. Ben oturduktan sonra da tekrar söze başladı. "Bak evlat. Bu iki adam büyük ihtimalle ajandır.
Güneydoğuda pkk ile işbirliği içerisinde olan bir sürü ajanın olduğunu biliyoruz. En çok da Alman ajanlar var. Bu iki adamın dış görünüşüne bakılırsa Alman olma ihtimalleri yüksek ama sadece dış görünüşe göre değerlendirme yapmak yanlış olur. Çektiğin fotoğrafların birer kopyasını bize vermen gerekiyor sonra da telefonundan sil. Ben o fotoğrafları ve ikisinin de isimlerini istihbarata bildireceğim. Çünkü bu iş bizi de terör şubeyi de aşar. İstihbarat konusunda sana kesin bir şey söyleyemem ama en kısa zamanda senle irtibata geçeceklerdir.
Bu süreçte emniyetin içine sızmış diğer ajanlar ustana haber verebilirler. Bu yüzden telefon numaranı alacağım. Eğer ustanın kaçma girişiminde olduğunu anlarsan bana hemen haber ver tamam mı? Ancak sen yine de hiçbir şeyden emin olma. Belki de ustan ülkemiz adına çalışan ajanlardan biridir. Elimizde hiçbir somut kanıt yok." yine kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Baş komiser onay aldıktan sonra devam etti "Bir de çok dikkatli ol evlat. Bu adamlar tehlikeli ve profesyonel adamlar en ufak bir şey de şüphelenebilirler ve elimizden kaçırabiliriz ve bu zamana elimizden kaçırdıklarımızın hiçbirini bulamadık." Dedi. "Tamam komiserim." Dedim nasıl bu kadar rahat konuşabildiğime hayret ederek. "Şimdi git ve sanki bugün de diğer günlerden biriymiş gibi hayatına devam et." Dedi bu bir emirdi öyle anlamıştım. "Tamam, komiserim." diyerek çıktım. Polis de peşimden geldi.
Telefon numaramı ve fotoğrafların birer kopyasını aldı. Bana kendimi korumam için küçük bir silah verdi. Çok zorunlu durumlar dışında kullanmamamı tembihledikten sonra nasıl kullanacağımı gösterdi. Silahı alıp belime taktıktan sonra çıkıp koşa koşa işe gittim. Patronum "Neredesin oğlum sen?" dedi sinirle. "Yemekten sonra biraz uzanayım dedim. Uyumuş kalmışım. Bir daha olmaz." Dedim. Ayaküstü nasıl uydurmuştum bu yalanı ben de anlamamıştım. Patron " Tamam hadi işinin başına geç." Dedi. Daha önce hiç böyle bir olay yaşanmadığından çok uzatmadı. Son zamanlarda çok yalan söylediğimi fark ettim. Yalan zincir gibi bir şeydi sanırım. İlk halkasını söyledikten sonra diğerleri o ilk halkaya bağlı olarak kendiliğinden geliyordu. Bu kötü bir şeydi ama ihtiyacım vardı. Bu durumu kimseye anlatamazdım.
O gün akşama kadar işime pek yoğunlaşamadım. Akşam olmasın istiyordum. Çünkü akşam olup eve gidince ustama bir şeyler belli etmekten korkuyordum. Ben öyle duygu halini ya da düşündüklerini saklamayı becerebilen biri değildim. Evet, son zamanlarda birkaç defa bunu başarmıştım ama her zaman yapabileceğim konusunda şüpheliydim. Bu yüzden eve gitmeye çekiniyordum ama mecburdum.
İşten sonra eve gidince yemek yiyip ustamın yanına gittim. Çünkü gitmezsem ustam kendisi gelir ve ne olduğunu sorardı. Yarım saate yakın ustamın yanında oturduktan sonra "Usta pek müşteri gelmiyor. Yarım kalan bir kitabım vardı gidip ona devam edebilir miyim?" diye sordum. Bir şey belli etmemek için yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümseme çok aptalca görünmeme sebep oluyordu eminim. "Tamam evlat. Sen git kalanını ben hallederim." Dedi.
Bakkaldan çıktıktan sonra koşarak içeri girdim ve odama girdim. Yatağıma uzandım. Nefes nefese kalmıştım. Eğer biraz daha ustamın yanında kalsaydım kesin bir şeyler belli edecektim. Biraz rahatlamak için kulaklığımı takıp telefonumdan biraz müzik dinledim. Ustamın kapıyı açma sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp hemen kulaklığımı çıkardım ve uyuyormuş gibi yaptım. Az sonra ustam odamın kapısını açtı ve içeri girdi. Yaklaştı ve yatağımın kenarına oturarak saçlarımı okşadı ve bir öpücük kondurdu. Bu olayı daha önce de yaşamıştım hatta sırf bu olayı yaşamak için bile uyuma numarası yaptığım geceler vardı ama şimdi eskiden bana sevgi ve şefkat dolu gelen bu öpücük öyle iğrenç gelmişti ki. Elimden gelse ustamın öptüğü yeri koparıp atardım vücudumdan.
Baş komiser net bir şey söylememişti ama büyük ihtimalle bu adam babamın ölümünde büyük bir pay sahibiydi. Sadece babam da değildi üstelik. Kim bilir benim gibi kaç çocuğun günahına girmişlerdi kim bilir kaç eşi, kaç anneyi gözü yaşlı bırakmışlardı. Ama artık sona yaklaşmıştı. İşin tuhaf yanı bu kadar kötülük yapmış bu kadar insanın günahına girmiş bu iğrenç adam bir iyilik yapmış ve benim gibi bir şehit çocuğunu evlat edinmişti. Kadere bakın ki sonunu bu iyilik hazırlamıştı.
Onca kötülük ona hiçbir şey yapmamış ama yaptığı bir iyilik onun sonunu hazırlamıştı. O zaman anladım. Hayatta tesadüf diye bir şey yoktu. Kaderi yöneten bir yaratıcı vardı ve bu yaratıcı gözü yaşlı annelerin ahını yerde bırakmamak için beni babamın katilinin karşısına çıkarmıştı.
Komiser her ne kadar başka ihtimallerin olduğunu da söylese ben inanmamıştım. Karakoldayken aklıma gelmemişti ancak ustam on sekiz yaşına kadar Almanya'da yaşadığını söylemişti. Ben daha önce bir ülkenin ajanlarını başka bir ülkede yetiştirdiğini hiç duymamıştım. Aklımdaki şüpheyi bir türlü uzaklaştıramıyordum. Düşüncelerle boğuşurken uyuyup kalmıştım.
Sabah uyandığımda başım çatlıyordu. Kafamın içinde meydan muharebesi yapılmış gibiydi. Son zamanlarda kendimi çok yıpratıyordum. Kahvaltımı yapıp ustama göründükten sonra işe gittim. Ustam odaya girdiğimi anlamamıştı sanırım. Anlasaydı şu an yaşamam pek mümkün olmazdı zaten. Bütün gün iş yerinde ölü gibi gezindikten sonra akşam eve geldim. Yemek yiyip ustamın yanına inince telefonla konuştuğunu duydum ve kapının önünde bekledim. Almanca konuşuyordu ve sesi baya telaşlıydı. Telefonu kapatınca içeri girdim.
Ustam çok telaşlı görünüyordu. Ancak bir şey anlamamış gibi yaptım. Raflarda azalmış veya bitmiş malzemeleri yerine yerleştirmeye başladım. Ustam günümün nasıl geçtiğini sordu. Bu rutin bir soruydu. Sıradan bir gün olduğunda bahsettim. Ustamın benle eskisi gibi sohbete devam etmesi, hiçbir şeyin değişmemesi beni rahatlatıyordu. Demek ki benden şüphelenmiyor diyordum kendi kendime. O akşamda diğer akşamlar gibi bakkalı kapatana kadar ustama yardım ettim. Bakkalı kapattıktan sonra da odama gidip uyudum.
Sabah işe giderken kaldırımın kenarında dilenen adama cebimdeki bozuk paralardan verdim. Bu adam uzun zamandır buradaydı. Sokakta kalıyor olmalıydı. Sokakta yatmak zorunda kalmış biri olduğumdan ona çok acıyordum. Her gördüğümde mutlaka para vermeye çalışıyordum. Dilenci adamın önündeki kâğıdın üstüne bozuklukları atıp, yoluma devam ediyordum ki, bir ses duydum. Biri "Çınar." Dedi. Durdum ses çok az gelmişti. Bu yüzden gerçekten duyup duymadığımdan emin olamadım. Bir kez daha duyduğumda arkamı döndüm.
Dilenci adam işaret parmağını dudaklarına dik bir biçimde yapıştırmış, "Sus" işareti yapıyordu. "Genç adam bana yardım eder misin?" diye sordu. Hemen yanına gidip ayağa kalkmasına yardım ettim. Adımı bilmesi beni korkutmuştu ama korkum uzun sürmedi. Paltosunu açtığında Milli İstihbarat Teşkilatı kimliğini gösterdi. "Şimdi yavaş adımlarla yürüyelim. Sana sorular soracağım. Benim gibi kısık bir sesle, kimseye duyurmadan cevapla." Dedi. Hemen sesimi onun dediği tonda ayarlayarak "Tamam." Dedim. Adamla yürümeye başladık. "Ne zamandır o adamla birlikte yaşıyorsun?" diye sordu. "Üç yıldır." "Neden şimdi şüphelendin?"
"Çünkü onu çok seviyordum. Hiç böyle bir şey aklıma gelmemişti." "Sevgi insanı kör eder. Herkesin kolaylıkla gördüğünü senin gözüne soksa yine göremezsin. Peki ne oldu? İlk ne zaman şüphe ettin?" "Bir kelime duydum. Beytüşşebap." "Nedir bu kelimenin özelliği?" "Babamın şehit olduğu yer." "Demek sen şehit oğlusun. İşte şimdi sana güvenmeye başladım. Bir şehidin oğlu hiçbir zaman ülkesine ihanet etmez." Dedi. Adam buna sevinmiş gibiydi. Anlaşılan konuşmaya daha devam edecekti. Ancak her ne kadar işi gereği de olsa benden şüphe etmesine bozulmuştum. Üstelik ben bu adama hemen nasıl güvenmiştim? Belki de bu adam istihbarata sızmış yabancı ajanlardan biriydi. Şüphe ne berbat bir şeydi. Bir kez bu çukura düşerseniz bir daha kurtulamıyordunuz. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Tek bildiğim bu adama güvenmem için bir kanıt gerekliydi.
İnstagram: bzkrtmslm1
Bölümü saat kaçta okudunuz?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro