44.BÖLÜM
8500 kelimelik Yeni bölümde herkese merhabaaaa :") Çok özledim sizleri❣
Çok uzatmadan sizi bölümle başbaşa bırakacağım ama öncelikle ufacık bir ricam var.
*Bu bir sınır değil. İstek sadece. Benim için şu bölümü 3 bin yorum ve 3 bin oy tamamlayın olur mu?
Yaparsınız bence siz. Mir&Zel aşkına :")
Keyifli okumalar dilerim...
Bölüm Müziği; Pinhani- Sevmekten Usanmam (eski şarkı ama olsun)
***
"Anladım ki sevmek, acıtıyormuş meğer..."
Anlatmak isteyip de anlatadığımız onca olay varken, sustuğumuz kelimelerle birlikte dertlerimizin içimize oturması ve bunun bize tüm gün, saatlerce ve hatta günlerce ruh halimizi bozması boş verilir cinsten bir şey değil. Boş vermek kolay mıydı? Acı tüm iliklerimize kadar işlerken, bazı şeyleri görmezden gelemiyorduk.
Yutkunmak isteyip de yutkunamamak. Nefes almak isterken, ciğerlerinin soluğa aç kalması. Bas bas bağıran zihninin susmasını isterken, daha çok haykırması.
Ve kalbimiz... O bize ait değil gibi.
Beni üzen şeyler vardı. Üzülüyorum, hem de çok fazla ancak kimsenin umurunda olacak kadar belli etmiyormuşum belli ki. İçimi yakıp kavuran gerçeklerin kısır döngüsüne takılıp kalmışım da aynı şeyleri yaşayıp duruyordum. Biliyorum, geçmiş unutulmuyor ancak, gelecek geçmişe bağlı olmaması gerek.
"Üşüdün mü?"diye sorduğunu duydum. Bilmem, üşüyor muyum? Cevabım yoktu bu soruya. Ancak bunu hissedecek kadar iyi olmadığımı biliyorum.
"Neden yavaş gidiyorsun?" Karşı gelen bir soru dudaklarımın arasından kopup giderken, gözlerimi sağ tarafımdaki camdan ayırmadım. İzlediğim cama sunulan hoş bir görüntü olsa da zihnim farklı bir kıyıda kulaçlanıyordu.
Bir süredir arabada yol alıyorduk ve Miraç sanki inatla arabayı yavaş kullanıyordu. Bu garip bir davranıştı ona göre. Normalde gitmesi gereken yere hızla ilerlerleyen adam, tuhaf denecek kadar sakinlikten uzak bir yavaşlıkla arabayı kullanıyordu. Hele ki akşam vaktinde, yahut gece saatlerinde caddenin boş olmasından yararlanarak normalinden fazla arttırması gerekirdi hızını. Kaşlarım çatıldığında yayılarak yaslandığım koltukta ona doğru çevirdim başımı.
"Acelemiz yok." Aşinası olduğum koyu gözleri kısa bir an yoldan çevrildi ve bana baktı.
"Sızlıyor mu?" derken neyi kastetdiğini anlamadım. Farketmişcesine çenesinin ucuyla başımı işaret ederek önüne döndü tekrar. "Yaran."
Şu an bir edebiyat yaparak yahut duygusala bağlayarak, 'Daha can yakıcı bir yaram var, kalbimin tam ortasında' demek geliyordu içimden. Ama onu daha da üzmek istemiyordum. Orada beni koruması, yanımda bulunması ve beni bırakmaması uçan kuşlarımın özgürlüğünden vaz geçerek bana dönmesi gibi bir his yaratmıştı.
İmkansız ama gerçek.
Hiç bir yere sığmayan kalbimi ona sunmak istiyorum. Ama yeterli gelir mi onu bilmiyorum. Yine de... Bir iç çekiş ile rahata erecek kadar huzurluysam, bunu denemeden bilemezdim. Hafif bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Sanki iki minik kuş vardı dudak kenarlarımda, çırpınarak uçuyor ve minik ayak uçlarıyla yarattığı bir gülümseme oluşturuyorlardı yüz çehremde.
Yaslandığım yerden doğrularak Miraç'a yaklaştım ve yavru bir kediyi andırmayan tavırlarla ona doğru sokuldum. Şimdi sağ kolu bedenim tarafından yılan misali dolanmıştı zannımca.
"İyiyim."derken başımı omuzuna yasladığımda ciğerlerimde meşhur edinilen kokuyu daha yakından soludum. Derince. Bıkmadan. Usanmadan. Gözlerim usulca kapandığında saçlarımın arasından başımın üzerine konan ağır bir öpücük yüzümde ki gülümseyi büyütmeye yetti.
Dakikalar geçti. Kokusunu soluyarak geçirdigim zaman diliminde uyudu, uyuyacak kıvama geldiğimde garip bir his dolu sesini duydum.
"Zeliş..."dedi kısık bir sesle.
"Efendim..."dedim.
"Beni arkanda bırakıp, gitme bir daha..." Sesi... Betimlemelere yetmeyen sesinin çaresizliği kalbime oturdu sanki.
Açtığım gözlerime yansıyan cene ucuna doğru başımı kaldırarak bu kez ben ona bir öpücük hediye ettim. Tekrar omuzuna başımı yaslarken alnımı kaşındıran yeni çıkmış sakkalları rahatsız etmekten çok, hoş bir izlenim yaratıyordu.
"Ne olursa olsun, ne yaparsam yapayım. Beni dinlemeden sakın gitme benden..." Söyledikleriyle yerinden oynayan kalbim öyle bir hal aldı ki, kaburgalarımın arasından kaçıp gidecek gibiydi.
"Gitmem."dedim sağ elim onun ensesine dogru yol alırken. Bir elimle kolunu sarıp, diğer elimle ensesindeki saçlarıyla oynamak.
Evet, işte şu an zaman durmalı diye düşündüm.
Bu bir tescillenmiş söz müydü bilmiyorum. Oysa kalbim çoktan imzasını atmış, dosyayı kapatmıstı. Açılmamak üzere belki de. Kaderin dikenli ağlarına tutulmayıp bu esir-i aşktan sağ çıkmayı başarabilirsek eğer, dudak kenarlarımda uçusan kuşların inmesine müsaade etmeyeceğim.
Geri kalan zamanın onca yükünü taşımaktan usanmışken, yorulan bedenim acının izlerini sırtlanmıstı. Bitmek bilmeyen tuhaf senaryolar peşisıra her günüme ilişiyordu. Benden önce, hep bir adım ilerde planlanmış gibiydi sanki her şey. Bağlantıyı kuramasam da delirecek kadar yoğun olan zihnim kaldırmıyordu artık.
Başka da bir cümle, yahut kelime kurmamıştı zaten. Tek bir cümle yeterli gelmişti. 'Gitme.' dedi.
Ve ben ondan asla gitmeyeceğim. Ruhumun düğümlendiği ruhdan asla gidemezdim...
Yavaş giden araba sağ yaparak yol kenarında duraksadığında sarmalamış olduğum iri cüsseli bedeninden istemesem de ayrılmak zorunda kaldım. Sıcacıktı bedeni ve içimi garip bir hisle sarhoş ediyor gibiydi. Zihnim uyku diye bağırıyor, kalbim ise uyumak istemeden anın tadını çıkarmamı istiyordu.
Doğrulduğum yerde uyuşuk bir halde etrafı inceledim. Yol tamamen bomboştu. Küçük bir ev bile bulunmayan yerde neden durduğumuzu anlamadan Miraç'a döndüm. O an farkettim, beni izlediğini.
"Neden durduk?"
"Biraz temiz hava alalım," yanındaki kapıyı araladı. "Hadi in." Dedikten hemen sonra beni beklemeden arabadan indi. O an nedense beni oyaladığı hissine kapılmıştım. Arabayı yavaş kullanması ve şu an ortada bir neden yokken durup temiz hava almak istemesi. İçimde oluşan zehirli kelimelerle uyuşuk halimden akan yorgunlukla kapıyı araladım ve ben de arabadan indim.
"Miraç,"diye seslenmemi duymazdan gelen adama doğru ilerlerken, arabanın ön kaputuna yaslanarak elini cebine atması ve sigara paketini çıkartması daha da işgillendirdi beni.
"Nedense içimde bir his, bir şeyler için beni oyaladığını söylüyor."
Onun tam olarak karşısında dikilen bedenimle birlikte kollarımı göğsümde bağlağımda, paketten bir dal çıkarırken duraksadı ve başını kaldırarak usulca yükselttigi tek kaşının altından bana baktı.
"Nedense içimde bir his, bana hesap sormak istediğini söylüyor." Haylaz bir göz kırpımının ardından paketten bir dal sigara çıkardı ve dudaklarının arasına yerleştirdiğinde sergilemiş olduğu rol zihnimi fethetti.
Ne diyordum ben ona? Hesap? Onun gibi bir şeydi galiba. Ah, nefes al Zeliş!
Gözlerimi kaçırarak yutkundum ve kendime gelme amacıyla derin bir nefes aldım. Hah buldum. Beni oyalıyordu? Ama ne için? Kollarımı biraz daha sıkılaştırdım göğsümde. Hava esintiliydi ancak soğuk denecek kadar değildi. Tek tük dizilen beyaz ışıklı lambalar geniş yolu aydınlatıyordu.
"Söyle o içindeki hisse, hesap filan sormuyorum." Homurdanarak yüz çevirdim ve ara sıra gelip geçen arabaları izledim. Çakmak sesi duyduğum sırada onun sigarayı içmeye başladığını anladım ve bu beni daha da huysuzlaştırdı.
"Ne bu tavır o zaman?"dediğini duyduğumda ona baktım tekrardan.
Baş parmağı ve işaret parmağının ucuyla tutmuş olduğu sigaranın dumanı dudaklarının arasından salınıp uçarken, yaslanmış olduğu kaputa ellerini yerleştirdi.
"Sergilediğim bir tavır yok." İnanmadığını belirten bir bakış atmasıyla birlikte sesli bir soluk verdim.
"Tamam... Evet, soruyorum. Neden arabayı yavaş kullanıyordun? Ve neden burada durduk? Ayrıca temiz hava almak derken sigaradan bahsettiğini bilseydim arabadan inmezdim."
Söylediklerime karşı susmayı tercih eden adama kaşlarımı çatarak bakarken, sözlerimi dikkate almadığını tescilleştiren bir yavaşlıkla elindeki sigarayı kaldırdı ve dudakları arasına yerleştirerek derince soludu. Gece kadar karanlık gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmazken, zihnini arşınlayan düşünceleri deli gibi merak ettim. Ve bunu son zamanlarda ne çok istediğimi farkettim. Keşke böyle bir şey mümkün olsaydı da, bir kitap misali düşüncelerini okuyabilseydim.
Ah be adam... Saklama aklındakileri. Dökülecek sözlerin olsun ki, kalbin hafiflesin. Yüreğini susturan zihnin, kim bilir kimlerin yükünü taşıyor...
"Torpidoda su var,"diye mırıldandı gözlerini benden ayırmadan. Sesinden hiç bir duygu alamadım. Boş bakışlarına eşlik eden sesine anlamsız su içme meselesi eklendiğinde çaresizce kalakaldım. Yine de üzerine gitmek istemediğimden pes ederek başımı salladım ve düşük omuzlarla arabaya doğru ilerlemeye başladım.
Attığım iki, üç adım ise onun sesini duymakla anında olduğu yerde adımlarını kesti.
"Doğan, bu gece uyumaman gerektiğini söyledi," yutkunamadım ben bu cümleyi duyduğumda. Bir şeyleri yerine oturtan zihnim yaşananlara bir kılıf uydurdu. Hesap sorduğum cümlelerimin her bir harfi ruhumu kanatarak çizerken, yara aldığım yerlerim sızladı.
"...Ve uzun araba yolculuğu, başın için iyi gelmeyebilirdi. O yüzden yavaş sürüyordum..."
'Ve sigara. Kimsesiz adamın kimliğiydi.'
Anlık bir çelişki yaşadım. Ruhum onun bu düşüncesine karşı koşup sarılmak isterken, bedenim çaresizliğin pençesine yakalanmıştı. Zor bir yutkunuş boğazımı tırmalarken, arabaya doğru ilerlemeye devam ettim. O sırada onun telefonunun zil sesini duymak kısa bir an ona bakmamı sağlamış, sonra tekrar odağıma kitlenmeye çalışmıştım.
Tıpkı sahibi gibi karanlık gece rengini üzerine kefen biçilen arabanın kapısını açarak torpido gözünde saklı kalan su şişesini araklarken, telefona yanıt verdiğini duymuştum. Eğildiğim yerden doğrularak, arabanın kapısını kapatmadan Miraç'a doğru ilerledim.
"Dosyalar çekmecenin ikinci gözünde. Ama kilitli olmalı..."
Kısa bir dikkatli dinleyişten sonra kaşları çatıldığında ufak ufak merak tomurcukları yeşermeye başladı içimde. Yine de onu dinlemiyor izlemini yaratarak elimdeki şişenin kapağını açtım ve sudan birkaç yudum aldım.
"Ne bilim lan ben?! Ragip'i arayın ona sorun, anahtar ondaydı... İyi, dosyalar hazır zaten. Adamlar geldikleri an imzalatın gönderin."
Cevap beklediğini sanmıyordum. Öyle ki cümleleri bittiği an kim olduğunu bilmediğim adamın yüzüne telefonu kapatarak dudaklarının arasından öfkelendiğini belirten kısık bir mırıltı çıkardı. Düşüncem küfür yöneliği taşırken, diğer elindeki sigarayı gelişi güzel asfalt üzerine atmasını izledim. Çene kemiği dişlerini sıkmaktan belirgin bir hal alırken, kara irislerindeki küllerin alevlenmeye başladığını görüyor gibiydim.
"Bir şey mi oldu?"diye sordum kaşlarımı kaldırmış merakla karışık bir tedirginlikle, anlatıp anlatmayacağını bilmeden.
"Sözde, ben olmadığım zamanlar arkamı toplayacak adamlar ortada yok. Daha ne olsun?!"
Elinde ki telefonla birini aradığını gördüm. İki adım daha atarak ona biraz daha yaklaşırken, kimi aradığını görmeye çalışıyordum. Kulağına dayadığı telefonu, "S*keyim böyle işi."diye bir homurtu karışık öfkeyle indirdi ve bu kez Ragip olduğunu net bir şekilde gördüğüm yazıyı kaydırarak tekrar kulağına götürdü. Ve saniyeler sonra o aramadan da yanıt alamayan adam daha da öfkelendi.
"Açmıyorlar. Kim bilir ne b*k yiyorlar ikisi de."
"Ragip ve?..." Yarıda kestiğim cümlemi sert bir şekilde, "Emre," diyerek tamamladı.
"İkisine de bunun bedelini ödeteceğim."
Yaslandığı kaputtan bedenini ayırdı ve birkaç adım uzaklaştı. Telefonunu cebine atarak sesli soluklar verirken mekik dokuyan adımlar atmaya başlaması garip geldi. Önemli bir iş olmalıydı ki, Miraç bu kadar öfkelenmişti.
Sorsam anlatmayacağı, anlatsa anlamayacağım işini yadırgasam da Ragip meselesi aklımı kurcalıyordu. Değişik bir havası vardı. Tuhaf denecek kadar hissiz ve bir o kadar ürküten tavrı suskunluğundan yahut bilinmezliğinden olsa gerek. Yine de dilimin ucuna kadar gelen cümleyi kurmadan önce derin bir nefes aldım ve elimde ki şişeye parmak uçlarımı piskolojik bir baskıyla sıkmaya başladım. Çıkan ses, rahatlatıyordu en azından?
"Ragip'e ne kadar güveniyorsun?"
Mekik dokuyan adımları sorduğum sorunun ardından birden kesildi. Bana arkası dönük beden bir put misali öylece önümde dikildiğinde yanlış bir soru sorduğumu hisseder gibi oldum. O an pişman oldum sorduğuma. Ne olabilirdi ki? O da Emre gibi Miraç'ın yakın koruması o kadar. Neden bir şeyleri deşip olmayacak şeyleri aklıma sokuyordum?!
Miraç birden bana dönerek anını yakalayamadığım bir hızla yanıma yaklaştı. Öyle hızlı önümde belirdi ki, korkunun eşiğine ulaşmamı sağladı.
"Sana bir şey mi yaptı?"
Ellerinin her ikisi omuzlarımı sarmaladığında kalbimin gümbürtülü sesiyle nefes almayı kestim. İrice açılan gözlerim Miraç'ın kararan gözlerine takılı kalırken, cevap vermeyi akıl edemedim. Sinirinden eser yoktu lakin, çehresi öyle bir şekillendi ki anlatmaya kelime yetmezken belki bir 'Katil olmaya ramak kala,' kelimelerini hak ediyordu.
"Cevap versene?!" Bağırmadı. Bu onun, baskılarla dolu harflerinin bir araya gelerek dudaklarının arasından dökülmesiydi. "Sana. Bir şey. Yaptı mı?."
"Ha-hayır..."Neden kekelediğimi bile bilmiyordum ama bir anlık bir titreme yaşadım. Ürpererek zihnimi bu görüntüden kurtarmaya çalışırken, Miraç'ın tek bir sorumla değişen halinin sebebini çözemedim.
"Yalan söylüyor-" Söymek istedigi cümleyi yarıda kesen ben oldum ve öfkeli bir sesle, "Hayır dedim Miraç," diyerek omuzlarımdan ellerini zorlada olsa ittirerek kendimi pençelerinden kurtardım.
Birkaç adım geri giderken şaşkınlığıma, korkuma ve merakıma aldırmadan sık nefeslerimle birlikte omuzlarımı ovaladım. Canımı yakmamıştı ancak parmakları arasına sıkıştırdığı yerler karıncalanıyordu.
"Sana yalan söylemiyorum." Kızarcasına kurduğum cümleyle birlikte kaşlarımı çatarak ona ters bir bakış attım.
"Yalan sevmem."dedi soluyarak. İki elini saçlarına attı. Çekiştirdiği saçlarından ellerini ensesine doğru kaydırırken, sakin olmaya çalışıyordu.
"Sevmezsin."
"Öyle." Dedi inatla. Bana bakmıyordu. Başını eğmiş elleriyle ensesini ovalarken sesli soluklarını duyurmaktan çekinmeyen adamın zihnini yakan acıların kendiyle birlikte etrafındakileri de acıttığının farkına varamadı.
Miraç, kendiyle birlikte yanarak yakıyordu...
"Tamam,"derken sakin izlemini bana sunmaya başladı. Ellerini indirerek başını kaldırdı ve karanlığı dağılmış kızarık gözleriyle bana bakarken, ondan uzaklaşmamı önemsemeden bana doğru adımladı.
"Ragip,"diye mırıldandı önümde durduğunda. Ona bakarak şu an saçma boy hizamızı düşüncelerimden geri püskürtürken, anın ciddiliğine ve önemine odaklandım. "İçini de, dışınıda bilirim. Psikopat dersen yeri. Dengesizliği tutar bazen, hatta benden daha fazla. Kısa kesmek gerekirse..."
Bir adım uzağımda duran bedeni ufak bir kıpraşmayla biraz daha yaklaştı. Başını eğerek yüzlerimizin uzaklığını yok ettiğinde elimdeki varlığını koruyan şişeyi biraz daha sıktım. Bir şeyler anlatırken sergilediği tavır, ciddiyetine yansıyor ve ben kendimi ona yetersiz gibi hissediyordum. O bu kadar kusursuzken, kalbimin arşı delen sesi kulaklarımda patlaması hayra alemet değil. En azından benim için...
"Ona, canımı emanet edecek kadar çok güveniyorum."
Nedensizce içim rahatladı bir anda. Miraç bu kadar çok güveniyorsa ona, Ragip zararsız biri demekti. Oysa bana ilk günler haricinde bir zararı dokunmamış, temasta bile bulunmamıştı. Yine de onu görünce huzursuzlanan yanımın karşısına bundan sonra Miraç'ın güven veren cümlesi dikilecekti. Hafifçe başımı salladım anladığımı belirterek.
"Ama..."dediğinde merakla devam etmesini beklerken kaşlarım yukarı doğru süzüldü. Gözlerim Miraç'a kitlenirken, ne söyleyeceğine dair zihnimde teoriler üretiyordum.
Ancak teorilerim onun kuracağı cümleden teğet bile geçemedi.
"Canımın canını emanet edecek kadar güvenmiyorum..."
Huzursuzluğun giden yolda u dönüşü yaptığı cümleden sonra boğazım kurudu nerdeyse. Miraç, sağ elinin avucunu yanağıma yerleştirerek baş parmağının ucuyla yanağımı okşamaya başladı. Gözleri derin kuyuya bakarcasına üzerime odaklandı. Bakışlarından akan yoğun duygu ise geceye tutsak olan kara bir denizi andırıyordu.
"O yüzden güzelim, zorda kalmadığın müddetçe Ragip ile bir an bile yalnız kalma..."
***
Zorda kalmak.
İki cümle, tonlarca yüklü anlam.
Ruhumu belirsiz bir çöküntüye uğratan cümle o kadar ağırdi ki, zihnim unutmak bilmeden tekrarlayıp duruyordu. Miraç'ın diğer söyledikleri de tabii ki benim için özel bir anlam taşıyordu lakin zorda kalmak ne demek? Yahut o durumda olsam bile güvenemeyeceğim insandan neden yardım almak isteyim ki?
Ragip... Adının geçmesi bile tüylerimi ürpertirken, neydi ondan gelen garip enerji?
Düşünmeden duramıyordum. Unutmak isteyip de boş vermenin zorluğunu yaşarken, içimin huzursuzlanmasıyla rahatsız bir soluk verdim.
Nihayetinde varmamız gereken yere geldiğimizde dalgın ve bir o kadar uyuşuk bir halde indim arabadan. Miraç benden birkaç adım önde ilerlerken, adım adım izini sürmek hoşuma gitmişti. Başımı eğmiş bastığı yerlere ayak basmaya çalışıyordum ancak mesafesi fazla gelen adımlara yetişemediğim yetmediği gibi uykusuzluktan kaldırımın ortasına yığılacaktım neredeyse.
Merdivenleri tırmanmasının ardından eski görünümünü koruyan apartmanın aralık kapısını ittirdiğinde her hareketini dikkatle inceliyordum. Öyle ki, kapıyı ittiriş tarzı en az kendi kadar anormaldi.
Sağ el bileğinin iç yüzeyi ile sertçe ittirmek mi?
Derin bir nefes aldım ve adımlarımı devam ettirirken başımı iki yana salladım. Konuşup garipliğini dile getiremeyecek kadar şu anlık üşengeçtim. Apartmanın ilk katındaki dairenin kapısında duraksadığında otomatikmen bir adım gerisinde ben de duraksadım ve bir an sonra bana doğru dönmesini seyirettim.
"İçeride birileri var." Kaşları şüpheyle çatılırken, koyu gözleri hızlı bir taramayla etrafı inceledi. "Kapı kilidi hâlâ kırık, Emre ilgilenecekti."
"Dilâ?"dedim içeride o olabilir dercesine ona bakarken.
"Bilmiyorum." Eli beline gittiğinde korkuyla atmaya başlayan kalbime karşın az önceki uykum olayın ciddiyetliğine uyandı. Belindeki silahı avuçlayarak parmakları arasına sıkıştırdığında titrek bir soluk verdim dudaklarımın arasından.
"Arkamdan ayrılma,"derken boştaki eliyle bileğimi, sonrada parmaklarını kaydırarak sıcak avucuna korkudan buz kesmiş elimi hapsetti.
Miraç evimizde birilerinin olduğunu söylüyorken, kendinden bu kadar emin olmasına inanamıyordum. Şüheleniyor ve bu şüpheden haklı çıkma sebebi yüzde doksandı. Ve yine ruhumun eşi olan adam her zaman olduğu gibi korkumu görüyor ve hissediyordu. Bu düşüncemin altını karalayan iri eli güven verircesine elimi sıktığında titrememi önlemek amacı dişlerimi sıktım.
Beraber içeri girmeye başladığımızda bir eliyle silahı tutan adamın inatla beni arkasında tutması ve koruması, masum ayaklarına yatan zihnimin çaresiz korkusuyla ruhumu alayladı. Böyle korkusuz bir adamın karısı olmak gurur vericiyken, neden onun gibi olamıyordum ki? Ah! Elindeki silahın her an patlamasından korkarken, en ufak seste çığlık atacak kadar tetikteydim.
Vestiyeri geçerek canım evimin ufak salonuna giriş yaparken, Miraç'ın sırtına doğru biraz daha sokuldum. Tıpkı onun gibi gözlerimle etrafı inceliyordum ancak tek bir farkla. Benim bakışlarımdan akan ürkeklik, Miraç'ın sert ve duygusunu içine gömmüş ruhsuz bakışlarının ardına saklıydı. Salonun ışığı yanıyordu ve masaya değen gözlerim, etrafta bir damla bile kan görmemesi ufak şaşkınlık yaşamamı sağladı. Sabah orada 'küçük' bir kıyametin yaşanmasına kıyasla şimdi tek bir dağınıklık bile olmaması ve kan nağmına tek bir iz olmayışla beynim yanacak dercede acıyla çalkalandı.
"Lan!" Kükrercesine yanı başımda bir anda bağıran Miraç'ın ardından, "Has*ktir! A-abi?" diyen farklı bir sese karışan ufak bir tiz çığlığın sahiplerine bakamadan Miraç'ın ayar bilmez elleri tarafından gözlerim kapandı ve bedenim resmen göğsüne yapıştı.
"Abi biz-"diye tahminimce Emre'nin konuşmasına müsaade etmeyen Miraç öfkeyle bir kez daha bağırdı.
"Lan sus!"dedi tek eliyle beni göğsüne iyice yaslarken. Silahı indirmiş olmalıydı ki, bu kez iki elini bedenime dolamıştı ve biraz daha bastırırsa gözlerimden olacağım barizdi.
"Miraç,"diye seslenirken, ellerimle onun ellerini gözlerimin üzerinden itmeye çalışıyordum. "Bıraksana beni. Ne oluyor?"
"Abi yanlış anladın, kahve döküldü sonra şey oldu-" Bir şeyleri açıklamaya çalışan Emre'nin sesine utangaç duygular serpiştirilirken, kıpırdamayı kesmeden itmeye çalıştığım ellerin sertliğine lanetler edecektim. Gücüne diyecek laf yok maşallah be adam!
"Kes lan! Sonra hazır üstüm çıplakken işi pişirelim mi dediniz?!!"
"Enişte, ayıp oluyor ama..." Dilâ'nın kısık bir cümle kurmasıyla merak duygum kabarırken bir kez daha, "Miraç,"diye seslendim beni bırakmasını diliyerek. Resmen karanlığını yaşatıyordu bana.
"Ayıptan söz edene bak lan! Ben mi ayıp ediyorum?! Az önce benim korumamla, benim evimde öpüşen kimdi?!"
"Ne?"diye çığlık atarcasına bağırırken çırpınarak ayaklarımı yere vurdum. Lanet! Gözlerimin karanlığa esir düşmenin sırası mı?
"Teorik olarak Zeliş'in evi." Dilâ'nın susmak bilmeyen dilini Miraç bu kez kökünden kesecekti sanırım.
"Ulan,"diye tıslayarak benimle birlikte bir adım atarak durdu. Başını eğdiğini hissettiğim kısacık bir zaman diliminde saçlarımın üst kısmına değen ılık nefesi diplerimi karıncalandırdı. Sanırım onu, bir şeyleri yapması gerekenden alı koyan bana bakmıştı.
"Dua et, yanındakinin üzerinde bir şey yok-" dediği an duraksadı ve kısık bir küfür savurdu. "Ne diyorum lan ben..."
"Abi, bir dinleseydin." Emre daha çok aklı başında olanıydı ve sesi mahcup çıkmıştı. Galiba gerçekten bir yanlış anlaşılma vardı ortada.
"Ne dinleyeceğim lan? S*ktirin gidin bir otel tutun! Ya da yok, siz durun. Biz gideceğiz! Zaten ev, ev değil, yol geçen hanı."
Onlardan gelecek tek bir cevabı kaâle almayacak olduğunu belirten bir tavırla birkaç adım geriye doğru ilerlettirdi beni. Onunla birlikte göremediğim adımlar atarken, ayaklarım yere temas etmiyordu sanki. Adım atarken yükselikte süzülüyor gibiydim adeta.
Beni geniş göğsüne hapsederken, neredeyse taşıyor hissini sağlamasını güven veren yol izlemine yordum. Sola doğru dönerek bir yere ilerledik. Buna karşın elini hâla gözlerimin üzerinden çekmemesiyle sinirle soludum ve bir homurtu çıkardım. Ne demek biz gidiyoruz?!
Ellerim gözlerimin üzerindeki elinin üzerine sarmalanmıştı. Diğer boştaki eli karnımın üzerinden dolanırken, bir odaya girdiğimizi hissettim. Ardından bir kapı kapama sesi geldiğinde en nihayetinde ellerini üzerimden çekerek beni serbest bıraktı.
Karanlığa alışan gözlerim aydınlığa kavuşmanın acıdıyla kıvrandığında yüzümü buruşturarak, gözlerimi hafif dokunuşlarla ovaladım ve bir iki adım ilerledim. Benim odamdaydık.
"Hadi, eşyalarını topla. Önemli, önemsiz ne varsa al yanına."
"Miraç saçmalıyorsun." Sesli bir soluk vererek ellerimi gözlerimden indirdim ve ona döndüm. Şimdi biraz daha iyidi bakış açım. "Ufak bir yanlış anlaşılma olmuştur, dinleseydin bir. Sırf bu yüzden evimden mi taşınayım?"
Kaşları çatıldı. "Ne gördüğümü iyi biliyorum ben." Dişlerini sıkarak koyu gözlerini üzerime dikerken yanıma doğru adımladı. "Sana dedim değil mi? Gönder o kızı. Yok eğer o gitmiyorsa biz gidelim dedim. Hiç birini kabul etmedin. Şimdi olanlara bak." Koyu gözleri daha koyu bir hal aldığında söylediği cümlelerin gerçeklik ve ciddiyetine tutulu kaldım. İki büyük adımı dibime kadar gelmesine yetmişti.
"Mahremiyet diye bir şey kalmadı ulan evde!"
Ellerini sinirle saçlarına atarken gözlerini kapattı. Derin bir nefes alırken kendini sakin kalmak için zorluyor gibiydi. "Ya Emre'yi o şekilde ben değil de sen görseydin? Ulan düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum! Yok..." Başını iki yana sallayarak gözlerini araladı ve tekrar bana baktığında söyleyecek tek bir kelime bulamadım.
"Ben..." Dudaklarım aralandı, devam edemeden tekrar kapandı.
Kalabalığa alıştığımı, sessizlikten ve kimsesizlikten korktuğumu ona söyleyemedim. Daha önce çevremde arkadaş nâğmına sayabileceğim tek bir isim bile yoktu. Bana dost olan, canım sıkıldığında dertleşen, düştüğümde elini uzatan, batacağım bataklıkta benimle birlikte boğulmayı seçen. Dilâ işte bu yüzden benim için önemliydi. Gözlerim doldu istemsizce. Ben bu zamana kadar hiçbir yer edinmedim kendime. Memleket diye bildiğim bir şehir bile yoktu. İlk defa burada bu kadar uzun kalmış ve yazgıma bir kaç isim eklenmişti. Kopamazdım ki ben şimdi hepsinden.
"Zeliş, burada kalırsam elimden bir kaza çıkacak-"Konuşmaya devam edecekken dolan gözlerimi farkettiğinde sustu. Kara irislerine yansıyan ufak dalgalanmalar duygularını kuma serer gibi önüme dizdiğinde yutkunarak derin bir nefes aldım.
"Tamam,"dedim pes ederek. Şimdiye kadar hep başkaları için şehir değiştiriyordum. Onlar Miraç'dan önemli değillerdi ki, onun kalbini kırayım. Gitmek istiyorsa, gideriz.
Arkamı dönerek dolabıma doğru ilerlemeye koyuldum. Ancak tek bir adım atamadan Miraç bileğimden tutarak beni durdurduğunda ona dönmek zorunda kaldım. Kara irisleri yüz harelerimde dolaştı bir süre.
"Bak, burası senin bile değil, kiralık bir daire. Elbet yine taşınmak zorunda kalacaksın. Ayrıca," derken kısa bir an tavana ve boyaları eskimiş duvarlara baktı." Burası dökülüyor. Hem uzağa filan gitmeyeceğiz, bu kadar üzülmen yersiz. Kendi evimiz olsun istemez misin? Ben ve senin..."
Düşündüm bir an. Ben ve Miraç. Aynı evin içinde. Daha önce kalmamışız gibi içimde bir heyecan oluştuğunda utangaç bir tavırla gözlerimi kaçırdım. Neden, zihnimde bile ikimizin adı yan yana geçerken ruhuma kadar yandığımı hissediyorum?
"Ama baştan anlaşalım," kaşlarını kaldırarak mûzip bir bakış gönderdi bana karşı. Gözlerine ulaşan ışığın etkisine kapılırken, az önceki kimsesiz kalma korkum uçup gitmişti. Hem uzağa gitmiyeceğimizi söyledi değil mi?
"Çatlak arkadaşın evimize giremez."
Net bir cümlenin sonuna konulan basınçlı noktayla gelen bir kıkırdama boğazımda peyda olurken, dudaklarımın arasında tutamadan odadın ortasına yayıldı. Dilâ ile alıp veremediği neydi bilmiyorum. Hem onunla tam anlamıyla konuşmam gereken konular vardı. Bunu bilmesine rağmen tutamayacağım sözleri isteyemezdi benden. Gülmem hoşuna gitse bile kaş çatan adam elini bileğimden ayırdığında gelecek olan tehdidi anında kapmıştım.
"Onun var ya, sinirimi bozan dilini bu kez kökünden keserim! Ciddiyim." Sözledikleri yüzüne yansımıyordu. Onu bu sefer ciddiye almadığım halde üstelemeden ciddiye almışcasına başımı salladım.
Dolabıma doğru ilerledi. Kapağını açtığı dolaptan bavulumu çıkardığında bana yardım edeceğini anlayarak çekmecelere doğru ilerledim. Nasıl olacaktı bilmiyorum ama yeni bir yaşam beni bekliyor oluşu yüreğimi kıpraştırmaya neden oluyordu. Midemde oluşan tuhaf sancılar zihnimi anlamsız döngülere iterken, derin bir nefes aldım ve çekmecelerimi boşaltmaya başladım.
Kıyafetlerimi askılarından çıkarmadan yatağın üzerinde kapağı açık bavula hızla yerleştiren Miraç'a omuz silktim. Topladığı gibi gideceğimiz yerde bana yardım etmesini sağlayacağım. Aksi halde rastgele bavula yerleştirdiği kıyafetlerimin kırışıklığı sinirimi bozacaktı.
İçeriden ses gelmiyordu. Dilâ ve Emre'nin ne yaptığını merak edip bakmak istesem de, Miraç'ın kızacağını bildiğimden eşyalarımı toplamaya devam ettim. Bu kez temelli bir gidiş olduğundan, eksik eşyalarımın burada kalmasını istemeyen Miraç'ın uyarılarından daha şimdiden usanmıştım.
Saniyeleri, sonra dakikaları ve hatta bir saatten fazla harcadığımız eşya toplama işlemini henüz bitirmemiştik. Miraç, bavulu kapatmadan son bir kontrol amacı tekrar dolaba ilerlerlerken,yatağın altına daha önceden yerleştirdiğim, özel çamaşırlar ve birkaç çerçevelerde bulunan fotoğraflarım için ikinci bir el çantası çıkardım ve yatağın üzerine bıraktım.
"Bu nedir?"diye seslenen Miraç'ın arkası dönük bedeninden elinde ne taşıdığını göremedim.
"Ne?"dedim işime ara vererek, birkaç saniyelik bir duraksamanın ardından merakla yanına doğru ilerledim.
İnsanoğlu, yanarsa merakından yanar. Atamıyorum şu hissi duygularımdan. Dolabımın dibinde olduğuna göre saçma safan bir şeydir muhtemelen diye düşünmeme rağmen sesi çıkmayan Miraç'a doğru adımlıyordum. Derken, yanına yaklaşmış olduğum adamın elindekini görmek için iki kapak arasına sıkışan bedeninin yamacına sokuldum.
Ve o an gördüm geçmişimden gelen anı dolu yükü.
Duraksayarak, yoğun duygulara esir düşen bedenimin ardından hafif tebessüm ile birlikte Miraç'ın elindeki kutuya uzandım. Koyu kahverengi, üzerinde işlemeleri olan ufak bir sandıktı elimdeki. Kilidi üzerindeydi, tıpkı bu eve taşınırken, bıraktığım gibi.
"Ne var içinde?"
Kucağıma alarak üzerinde parmaklarımı dolaştırdım ve toz kapan yerlerini elimin tersiyle ittirdim. Miraç'ın merak içeren sesi yüzümdeki gülümsemeyi büyütürken, başımı kaldırıp ona baktım. Elimdeki sandığa bakıyordu.
"Çocukluğum."dedim buruk bir gülümsemeyle. Derin bir iç çekişin ardından tekrar kutuya indirdim bakışlarımı. "Küçüklüğümden kalma birkaç eşya. Ufak bir patik, ilk okuldan sonraki yıllarıma ait fotoğraflar, örgüyle yapılmış bir bez bebek filan." Omuz silkerek yatağa doğru ilerledim. "Hatta bez bebeğime ait bana komik gelen anımlarım var. Kimseye dokundurtmazmışım ve o olmadan asla uyumuyormuşum..."
"Bez bebeğin hariç, diğer eşlarını görmek isteyebilim."dediğinde neredeyse kahkaha atacaktım.
Kıskanç bir Uluhan? Hem de oyuncak bir bebeği kıskanan mı?
"Ah,"dedim yalancıl mütevazi bir sesle. "Kıskançlık kokusu mu alıyorum?"
Omuzumun üzerinden ona kısa bir bakış atarken, kesişen gözlerimize çarpan bakışların kıvılcımlarla tutuştuğunu görmek yüreğimin boğazıma kadar yükselmesine neden oldu. Hızla önüme dönerek, kucakladığım ufak sandığımı yatağa indirdim.
"Ciddiyim. O oyuncak bez bebeğin, gözüme gözükmesin!"
***
Gün bitmeden, neler doğarmış derler. Öyleydi gerçekten. Gece karanlığı üzerimize serilse de bitmeyen yaşam ne yorgunluktan anlıyordu, ne de uykusuzluktan. Kader durmadan üzerimize oynuyor, olay üzerine olay yaratıyorken, şer'den nasipsiz kalan hayır bu kez beni bulmuş gibiydi.
Şu an karşımda bulunan ev. Hayalimdi.
"Buraya mı taşıyoruz şimdi?"
Gözlerimi bir an olsun ayırmadan hayranıma karışan şaşkınlığıma eklenen sevinç nidâları kurmuş olduğum sorunun içinde gizliydi.
"Evet."dediğinde mutlulukla gülümsedim. İşte şimdi terk ettiğim dairemin, ev arkadaşımın üzüntüsünü söküp atabilirim içimden. Çünkü anılarımla korunan gizemli ev artık tamamen bizimdi? Yanii Miraç öyle diyordu. Sanırım arabada uyudum ve şu an rüya görüyorum. Eğer öyleyse uyanmak istemiyorum...
"Burayı,"diye mırıldandım yanımda soluğunu işittiğim adama hitaben. Ufak bahçenin ortasında durmuş, karşımızdaki dışarıdan tahta döşeme görümünü sunan, fakat içerisi muazzam bir özenlikle dizayn edilmiş olduğunu bildiğim eve bakıyorduk. "Daha önce, çok sevdiğimi söylemiş miydim?"
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu resmen. İlk geldiğimiz gecenin sabahında kar görmenin şerefini tatmış, ikinci gelişimizde mutlu bir sabaha uyanmış ve o gün içerisinde gün boyu Miraç ile gezip tozduğumuz anılar canlandı zihnimde. Ve şimdi üçüncü gelişimiz, temelli bir yerleşimliydi. Bu ev, bize uğur getiriyordu sanki. Öyle olmasa bile ben buna inanmak istiyordum.
Ve hissediyorum, burası bizim cennetimiz olacak...
"Söylemiştin." Yanıtı gecikti. Bunun, sorduğum sorunun cevabını çok fazla düşünmekten olmadığını biliyordum. Mutluluğumu izlemekten olduğunu anlamak zor olmadı. Ona doğru döndüğümde, kurak bir toprağı andıran duygularını gözlerinin karasına dizmiş beni izliyordu.
"Hadi girelim o zaman?" Biraz fazla heyecanlı çıkan sesim yüz kaslarını yumusatırken, kaşlarını kaldırdı.
"Tamam..."dedi kelimeleri uzata uzata başını olumlu yönde sallarken.
Arabanın bağajından bavulları çıkarmadan önce hızla yanına yaklaşarak, sandığımı aldım. Hepsini birden taşıyamazdı ve sandığım bunca zaman sonra yere düşüp kırılırsa yürek acısının çığlıkları zihnimi boğacaktı. Manevinin yetersiz geleceği bir özellik taşıyordu bu sandık. Unutmaya çalıştığım geçmişimin sır perdesi gibiydi. İlkokula başlayıp, bitirdiğim ilk resim defterim bile içinde yer alıyorken, sandıkla birlikte çocukluğumu bir çöp gibi atamazdım.
Derin bir nefes alarak birlikte eve doğru ilerledik. Verandaya çıkan dar merdivenden ilk önce ben çıktım. Verandanın sağında ufak, engin bir masa vardı ve iki tarafında karşılıklı konulan ufak tahtadan yapılmış tabureler yer almıştı. Üzerinde ise taburenin yüzeyi ölçüsünde minderler.
Miraç her geldiğimizde olduğu gibi bahçenin büyük demir kapısına şifrenin ayarları için ilerlemişti. Arabadan indiği an ilk adresi demir kapıyı kapatmak ve şifreyi çalıştırmak olmuştu. Şimdi ise eve temelli yerleşmeye ilk adımımızı atıyorduk.
Bavulları yere bırakarak cebinden anahtarları çıkardı ve içinden hiç zorlanmadan birini seçerek kapının kilidine geçirdi. Çevirerek açtığı çelik kapıyı ittirdi ve dönüp bana baktı. İçimde olusan sevincin yüzüme yansıdığını bilmenin umursamazlığını yaşarken, evimize adım atmadan önce ilk cümleyi bekledim.
'Evimize hoş geldin,' cümlesini beklerken Miraç'ın gece karanlığına kıyasla ışıl ışıl parlayan irisleri yüreğime aydınlık oldu. Ve dolgun dudakları aralanarak döktü dilinin ucuna tüneyen kelimeleri. Her kelimenin harfi bir kuş oldu, kalbimin kafesine özgürlüğünü adadı.
"Mutluluğunu izlemek güzel."
Söndürme güzel adam. Söndürme ki, şu mutluluk sana bulaşsın...
Araladığı kapıdan ilk giren ben oldum. Kucağımda sıkıca tuttuğum sandığımla evimize giriş yaparken arkamdan gelen Miraç ışıkları açtı ve açık kalan kapıyı usulca kapattı.
Son diye belirttiğimiz çok an olmuştu hikayemizde. Uçurumun kenarında dolaşırken, düşmeme ramak kala elimden tutan adam 'son' diye belirtiğim hayatıma yeni bir başlangıç oldu. Ve bugün. Sevdiğim adama veda ederek acının en büyüklerinden birini yaşamıştım. Eksikliği iliklerime kadar tattığım zaman diliminde boş kalan parçam elimden kayıp gitmiş gibiydi. Severek veda ettiğim adamdan vaz geçmiş ve yine hikayenin sonu demiştim. Hayat ise şimdi ki konumu portreledi gözlerimin önüne.
Ve ben o an anladım.
Her son, yeni bir başlangıçmış meğer.
"Yorgunum,"diye mırıldanarak bozgun sesini duyuran Miraç koltuklara doğru ilerledi ve kendini üçlü koltuğa attı. "Bıraksan şurada uyuyacağım."
Elimdeki sandığı orta sehpanın üzerine bırakarak yanına oturduğumda koltuğun sırt bölmesine başını yaslayan adam ne zaman kapattığını bilmediğim gözlerini aralayarak bana baktı.
"Başın nasıl?"
Uykusuz ve bitkinliğine rağmen beni mi düşünüyordu? Kaşlarımı kaldırıp, indirirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Doğan belli ki Miraç'ın bana karşı daha nazik olması için uyarmıştı, yahut fazla ilhâm etmesini sağlamak için abartmıştı. Bu gece beni uyutmamasının sebebi bu olsa gerek.
"İyiyim."dedim yine ve yine. Ne olursa olsun, umurumda değil. Şu saatten sonra kimse uyumama engel olamazdı. Başka bir olay olmadan uyumak istiyordum. Eşyaları ise yerleştirme işi yarına kalabilir, öyle değil mi?
"İlaçlarını aldın mı?"
Yayıldığı yerde gözlerini kapatsa uyuyacak gibi duruyordu. Buna rağmen bana sorular sormasına anlam uyduramazken, oflayarak yanına yaklaştım ve koltukta ayaklarımı toparlayarak, Miraç'ın geniş göğsüne kıvrıldım ve bir koala misali sarıldım beline.
"Hey?! Uyuyamazsın."diye omuzlarıma elini atmasına aldırmadan kollarımı biraz daha sıkarak yüzümü göğsüne gömdüm ve kokusunu tüm ciğerlerimin boşluklarını dolduracak şekilde soluyarak uykulu bir sesle mırıldandım.
"Lütfen..."
Miraç'ın gergin omuzları mırıltımla gevşeyerek pes ederken, sesli bir nefes verdi. Omuzlarıma yerleştirdiği elleri beni itmek yerine bedenime dolanırken tüm vücudum sıcaklığına kavuşmanın arzusunu yaşıyordu. Bir bebek gibi dizlerimi bükmüş, göğsüne sokulmuştum.
Uyku ile gerçeklik arasında, o ince çizginin üzerinde araflığı yaşarken kulaklarıma kesik kesik birkaç kelime ilişti. Bana lütuf bilinen günün en güzel saatlerinin tadını çıkarmaya koyulmadan önce işittiğim cümle ruhumun kanatlanıp uçmasını sağladı.
"Bela mısın, yoksa ceza mısın bilmiyorum ama..."
'B*ktan hayatımı varlığınla güzelleştiriyorsun kadın...'
***
Yitirdiklerim ile ilgili bir liste vardı zihnimde. Her olayda yeni bir sayı eklenmesinin zorluğuyla savaşan ruhum acılar içinde kıvranırken, o sayının yanına eklenen yitik hayalimin kanlı görüntüsü duygularımı alabora etmeye yetiyordu. İçimden kurduğum cümle 'yine olmadı,' derken, o isteğin olmayacağını daha önceden bilmek acı bir gerçekti.
İki gün. Derin sessizliğe adanmış, kendimi dünya yansa duymayacak bir uzaklıkta gibi hissediyordum. Tüm tükenmişliklerin arasına sıkışmış bir adet umut tohumu bulunduğu yerde kıpraşmıştı.
Olay şuydu ki, normalliğin anormarliğini yaşadık iki gün içinde.
Koltukta sarmaş dolaş uyuduğumuzun ertesi günü kendimi yatak odasında bulunan geniş ve oldukça rahat yatakta bulmuşken, Miraç'ı etrafta bulamamak beni o an içerisinde korkutmuştu. Saatin öğleyi bulmuş olması ise gecenin yorgunluğunu hatırlatmıştı.
Evi köşe bucak dolaşarak Miraç'ı aradığımda bulamamıştım. En son ise elinde dolu dolu poşetlerle eve giriş yapması rahat bir soluk vermemi sağlamıştı.
Marketi taşımıştı adeta. Dolapta eşyaları sığdıracak yer kalmazken, dondurulacak olan malzemeleri bodrum katında bulunan derin dondurucuya yerleştirdik. Ve bunları beraber yapmak, Miraç'ın düzen konusunda ne kadar takıntılı olduğunu farketmemi sağladı. Kesinlikle dağınık biri değilken, beden olarak kendini salması onun hakkında öğrendiğim tuhaf bir bilgiydi.
Bir ara dışarı çıkacağını söyledi ve saatler sonra geri geldiğinde evimizde ilk akşam yemeğini hazırlamış, beyefendinin teşrif etmesini bekliyordum. En nihayetinde beraber yemek yedikten sonra, kalan saatlerimizi geceye kadar koltukta film izleyerek geçirdik. Tabii zorla benim seçimimle gerçekleşmişti bu insani normallik.
Belki biraz komedi filminin onu güldürebileceğini düşünmüş de olabilirdim. Saçma ve basit hayallerimin yitikliğine bir sayı daha eklenmişti böylece. Yine de, onunla koltukta uyuya kalmaya alışmaya başlamıştım. Gülümsedim bu düşünceyle. Doğru olan şuydu aslında. Miraç koltukta, ben onun üzerinde. Bu her defasında böyle olsa da bundan gocunmayan adam, bir kez olsun şikayetini dile getirmedi.
Sanki, o da alışmıştı üzerinde bir bebek misali mışıl mışıl uyumama.
Omuz silktim. Benim de bir şikayetim yoktu buna karşı. Yukarıdaki geniş ve gayet rahat görünen yatak bile, Miraç'ın kollarının arasındaki huzuru vermiyordu ne yazık ki.
Korkuyordum bazen. Bu düzen bozulacak, bir şey olacak ve Miraç ile yollarımız ayrılacak diye ölesiye korkuyordum. Bu düşünce bile böylesine can yakarken, umutsuz hisleri söküp atmak istedim yüreğimden.
Ben birine bağlı kalmayı doğru bulmuyordum. O olmazsa, kendime zarar verecek kadar ileri gidebileceğimi asla düşünmezdim. Düşünmüyorum da. Çünkü sevmek, birine bağlanmak değildir. Öyle olduğunu düşünseydim, bu saplantılı olduğum gerçeğini öne sürerdi.
Okuduğum bir çok kitaplarda her yazar sevmenin örneklerine bir kılıf uydurur. Hepsi kendince haklı olduğunu savunurken, sevmenin sadece dile dökülen bir kelime olduğunu kimse bilmiyordu.
Sorsan, herkes seviyorum der. Sevgi bakışlarda gizli değil midir? Miraç, bir kez bile dile dökmediği sevgisini bana bakışlarıyla anlattı, tavırlarıyla belli etti, varlığıyla hissettirdi.
Umutsuzluğuma umut yaratırken, karaladığı geçmişime bir gelecek sundu. Ben bunları görmezden gelemezdim. O yüzden, varsın diline dökmesin seviyorum kelimesini.
O an düşüncelerimin arasına sığışan bir şarkı sözüne dikkatle kulak kesildim olduğum yerde.
Umutsuz olduğu bir anda sevmek,
ister her insan...
Mutfakta kalan telefonumdan, youtubeden çaldırdığım müziğin kısık sesi salona kadar ulaşarak kulaklarımı hoş bir tınıyla istila ediyordu. Son olarak çaydanlığı yerleştirdiğim masaya eksik bir sey var mı diye baktım ve olumsuz bir yanıt alarak, dolu dolu çeşitlerle donanmış kahvaltıya mutlulukla gülümsedim.
Her şeyin tamam olduğunu bir baş sallamayla tescillerken, üçlü koltukta uyuyan Miraç'a doğru ilerlemeye başladım. Dün gece, izlediğimiz filmin ortasında erkenden uykuya dalmıştı. Ondan öncesinde bir ara mutfakta ilaç içtiğini görmüştüm. Böylece tedaviye devam ettiğini anlamak beni bir kez daha sevindirdi. İyileşiyordu ve bunu kendi emeği ve çabasıyla başarıyordu. İlacın derin bir uykuya mağruz bıraktığını ise şimdi kesinleşmişti zihnimde.
Şu an, son olarak onun uyanması ve kahvaltıya yerleşmesi gerekiyordu. Zirâ, masada tek eksik kendisiydi.
Birazcık şanslıysan neden olmasın
Kendinden emin değilsen, sevme.
Bensiz mutluysan,
Hep öyle kal...
Koltukta sırt üstü uzanmış, derin bir uykuda olan adamı uyandırmaya kıyamamanın duygusunu yaşadım. Bir kolu başının arkasından uzatılarak koltuğun kol kısmından aşağı sarkarken, diğer kolu karnının üzerinde duruyordu. Üzerinde gri bir tişört ve alt olarak koyu gri bir eşofman vardı. Dün gece üzerimizde olan kırık beyaz renkli pike yeri boylamıştı çoktan.
Saat on olmak üzeriydi. Yine de tam saat olmadan biraz daha uyumasına müsaade etmek istedim. Kolay kolay uykuya dalamadığını biliyordum. Bazen gece uykusundan uyanmasına rağmen sırf ben rahatsız olmayım diye yerinden kıpırdamayan adam, şu an derin bir uyku çekerken onu uyandırmaya kıyamazdım.
Koltuğun yanıbaşına yere diz çökerek oturdum. Dirseğimi koltuğun boş bir kısıma yerleştirirken, oturduğum yerde koltuğa yaslanarak çenemi avucuma dayadım ve Miraç'ı izlemeye koyuldum. Yüzlerimizin arasında bir karış mesafe varken, düzenli soluğunu dinlemek ve hissetmek, huzur listesi yapmam için aşırı baskılayıcıydı.
Eğer, her gece yattığında.
Büyülü düşler sana,
Benden bahsediyorsa.
Hemen, tatlı uykundan uyan,
Çünkü ben hiç uyuyamam,
Seni düşündüğüm zaman.
Ben ki sevmekten hiç usanmam.
Hani derler ya; "Umut, sevdiğinin aldığı nefeste gizli," diye.
Benimkisi de o mesele.
Diğer elim, usulca ilerledi ve umudumun çehrelerini parmak ucunda hissedebilmek için arzuladığı tene dokundu. Alev alev yanan derimin her dokunuşu cehennemden kaçan bir alev topu gibi yakmıştı. Tüylerim derimin üzerinde şaha kalkarken, ürperdiğimde Miraç hafifçe kıpırdandı ve kaşını çattı.
Umutsuz olduğu bir anda sevmek,
ister her insan.
Birazcık şanslıysan neden olmasın
Kendinden emin değilsen, sevme
Bensiz mutluysan
Hep öyle kal...
Ve ağır ağır aralandı kapılar, üzerime kara ışığını yansıtarak.
Gülümsedim parmaklarımın tersi yanağı üzerinde dolaşırken. Sakalları diken misali tenimi çizerken, rahatsız olmaktan çok hoşuma gitmesi yaptığım işkenceye devam etmemi sağladı. Bu his, inanılmaz rahatlatıcı.
"Günaydın," diye mırıldandığımda, koyu irislerinden parıldayan kıvılcımların etkisi tüm bedenimi sardı.
Yağmurlu bir gece gibiydi gözleri. Şimşek çaktıra çaktıra, tüm gürültüsünü kusarken, elektriklerin kesilmesi gibi. Fakat buna rağmen, bir mum yakarsın tüm olumsuzluklara karşı, sonra elinde içi dolu sıcacık bir kahve fincanıyla oturursun şömine başına.
Ve dinlersin zihninden, eskimiş anılarını.
Tek kelime etmeden beni izlediğinde cevap beklemek gibi bir düşüncem olmadı. Çünkü cevap olarak bana, gözlerinin gülümsemesi kadar yara iyileştirici bir bakış sundu. Elini kaldırarak yanağıma dokundu, tıpkı benim elimin de onun yanağına yuva edinmesi gibi. Bakışlarımız birbirine dolanıyorken, bu yoğun duyguların yüküyle gözlerimi kapatmamak için zor dayandım.
"Ben, seni hak edecek ne yaptım?"
Kısık ve uykudan yeni uyanmanın vermiş olduğu bir mayhoşluk içeren mırıltısına karşı gülümseyen dudaklarım 'bilmiyorum,' dermişcesine büzüldüğünde yanağımdaki dokunuşları yavaşça alt dudağıma kaydı, tıpkı gözleri gibi.
"Başın-" iki gündür durmadan sorduğu soruyu bu kez tamamlamasına izin vermeden, "İyiyim ben," diye sitem eder bir sesle böldüm. Başımın arkasında bulunan sargı bezini bile çıkarmıştım ve artık eskisi gibi çok sızlamıyordu.
Sitem eden sesime karşı gözlerini dudaklarımdan ayırarak gözlerime diktiğinde inanmayan bir tavırla kaşlarını kaldırmıştı. Hala koltukta uzanıyor oluşundan ikimizde bulunduğumuz konumu bozmamıştık.
"Gerçekten."dedim inanmasını umarak. Yüz hatları değişmediğinde oflayarak çenemi avucumun üzerinden kaldırdım ve parmaklarımı alnımın üzerinden saçlarıma daldırarak geriye doğru ittirdim.
"Hem bak kahvaltı hazırladım. Börek seviyorsun sen, omlet de var. Köfteleri yerken parmaklarına dikkat etmelisin. Çay soğumuştur şimdi ama hemen ısıtırız..."
Kıkırdayarak kurduğum cümlelerim kesinlikle konu çevirme özelliği taşıyordu. Elimi koltuğa yaslayarak kalkacağım sırada beklemediğim bir hızla beni kendine çektiğinde göğsüm göğsüne çarpmıştı adeta. Ufak bir korku nidasını görmezden gelerek bir eliyle beni kolayca kucağına çekerken, iki elim omuzlarına tutunmuştu.
"Miraç?"dedim ne yapmaya çalıştığına anlam vermeye çalışırken. Bulunduğum konum yabancı değildi lakin bir an da beni böyle çekmesi vücudumda garip akımların oluşmasını sağlamıştı.
"Şşht..." Kaşlarını çatmışken, koyu gözlerinin odağı bir yere takıldı.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ama Miraç'ın tavırlarının sonu gelmeden amacını bilemezdim. O yüzden sakin olmaya çalısarak, üzerinde çok fazla kıpırdamadan düzensizleşmeye başlayan soluklarımı dizginleştirmeye koyuldum.
Bir eli belimden dolanarak beni tutuyordu. Diğer boştaki elini alnıma doğru attığında gözlerim adım adım her hareketini gözlemledi. Alnımdan sarkan birkaç tutam saçımı geriye doğru atarak başımın üzerinde avucunun arasına aldı. Eli tamamen başımın üzerine yaslanmışken, yutkunarak koyu gözleriyle alnımı derin bir incelemeye almasını izledim. Baş parmağı, sağ tarafımda saçlarımın başladığı dip kısımda dolaştı.
"Burada bir dikiş izi var,"diye mırıldandı koyu gözlerini çevreleyen kapaklarını kısarken. "Serçe parmağın boyunda. Çok eski ve beceriksizce atılmış bir dikiş izi..."
Sert bir yutkunma boğazımdan kayıp giderken, dudaklarımın arasından titrek bir nefes aldım. Farkettiği ayrındıyı bu kadar derin incelemesi ve bu kadar iyi yorumlaması yaptığı işi sorgulatıyordu bana. O iz çok önceden kalmaydı ve saç diplerimde olduğu için, dikkatli bakmayan biri kolayca göremezdi. Miraç'ın gözleri eski yaramdan düşerek, gözlerimin merceklerine yerleşti.
"Ben çok ufakken oluşan bir iz. Nasıl olduğuna dair tek bir fikrim yok." Başımı iki yana hafifçe salladığımda kaşlarını daha çok çattı.
"Baban diye bildiğin adam anlatmadı mı-"diye sabırsızca tahmin ettiğim sorulara başladığında cümlelerime kaldığım yerden devam ettim.
"Bir defasında sormuştum. Merdivenlerden düştüğümü söyledi, o kadar. Nasıl olduğunu, o sırada yaşımın kaç olduğunu sorduğumda ise kızıp, bağırmıştı. Ondan sonra da bir daha soramadım."
O gün çocukca sorduğum meraklı halimi anımsadım. O zamanlar gerçek babam diye bildiğim adamın tek bir soruyla ne kadar çok öfkelenebileceğini görmüş ve bizzat yaşamışken, aynı soruyu tekrar sormama izin verilmeyecek bir tehdit almıştım. Sonrasında ise bir daha konusu bile geçmemişti. Muhtemelen küçükken yaptığım bir sakarlıkla düşüp, kanatmış olmalıydım.
Dikiş üzerini okşayan parmakları süzülerek avucu yanağımı kaplarken, bu kez başparmağı dudağıma temas etti.
"Düşündükçe deliriyorum,"diye fısıldadığında kararan gözleri dudaklarımın üzerine indi.
"Neyi?" Ufak bir dudak kıpırdama seansıyla başparmağına sürtünen alt dudağım onun sertçe yutkunmasını sağladı ve derin bir nefes alışıyla göğsü benimle birlikte yükselerek indi. Ağırlığım onu biraz bile etkilemiyor gibiydi.
"Ben dahil, herkesin sana zarar vermesi..." Yanığımdaki eli enseme doğru kaydığında omuzundaki ellerim sıkılaştı. "Kendime olan öfkemi arttırıyor. Olduğum adamdan tiksiniyorum. Zeliş, ben-" dediğinde devam etmesini istemeden titretiğini o an farkettiğim sağ elimi kaldırarak dudaklarının üzerine yerleştirdim ve parmaklarım yardımıyla onu susturdum.
"Kendini suçlarsan, kendimi suçlarım."dedim ona karşı bana sürekli silah niyetine kurduğu cümleyi hatırlatarak.
Bana her defasında olanlar için kendimi üzmememi, suçlamamamı söylüyordu. Ve şimdi de bunu ondan ben istiyordum. Hatası vardı elbet ama önemli olan hatanın farkına varıp tekrar etmemek değil midir? Taş kalpli adamın düşünceleri bir yolunu bularak kirli kalbini paklaştırdı. Yeterli ve artardı.
Söylediğim cümleye karşı tek kelime etmedi. Eli ensemde, saçlarım arasında dolanırken parmaklarımı dudaklarının üzerinden çektiğim sırada bakışlarına dikkat kesildim. Boğazımı kurutacak bir tutkuya karışan şehvetin karanlık tonuyla dudaklarıma bakarken, yüreğimi hoyratça çarptıran hisler zihnimi sert esintilerle savuruyordu.
"Ben düşüncesiz değilim, ama senden vaz geçemeyecek kadar bencil bir adamım."
Tek tek bastırdığı her harfin kelimelerini kulaklarıma iletirken, ensemdeki elinin yardımıyla yüzümü kendine doğru yaklaştırdı. Zaten kısacık mesafe olan boşluk tamamen yok olduğunda yavaş hareketlerle birbirine dokunan dudaklarımız tüm özlemlerin camını kırdı.
Hasretlenen tenler, kuru bir toprağın suya muhtaçlığı kadar hisliyken, ağır hareketlerle dudaklarımı tek tek iki dudağı arasına almasına karşılık vermeye başlamam, onun iplerini koparmaya yetmişti. Tek bir dudak kıpırdatmamla canlanan duygular sert bir hal aldı.
Gözlerimi kapatmış, kendimi tamamen onu hissetmeye adamışken, uçurumun en diplerinde dolaşan ruhumun ayak sesleri çıplak bir tizlik barındırıyordu. Ellerimin biri boynuna yerleşirken, diğeri yanağına ve sonra yumuşacık saçlarına dalmak amacı tırmanmaya başladı.
Parmak aralarımdan kayıp giden saç tutamları öyle bir his oluşturuyordu ki içimde, kalp krizi geçirip ölecek gibiydim. Buna rağmen onu öpmekten vaz geçmedim. Soluksuz kalmama rağmen geri çekilmiyor ve onun öpüşüne elimden geldiğince karşılık veriyordum. Öyle ki geri çekilmeye kalksam bile Miraç'ın izin vereceğini sanmıyordum.
Belimdeki koluyla bedenimi kendi bedenine bastırırken, başını hafif yan çeviren adam dudaklarımı parçalarcasına öpmeye devam etti. Kulaklarımızı dolduran boğuk iniltilerin kimden çıktığı ise mechuldu. Bencilden kastı bu muydu? Koltuk üzerinde beni bu denli açlıkla öpecek kadar bencillik taşımasını görmezden gelebilirdim öyleyse.
Belimdeki eli tişörtümden içeri daldığında ciğerlerimin sıkıştığını hissettim. Tenimi arsızca kolacan ederek parmaklarıyla okşarken, bir ürpertiyle inleyerek kısa bir an geri çekildim. Derin bir nefesin ardından tekrar buluşan dudaklarımızın ardından daha da ileri giden Miraç, uzandığı koltuğa birden beni yatırdı ve bu kez üzerimdeki yerini alan kendisi oldu. Ağırlığını vermeden üzerime yerleşirken, bir an bile kopmayan dudaklarımızın dansına eşlik eden mutfakta unutulan telefonumdan çalan şarkının sesi o an için ikimizin umurunda değildi.
Gözlerimin kısıklığına takılan kara irisleri zifiriliğin adını taşırken, ellerimi hoyratça gezdiği saçlarından çekip alarak omuzlarına yerleştirdim. Kalbimin artış sesi kulaklarımı fethediyordu ve bu öyle inanılmaz bir şeydi ki, yaşadığım tüm bu olay benim için bir yerlere kazınıp tarihi alınması gereken gün gibiydi.
En sonunda yavaşlayarak son bir öpücük kondurdu ıslak dudaklarıyla dudaklarımın üzerine. Acı biber sürülmüşcesine yanan dudaklarımın üzerinde gezinen uyuşukluk karıncalanan bir zihin gibiydi. İkimizde soluk soluğa nefeslenirken, alnıma alnını dayayarak içlendi ve gözlerini kapattı.
"O yüzük, parmağına girmediği sürece," derken derin ve sesli bir soluk verdi. "İleri gitmeyeceğim." Omuzundaki elim sanki ilk dokunuş gibi tir tir titreyerek yüzündeki yerini aldığında konuşmasına devam etti. "Benim için zor olsa da, deneyeceğim. Ama bu seni öpmeme engel değil..."
Gülümsemekle kaldım. Ona cevabımı bir tebessümle bildirmeme karşı geri çekilerek bu kez alnıma dudaklarını bastırdı ve son bir derin nefesin ardından üzerimden hızla kalktı. Yerimden doğrulurken, onun beni beklemeden kahvaltıya doğru ilerleyen bedenine göz devirdim. Burada onu uyandırmaya kıyamayan ben, neredeyse açlıkla savaşırken kendisi börek ve köftenin kokusunu almış gidiyordu.
"Yemekler ve çay soğumuş."demesine rağmen eline bir börek alarak daha oturmadan ayakta yemeye başlamasına yerimden hızla kalkarak isyan edici bir sesle söylenmeye başladım.
"Bu haksızlık,"dedim ona doğru ilerlerken. "Beraber başlayacaktık. Kaç saattir senin uyanmanı bekledim, senin haberin var mı?!"
Bir çocuk gibi mızmızlanıyor olmam umurumda değildi. Ben acıkmama rağmen onun uyanmasını beklemiştim. Kendisinin bencil olduğunu söylerken bu kadar yerinde bir kelime kullanamazdı. Gerçekten bencil bir adamdı!
"Hayır yok." Bana bakarak omuz silkti ve tek ısırıkla yarıladığı böreğin kalanını ağzına attı. Ayakta yemek yemesine göz devirirken, tek kaşını kaldırdı. "Ama öğrenmiş oldum."
"İyi."dedim ters bir ifadeyle onu umursamamaya çalısarak masadaki yerime doğru ilerledim. Onun elini yüzünü yıkamasını beklemeyeceğim, çayı kendisi ısıtsın. Sonuç olarak soğutan kendisiydi.
Sandalyeyi geriye çekerek yerime oturacağım sırada evin salonuna yayılan tek çalışlı bir zil sesi duraksamamı sağladı. Başımı kaldırarak Miraç'a soru dolu bir bakış attım. Bu evin dibine kadar neyin ne olduğunu bilen biriydi kendisi. Daha önce evin zil sesini duymamıştım ancak bu zil sesi garipti. Bir mesaj bildirimine benzeyen, 'ding' diye bir sesin ardından bir daha duyulmadı. Miraç'ın ise kaşları çatılmıştı.
"Kapı mı çaldı?"diye sorduğumda başını iki yana sallaması benim de kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
"Neydi o ses, o zaman?"
"Posta geldi."
Buna neden bu kadar garip bakıyordu ki? Bu eve posta gelemez miydi? Miraç'ın yüz hatları sertleşerek az öncekinden çok daha uzak bir duyguyla çevrelendi. Ruhunu yitiren bir bedeni andıran bakışları karardığında ne olduğunu çözmekle uğraşan zihnim ön hazırlığa girişiyordu. Kapı ve pencereyi inceleyen koyu irisleri bakışlarıma karşılık verdiğinde zihnimi susturmaya yeterli gelecek bir cevap beklediğimi gördü.
"Bu evin adresi kimsede yok. Bilinen bir yer değil ve şu ana kadar posta hiç gelmedi." Yok olan merakım farklı bir boyuta taşındı. Huzursuzluğum bir an da tavan yaparken, "Sen burda kal, geliyorum." diyerek kapıya doğru ilerlemesini izleyemedim ve peşinden gittim.
Vestiyerin çekmecesinden eline siyah rengini taşıyan bir silah aldığında tedirginlerin akın ettiği duygularım devreye girdi. Tekleyen kalbim azıcık diye belirttiğim umudumun ateşini söndürmenin eşiğine gelirken, Miraç'ın dış kapıyı sessiz bir şekilde açıp etrafı ağır adımlarla inceleyerek çıkıp gitmesini izledim.
Elimden gelen bir şey olmadı. Bana içeride kalmamı söylemesine rağmen onun arkasından giderek açık kapıdan dışarı çıkarak verandaya adım attım. Dış kapının hemen önündeydim ve Miraç'ın bedeni tekrar gözlerimin odağına düştüğünde yerimde kalarak geri dönmesini bekledim.
Bahçenin büyük demir kapısına kadar ilerledi ve köşedeki şifrenin birkaç düğmesine bastığını gördüm. Uzaktan kısık göslerimle onu takip ederken, şifreyi tuşlayan parmak hızına yetişememiştim. Öyle olsa bile şifreyi aklımda tutabilecek kadar zihnim şu anlık iyi değildi.
Karmakarışık hislerin üzerine çöken ağırlıkla kalbim sıkışırken, derin bir nefes aldım. Miraç dışarı çıktı ve duvara montelenmiş posta kutusunu sanırım tekrar bir şifreyle açtı. Şifrenin merakını sonraki adıma saklarken, eline bir mektup kağıdına benzer bir şey alarak posta kutusunu tekrar kapatan Miraç kısa bir an elindekini inceledi. Daha sonra başını kaldırarak etrafı kolacan ederken, açık geniş alanda tek bir iz bulamamanın şüphesiyle bana doğru başını çevirdi.
Uzaktan rengi çok belirgin olmasa da kahverengi, orta boylarda, zarfa benzer bir şey olduğunu görebiliryordum. Ne düşündüğünü, elindekinin ne olduğunu öyle çok merak ediyordum ki, bir an önce gelip açıklamasını istiyordum. Daha önce buraya bir posta gelmediğini söylemişti. Öyleyse bu gelen posta, fazlasıyla bir önem arz ediyordu. Kötü düşünmek istemiyorum ancak iyi bir şeyin bizi bulma ihtimali yok denecek kadar azken, huzursuzlanan yüreğim olacaklara boş tahminler üretiyordu.
Bahçeye girerek demir kapıyı kapattı ve şifeyi tekrar devreye sokmanın ardından bana doğru gelmeye başladı. Bir elinde silahı, diğer elinde bir zarf. Yanıma yaklaştıkça daha da netleşen zarfın kahverengi görüntüsü gözlerimin dikkatini sürekli üzerine topladı. Merak duygularıma yenilerek Miraç'ı bunaltmak ve onu daha çok gerginliğe sokmak istemediğimden dudaklarımı birbirine geçercesine bastırdım.
Yanıma yaklaşmasının ardından başıyla içeri geçmemin işaretini verdi. Ben önde, o arkamda ilerleyerek içeri girdik. Elim gerginliğin yaşattığı bir kasılmayla enseme doğru yol alırken, kapıyı kapatarak hızlanan Miraç benim yavaş adımlarıma karşın daha aceleci bir tavırla önüme geçti ve kahvaltı masasının yanında durdu.
Silahını masanın üzerine bıraktı ve elindeki zarfı açmadan elinde birkaç tur evirip çevirdi. İkimiz de onun içinde ne olduğunun merakıyla tutuşuyorduk ve buna rağmen çatık kaşlarının altından koyu gözleri her ihtimali gözden geçirircesine kısılarak şüpheyle inceliyordu.
"Kimden gelmiş?"diye sordum daha fazla dayanamadan.
"İsim yok."
"Açmayacak mısın?" Açmadan neyin ne olduğunu bilemezdi ki. İsim yoksa eğer bu gizli birinden gelmiş olmalıydı. Muhtemelen Miraç da bunu biliyor ve akıl edebilmişti. Yine de bunun bir tuzak olabilme ihtimalini ölçüyor olduğunu biliyordum.
Başını sallayarak açacağını belirtti ve dudaklarının arasından duyulmayacak bir mırıltı çıkarmasının ardından zarfın üst kısmını parmakları yardımıyla yırtmaya başladı.
Bir zarftan ne çıkabilir düşüncesiyle cesaretlendiğini anlak zor olmadı. Düşmanı çoktu ve bu zarfı onlardan birinin yollamadığını bilemezdik. Buna kıyasla Miraç da huzursuzlanmaya başlamıştı. Öyle ki kusursuz cehresi tüm duygusuzluğun esirine düşerken, gözlerinin boşluklarında yüzen karanlık irisleri ikinci yüzünü gizlemeye başlamıştı.
Biliyorum. Miraç'ın, özünde kalbinin ne kadar merhametli ve duygularının şehvetiyle tutuşan sevgisini en ağırından görmüştüm. Şimdi ise, tüm o bana gösterilen gerçekteki Miraç'ın ruhuna biçilen ikinci bir kılıftı.
Ve ben bu kılıfın ortaya çıkmasını hiç istemiyorum.
Üst kısmından koparılan kağıt parçasını gelişi güzel masa üzerine atan Miraç elini zarfın içine daldırdı. Çatılmış kaşları daha da büküldüğünde belirgin çene kemiğinin altından şişmeye başlayan boynundaki damarları gözlerimin ağına takıldı. Çok fazla gergindi.
Bir CD'yi zarfın içinden çıkaran Miraç, üzerinde tek bir yazının bile yer almamasına ağzının içinden bir küfür savurdu.
"Bu ne şimdi?! Dalga mı geçiyorlar lan benimle!"
Kendi kendine ettiği sitem karışık öfkesiyle söylenirken, elindeki CD'yi masaya bırakarak tekrar elini zarfın içine soktu. Fakat bu kez bir şey bulamadığında öfkesi daha da arttı. Elindeki zarfın açık bölgesini aşağı doğru çevirerek sallarken, üzerime akın eden huysuz tohumların yeşerip büyümesiyle yutkunmam zorlaştı.
Ve o an bir şey oldu.
Miraç'ın küfürle bezenmiş söylentileriyle birlikte aşağı doğru sarkıtarak salladığı zarftan bir kağıt parçası düştü. Hava da süzürek dönüp duran ufak kağıt parçası benim ayak ucumun önünde yere düştüğünde Miraç zarfı sallamayı kesti.
'Hissediyorum, kötü bir şey olacak...'
Bu öyle bir enerjiydi ki, yaydığı atmosfer hıçkıra hıçkıra ağlatacak derecedeydi. Bir gün normal geçsin derdim hep ve tam günlerimiz normal geçiyor derken, sanki tüm olasılıklar bizim mutlu anımıza çomak sokmak ister gibi üzerimize çöküyorlardı.
Kalbimdeki ağırlık arttığında Miraç eğildi ve yerde ters dönerek yazıları gizlenmiş kağıt parçasını eline aldı. Not kağıdı gibi bir şeydi. Pimi çekilen bir bombayı andıran kağıt parçasını eline alarak doğrulan Miraç'ın gözleri bir an olsun bana değmeden, elindeki notu çevirdi ve beklemeden okudu.
Yazılan her bir harfin kara gözlerine temasıyla yüzünde, bedeninde, duygularında, zihninde ve ruhunda darbeler oluşturduğunu hissettim.
Acı gittikçe arttı.
Bir adım kadar mesafemde olan adamın irileşen gözlerinin hemen ardından bir çöküntüye uğraması, kanı çekilmiş bir cesetten farksızlaştı. Birkaç saniyenin ardından Miraç'ın parmakları arasından bağımsızlığına kavuşan zarf ve kağıt parçası kayıp yere düşerken onunla birlikte gelen bir sersemlikle dengesizleşen bedeni geriye doğru sarsak bir adım atmasını sağladı. Son an da masaya tutunmuştu.
"Miraç?"dedim ona doğru ufak bir adım atarak. Beni korkutuyordu ve bunun farkında değildi.
"B-bu,"derken dimdik diye betimlemeler ürettiğim adam öyle bir hal aldı ki, dizlerinin bağı çözülmüşcesine bükülerken, masadan güç alıyordu. Tüm bedeniyle titriyordu.
"İm- imkan-sız..."
Elimi omuzuna attım ve ne için olduğunu bilmeden destek olmaya çalıştım. Çabaladığım onca fedakârlığımın tüm kuvveti Miraç'ı doğrultmaya yetmezken, boğazından kopan hırıltılı soluklarıyla dizlerinin üzerine çökmesi ruhumu perişan etti. Ben de onunla birlikte yere çökmüştüm.
"Miraç, ne oluyor? İyi misin?"
Duymuyor, sözlerime bir tepki vermiyordu. Korkum az önceki gerginliğimin üzerine geçerken, ne yapacağımı bilemedim. Çaresizlik içinde elim yanaklarında yerini aldı ve bana bakması için eğik başını kaldırmaya çalışmam boş bakışları için çırpınmaktan öteye gidemedi.
"Olamaz..."dedi kırık bir çaresizlik içinde. Gözlerinin beyazlığındaki damarları uyuşturucu çekmiş bir bağımlı gibi kızarmışken, bu yıkılışına kalbim dayanmıyordu.
Dolan gözlerim akmaya başladı onu bu halde görünce. Korkudan mı, çaresizlikte mi yoksa Miraç'ın ne için olduğunu bilmediğim ruhsal bir yıkılışından mı bilemedim ancak kalbimin acısının boş yere değil de, ruhsal bir bağlantıdan acı çektiğini biliyordum. Miraç'ın acısını kalbimde yaşıyordum ben.
Düşük omuzlarını gücü tükenmiş bir beden üstleniyordu. Dokunsam ağlayacak, itsem düşüp kalacak bedenini kendime doğru çekerek sarıldım ve yüzünü boynuma gizledim. Benden saklamaya çalıştığı gözyaşını omuzuma akıtsın istedim. Ve öyle de oldu. Islak bir damlayı takip eden diğer yaşlar omuzumu ıslatırken, ellerim saçlarını okşuyor ve onunla birlikte ben de ağlıyordum. Neye ağladığımın bir cevabı yoktu ancak sebebi vardı.
Ağlarsan, ağlarım...
Hıçkırmamak için bastırdığım dudaklarımın ardından onu neyin bu kadar etkilediğini, bu kadar çöktüntüye uğrattığını merak ederek başımı çevirdim. Bir elimin parmaklarıyla saçlarını okşarken, yerdeki lanetli kağıdı elime aldım. Kollarımın arasında sesi bile çıkmadan gözyaşı akıtan adam, benim kimsesizimdi. Sahiplenme duygusuyla yanıp tutuşurken, yaşadığı acıyı ruhundan söküp almak istiyordum.
Bir yandan ise korkuyordum. Gözlerimi kapatarak düşüncelerimin arasına dalarken, zihnimin görseline takılan tek şey tekrar tekrar, sevdiğim adamın yılıp düşmesi oldu. Gözlerindeki onlarca duygunun duygusuzluğu, anlamsızlığı ve acısı.
O yüzden değil miydi şu kalbimin sancısı?
Bir yumru oluştu boğazımda. Her yutkunuşumda can yakan o yumru bir an olsun yerinden kıpırdamazken, iliklerime kadar hissedilen bir çaresizlikle acı içinde kıvrandı ruhum.
Gece gözlü adamın gökyüzüsü yağmurlu, etrafı kasvetli bir hava sarmış, fırtına estiriyor ve ruhu tüm bunların ortasında diz çökmüş üşüyor. Uzatmak istediğim elimin görüntüsü silikleşirken, yardım çığlığım kulak ardı edildi.
Ve ben, kanadı kırılan bir kuş gibi düştüm bulutların arasından. Sert bir darbeyle yere serilmenin acısıyla can çekişirken, çektiğim acının kaynağı elimdeki notun harflerinde gizliydi. Okudum her bir satırı ve ilmek ilmek tatmış olduğum hislerin acısı, sevdiğim adamın tırnak ucusu kadar etmedi.
Yıkılışıydı beni diz çöktüren. Derbeder edildiğim yerde, yüreğimin ortasına bir tekme yemişcesine soluğum kesildi. Kasılıp kaldığım yer, cehennem misali yaktı beni. Ve ben, ölüp ölüp dirilen adamın can çekişlerinde boğuldum.
"-Öldü sandığın kuzenin yaşıyor Miraç Uluhan. Tıpkı kız kardeşin Meral gibi, Ömür hayatta.
Not; CD Ömür'den bir parça. Çok yakında tekrar görüşeceğiz..."
***
BÖLÜM SONU...
(Devam edecektir.)
*Bol Miraç ve Zeliş dolu uzun bir bölüm oldu. Bundan sonraki bölümler daha hareketli geçebilir :") Umarım beğenmişsinizdir.
*Son olarak şu Corona Virüsü ciddiye almanızı ve dikkatli olmanızı istiyorum. Allah sonumuzu hayır etsin. Hepiniz Allah'a emanetsiniz❣
Seviyorum sizleri❣
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro