Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

33.BÖLÜM

*Kitaptaki tüm bölümlerin içeriği bana aittir.

Ve kısa demeyin sakın :D
valla atmayacaktım sırf siz durmadan yeni bölüm itiyorsunuz diye bekletmedim. Ancak, yorumlar ve vote (🌟) beklediğim gibi gelmezse yeni bölüm geç gelecektir. Bilginiz olsun.

Keyifli okumalar dilerim...

* * *

Girdiğim her sokak, çıkmaz sokak. Bıkmış ruhumu teselli etmekten yoruldum...

Ellerimin kirini göremeyecek kadar kör, sakat bir ruhla adım atamayacak kadar aciz ve yorgun bedenimle sana gelemeyecek kadar çaresizim...


Öyle anlar gelir ki 'Hayır bu kabus, gerçek olamaz.' der inanmaz geçersin, rüya der belki de üzülürsün. Benim şuan yaşadığım olay ise tamamen kâbustan ibaretti. Daha doğrusu tam olarak istediğim buydu. Öyle olmalıydı. Bir kabus olsun bu yaşadığım. Uyanacağım ve kendimi yatağımda bulacağım.

Bu kadar kolay olacak değil mi?

Peki neden bir karabasan üzerime çökmüş gibi ruhumun boğulduğunu hissediyorum? Ellerim ve gözlerim neden bağlı? Karanlık bu kadar zifiri olmamalıydı. Rüyada olsak acıyı hissetmeyiz değil mi? Neden o zaman şuan tüm bedenim acı içinde?

Bileklerim ve gözlerim...

Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde korkuyla soludum ve geri çekilmeye çalıştım oturduğum yerde. En son neler olduğunu hatırlamaya koyulan zihnim boş bir mercekten farksızlandı. Dökülmeyen gözyaşlarım sızlatırken kapalı irislerimi, hıçkırır gibi iç çektim.

"Benim."dedi tanıdık bir ses hemen yanımda. "Korkma." Miraç'ın sesini yanımda duymak bile bir an olsun beni rahatlatmaya yetmedi. Onun en son ne halde olduğunu anımsadığım da, hiç de iyi bir görsel oluşmadı zihnimde.

Bindiğimiz araba sarılarak hareket ettiğinde yanımda hissettiğim bedeni görememek, dokunamamak korkumu katlıyordu. Ellerim önümde bağlı, gözlerim ise bir kumaş parçasıyla kapatılmıştı. Bu iyi değildi, karanlıktan korkuyorum ben. Nasıl Miraç korkma diye bilirdi ki?

"Bir şey olmayacak, güven bana." Sesi öyle yorgun, bitkin ve boğuk geliyordu ki, her an bayılacak gibiydi. Dudaklarım kapalı olmadığına rağmen cevap vermedim. Onu da bağlamışlar mıydı acaba?
Canı... Canı yanıyor muydu?

"Konuş benimle."diye mırıldandığını duydum. Bana daha çok yaklaştığını kulaklarıma verdiği ılık soluğuyla fark etmiştim. Şu an yaslandığı koltukta bayılmamak için direndiğini tahmin edebiliyordum, beni bu adamlarla yalnız bırakmak istemiyordu.

Miraç... Gerçek Miraç buydu işte.

"Düşünmeyi kes ve bana cevap ver. O adamı siktir et Zeliş!"diye tıslarcasına konuştuktan sonra acı kıvamında bir inleme koy verdi dudaklarının arasından.

O adam...

O adamı siktir et...

Bana dokunmaya kalkan adam, arsız kelimelere baş vuran adam.
Kalbim kasıldı, soluğum sıklaştı. Arabadaki adam... Vurduğum adam. Öldürdüğüm adam...

Dudaklarım aralandı, tutamadığımdan değil de derinden kopan bir yakarış misali hıçkırığım duyuldu arabanın içinde. Soluksuz kalmışım gibi derin ve sesli soluklar alıyordum. O donuk gözler bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. Son kez kapanışı vardı, son kez nefes alışı. Son kez şaşkınlıkla sarılarak hayata son vermesi...

Ben... Ben katil oldum.

Belime dolanan bir kol hissettim, sonrasında ise başımın arkasına baskı uygulayarak beni kendine çeken Miraç'a sokuldum. Benim ellerim bağlıyken, onun serbest kolları beni sarmalamıştı. Sert göğsüne akıttığım her bir yaşda kasılmış bedenine yapıştırdı beni. O adamı nasıl vurduğumu bile bilmiyordum. Bir anlık gelen bir sinir, endişe, korku hepsi bir olmuşken tetiği çekmiştim. Daha sonrasında ise kendimi toparlayamadan adamlar beni Miraç'ın arabasından indirmişti ve ellerimi önümde bağlayarak gözlerimi bir kumaş parçasıyla kapatmışlardı. En sonunda ise bu arabaya bindirilmem.

"Ağlamayı kes."diye fısıldadı kulağıma. Gözlerimdeki kumaşı açmak ve ona bakmak istiyordum ancak ne ben buna kalkışmıştım, ne de o bunu yapmıştı.

"Görmek istiyorum. Çok karanlık." diye inledim hıçkırıklarımın arasından. Kolları mümkünmüş gibi daha da sıkıca sardı beni, iyice göğsüne sokulduğumda canının yanıp yanmadığı aklıma bile gelmiyordu.

"Böylesi görmenden daha iyi inan bana."dediğinde hiç bir kelimelerini anlamakla uğraşmadan, "Neden?"diye fısıldadım. Sesim göğsüne sokulmuş olduğumdan boğuk çıkıyordu, umursamadım. Parmaklarımla gömleğini avuçladım en azından. Burada ondan başka kimseye güvenemezdim. Bir Miraç vardı.

Cevap vermediğinde, "Ne istiyorlar bizden?" diye sordum bu kez iç çekişlerimle birlikte.

"Bilmiyorum." Tatmin olmadığım cevabın huzursuzluğu bedenimde dolaştı. "Ne demek bilmiyorum? O adamlar seni tanıyorlar."diye direttiğimde farklı sert bir ses duyarak irkildim.

"Kesin sesinizi!"diye bağırdı biri. Ürkek bir ceylan misali sıcak ve bir o kadar sert göğsüne sokulduğumda beni karşılıksız bırakmadı. Sarılamasam da, sarıldı.

Kolları, kollarım. Gözleri, gözlerim oldu.

"Vakitsiz öten horoza ne olduğunu duydun mu hiç?"diye konuştu Miraç sert ve bir o kadar duygusuz bir sesle. Dişlerinin arasından tıslarcasına çıkmıştı kelimeleri. Bir an bana mı söyledi diye düşüneceğim sırada karşıdan gelen cevapla yanıldığımı anladım.

"Anlatsana."diye alaylı bir ses dalgaya aldığı cümlenin gerçekliğini teyit edemeyecek kadar aptaldı sanırım. Miraç'ın ise bu durumda bile kendinden ödün vermemesi, çatlasa bile yıkılmaz bir duvar misali sapasağlam dikilmesine hayran kalıyordum.

"Zamanı geldiğinde anlatacağım. Merak etme çok beklemeyeceksin."

"Esir olduğunu unutuyorsun Uluhan." Karşıdan gelen ses gittikçe alaylığını yitiriyor gibiydi, sinirli bir hal almaya başladı. "Karın gibi seni bağlamamış olabilirim ama zorlama beni. Dilinden olursun!" Tehtitlerine karşın kasılan bedenim karanlıkta dolandı. Bir şey göremeye bilirdim ancak hissettiklerim çok fazlaydı.

"Denesene? Tabii g*t korkun yoksa..." Miraç sesine bir gram bile tehtit eklememesine rağmen bu kadar ürkütmeyi nasıl başarabiliyordu? Oysa karşıdaki adam tehtit ediyor ve korkutmak için türlü yollara baş vuruyordu.

Miraç kadar etkileyici değil diye çığlıklandı tüm hücrem. Herkesi onunla karşılaştırmak gibi bir hataya başvuruyordum, oysa o tekti. Sadece Tek. Başka bir Miraç olamazdı bu hayatta.

"Kim kimden korkuyormuş göreceğiz."diye homurdandı karşı ses. Kendinden emin çıkarmak istediği sesi kesik kesikti. Hayır. Söylediklerine karşın, korkuyordu.

Miraç'ın ılık solukları saçlarımın üzerine dağılırken, kolları bir an ayrılmadı benden. Karanlıktan ürken ben, şu an az da olsa güven hissetmem suç muydu? Yoksa normal mi? Diğer yandan o adamı vurmuş olmam vardı. Hiç bitmeyen, gözlerimin perdesi misali çekilmeyen. Tekrar kesilen soluğumla göğsüm sıkıştı. Hıçkırmamak için dudaklarım birbine geçmişken, birkaç damla yaş aktı gözlerimden. Bağlı kumaşın gözlerimin üzerinde ıslandığını hissedebiliyordum, yutkunarak derince bir iç çektim ve avuçlarıma sımsıkı geçirdiğim Miraç'ın gömleğini daha çok sarmaladım tırnaklarımı geçire geçire.

Bir süre sonra hareket halindeki araba durdu. Doğrulmak yerine Miraç'a daha çok sokulurken buldum kendimi. Korkuyordum, hem de çok. Kim olduğunu bilmediğim adamlar bizi alıkoymuşken, Miraç sayısız kez yapılı vücuduna darbe yemişken ve ben... Birini vurmuşken bu kadar ağır bir deprasyona girmem, korkmam doğaldı. Şu sığındığım kollardan kopmak istemiyordum, sanki tüm kötülüklerden beni burası koruyacak gibi geliyordu.

Arabanın kapısı sürtülerek açılış sesi kulaklarımda duyulurken, birden farklı birinin kolumdan tutmasıyla korkulu bir nida saldım dudaklarımdan.

"Dokunma ona!"diye soludu Miraç ve kolumdaki el sertçe geri çekildi.

"Fazla oluyorsun Uluhan. Gözleri kapalı, sen de in çabuk." Bir başka ses duyulmasının ardından Miraç, "Ayaklarımız tutuyor ve ben indireceğim onu." Aksini istemiyor, emir veriyordu. Burada bile böylesine güçlü durmasına ruhum kabardı.

Yavaşça doğrulurken belimdeki elini koluma doğru kaydırdı ve beni göğsünden ayırmaya koyuldu. Huysuzca kıpırdanmam onu zan altında bırakmış gibi, "Hadi güzelim." diye fısıldadı dudaklarını saçlarıma sürterken.

'Sende o tetiği çekecek yürek yok güzelim..." Aklımda şimşek etkisi yaratan cümlenin ardından titreyerek Miraç'tan uzaklaştım. 'Güzelim' kelimesi bu kadar korkutur muydu insanı? Dondurur muydu tüm kanını? Katran karası bir ruha sahip olmanı sağlar mıydı? Belki de acı tazeydi, bu yüzden unutamıyorum.

Katil olduğumu...

Zaman unutturmaz, alıştırırdı değil mi? Ama ben unutmak istiyorum. Bu gece olanları tümden yok etmek ve yatağımda uyuya kalmış olarak uyanmak istiyordum.
Çok mu şey istiyorum?!

"Gü-Güzelim deme..." Titreyerek kesilen cümlelerimin ardından Miraç bir an duraksadı. Öyke ki, kolumdaki eli sıkılaşmıştı.

"Tamam." dedi garipser bir sesle. Uzatmak istemiyordu belli ki. Yavaşça kolumdan destek olarak inmemi sağladı arabadan. Bir an boşluğa gelen adımlarımla yeri boylayacak gibi olmuştum ancak elini karnıma sararak düşmemi engelledi.
Hemen ardından ise canı yanmış gibi inlemişti ve sesli bir soluk verdi.

"Dikkat et."dişlerini sıkarak kurduğu cümlenin ardından karnıma sardığı kolunun boşluğunu hissettim.

"Afedersin, kör gibi yürümeye alışamadım." İma sezinlediğim cümleyle birlikte görmese bile içten bir göz bayma gösterisi sundum.

"Laf sokacak kadar iyisin galiba?"
'Çok iyiyim! Şuracıkta mutluluktan bayılacağım!' Diye sinirle bağırmamak için kendimi zor tuttum. Bu durumda nasıl iyi olabilirim ki?

"İyiyim dememi mi bekliyorsun?"diye sormadan edemedim, ancak,
"Hayır, iyi olmanı bekliyorum." diyerek kulağımın yanında mırıldandığında bir an durağanlaştım.

Bilerek yapıyordu. Biraz olsun bulunduğum durumdan kopmamı, beni sinir etmek veya korkumu yüreğimden çekip almak istediği düştü zihnime. Miraç...

Nasıl bir adamdı da bu kadar zeki ve kurnazdı?

Aynı zamanda düşünceli...

Önceden olsa umursamaz, korkuyor olduğumu görse kılını kıpırdatmazdı. Şimdi ise düşüncelerime hükmediyor, saklı yılanları bulup savaşıyordu. Onu göremesem bile başımı çevirerek ona döndüm. Santim uzaklıkta soluduğu nefesi yüzüme çarpıyor olduğunu bilmek ve onunda beni izliyor olduğunu hissetmek garip bir duygu tomurcuğu gömdü yüreğimin derinliklerine.

"Bu durumda mı?"dedim sonunda zorlukla konuşma özelliğimi anımsayarak.

O anda diğer kolumda farklı sert eller hissettim tekrar ve ben daha ne olduğunun farkına varamadan hızla geriye doğru çekildim. Hatta öyle sert ve hızla çekilmiştim ki, geriye doğru kalçamın üzerine düştüm. Dudaklarımdan bir inleme kaçarken benden uzaklaşan Miraç'ın sesi hissettiğim tüm garip duyguları yıkmaya başladı.

"Bırak lan beni!... Çek elini dedim!... Dokunma ona!!"diye bağırıyordu. Sesinin uzaktan gelmesi korkuma korku eklerken, taşlı zeminden zorla kaldırıldım.

"Miraç?!"diye bağırdım istemsizce. Yanımda bulunan ve kolumu kıracak gibi sıkan eller onun değildi. Bunun bilinciyle tekrar, "Miraç!"diye boğuk bir sesle bağırırken, bir yere doğru sürüklenircesine ilerletiyorlardı beni.

"Zeliş! Bırak lan onu! Nereye götürüyorsunuz, bırak!... Belanızı sikeceğim oğlum sizin!! Dokunma ona!!"

Uzaklardan duyulan aslan kükremesini andırmayan sesiyle durmadan onun adını sayıklayarak bağırıyordum. Gelip kurtarsın, çekip alsın beni istiyordum. Korkudan çoktan ağlamaya başlamış, hıçkırıklarımın arasından çırpınıyordum.

Nereye gittiğimi bile bilmeden attığım adımlar sarsak, arada bir düşüyor ve sertçe tekrar kaldırılıyordum. Ne zaman burktuğumu bilmediğim ayak bileğimin acısı bir yana, titreyen bedenimi durduramıyordum.

"Ağlamayı kes! Hızlı yürü!"diye sinirle bağırdı kolumdan tutan adam kılıklı herif.

"Miraç nerde?"dedim pürüzlü bir sesle hıçkırarak. Bir yandan adımlarımı dikkatli atmaya çalışıyordum. Bir yere girmiştik sanki ve az önce sarmaşık kıvrımında bir merdiven inmiştik tahminimce.

Birden vücuduma çarpan soğuklukla ürperirken nereden estiğini bilmediğim uzun düz bir yolda ilerledik. Sanırım yer betondu ve etraf boştu, çünkü ayak seslerimiz yankılanıyordu boşlukta.

"Cehennemin dibinde." Homurtusuna karşılık kurduğu cümleyle bir an da durdum ve korkmama rağmen kanıma hücum eden sinirle yanımdaki adama bir tekme savurdum hırsla. İsabetin neresi olduğunu bilemesem de onun bedenine çarpan tekmemle inleyerek kolumu bıraktı.

"Ah."diye inlemesinin hemen ardından, "Seni sürtük!"diye bağırdığını duydum. Daha sonrasında yanağımda hissettiğim sert darbeyle geriye doğru sendeledim ve tekrar yere düştüm.

Acıyan ayak bileğime eklenen bir diğer acı yanağımdaki sızı oldu. Önümde bağlı ellerimle yerden destek alarak yavaşça doğrulurken derin bir nefes almaya çalıştım, ciğerlerim titreşti kasılmış bedenimde. Onca acıya bir dayak yemediğim kalmıştı zaten. Yadırgadığım acının garipliğini umursamadım. Önceliğim sadece Miraç ve onun yanına gitmekti. Sanki o burada olsa bana kimse zarar veremeyecek gibi hissediyordum.

"Kalk." Kolumdan tekrar tuttuğunda çekmeye çalıştım ancak müsaade etmeden koluma sertçe asıldı ve beni zorla ayağa kaldırdı.

Saniyeler sonra bir yerde durduk. Kapı tıklatma sesine benzer bir ses duyuldu ve hemen ardından bir kapı açıldı. Gözlerimi açıp bakmak istiyordum ama Miraç'ın böylesi benim için daha iyi olduğunu söylemesi düşüyordu zihnime ve ben kendimi zorlukla durduruyordum. Ona güveniyorum işte. Öyle söylediyse mutlaka bir bildiği vardır diye düşünüyordum.

"Bu kız mı?"diye mırıldandı kaba bir erkek sesi. Bir kıpraşmanın ardından tekrar duyuldu aynı ses.
"Patron bu duruma çok sevinecek. Hadi gidelim ve hediyesini gösterelim." Kelimelerde dolanan şeytancıl hisleri tüm hücreme kadar işitirken, yutkunarak kendimi olası duruma hazırlamaya koyuldum.

Kimdi bunlar, bizden, benden ne istiyorlar diye düşüne düşüne kafayı yeme kotam zihnimi aşma derecesine nüksediliyordu.

Birkaç adımdan sonra bir yerde daha durduk. Bu kez yanımızda diğer adam da vardı, fazladan ayak sesleri bunu gösteriyordu. Tekrar bir kapı tıklatıldı ve gir komutu duyulduğunda kapının açılmasıyla oluşan gıcırtılı bir ses oluştu. Adımlayarak bir yere girdiğimizi belirten ve az öncesine kadar derimi eşeleyen soğukluk yerini ılık bir havaya bıraktı.

"Bahsettiğin kişi abi."dedi yanımdaki az önce bana vuran pislik. Sesinden tanıyordum artık. Hala kolumdan tutuyor olmasına gıcık olsam da elimden bir şey gelmiyordu.

"Uluhan nerde?" Kalın ve sert bir ses kulaklarıma doğdu. İlk defa duyduğum bu sesin sahibine değil de sorduğu soruyla soluğum bir anlık kesildi ve gelecek olan cevabı merakla bekledim.

"Aşağıya götürdüler bizimkiler. Kudurmuş gibi orya burya sataşıyordu en son." Bir kıkırtı eklendi cümlelerinin sonuna. Elimde olsa şu yanımda bulunan adamı boğarak öldürürdüm.

Bir anda irkildim. Neler düşünüyordum ben böyle? O adamı da öldürmüştüm zaten. Donuk kahve gözleri anımsadım tekrar. Zifiri karanlığımda kinli bir ışık süzmesi gibi içine çekmeye koyuluyordu.Yetmedi mi çektiğim ızdırap?! Bu kadar yeterliydi. Gözlerimi bir an önce açmam gerekiyordu.

Miraç yoksa yanında, karanlıktan kork!

"Kudursun piç."diyerek güldü karşıdan gelen kalın sesin sahibi. Sinirle dişlerimi sıktım.

"Sensin piç!"diye karşımdaki boşluğa tısladım. Göremiyordum ama Miraç'ın annesine veya kendi arkasından böyle ahlaksız ve terbiyesizce kelimeler kullanmalarına sinir olmuştum. Normalde asla küfür etmeyen ben, şuan göremediğim birine piç demiştim.

Bulunduğum duruma rağmen.

Ortalık bir an sessizleşti. Daha sonra ağır adım sesleri duyuldu ve birinin bana doğru yaklaştığını hissettim. Hemen ardından çenemde iri ve nasırlı parmakları anımsarken hızla ellerimle geriye doğru savurdum yabancı elleri. Ellerimin önümde bağlı olmuş olması en azından bu yönden iyidi bana göre.

"Kızımız baya dişli çıktı." Çok yakınımdan gelen kalın sesin sahibinin buz gibi çıkan kelimeleriyle titrememek için kendimi kasarak başımı hafifçe eğdim. Bir tokatı daha kaldıramazdı yanağım. Hayvan herif öyle sert vurmuştu ki hala yanağım sızlıyordu. Muhtemelen iz kalmıştı.

"Uluhan'ın dişi kaplanı... Acaba bu cesareti nereden alıyor... Sessiz ve ürkek bir ceylan, nasıl bir kaplana dönüşebilir ki?" Alay eder gibi güldü. Sesi öyle kendinden emin çıkıyordu ki, sanki avucuna aslanı hapsetmek gururunu yüceltmişti. Bu durumda sanırım aslan Miraç oluyordu.

'Aklının ermediği işlere burnunu sokma!' Diye bağırmak geçse de içimden sessiz kalarak alt dudağımı dişledim. Hem Miraç burada benimleydi öyle değil mi? Aşağıda demişti. Çok uzak sayılmazdı?..

"Ama ben onu tekrar pısırık bir ceylana dönüşmesini elbette ki sağlarım. Hem de bundan gayet bir zevk duyarak. Öyle değil mi sevgilim?" Sakin ancak tehlike diye içeren sesiyle birine soru yöneltti. Bir mırıltı duymaktan öteye gitmeyen ince bir ses kulaklarımı kabartırken topuklu ayakkabının betonda yarattığı sesler ilişti kulak zarlarıma. Konuşmuyordu ve cevapsız kalışıyla adam tekrar konuşmaya başladı.

"Ah, sen merak etme. Onun için öyle eğlenceli bir oyun hazırladım ki, çok beğeneceksin sevgilim." Övülüyormuş gibi çıkan sesinin ardından bir öpücük sesi duymak ne kadar anormaldi? Bunu duymuş olamam değil mi? Vıcık vıcık sürtülüş sesleri ve ardından koy verilen inlemeyle yüzüm buruştu.

Kadının sesini duymuyordum. Göremediğimden ise tedirgin olarak derin soluklar almaya başlamıştım. Bir an gözlerimi açmayı düşündüm. Kimdi bunlar bakmak ve görmek istedim. Çok ufak bir ihtimal tanıyor isem bilmek, yabancı ise farketmek istiyordum.

Geçen saniyeler sonucu topuklu ayakkabının sahibi bana doğru ilerledi. Eğdiğim başımı kaldırmak yerine öylece bekledim. Kolumdaki sert eller geri çekildiğinde kadının etrafımda turladığını belirten topuk sesleri ve beni dikkatle süzen bakışlarını hissedebiliyordum.

Önümde durdu sonunda. Aldığım pahalı parfüm kokusuyla derince solurken kaşlarım çatıldı, güzel bir kokuydu. Neden beni süzüyor olduğunu bile bilmiyordum ve neden beni buraya getirdiklerini de anlamıyordum. Ben olmadan da gelip haber veremezler miydi buraya getirildiğimi? Miraç'tan neden kopardılar ki?

İnce el, sol tarafımdan omuzlarımdan aşağı sarkan saç tutamımdan bir kısmını tuttu. Çekmiyor veya acıtmıyordu. Saçlarımı ise en son tokayla dağınık bir topuz yaptığımı anımsıyor gibiydim. Ne ara bozulduğunu, tokamın nereye kaybolduğunu düşünemeyecek kadar doluydum.

Saç tutamımı hafifçe çekiştirmeye başladığında çatılan kaşlarım daha bir kavislendi. Yutkunarak boşvermeye çalışma çabam acımın katlanmasıyla bozulurken, inleyerek sertçe önümdeki kim olduğunu bilmediğim kadını ellerimi öne uzatarak ittim.

Ne istiyorlardı benden?!

Bayağı sert itmiş olmalıydım ki bir gürültü koptu ve kadından bir inleme sesi duyulduğunda, bu kez daha fazla dayanamayarak hızla ellerimi gözlerime doğru yönelttim. Tam gözlerimdeki kumaşı kavramış indirecek iken, "Sakın!"diye bağırdı kalın sesin sahibi ve hızla geriye doğru ittirilerek bir duvara sırtımı çarptım. Hissettiğim acıyla çığlık atmıştım.

"Ne oluyor?! Kimsiniz siz?!"diye acıyla bağırırken, duvardan kayarak yere çöktüm ve korkuma karışan acılarımla hıçkırarak ağlamaya başladım. Her yerim yara bere içinde kaldığını hissedebiliyordum. Tüm vücudum sızlıyordu. Biri ellerimden tuttuğunda tekrar çığlık atarak kaçmaya çalıştım.

"Dur!" Bağırarak beni durdurmaya çalıştı. Ancak durmuyor, çığlık atıyor ve çırpınıyordum. Dakikalardır kendimi dizginlemem sonucu ruhumun çektiği acı patlak göstermişti.

"Miraç!!!"diye var gücümle büyük bir feryat koparırken, kendimde değil gibiydim. Sesimin yankı yaptığı yerde kulaklarım uğulduyordu.

"Bırak beni! Miraç!!" Çığırmamın ardından önümdeki adama tekme savurdum.

Geriye çekilen ellerin ardından tam tekrar elimi gözlerime atarak kumaşı indirmeye koyulmuşken, bu kez başımda sert bir darbe hissettim.

Evet, sanırım biri arkamdaki duvara kafamı çaptırmıştı. Acıyla inlerken zonklayan beynim bulandı. Vücudum hareket yetkisini kaybederken, kesik kesik soluduğum nefes ciğerlerimi yakıyordu. Duvara yaslı sırtımın yavaşça yana doğru kaydığını zor da olsa hissederken, bulanan beynimin ve kıvılcımlara tutuşan zihnimin kendini boşluktan aşağı savuruşuna şahit oldum.

Yavaşça yere doğru serpeserilirken, en son gözlerimi açma çabamla kaymış olan kumaştan bir çift siyah topuklu ayakkabı ve bileğinde parlayan gümüş renk halhal, puslu gözlerime yansıdı.

Sonrası... Karanlık.

* * *

Soğuk bir rüzgar tenimi yalayıp geçmesine rağmen vücudum etkilenmezken, yanağımda ve saçımda ufak ufak okşarcasına hareket eden dokunuşlar hisseder gibi oldum. Ne olduğunu anlayamayacak kadar yorgun ve bitkin ruhuma eşlik eden bedenimle hafifçe başımı kıpırdattım sağa doğru. O sırada hissettiğim dokunuşlar toz olup yok oldu bir anda. Gözlerimi aralamakta zorlanıyordum ve başımın ağrısına yönelik tüm bedenim sızılar içerisindeydi.

Bana ne olduğunu hatırlamaya çalışırken, burnumun derinliklerine sızan tanıdık kokuyla istemsizce, "Miraç..." diye fısıldadım duyulmayacak bir sesle. Öyle ki kendim bile işitemedim sesimi. Anılar bir bir doluştu böylelikle zihnime.

Miraç ile arabadayken olanlar, sonra ona saldırmaları, benim birini öldürmem ve zorla bir yere götürülmemiz... Kelimeler kadar kısa ve kolay olamayacak kadar dolu yaşantımı tarif etmekte zorlandım.

Kalbim sıkıştı zihnimi istila eden ağır düşüncelerle. Neden bu kadar çok acı çekiyordu şu kalbim? Bazen dayanamayacak gibi oluyor boğuluyordum. Kurtaranım yoktu.

Ya da ben öyle sanıyordum.

"Miraç..." Sesim bu kez daha çok mırıltı veyahut hastalıklı gibi çıktığında, ölüp beklediğim sesin kulaklarıma sızmasıyla derin bir soluk aldım.

"Buradayım." dedi her zaman olduğundan farklı çıkan tuhaf bir sesle. Sesindeki tınıyı sezemedim.

Yavaşça gözlerimi aralarken tavandan sarkan beyaz ışıkla gözlerim sızladı ve ben tekrar yumdum gözlerimi. Birkaç saniye kırıştırarak kendime bir konum ayarlarken, göz kapaklarımın üzerine bir gölge düştüğünü hissettim.

Gözlerimi titrekçe açıp baktığımda, elini ışığa doğru siper eden Miraç'ın üzerime doğru eğilmiş olduğunu gördüm. Gözleriyle tüm hareketimi dikkatle inceleyen adam, ışıktan rahatsız olduğumu farketmesini düşünmek yerine dolu ve kısık bakan gözlerimle onu süzdüm.

O buradaydı. Benim yanımda. Benimle. Artık güvendeyim...

Beton zeminde, onun boylu boyunca uzattığı bacaklarının üstünden dizine başımı yaslamıştım. Ne zaman buraya getirildiğimi bile bilmezken, son olanları hatırlamakla ağlamamak için kendimi zorladım.

"Bana ne oldu?"diye sessizce sorduğum sorunun ardından derin bir nefes alarak, doğruldu ve sırtını duvara yasladı. Ancak hala koyu radarlarıyla bana bakıyordu. Yutkunarak kendime gelmeye çalıştım. En azından biraz önceki kadar ışıktan rahatsız değildim. Kısık bakışlarım ise onun irislerine mühürlenmiş, kopmak istemiyordu. Nerede olduğumuzun bile henüz farkında değil, etrafı meraktan apayrı bir hissizlikle bakmaya tenezzül etmedim.

"Seni getirdiklerinde baygındın." Bu durumumdan hoşnutsuz olduğu ifadesine yansıdı. Bakışları sertleşmeye başlamıştı. "Bak. Zor biliyorum ama biraz toparlanman gerekiyor. O adamların elinde güçsüz düşerek bayıldın. Ve yanında ben yoktum.
O an sana neler yapabileceklerini düşünebiliyor musun?" Sert konuşmamak için kendini kassa da sinirli ifadesi gözlerime ilişti.

Kaşlarımı çatarak doğrulmaya çalıştım uzandığım dizlerinden. Ellerimi soğuk beton zemine yasladığımda irkilmeme mani olamazken, doğrularak oturduğum yerden ona doğru döndüm.

"Ne yapabilirim? Bayılıp bayılmamak benim elimde değil. Ayrıca ne durumda olduğumuzun farkındasın değil mi?" Korkuyordum işte. Bunu bilmesine rağmen nasıl böyle şeyler diyebiliyordu ki? Şuan bile zorlukla ayık durabiliyorken, katlanmam zor geliyordu. Oysa zaten ben keyfimden bayılmamıştım. Kafamı duvara vurmuştu biri ve üstelik bunlar olurken benim gözlerim ve ellerim bağlıydı.

"Farkındayım."diye tısladı sinirle dişlerinin arasından. "Sırf bu yüzden kendini güçsüz hissetmekten sakın diyorum sana. Burada en son yapman gereken şey gözlerini kapatmak, anladın mı?" Koyu gözleri, kahvelerime dikilmiş bir cevap beklerken sinirle soluyarak bakışlarımı kaçırdım. Ona kızıyordum belki ama haklı olmasına da ayrı bir sinir oluyordum.

Bayıldığımda bana ne yapabileceklerini kestiremez, engelleyemezdim. Şu an bile engelleyemezdim doğrusu ama şöyle ki en azından kurtulmaya çalışır bir umut arardım.

"Anladın mı dedim?"diye tekrarladı baskıcı bir sesle. Kabul etmemi ve ona sözlü bir imza sunmamı bekliyordu.
"Gözlerini kapatmak yok. Ne olursa olsun ayakta kalmaya çalışacaksın. Düşmek, pes etmek yok."

"Tamam."dedim sonunda ona yenilerek. İnatçılık da bir yere kadardı. İnanmayan bakışlarla gözlerini üzerime dikerken, "Söz veriyorum." diye bir güvence verdim. Memnun olmuş bir tavırla duvara tekrar sırtını yasladı.

Sessizleşen ortamla gözlerimle üzerini süzerken henüz yeni yeni fark ettiklerimle boğazım kurudu adeta. Gözlerim her bir adımda irileşirken, endişeyle soluğum kesildi bir an.

"Sen... İyi misin?" Zorlukla çıkan sesim bana bile yabancı gelirken, o koyu gözlerini karşı duvara dikmiş bir halde hafifçe omuz silkti.

Dudağının kenarında büyük bir yara vardı ve yanağının yukarısı morarmıştı. Kaşı patlamış, akan kurumuş kan öylece katı bir tabaka oluşturmuştu aşağı süzülerek. Göz altları yorgunluktan olsun, uykusuzluktan veyahut çektiği acının mahmurluğundan çukurlaşmıştı.

Zorlukla yutkunarak gözlerimi aşağı kaydırdım ve can alıcı bir diğer sahneyle karşı karşıya kaldım. Siyah gömleğinin tüm düğmeleri kopmuşken açıkta kalan yapılı, kaslı göğsünün morluklarla ve derinin altında toplanan kan topluluğuna gözlerim takılı kaldı. Onca adamın arasından canlı çıkmasına şükür etmeliydim. Canının yanıyor oluşuna ise midemde bir burukluk oluşturdu.

"Vücudun harita gibi." Dudağının kenarında hafif bir kıvrılma görür gibi olsam da çok çabuk gözden kayboldu ve eski ifadesiz ruhuna tekrar yem oldu.

"Sen kendini görsen..."deyip bir an da sustuğunda çenesi kasılmıştı. Duvardan ayrılan koyu gözler bana doğru kaydı ve bir kez daha yüzümü talan etti.

"Bunu onların yanına bırakırsam adam değilim!" Açıkçası şu an kendimi aynadan görmeyi istiyor gibi bir hissim yoktu. Görmek istemiyordum.

Yanına yaklaşarak onun gibi duvara yasladım sırtımı. Elimde olsa yaralarını tek tek iyileştirirdim ancak durumumuz müsaait değildi. Öyle ki, karşında oturmak yerine yanına yaklaşıp duvara yaslanmak daha cazip gelmişti. Karın kaslarının her bir mesafesinde oluşan morluklar, benim canımı yakar gibiydi. Sanki tüm acısını iliklerime kadar hissediyor gibi bir hisse kapılarak irkildim.

* * *


"Birini öldürdüm." Boğazıma oturan bir yumruyla derin bir nefes alırken aldığım soluk ciğerlerime sıkıştı. "Ellerim titrese de yaptım. Gözlerimi kırpsam da yaptım. O adam bana yaklaşırken, 'Gelme' diye yalvarsam da yaptım... Vurdum adamı."

Taze anılar tek tek zihnime doğarken dolan gözlerim akmak üzeriydi. Miraç'a kızmak geçiyordu bir yandan içimden. Silahı neden bıraktın diye bağırmak istiyorum ama yapamıyorum. O sadece kendimi korumam için bana kendi silahını bırakmış, tonlarca dayak yemişti. Şimdi bile simsiyah bakan gözlerini zorlukla açık tutuyor gibiydi. Eğer o silah orada olmasaydı diye bir düşünce oluştu zihnimin berrak kısmında. O silah orada olmasaydı, o adam bana çok daha kötü şeyler yapacaktı, biliyorum. Ama yine de keşke onu vurmak zorunda kalmasaydım diyordum içimden.

Kaç gündür, ya da kaç saattir buradayız bilmiyorum ama ben az da olsa baygınlık geçirme nedenimle uyumuştum. Bir gün veya saatlerce. Hiç bir fikrim yoktu. Ama O, bir an bile gözlerini kapatmamıştı. Öylece karşı duvara, hayır, aslında karşımızda duran demir kapıya bakıyordu. Keskin bir şahinin gözleri misali bir an olsun kısık irislerini kapıdan ayırmazken, ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Biraz da olsa dinlenmesi gerekmez miydi?

"Mecburdun."dedi kuru bir sesle gözleri bana değmeden. Kulağının bende olmasına bir an şaşırdım. Beni dinlemiyor sanıyordum. Oysa dakikalar önce sormuştum soruyu.

"Gerçekten öldü mü acaba?" Bir umut belki de yaşıyordur, beni bu vicdan azabından kurtarır ümidiyle sormadan edemedim. Miraç cevap vermedi.

İç çekerek karamsar bir ruhla bulunduğumuz odayı süzdüm. Başka yapacak bir şey yoktu. Zaten saniyemi bile almadı etrafı kolacan etmem. Boş bir oda işte. Bomboş. Bir pencere bile yoktu. Tabii yan darafta kırık bir kapı ardında, çamur ve toprak içinde kirli bir lavabo vardı. Az önce can sıkıntısından dolayı ve ani bir merakla kontrol etmiştim. Etraf ise ağır rûtübet kokuyordu.

Düşüncelerimin arasında açlıktan gurulduyan karnımla utanç içinde yanımda oturan Miraç'a baktım. Duyduğundan bir haber biraz olsun rahatlarken, kapı yanına ilişen bir parça ekmek ve su gözlerime ulaştı. Bir saat bile olmayan süre zarfında bir adam kapıyı gürültü bir şekilde aralayarak bir parça eğmeği ve ufak pet şişede bir su bırakarak tekrar kapıyı kapatmıştı. Her ne kadar şuana kadar dokunmasak da gittikçe acıkan karnımın gurultusu isyan çekmeye başladığını gösterir gibiydi.

"Bir şeyler yemeliyiz."diye mırıldandığımda tek kelime etmedi. Hatta zahmet edip yüzüme bile bakmıyordu. Gözlerimi devirerek yavaşça ayağa kalktım ve duvara tutuna tutuna kapıya doğru ilerledim. Burkmuş olduğum bileğim her adımımda canımı yakıyordu. Etraf soğuktu ve beton zeminde oturmak adeta oturaklarımızı donduruyordu. Bu yüzden üşüsem de mecburen hırkamı çıkarmış ve oturduğumuz yere sermiştim.

Elime ekmek ve suyu alarak tekrar Miraç'ın yanına oturduğumda sert görüntüsüne sığmayan adamın çektiği çatlaklara rağmen nasıl bu kadar dik durabildiğine artık şaşırmıyordum.

Adının hakkını veren adam bir Miraç gibi yıkılmazdı.

Dizlerimin üzerine oturarak yanına kıvrıldım ve elimdekileri önüme bıraktım. Tekrar ona doğru dönerek elimi omuzuna yerleştirdim ve hafif sarsarak kendine gelmesini sağladım.

"Miraç." Sarsmamla gözlerini kırpıştırdı ve çatılmış kaşlarının altından karanlığa meydan okuyan koyu gözlerini nihayetinde bana çevirdi.

"Bir parça ekmek ye ve su iç. Böyle yaparak kendine zarar veriyorsun. Zaten yaraların kötü. Hiç değilse bizi buradan kurtarman için, kendine bakmak zorundasın." Aynı şeyi yapıyordu. Birkaç saat önce bana gözlerimi kapatmamam için söz verdiren adam şuan kendine eziyet ederek güçsüz düşürüyordu. Buradan kurtulmamız belki zordu ama Miraç tek umudumdu. Bize başka kim yardım edebilirdi ki?

"Canım istemiyor."dedi umursamaz bir sesle ve tekrar gözleriyle parçalara ayırmak istediği kapıya doğru döndü.

"Çocuk gibi davranıyorsun." Sinirle kaşlarımı çattım. Neden bu kadar işleri zorlaştırıyordu ki?!
"Benim karnım aç. Sen yemediğin sürece de yemeyeceğim."

İnat yapıyorsa benim de kanımı istila etmiş bir inatçıl ruh vardı. Duvara yaslanarak yemeyeceğimi belirttim ancak onun pek de umurunda değilmiş gibiydi. Belki yaralarından dolayı ve uykusuzluğunun sebebiyetiyle saçmalıyor olabilirdi, yine de inat ettim ve kararlıydım. Aç olsam da kararımdan dönmeyeceğim.

Bir süre daha geçtiğinde guruldayan karnımın isyancıl sesleri yükseldi. Umutsuzlukla karnıma doğru indirdim gözlerimi. Yanımdaki odunun bir kütük olarak evrim atlamasına sinirle iç çektim.

Üzerimde bir çift soğuk ve sert bakışları hissedince Miraç'a baktım. Ters bir ifade canlanan çehresiyle bana bakarken, sesli bir soluk verdi ve sonunda uzanarak küçük bir parça ekmekten kopardı. Kendi ağzına atmasıyla istemsizce gülümsedim ve yaslandığım duvardan titrek bir hisle ayrılarak, önümdeki ekmekten bir parça da ben kopardım.

Dakikalar sonra ekmeği yemiş, suyun yarısına kadar içmiştim. Evet, Miraç aldığı bir iki lokmadan sonrasında tekrar eski konumuna dönmüştü. Ancak bu kez daha bir kendinde gibiydi. Ben ekmeğe ve suya odaklanmışken, onun cebindeki cüzdanından bir fotoğraf çıkarmasıyla odağım değişti.

İkiye katlamış olduğu fotoğrafı aralarken bir yerden tanıdık gelen kağıt parçasıyla duraksadım. Evet hatırlıyorum. Bir defasında bu fotoğrafı Miraç'ın eşyaları arasında bulmuştum ve sırf dokundum diye ağır bir azar işitmiştim. O geceyi unutmak ne mümkün. Sırf bir amaç uğruna beni vuran Miraç'ın buz gibi soğuk bakışları hala aklımdaydı. O geceden sonra da Kenan amcanın evine gönderilmiştim.

Ürpererek kötü anılarımı zihnimden def ettim. O günleri hatırlamak bile istemiyordum.

Miraç'ın fotoğrafı dikkatle inceleyen koyu gözlerinin hafif de olsa siyahlığını gidermesiyle ona doğru iyice yaklaştım. O fotoğrafa bakma fırsatım hiç olmamıştı ve ben şuan tarifsiz bir merak içerisine girmiştim.

Küçük bedenimle dizlerimi kendime doğru çektim ve Miraç'ın omuzuna denk gelen başımı yaklaştırmamın ardından gözlerimi iri parmaklar arasında duran fotoğrafa indirdim.

Fotoğrafta dört küçük çocuk vardı. İkisi kız, ikisi erkek çimlerin arasında fotoğrafı çeken kişiye doğru gülümsüyorlardı. Derin bir nefes alarak daha dikkatli incelemeye başladım.

İlk olarak 10 yaşlarında esmer bir çocuk, kolunun altında bir topla ayakta duruyordu ve kameraya gülümsüyordu. Kim olduğunu düşünen zihnimin boşluğunda dolanırken, çok uğraşmadan diğerlerine baktım. 3 veya 4 yaşlarında küçük bir kız, yanındaki erkek çocuğun elini tutarak tatlı bir şekilde poz vermişti oturduğu çim üzerinden.

Yanındaki erkek çocuk ise...

Bir an duraksadım.

Yutkunarak incelemeye devam ederken zihnimde bomba etkisi yaratan düşünceler tamamiyen yanımdaki adama aitti. Miraç diye tahmin ettiğim çocuk, beni bozguna uğratan bir gülümsemeyle elini kız kardeşinin etrafına sarması ve bu da yetmezmiş gibi gülüyor hissiyle parlayan koyu irisleri kalbimde bir sızı hissettirdi.

"Bu sen misin?"diye sormadan edemedim. Sesim içime kaçmıştı adeta. Hafifçe boğazımı temizleyerek yanımdaki adama doğru döndüm. O an fazlasıyla yakın durduğumuzu farketmek ve birkaç santim ötemde soluğunu hissetmek kanımı dondurdu.

"Benim."dedi nedenini bilmediğim afallamış sesiyle. Yavaşça geri çekilmeye başladım, ruhumun ona çekildiğini bilmeden.

"Tahmin etmiştim." Gözlerimi kırpıştırarak ondan uzaklaşmamla tekrar fotoğrafa doğru döndüm. Ancak Miraç bu kez fotoğrafı bana doğru uzattı.

"Bakabilirsin." Mırıltısını işiten kulaklarım farklı bir sesle uğulduyordu. Titreyen elimle uzattığı fotoğrafı elinden alırken, zihnim az önceki sahnede takılıydı. Kalbimin bir anlık hisle durdurulmaz feryatlar içerisine girmesinin nedenini bilemedim ki, öğrenmek istediğimden de emin değilim. Ufak bir yakınlaşmayla kalbim bu kadar hızlı atmamalıydı.

Duymamasını diledim.

"Bu Meral."diye tanıtmaya başladı fotoğraf karesini canlandıran karakterleri tek tek. Hemen yanındaki ona sıkıca sarılarak gülümseyen tatlı kızı göstermişti. Miraç çimlerin üzerinde çocuksu bir tavır olmasına rağmen, ağır bir abi misali yayvanca oturmuştu.

"Selim."diye mırıldandı düz bir sesle. Arkalarında ayakta duran ve elinde top olan çocuğu gösterdi iri, sıcak elini elimdeki fotoğrafa atarak.
"Kenan'ın oğlu."diye devam ettiğinde aklımda biriken merak tomurcukları bir bir yok oldu. Miraç'tan büyük duruyordu Selim denilen çocuk. Düşüncelerimi tescilleyen cümlelerine dikkat kesilirken hala fotoğraf karesini inceliyordum.

"Benden iki yaş büyük. Bizim işlerle pek uğraşmaz. Şuan yurt dışında işlettiği bir fabrikayla ilgileniyor. En son işlerini büyütmüş olduğunu duymuştum. Pek görüşmeyiz zaten..."

"Neden Kenan amcayla birlikte yaşamıyor? Ben orada kaç hafta boyunca kaldım ancak bir an bile olsun adı geçmedi." Onun hayatıyla ilgili veya akrabalarıyla ilgili bir şeyler öğrenmek istedim. Her ne kadar aylarca birbirimizin yüzünü görsek de çok tanımamak ağrıma gitmişti şimdi.

En azından fırsat bulmuşken ve Miraç hiç gocunmadan cevaplarımı yanıtlarken, onun hayatından birkaç kesit duymanın zamanı bundan daha iyi bir ana denk olamaz diye düşündüm.

"Tam olarak sebebini bilmiyorum ama bir defasında büyük tartışma yaşandı aralarında. Sonrasında çekti gitti Selim." Koyu gözlerine çevirdim bakışlarımı. Hemen omuzumun üzerinde yakın bedenine tezan sert çehtesiyle yutkunurken, bakışları üzerimdeydi. "Kız kardeşini özlüyor." Dedi en sonunda fısıldar bir yakarışla.

"Sen?"diye sorduğumda gözleri bir süre kahvelerimde takılı kaldı. Sorduğum sorunun anlamsızlığını düşünemedim. Çok saçma olsa da sadece büyüleyen bakışlarından kopmak için kurulan bir tezgahtı.

"Bu kim?" Başımı fotoğrafa doğru tekrar yönelttim. Derin soluklarımla yanı başımdan gelen erkesi kokusu derinliklerime taşıyordu, zor olsa da umursamamayı ve etkileyici kokunun ondan gelmediğini vurguladım kendime. Çok çok zor olsa da...

Son kalan ve muhtemelen Kenan amcanın ufak kızı diye tahmin ettiğim çocuğu gösterdim baş parmağımla. Miraç ve Selim denilen çocuğun arasında masum bir gülümsemeyle ayakta dikilen küçük kızı işaret etmiştim.

İki yanından, tepeden topladığı saçlarında kırmızı kurdale toka vardı. Bir eli, abisi diye bildiğim Selim'in elini tutuyordu,
diğer eli ise...
Miraç'ın boynuna atılmıştı.

Aldığım soluk son nefesim gibi boğazıma tıkıldı. Daha detayla inceledim ufak küçük kızı.

"Ömür..."diye mırıldandı efsanevi bir sesle Miraç.

Küçük kızın ismini anması ne kadar da tuhaf hislere boğdu beni. Beynim zonklamaya başlarken, bulanıklaşan zihnime küçük bir detay ilişti. Yutkunarak fotoğrafa doğru iyice yaklaştım. Derin soluklarla göğsüm hızla inip kalkarken, zihnimde uçuşan geçmişe dair dosyalar algı yetkimi kısıtladı.

Tek ve görmek istediğim anılar, ruhumu derinden acıtan bir hisle sarstı. Elimdeki fotoğraf kayıp giderken parmaklarımın arasından, aynı anda gözümden damlayan bir yaşın yükü geçmişe dayalıydı.

Miraç bir şeyler söylüyordu. Ancak zihnim tek gerçek üzerine yıkılmıştı,
ve onu ne yazık ki duyamıyordum.

İşittiğim şeylerden çok gördüğüm şey;
Küçük kızın çiçekli elbisesinin altından, sol diz kapağının biraz üzerindeki ufak kırmızı doğum lekesiydi...

****


BÖLÜM SONU...

*İLK OLARAK TÜM OKUYUCULARIMIN RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYORUM.
HAYIRLI BAYRAMLAR...
🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬🍬

*İkinci olarak ise yeni bölüm isteyenlere söylüyorum. Onu yazmak yerine bol yorum yaparak kitabın nasıl bir gidişaat içinde olduğunu belirtin lütfen :")

Emek harcayarak yazdığım bölümlere yorum yaparak ve sol alt köşedeki "🌟" (yıldız) tuşuna basmayı, beni takip etmeyi unutmayın...

Bana destek olanlara sonsuz teşekkür ederim.

TEKRARDAN HAYIRLI BAYRAMLAR DİLERİM.

SEVİLİYORSUNUZ💕💕💕

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro