8.BÖLÜM
Acılarımı tek tek avuçlayarak yüreğime dizdim. Çok ağır, taşıyamıyorum...
MİRAÇ ULUHAN'dan
Yaşadığım olaylar öyle berbat bir hâl almıştı ki, kendimi o yolda kaybettiğimin farkında değildim. Herşey üst üste birikmeye başlamıştı. O yüklerin altında ezilecek bir ruhum ise yoktu benim. Ben güçlü adamım. Benim yaralı ruhum yoktu. Benim ruhum anılarımın arasında gizlenmiş, tozlu rafta saklıydı.
Ancak bu birkaç gün içerisinde güçlü olduğumu hissedemediğim anlar oldu. Bunların en başında Zeliş geliyordu. Onun yanında bedenimi güç değil de, hırs sarıyordu tüm duygularımı. Onun yüzüne her baktığımda yaşadıklarım geliyordu gözlerimin önüne.
Kolay değildi. Hem de hiç kolay değildi. Benim yaşadıklarımın yanında onun yaşadıkları hiç bir şeydi. Yaptığı şey ise beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Günlerce benden kaçmaya çalışan Zeliş, cesaret kurgusu yaratarak bedenimin üzerine çökmüştü. Ondan böyle bir atak beklemiyordum. Sırf babası için benimle birlikte olmayı göze almıştı ve ben kendimi tutamadığım gibi ona ortak olmuştum.
Babasıyla ilgili gerçekleri söylediğimde bana inanmayan gözleri beni sinirlendirmişti. Nasıl inanmıyordu böyle bir şeye? Ben şu ana kadar asla yalan söylemedim kimseye. Yalan söylemek korkunun temsiliydi. Sırf bu yüzden ben kimseden korkupta asla yalan söylemezdim. Sinirle onu oda da tek bırakarak çıkmıştım.
Benim odadan çıkmamın ardından ağlama sesi gelmeye başlamıştı. Her zaman olduğu gibi zayıflığını gösterek ağlıyordu. Umursamadan kendimi karşıda bulunan diğer banyoya atarak duş almaya başlamıştım. Banyodan çıktıktan sonra ise tekrar odaya girdiğimde yatakta yoktu. İlk kaşlarım çatılsa da banyodan gelen su sesiyle derin bir nefes almış dolaba doğru yürümüştüm.
Dolaptan çıkardığım pantolon ve tişörtü üzerime geçirerek, tekrar odadan çıktım ve aşağıya indim. Salona geçeceğim sırada Emre salona birden dalarak endişeli gözlerini üzerime dikmişti.
"Abi bir haber aldık. Kenan dayıya pusu kurulacakmış. Onu buradan götürmemiz gerekiyor. "
Dayım benim bu hayatta ki tek kan bağımdı. Ondan başka kimsem yoktu ve ona birilerinin tuzak kurması beni öfke krizine sokmuştu. Hemen hazırlıkları yaparak korumaları dizmiştim bahçeye.
"Bu evin etrafında kuş uçmayacak. Birkaç gün yokum ben. İçerideki kıza birşey olursa hepiniz bitersiniz!"
O bana lazımdı. Babası yıllardır ortalıkta yoktu ve onun ortaya çıkması için Zeliş bana lazımdı. Kendi kızının elimde olduğunu ve hatta benim karım olduğunu duyması için herkese haber vermiştim. Tabii benim evlendiğimi haber alan diğer düşmanlarımda ayaklandı. Sinsi bir yılan gibi etrafımı sarmaya başlamışlardı. Ama beni hafife almamaları gerektiğini bilmiyorlardı.
Zelişe telefonu uzatırken gözlerini kaçırıp duruyordu. Buna bir anlam veremesemde titreyen elini telefona uzatmasıyla benden korktuğunu çözmüştüm. Benden çok korkuyordu ya da utanıyordu.
Onunla uğraşırdım ancak acil işim olduğu için onu arkamda bırakarak hızla evden ayrıldım. Dayımı da alarak uzun bir yolculuğa çıkmaya başlamıştık. Ben arabayı kullanırken, dayım yan tarafta yanımda oturuyordu. Önümüzde ve arkamızda koruma dolu araba vardı. Benim için korumalar önemsizdi ancak söz konusu dayımdı.
"Gerginsin evlat." Dayımın sesi kulaklarımdan içeri sızarken gözlerimi yoldan ayırmadım.
"Bilmiyorum dayı. Sence de bir tuhaflık yok mu?" Gözlerimi bir an yoldan ayırarak ona döndüm.
Kaşları çatılmış, gözleri kısılmıştı. Bu gözlerinin etrafındaki kırışıkların ortaya çıkmasını sağlamıştı. Bir şeyleri çözmeye çalışıyordu sanki.
"Ne gibi?"
"Fazla sessiz," derken sol dirseğimi açık cama yaslayarak elimi alt dudağımda gezdirmeye başladım.
"Tuzak kurulacak haberini alıyoruz ve etrafta bir araba bile takip etmiyor bizi. Bunda bir iş var dayı."
Hislerime güvenirdim ben. Bir şeyler dönüyordu sanki. Bu düşünce kaşlarımın iyice çatılmasını sağladı. Haberi alır almaz evden ayrılmıştım. Dayım benim için herşeyden öteydi. Ona birşey olmasını istemediğim için işleri aceleye sokmuş evden hızla ayrılmıştım.
'Dayım benim için herşeyden öteydi.'
Beynim birden bana gerçekleri tokat gibi çarptı. Biranda fren yaparak durdum ve arabayı tekrar çalıştırarak geldiğimiz yolu hızla geri dönmeye başladım.
"Kahretsin!" diyerek direksiyona yumruk attım. Sinirlerim öyle katlanmıştı ki derin nefesler alıp veriyordum.
"Miraç, neler oluyor? Neden geri dönüyorsun?"
"Tuzak sana değil dayı. Zeliş'e kuruldu!" Arabada yüksek ve sert sesim yankı yapmıştı.
Bunu nasıl düşünemedim ben?! Düşmanlarım tuzak kuracaklarsa bu kadar kolay haber alamazdım. Bu oyuna düşmemeliydim! Ama bunu onlara ödeticeğim!
Ben Miraç Uluhan.
Bu oyunda çelme takılıp düşsem de kalkmalıydım. Ben kaybedemezdim. Dayıma olan zaafımı kullansalar da yine ben kazanmalıydım ve kazanacağım da.
"Ne diyorsun Miraç sen?"
Dayıma cevap vermeyerek gaza biraz daha yüklendim. Zaten fazla uzaklaşmamıştık evden. Birazdan orada olurdum. Arkamızda ki korumalarla aramız ise epeyce açılmıştı.
Zeliş'e birşey olmasına izin veremezdim. İçimde yaşadığım tüm acının mislini çıkarmam gerekiyordu. O adamdan ya da kızından. Umurumda değildi. Bana yaptıklarını, aileme yaptıklarını herkes ödüyecekti. Ve bunun için Zeliş yaşaması gerekiyordu.
Eve iyice yaklaşırken telefonumun sesiyle elimi cebime atarak kim olduğuna baktım.
'Gizli numara...'
Ekranda ki yazıyla telefonu sinirle sıkarken daha fazla beklemeden açtım ve karşıdan bir ses gelmesini bekledim. Böyle aramalarda asla ilk konuşan ben olmazdım. Hatta açmazdım bile ancak şu an durum farklıydı.
"Karına veda et Uluhan..." Dişlerimi kırarcasına birbirine geçirirken gözlerim seğirmişti sinirden.
"Kimsin lan sen!?" Sert ve yüksek sesim arabanın içinde dolaşırken arbayı durdurdum. Nihayet eve varmıştım.
"Karın bahçede hiçbir şeyden habersiz duruyorken çok masum. Böyle güzel ve masum birini öldürmek çok zor... Ama biliyor musun?" derken bir kahkaha sesi yankılandı kulağımı zehirleyen telefondan.
"Elim hiç titremiyor Uluhan. Ve birazdan ona doğrultulan silah patlayacak."
Hızla arabadan inerek, bahçeye doğru koşar adım ilerlemeye başladım. O adamın benim geldiğimden habersiz olması bana artı bir puan kazandırırken bunu iyi değerlendirmem gerekiyordu. Ama önce bu şerefsiz adamın nerede olduğunu öğrenmeliydim.
"Eğer ona bir şey yaparsan... Bu dünyada aldığın her nefesi sana zehir ederim!"
Telefondan ses kesilirken, yumruklarımı sıktım. Sinirle göğsüm hızla inip kalkıyordu. Ona birşey olmasına izin veremezdim. O ölmemeliydi. Adımlarımı koşar adım atmaya başlarken, elimde ki telefondan Zeliş'i aradım ve diğer boştaki elimle belimde ki silahı çıkararak sıkı yumruklarımın arasına hapsettim.
Telefonun açılmasıyla konuşmasına müsaade etmeyerek hızla dudaklarımın arasından sert sesimi serbest bıraktım.
"Sakın kıpırdama!" derken arka bahçede havuzun kenarında onu görmüştüm.
"M-Miraç." Yine tiriyordu. Tam kalbinin üzerine işaret alınan lazer ışığı uzakta olmama rağmen görüyordum. Gözlerim hızla nereden geldiğini çözmeye koyuldu.
"Neler olduğu biliyorum. Zeliş sakın kıpırdama!"
Ağaçlıkların arasında sezdiğim hareketle görmüştüm piç herifin nerede olduğunu.
"Geliyorum." dedim. Bu kelimem her ikisine de söylediğim bir kelimeydi.
Koşmaya başlayarak ağaçlık alana girdim. Arkasından yakalayacaktım onu. Ya da öldürecektim! O kimdi ki benim kadınımı öldürmeye cürret ediyordu.
"S-Senden," Zeliş fısıldarken, koşmaya devam ediyordum. Yaklaşmıştım adama. Zeliş'in ise titrek çıkan sesine odaklana mıyordum. Her zamanki hâliydi. Eminim şuan gözlerinde ki yaşları tutmayıp ağlıyordur.
"Senden nefret ediyorum."
Adımlarım biran da kesilirken, telefon kulağımda öylece durmuştum. Adam arkası dönük tetiğe basmak üzeriyken benim de elimde ona doğrultulan silah öylece kalmıştı.
'Senden nefret ediyorum.'
Zeliş ilk defa benden nefret ettiğini dile getirmişti. Nefeslerim daha çok sıklaşırken dudaklarım yukarı doğru kalktığını hissettim. Ona bunca yaptıklarım bu cümleyi duyabilmek içindi zaten. Benden nefret etmesini istiyordum. Tıpkı benim de ondan nefret ettiğim gibi.
Elimde ki silah, önümde arkası bana dönük adamın tam kalbinde patladı. Ancak sonradan farkettiğim şey ise; onun elindeki silah da patlamıştı. Yere devrilen adamla birlikte elimde ki silah ve telefon parmaklarımın arasından kayarak düştü.
Olmamıştı. Başaramadım.
'Senden nefret ediyorum.'
Dizlerimin üzerine düşerken, gözlerim önümde hareketsiz yatan cesetteydi. Yüz üstü yerde boylu boyunca uzanıyordu. Sırtından akıp süzülen kanlar toprağa karışırken, toprak ıslandı. Ben kurudum.
'Senden nefret ediyorum.'
Bir an da gülmeye başladım. Bana son söylediği bu cümle olmuştu. Belki de başarmıştım. Onun nefretini kazanmıştım. Nasıl benim annem onun babasına olan nefretini dile getirerek intihar ettiyse; o adamın kızı da bana olan nefretini dile getirerek ölmüştü!
Gülmelerim kahkahaya dönüşürken başımı karanlık gökyüzüne kaldırarak, birden bağırmaya başladım. İçimde biriktirdiğim onca acıyı dışarı vererek bağırdım. Benim dilsiz çocukluğum içimde patlamış, çığlıklar atıyordu.
"Miraç kendine gel oğlum!"
Dayımın sesi benim bağırtılarıma karışırken, ensemde hissettiğim elin ardından başımı önüme indirerek derin nefesler almaya başladım. Dayım önümde dizleri üzerine çökmüş bir elini enseme yerleştirmişti. Gözlerinde gördüğüm endişeli duygular bana kendimi hatırlattı.
"O iyi oğlum, kendine gel. kurtardın sen onu... Endişelenme."
Duyduğum cümlelerle şaşkınca dayıma bakmaya başladım. Bu... Bu nasıl olurdu? Ben onu kurtarmış mıydım? Bir yanım ona daha çok acı çektireceği için sevinirken, diğer yanım ölmedi diye sinirliydi. Karma karışıktı tüm duygularım. Dayımın son söylediği kelime ise takrar gülmemi sağladı. Hatta kahkaha atıyordum. Bir de o kız için endişelenecek miydim?
"İyi değilsin sen," derken başını iki yana salladı dayım. Tuhaf bakışlarla bana bakıyordu.
"Hiç iyi değilsin... Bir psikoloğa gidip tedavi olman gerek Miraç."
Gülmem birden bıçak gibi kesilirken, dayımın ensemde ki elini iterek ayağa kalktım. Ben zaten iyi değildim. Bunu biliyorum. Bana bilmediğim birşeyi söylemeliydi. Adımlarımı havuzun yanına doğru yöneltirken boş bakışlarla etrafa bakıyordum.
Az öncesine kadar kahkahalar atan ben değilmişim gibiydi. Birden oluyordu bu duygu. Sinirli hâlimde gülmek ben de bir bağımlılık yaratmıştı. Bu yüzden bazı düşmanlarım benden korkarak geri adım atıyorlardı. Bazıları ise bir piskopat olduğumu söylüyorlardı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı.
Ben böyle olmaktan memnundum.
Havuz kenarına geldiğimde etraftaki korumalar saygıyla başlarını eğerken gözlerim yerde baygın yatan Zeliş'e çevrildi. Islak kıyafetleriyle öylece yerde yatarken, omuzunda ki koyu renk leke gözlerimin radarına takıldı.
"Abi, Doğan'ı aradım birazdan gelir."
Emre'ye döndüğümde, onun da üzerinin ıslak olduğunu farkettim. Zeliş vurulduğunda havuza düşmüş olmalıydı. Emre'nin de üzeri ıslak olması; Zeliş'i havuzdan çıkaranın o olduğunu gösteriyordu.
Zeliş'e doğru tekrar adımlarımı yönelttim ve eğilerek onu kucağıma aldım. Ayağa takrar kalktığımda tüm korumaların üzerimde olan bakışları kaşlarımın çatılmasına yol açtı.
"Sizinle sonra görüşeceğim." Kuru bir sesle kurduğum cümlemin ardından eve doğru yürüdüm.
Eve girdiğimde Zeliş'in hafif kıpırdamasıyla gözlerimi ona çevirdim. Başı göğsüme dayalıydı. Bedeni ise bir ölüyü andırıyordu. Yüzünü buruşturması belki de onun hayatta olduğunu belirten tek hareketti.
Merdivenleri çıkarak odaya girdim. Onu yatağa bırakırken gözlerim yüzünde dolaşıyordu. Canı acıyordu. Bu hâldeyken bile yüzü masum gibiydi. Onu vuran piçin dediği gibi, masum ve güzeldi. Tüm kadınları kıskandıracak kadar güzeldi. Ve gözleri...
Tıpkı annem gibi. Sırf bu yüzden ağlamasına sinir oluyordum.
Derin bir nefesle kokusu içime işlerken ondan uzaklaştım. O bir şeytan gibiydi. Masum gibi baksada o adamın kanını taşıyordu. İşte yine olmuştu. O adam aklıma geldikçe önümde baygın yatan kızı parçalamak istiyordum.
Daha fazla oda da durmayarak gözlerimi ondan ayırdım ve odadan çıktım. Merdivenleri tek tek inerken adımlarım yavaştı. Sıkılmıştım tüm olanlardan. Yaşadığım acıları unutmak istiyordum ama olmuyordu.
Salona indiğimde ilerleyerek koltuğa oturdum ve önümde ki sehpaya diktim gözlerimi. Çocukluğum geldi aklıma. Yaşadığım acılar bir bir geçti gözlerimin önünden. Beynimin en derinliklerinde olan kilitli anılar kapağını aralamıştı. İçinden dışarı süzelen düşünceler etrafımı sararken, küçük nâmı dilsiz bir çocuk belirdi gözlerimin önünde.
Daracık karanlık oda da yaralı sırtına acımadan kemerle darbeler savrulurken, gözlerinde ki yaşlar yanaklarından kayıyordu. Bedeninin acısı bir yana dudakları 'anne' feryadını veremezken minik ellerinde ki tırnaklarını yere saplıyordu. Sanki acısı geçecek gibi.
O çocuk dilsizdi, acı çekiyordu ve özlem duyuyordu. Dili baba demek isterken, anne diye bağırmak istiyordu. Yıllardır çekti bu acıyı. Koca onbeş yılı böyle sürdü o çocuğun.
O karanlık odaya her gece tıkılırken, hiç kimse yardım etmedi. Hiç kimse onun çektiği acıyı bilmedi.
O gece... Orada ki son gecesinde yemin etmişti dilsizliğiyle.
'Ant olsun ki, bana ve aileme bunu yapanlardan tek tek hesabını soracağım!'
O çocuk... O dilsiz çocuk, bendim. Benim beynimin en kuytu köşelerine gizlediğim çocukluğumdu. En berbat anılarımın baş karakteri olan o çocuk; benim masumluğumdu. Ve onu toprağa gömeli çok olmuştu.
"Miraç, Doğan geldi."
Battığım bataklıktan bir an da çekilirken, gözlerimi yanımda oturan dayıma çevirdim.
"Yukarıda."
Başımı sallayarak dayımı onaylarken, derin bir nefes alarak ayağa kaltım ve salonda ki boydan pencereye doğru yaklaştım. Sabah oluyordu. Gökyüzü lacivert rengini açığa çıkarmış etrafı sarmalamıştı.
"Miraç, oğlum iyi değilsin sen. Daha önce de tadavi olman gerektiğini söylemiştim ve tıpkı şu an olduğu gibi dinlemedin beni."
Kaşlarım dayımın söylediği her kelimede daha çok çatılıyordu. Benim durumumun tedavilik bir hâli yoktu. Hasta değilim ben! Daha önce de bana bunları söylemişti. Bir psikoloğa gitmem gerekiyormuş.
Asla gitmem. O salak doktorların ağzımızdan çıkan cümleleri dinlemekten başka bir şey yaptıkları yok. Benim çektiğim acıları anlatsam bile anlamazlardı.
"Sinirlerin bozulmuş-"
"Yeter!" Dayım tekrar konuşmaya başladığında bir an da ona dönerek bağırdım.
"Yeter dayı! İyiyim ben, tedavi falan olmama da gerek yok! Bir daha bu konuyu açma sakın."
Bıkmıştım her defasında bunları söylemesine. Sinirlerim bozukmuş, ruh sağlığım iyi değilmiş, tedavi olmam gerekiyormuş. Bunlar hepsi boş cümlelerdi. Benim bir şeyim yok!
Bu olanlar başımı ağrıtmıştı artık. Başım çatlar gibi sızlamaya başlarken, elimle alnımı ovalamaya başladım. Duramıyordum bu evde. Her soluğum ciğerlerimi tıkıyordu sanki.
Merdivenlerden gelen sesle elimi alnımdan çekerken, Doğan'ın indiğini gördüm. Salona indiğinde soru sorar bakışlarımı görünce konuşmaya başladı.
"Durumu iyi, kurşun omuzunu sıyırmış. Birkaç gün kolunu hareket ettirmesin, sadece... "
Gerisini dinlemeden yanından geçerek yukarı çıkmaya başladım. Hayattaydı işte, iyidi. Gerisi umrumda değildi. Nasıl olduğu, neler yapmaması gerektiği beni ilgilendirmez. Şuan tek istediğim buradan uzaklaşmak. Birkaç gün, ya da birkaç ay. Benim buralardan gitmem kafamı toplamam gerekiyordu. Ancak ona söyleyeceğim bir çift lafım vardı.
Oda ya girdiğimde Emre'nin de burada olduğunu gördüm. Zeliş uyanmıştı. Emre benim odaya girmemle başını eğerek odadan çıkmasıyla kaşlarım çatıldı. Neden Doğan ile beraber inmedi aşağıya? Ne konuşuyorlardı bunlar?
Başımı sallayarak aklıma gelen düşünceleri kovaladım ve Zeliş'e doğru yaklaştım. Bana bakmıyordu. Yatak başlığına sırtını yaslamış gözleri parmaklarındaydı. Hep yaptığı huyuydu bu. Çekindiğinde, korktuğunda ya da utandığında bu hareketi yapıyordu.
Yatağa yaklaşarak oturdum ve dirseğimi dizlerime yaslayarak elleremi birbirine geçirdim. Belki yine benden korkmuştur. Bir an da odaya girmem onu korkutmuştur.
Ben bile artık ne yapacağımı kestiremiyordum ki, o kestirsin.
Ona tek cümle söyleyip gideceğim. Ne zaman dönerim bilmiyorum ama bu en iyisiydi. Kendimi toplamam gerekiyordu. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.
İçime çektiğim derin nefesle birlikte başımı ona çevirdim.
Dişlerimi sıkmaktan çenem sızlarken dudaklarımı aralayarak dilimin ucunda ki cümleyi serbest bıraktım.
"Senden nefret ediyorum." derken yumruklarımı sıktığımı farkettim. Oysa ben kendimi sakin hissediyordum. Ben sakin hissederken bedenim herzaman olduğu gibi sinirli beden gösterisini yapıyordu....
* * *
BÖLÜM SONU...
NOT; Yıldıza basmadan ve yorum yapmadan geçme lütfen :")
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro