5.BÖLÜM
Kan koktu bak ellerim, gel de temizle. Kırma ama derimi, yeterince büzüştü. Damarlarıma indi acın, bak kanıma karıştı. Öldürüyorsun çektire çektire, acıyı hissetmiyor musun?...
Kalp atışlarım kulaklarımda yankınlanmasının ardından ellerimizin arasından kayarak yere düşen silahın çıkardığı sesi zor işitti kulaklarım. Bunların olacağı aklıma bile gelmezken titreyen bacaklarımı hareket ettirerek bir adım geriledim ve üzerimde, beyaz kazağımda bulunan kan lekesine indirdim gözlerimi.
Beyaz rengi kirleten kan lekesine parmaklarımı yerleştirirken, hafif uyguladığım baskıyla hissedemediğim acı, düşüncelerimin gittiği yönünü saptırdı. Bu üzerimde ki kan benim değildi. Düşündüğüm şey olamazdı değilmi? O vurulmuş olamazdı. Bu üzerimde ki sıcak kan, onun olamazdı.
Bakmak istemiyordum. Gözlerimi kaldırıp ona bakmak istemiyordum. Hayır, o vurulmadı. Benim elimde ateş alan silah, ona isabet edemezdi. Peki öyleyse bu kan kimindi?
Ona bakmamakta ne kadar ısrarcı olsam da, içimde ki meraka yenilerek pes ettim ve ağır bir şekilde gözlerimi kaldırıp ona baktım. Ancak, Miraç ona bakmamla birlikte dizlerinin üzerine çökerken, eli karın bölgesindeydi ve yüzünü buruşturmuştu.
Derin nefeslerimin arasından, onun yere çökmesiyle birlikte ben de hızla diz çöktüm ve neden yaptığımı bilemeden, tireyen elimi karnına baskı uyguladığı elinin üzerine örttüm. Karnından taşan sıcak sıvı elime bulaşırken, gözlerimi kaldırıp onun koyu gözlerine baktım.
Acı çektiğini ne kadar gizlese de anlaya biliyordum. Ben yapmıştım. Benim yüzümden bu hâldeydi. Benim yüzümden acı çekiyordu. Nasıl yapabilmiştim ben? Ben nasıl birini vurabilecek reddeye gelebilmiştim?
Dilim ise lâl olmuştu. Konuşmuyor öylece diktiğim gözlerim, ona kitlenip kalmıştı. Elinin üzerinde ki elimi iterek uzaklaştırırken, gözlerim bu kez kanlarla kaplanmış elime kaydı.
"Dokunma."
Fısıldayarak söylediği son sözünden sonra sırt üstü devrilen bedenine bakarken, kapı gürültüyle açılmıştı. Gelenin Emre olduğunu bilsemde gözlerimi önümde devrilmiş adamdan ayırmadım. Titrediğimi hissedebiliyordum ancak, kendimi kontrol altına alamıyordum.
"Miraç!"
Önümde ki beden hareket etmeden uzandığı yerde dururken Emre yardımına gelmişti. Emre'nin ardından birkaç kişinin daha geldiğini göremesem de sadece seslerini işitebiliyordum. Ancak, anlayamadığım kelimeler buhar olup uçuyor gibiydi. Bulanıklaşan gözlerimden ise ağladığımı anlayabilmiştim.
"Sen ne yaptın!?"
"Lan sen ne yaptın!?"
Bağırtılar heryerdeydi. Her köşeden gelen ayrı sesler, ama aynı cümleler beynimde bir daire çizer gibi dönüp duruyordu.
'Sen ne yaptın!?' Ben de bilmiyordum ne yaptığımı. Sahi ne yapmıştım ben? Benim hayatımı zindan eden bu önümde hareketsizce yatan adama ne yapmıştım?
Peki onu vuracak kadar o, ne yapmıştı bana? Evimizi basması, babamı vurması, beni zorla bu eve getirmesi ve zorla evlendirmesi dışında ne yapmıştı? Bir de üzerine bana dokunmaya kalması vardı. Bu durumda olmayı hâk ediyordu ancak, ben bu durumda olmayı hâk ediyormuydum?
Ben kâtil olmayı hâk ediyor muydum? Ben bunları hâk etmiyordum! Bunları hâk edecek hiç birşey yapmamıştım. Şu an ise gözlerim karşımda hareketsiz yatan Miraç'a takılı kalsa da, bedenim dizleri üzerinde öylece oturuyor olsa da; ruhum kân denizine atlamış intihâr etmişti. Ve ruhum kendi elleriyle doldurduğu kân denizinde boğuldu...
* * *
MİRAÇ ULUHAN'dan...
Kulağıma gelen uğultularla kaşlarım çatılırken birbirine yapışmış gibi açılmayan gözkapaklarımı aralamaya çalıştım. Sanki birileri gözkapaklarımı tutuyor da, açmamam için uğraşıyordu. Bu kadar zor olmaması gerekirdi. Ben Miraç Uluhan; ne kadar derin bir uykuya dalsam da, ufacık seste yataktan fırlarken şimdi gözlerimi açamıyordum.
"Kendine geliyor."
Gelen sesi tanıyordum, ancak kim olduğunu düşünemeyecek kadar yorgundu beynim. Karnımın üzerinde ise hafif bir sızı vardı. Bununla birlikte aklıma tüm olaylar bir bir gelirken, film izler gibi gözkapaklarımda beliriyordu tüm görüntüler.
Zeliş... Zeliş kendini vuracaktı ama bir anlık gözlerini kapamasıyla elinden silahı almaya çalışmıştım. Yine de inatçılığını göstererek silahı bırakmamıştı. Daha sonrası ise boğuşmamızın ardından oda da yankılanan ses. Silah sesi ve karnımda hissettiğim sızı.
Beni vurmuştu.
Beni vurmuştu ancak bilerek yapmadığını bilmeme rağmen içimde peydahlanan siniri yatıştıramadım. İntihar etmek istemişti. Gözlerimin önünde canına kıyacaktı! Hiç düşünmeden hayatına son verecekti. Tıpkı onun yaptığı gibi...
Bu düşünceyle birlikte daha da sinirlenirken gözkapaklarımı zor olsada nihayet aralayabildim. Bulanık görüntünün gitmesi için birkaç kere açıp kapattığımda bulanıklık gözlerimi terk etmişti. Net gören gözlerim, karşımda ki görüntüyü gördüğünde kaşlarım çatıldı.
"Nasılsın?"
Emre ve bizim işler içinde, vurulan ya da yaralanan kişilere bakan özel tuttuğum Doktor Doğan. Karşımda ki ikilinin üzerime diktiği gözlerine bakarken sinirle soludum. Nasıl olabilirdim ki? Bu ilk vurulmam değildi zaten. Daha önce yine vurulmuştum ve gözlerimi açtığımda bu klinikte olduğumu görmüştüm. Bu benim için normaldi ancak beni vuran kişinin Zeliş olması normal değildi.
"İlk defa," derken kısık çıkan sesimle boğazımı temizledim ve konuşmama devam ettim.
"Vurulmadım."
"Yarân çok derin değildi zaten. Kurşun sıyırmıştı." Doğan üzerindeki beyaz önlüğünün cebinden çıkardığı ışık kaynağı kalem ile bana doğru yaklaştı.
Ne yapacağını anladığımda kaşlarım daha çok çatıldı. Gözlerimde gördüğü her ne ise onun adımlarını durdururken 'Tamam' der gibi ellerini kaldırdı ve bir adım geriledi. Bu hareketi benden korktuğunu gösteriyordu. Bunu seviyordum. İnsanların senden korkması güzel birşey. Çünkü kimse sana zarar veremez ve dokunamazdı. Bu yüzden insanların benden korkması için ne gerekiyorsa yapıyordum.
"Ne zamandan beridir uyuyorum?" Yattığım yerden doğrulmaya çalışırken karnıma saplanan bıçak gibi acı hissiyle dişlerimi sıktım.
"Dur be Abi..." Emre yanıma yaklaşırken umursamadan doğrulmaya devam ettim ve oturur pozisyonuna gelerek arkamdaki yastığa yaslandım.
Emre arkamdaki yastığı düzeltirken gözlerim yüzünde dolaştı. Gözlerinin altında beliren mor halkalar uykusuz bir gece geçirdiğini gösteriyordu. Onu uzun zamandır tanıyorum. Ben uyanana kadar başımda beklediğine kılıbımı basardım.
"Dün geceye doğru Emre seni buraya getirdi." diyerek konuşan Doktor Doğan'a baktığımda konuşmasını devam ettirdi.
"Kurşun sıyırmış olsa da, çok kan kaybetmiştin. Emre'nin kanı uyduğu için bir miktar sana nakil ettik ve şimdiye kadar anca kendine gelebildin. Bu sırada ise Emre yanından ayrılmadı tabii."
Tamda tahmin ettiğim gibi. Emre'nin bana kan vermesi yine ilk değildi ancak, her defasında bana kanını vermesine anlam veremesem de, bana abi demesi içten olduğunu biliyordum. Ailesi olmasa da beni öz abisi gibi görüyordu.
Ne kadar ona kötü davranış göstersem de bana olan bağını koparamıyordum. Tıpkı Zeliş'e yaptığım gibi. Ona da kötü davrandığımı biliyordum ama böyle olması gerekiyordu. Biz normal karı koca değildik ve asla olamazdık.
Onun aklıma gelmesi beynimde tekrar vurulduğum ânı canlandırmıştı. Ona sinirliydim ve bu yaptığının bedelini elbet çekecekti. Bunu yapmaya nasıl cesaret ettiyse bir bir ona ödeteceğim.
Peki ona ne oldu? Ben vurulduktan sonra ona ne oldu? Yine kendini öldürmeye kalkışmazdı umarım. Ama o aptal beyinli kız bunu yapmaktan gocunmazdı. Çünkü aptal olduğu kadar inatçıydı.
Gözlerimi Emre'ye çevirdiğimde ne kadar yorgun olduğunu görsem de dilimin ucuna gelen soruyu dışa vurdum.
"Zeliş nerede?" derken ifadesiz sesimde merak duygularımı içerde saklayabiliyordum.
"En son senin vurulduğun zaman gördüm. Seni arabaya taşıdığımızda Ragip de bizimle beraber gelecekti ama izin vermedim. Zeliş'i ona emanet ettim abi."
Emre'nin söyledikleri bir bir kulağımdan içeri sızarken 'Ragip ' isminden sonra yanan devrelerimi ben bile kurtaramamıştım. Karnımda dikiş olmasını umursamadan hızla ayaklarımı yataktan sarkıttım ve ayağa kalkmaya başladım. Emre böyle bir hatayı nasıl yapabilirdi?!
"Abi dur dikişlerin açılacak."
Ayağa kalktığımda her zaman takım elbiseli resmi duran ben; şuan üzerimde siyah renk pijama ve kazak ikilisini umursamadım. Yatağın ayak ucunda duran ayakkabıları giymek için eğilecekken Emre izin vermeyeren benden önce eğildi ve ayakkabılarımı giymeme yardımcı oldu. Her ne kadar Emre'nin değeri varsa yanımda, Zeliş'e bir zarar gelirse ondan bunun acısını çıkarırdım.
Ragip piskopatın tekiydi. Benim yanımda yıllardır çalışıyordu ve bana en az Emre kadar bağlı adamımdı. Bazı piskopatça olan işlerimi o yapıyordu ve benden bile deli bir adamdı. Ragip on dokuz yaşındayken tesadüfen hayatını kurtardığımdan geliyordu bana olan bağlılığı. Şu an ise beni vuranın Zeliş olduğunu öğrendiği andan itibaren Zeliş'e zarar vereceğini tahmin edebiliyorum.
Giydiğim ayakkabımın ardından hızla kapıya doğru yürüdüm ve odadan çıktım. Onun akli dengesi iyi değildi. Bunu şuana kadar önemsemiyordum çünkü böyle adamlar bana lazımdı. Ama eğer Zeliş'e zarar verdiyse mislisini ona ödeteceğim. O benimdi ve benden başka kimse ona zarar veremez, dokunamazdı!
Aynı hızla klinik çıkışına yürürken adımlarımı ne kadar hızlı atsam da daha fazlasına karnımda ki sızı izin vermiyordu. Benim ardımdan yürüyen Emre, dışarı çıktığımız an kapı önünde duran arabanın şöför koltuğuna doğru yöneldi. Bu durumda araba kullanamazdım zaten. Bu yüzden bunu umursamadım ve yanında ki koltuğa kapıyı açarak oturdum. Otururken yaram sızlasa da herzaman ki gibi ifadesizliğimi korudum.
Kapattığım kapıyla beraber, "Telefonum nerde?" dedim sert bir sesle Emre'ye.
"Abi bir dur. Sakin ol, zaten yaralısın-" diyerek söze başlarken lafını daha sert bir dille kestim.
"Telefonum. Nerede?"
"Benim telefonu al abi."
Cebinden çıkardığı telefonu bana uzattıktan sonra arabayı çalıştırdı. Elimdeki telefondan kişilere girerek, 'Ragip' yazan yere tıklayarak aradım ve telefonu kulağıma dayadım. Ama ne kadar çaldırsam da açmıyordu. İçimde biriken sinirle bir kez daha ararken birkaç çalıştan hemen sonra sesi geldi.
"Nerdesin lan sen!?" Dedim açar açmaz konuşmasına müsade etmeden. Sinirli ve sert sesimle birlikte duraksamıştı.
"Miraç abi?" derken sesi şaşkın gibiydi.
"Nerdesin dedim Ragip!" Sinirli ve sabırsızca vereceği cevabı bekliyordum ama sorduğum soru yanlış soruydu. Asıl soru; 'Zeliş'e zarar verdin mi?' Olması gerekiyordu.
"Depodayım." Verdiği cevapla sinirle soludum. Elimde ki telefonu ve dişlerimi sıkarken, "Eğer ona zarar verdiysen..." derken devamını getiremedim ve başımı iki yana sallayarak telefonu kapattım.
Ona zarar verdiğini biliyordum. Cevabını bildiğim soruyu neden soruyordum ki? Bu onun doğasına yerleşmiş bir iç güdüydü. Birilerine zarar vermek ona normal geliyordu. Ancak bu kez zarar verdiği kişi benim karımdı. Her ne kadar şuanlık kağıt üzerinde olsakta o benim.
Benim karım.
"Depoya sür." Emre'ye bakmadan söylenirken ağrımaya başlayan başımı tuttum.
Bu olanların hepsi Zeliş'in suçuydu. Rahat durmadı ve beni kandırmaya çalıştı. Kabul ettiğini söylerken bile aklında planlar üretiyordu. Ancak bu kez böyle birşeye bir daha asla müsaade etmeyeceğim. Bundan sonra olacakların sorumlusu kendisiydi. Tabii Ragip'in elinden sağ çıkabilirse.
Depoya geldiğimizde duran arabanın ardından indim ve hızla depoya doğru yürüdüm. Kapıya diktiğim adamlara aldırmadan büyük depoya girdikten sonra ilerleyerek karanlık koridora saptım ve demir kapılarla kaplı odaların, açık duran kapısı ve ışığı yanan odaya doğru yöneldim.
Ardımdan gelen adım sesleri Emre'ye aitti. Biran olsun ayrılmıyordu zaten peşimden. Bu yüzden sağ kolum diye biliniyordu. Her şeyimi bilen bir Emre vardı. Ragip ise sadece piskopatlığı dolayından yanıma almıştım ancak bana olan bağlılığı Emre gibi değildi, takıntılıydı.
Açık kapıdan içeri girdiğimde ise karşımda gördüğüm görüntüyle şaşkınlıktan olduğum yerde dururken gözlerim irileşmişti.
Ama bu nasıl olur? Onun burada ne işi vardı?
* * *
Bölüm sonu...
Bol yorum yapmayı unutmayın :")
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro