30.BÖLÜM
YENİ BÖLÜMDE HERKESE MERHABALAR.... HİÇ UZATMADAN BÖLÜMLE BAŞ BAŞA BIRAKIYORUM SİZİ. MEDYADAKİ ŞARKIYI DİNLEYEREK OKUYABİLİRSİNİZ(SON KISIMDA)
VE LÜTFEN YORUMLARA ÇALIŞIN. BOL YORUM İSTİYORUM. İLHAM KAYNAĞIM ONLAR BENİM.
SEVİLİYORSUNUZ💕
Bölüm şarkısı= Sezen Aksu - Tükeneceğiz.
Keyifli okumalar dilerim.
Hatalar göründüğü kadar ufak olsaydı, affetmek yücelikten sayılmazdı...
Geçen iki günün ardından, camı delip geçen güneş ile birlikte aralanan gözlerimi tekrar kapattım ve zihnime dinlenme süreci tanıdım. Uyandığım an bir şelale gibi beynime doluşan her düşünceye, rahatsızca yüz buruşturdum. Uykuya düşkün olduğum açığını es geçmiş, bu kadar erken uyanmanın nedenini çözememiştim. Gün daha henüz aymışken, uykumu tartaklayan tıkırtılara rağmen uyanmamak için hoşnutsuzca kıpırdandım ve bir elimi nasıl göründüğümden bihabersiz saçıma atarak, yatakta sırt üstü döndüm. Uykum vardı ve uyumak istiyordum, hatta bu süre birkaç gün daha uzayabilir olsa çok iyi olurdu...
"Adamları ayarladın mı?..." Kısık gelen bir ses duyduğumda, uyumaya adımlayan zihnim kapattığı kapıları sonuna kadar araladı. Miraç'ın olduğundan emin olduğum ses sağ tarafımda, pencere yönünden geliyordu. Yatakta benden başka bir ağırlık yokken, hissettiğim soğukluk kanıma akın etti ve içimi titretti.
Gece çok geç gelmiş olmasına rağmen neden bu kadar erken kalkmıştı anlamasam da, yine iş ile alakalı olduğunu varsaydım. Günlerdir yüzüme bakmayan adam, bu sabah yine kaçmak için erkenden kalkmıştı, demek isteyen ruhumu karanlıklarda kaybettim adeta. O gece içkiyi fena kaçırmış ve Miraç'a rezillik üzerine rezillik gösterisi sunmuştum. Hayal meyal hatırlasam da uyudukdan sonrasını, anılarım tazelenerek zihnime düşüyordu.
Eve geldiğimizde beni kucağına almasıyla irkilip uyanmış ve bahçedeki karalara bürünmüş eli silahlı adamlara, "Kara şövalyeler gibi dikilin anca siz orda! Ne bakıyorsunuz be, ayı mı oynuyor?!" Diye saçmalamış ve sonra Miraç'a dönerek, "Miraç döv onları!" Demiştim. İçeri girdiğimizde ise Safiye teyze önümüzü kesmişti ve beni o halde -ki ne halde olduğumu tam olarak bilmiyordum- gördüğünde, "Ay sen o zıkkımı mı içtin!? Haram o kızım, haram! Nasıl içersin?!" diyerek, neredeyse ayağında kısa boyundan ötürü giydiği dolgu dopuklu terlikleri çıkaracak kıvamdaki öfkeli bakışlarıyla beni iyice korkutmuştu.
Benim yaptığım ise Miraç'ın kucağında, Safiye teyzeyi tesciller gibi holûn orta yerinde o zıkkımı kusmak olmuştu. Daha fazla içimde tutamamıştım ve atmıştım midemdekileri.
Daha kötüsü ne olabilir derken, Miraç'ın ettiği ağır yüklü küfürlerle varlığını hatırlamak bir yana, tüm evi kaplayıp, delip parçalara ayrılan bir kükreme Miraç'ın "ZELİŞ!!" diye evi inleten sesinden gelmişti. Evet, yapacağımı yapmış ve Miraç'ın o güzelim, siyah ve pahalı olduğu her halinden belli olan ayakkabılarına miğdemdekileri sıçratmıştım!
Can havliyle nasıl kucağından indim bilmiyorum, ama korku insana herşeyi yaptırabilirdi. Hole doluşan kalabalıktan faydalanarak kaçmış ve kendimi odaya, daha sonrasında yatağa atmıştım. Uykumun bastığı ağırlıkla, en beterini sergileyerek uyumuştum. O gecenin sabahında ise, büyük bir baş ağrısıyla ve üzerimde sadece iç çamaşırlarımla uyanmıştım. Kendime sövmelerim komidinin üzerinde bir bardak su ve ağrı kesici bulmamla kesilmiş, olağan dışı acıları kabullenmiştim.
O sabah yanımda ne Miraç vardı, ne de zihnimde gece olanlar. Hepsi uçup gitti diyerek, üzüntüme üzüntü katmış, duşa girmiştim. Ve ne olduysa o anda olmuştu. Başımdan aşağı akan ılık suyun etkisiyle rahatlarken, zihnimin aralık kapısından içeridekileri süzer gibi gizli bir giriş yapmıştım. Anımsadığım her bir olay, bana doğruluk payı vermişti. Hatırlıyordum işte. Miraç'ın beni barmene emanet etmesi, gizlice içki şişesi kaçırmam ve onu dibini görene kadar boşaltmam, şişeyi fırlatışım; ki bunun için kendime ayrı bir sövmüştüm, adam ölebilirdi!
Daha sonrası ise... Miraç'ın kavga edişinden, beni götürdüğü sahil kenarına kadar. Söylediği her bir cümlenin, kelimelerinden, harfine kadar hatırlıyorum. Ve gerçekten o gecenin sabahından sonra olanlar bana bizim hikayemizin bittiğinin, resmiyete dökmesine kadar gerçekti.
O günden sonra Miraç yemek sofrasına bile katılmıyordu. Gece geç geliyor, sabah erkenden çıkıp gidiyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi, yine erkenden kalkmıştı ve nereye olduğunu bilmediğim bir semtte avcılığa çıkıyordu.
"Kararım kesin dedim sana uzatma. Beş adam yeterli, fazla dikkat çekmeyelim. Dediğim gibi Emre, dayımın haberi olmayacak!"
Sabahın köründe, Emre ile ne konuşuyordu? Kenan amcanın bilmemesine kadar önemli ne olabilirdi ki? Kaşlarım istemsizce çatıldığında, Miraç'ın sesi daha da kısık bir hal aldı. Benim uyanmamdan mı, yoksa duymamı istemiyor oluşundan mı bilmiyorum ama Miraç gizli ve oldukça sessiz konuşuyordu.
"Sen söyle adamlara önden gitsinler. Ben gelmeden sakın başlamasınlar Emre. O adama güvenmiyorum. Burnuma kötü kokular gelmeye başladı, bir boklar çeviriyor olabilir. Gizlice halledeceğiz."
Şifreli konuşmalarına dayanamayarak, gözlerimi meraklar araladım ve ne yapıyor olduğunu gözlemleyecekken, iki günün ardından koyu gözleriyle karşı karşıya geldim. Bana bakıyor olmasıyla ufak bir şaşkınlık geçirirken, yayıldığım yatakta toparlanarak yavaşça doğruldum.
Açıkçası onu, beni izlerken yakalamayı beklemiyordum ama bundan çekinip kaçınmak bir yana, üzerime diktiği koyularına rağmen konuşmasına devam etti. Uyanık olduğumu ve onu dinlediğimi biliyor olmalıydı. Birkaç konuşmadan sonra telefonu kapatarak, siyah pantolonunun cebine gönderdi. O an üzerini giymiş olduğu farkederek, daha bir ayrıntıyla üzerini süzdüm.
Siyahlara bürünmüş olması, doğallıkların azraili olması gerçeğini değiştirmiyordu. Bu gün siyah bir gömlek vardı ûzerinde ve vücuduna oturan gömlekle gerilen kol kasları, gömleğin kumaşını yırtacak giydi. Gergin halinde olduğunu görüyor olmak, beni her zaman olduğu gibi huzursuz ediyordu. Normalde kazak veya tişört giyinen adam, bu kadar dikkat çekici giyinerek nereye gidecekti ki?
"Günaydın."dedim uykudan yeni uyanmış pürüzlü bir sesle. Boğazımı temizleyerek, yutkundum. Sessizlik serilen odada sesim garip çıkmıştı.
Başını sallayarak cevap verdiğinde, sırtımı yatak başlığına yasladım. Yaptığı tıkırtılardan beni uyandırmış olmasına rağmen, ufacık bir cümle kurmaması kaşlarımı daha bir kavisledi. Birkaç adım atarak yatağa doğru yaklaşırken, gözlerini bir an olsun ayırmıyordu. Sanki bir şeyler anlatmak ister gibi bakışlar fırlatan irisleri, ruhuma çarparak geri gidiyor ve adlandıramadığım bir çatlak oluşturuyordu.
"Bir şey mi söyleyeceksin?" Ellerini cebine atarak yatağa yaklaşan adımlarını durdurdu ve yanındaki büyük kıyafet dolabına omuzunu yasladı.
"Bu akşam,"diyerek cümleye başladığında, bakışları koyulukta mertebe atladı. "Evine gidiyorsun." Tamamlanan sözünün ardından, dudaklarından firar eden her bir kelime, mideme oturarak bir anlık soluğumu kesti.
Beklemediğim bir anda bulmuştu beni bu cümle. Sabahın erken saatinde, henüz yeni uyanmışken bunu söylemesi acımasızca gelmişti. İki gündür benimle tek kelime kurmayan adamın ilk sözü bu olmuştu. Bir nevi, bu evden kovuluyormuş hissine kapılmıştım.
Tamam, gideceğimi biliyordum ama ne bileyim, böyle birden bire ya da bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Daha çok uzun bir zaman var gibiydi. Zorlukla, sert bir yutkunmanın ardından, sıkışıp can çekişen ciğerlerime derin bir soluk bahşettim.
"Eşyaları topla. Akşam geldimde hazır ol." Yaslandı yerden doğrularak, kapıya doğru döndü. Attığı o birkaç adım zihnime ağırlıkla düşüp, toz tanecikler oluşturarak sinirimi yüzeye çıkarttı.
"Nereye gidiyorsun?"dedim arkasından seslenerek. Üzerimdeki pikeyi atarak, yataktan kalktım. İçimde bir şeylerin burkulduğunu hissediyor ve bunun verdiği acıyla sinirim katlanıyordu.
"İşim var." İfadesiz sesinden akan kuruluk kalbimi çatlattı. Bu kadar duygusuz olmak zorunda mıydı?
"Bu mu yani!?" Yükselen sesimle birlikte adımları duraksadığında umursamadan devam ettim.
"İki gündür yüzüme bile bakmıyorsun, konuşmaya tenezzül etmiyorsun! Daha önceden de eşyalarımı toplamamı söyleyebilirdin. Ama sen şimdi gelmiş, 'Akşam evine gidiyorsun'. diyorsun. Söylesene, eğer ben uyanmış olmasaydım ne zaman söylemeyi düşünüyordun? Akşam olduğunda mı?!"
Gerçekten ama bu kadar düşüncesiz olamazdı. Ben herşeyden habersiz akşama kadar oturup, onu bekler ve yine geç geleceğini tahmin ederek uyuya bilirdim. Umursadığı tek şey kendi düşünceleri ve verdiği emirlerdi. Bu konu da bile böyle birşey yapması grurumu kırmış ve olmayan yerimi hatırlatmıştı.
Bana doğru döndüğünde koyu gözleri, ayak tırnaklarımdan saç uçlarıma kadar ağırlıkla ve yoğun bir hissizlikle dolaştı. Üzerimde beyaz ince askılı bir badi ve gri salaş bir eşofman vardı, ki beyaz badimin uyuduğumdan ötürü yukarı doğru sıyrılıp göbeğimi açıkta bırakmış olduğundan habersizdim. Bakışlarından ise bir şeyler çözememek, daha beter ediyordu beni ve öfkemi katlıyordu.
"İşlerim vardı." Düz bir bakış atarak tekrar arkasını dönecekken, aklıma kor gibi düşen kelimeleri, damarlarımda dolaşmasına izin vermeden dilime düşürdüm. Onun böyle olmasına katlanamıyordum artık mağdem bunu istiyordu, ona istediğini verecektim. İstenmediğim yerde duracak kadar onursuz veya yüzsüz değildim.
"Boşanmak istiyorum!" Dedim birden. Bu cümlenin yükünü zihnimde tartmamış, anlamını kurcalamakla uğraşmamıştım. Ellerim iki yanımda yumruk şeklini alırken, derin soluklarla terlediğimi hissettim.
Miraç hafifçe kapıya doğru çevirdiği bedenini duraksatarak olduğu yerde kalakaldığında, ondan gelecek olan atağa dikkat kesilmiştim. Bir süre geçti ve Miraç'tan tek bir kelime çıkmadı. Bana bakmıyordu, olduğu yerde durmuştu ve karanlık irisleri tahta kapıda takılı kalmıştı. Dakikalarca ses vermediğinde dudaklarım tekrar aralandı.
"Evliliğimizi sürdürecek bir gerekçe kalmadı ortada. Boşanmamız en doğrusu." Sesizce kurduğum kelimenin acı gerçekliği yüzüme tokat misali inerken, bakışlarım onun üzerinde dolaşıyor, itiraz etmesini bekliyordum. Belki de veda ediyordum. Son günümüzdü bu gün ve o, çıkıp gidecekti birazdan. Akşam geldiğinde ise beni alıp evime götürecek, yollarımızı bir bir asitletecekti.
Belki bir daha onu göremeyecektim. İyi ya da kötü birçok anılarımı olmuştu onunla. Kötü anılar tabiki daha çok iken, intiharımdan önce olanlar benim için eski Zeliş'in saklı defterine kazınmıştı. Unutamazdım olanları belki ama deneyebilirdim. Kendime yeni bir hayat kurarak, onu unutabilirdim. Beni inşaatın en üst katından atlarken kurtardığını, kucağındayken kendi sıcaklığını bedenimle paylaşmasını, birlikte tahta evde geçirdiğimiz zamanda bileklerime pasuman yapıştı ve hatta korkmamam için bana hayaller kurdururken başıma şefkatli bir öpücük konduruşunu...
Unutacağıma ant içsem de, zihnim saklamakla yetinerek, bir sandığa kilitlemek istedi.
"Haklısın." Söyleyeceği cümleyi söyleyerek duraksayan adımlarını harekete geçirdi ve kapıya doğru ilerlerken, "Avukat işlerini ben hallederim. Nasıl evlendiysek, o şekilde de boşanırız."dedi.
Kapı kulpuna attığı iri eliyle birlikte gerçeklikten parçalar koparan zihnimi yalnız bırakarak tekrar, "Nereye gidiyorsun?"diye sordum.
Miraç'ın derin bir soluk alışı gürültülü bir sesle nûksedildi. Kaç olduğunu saymadığım bir duraksamayla bana doğru dönmeden cevap verişine ve üzerine, duyduğum kelimeye hazmlar üretme çabasında dolaşan hislerime ayak uyduramazken, kapıyı açarak odayı terk etti, gerisinde ise beni.
"Mezarlığa."
* * *
Öğle vakti dolduğunda odada ki işimi bitirmiş ve aşağı inmiştim. Sabah kahvaltıya inmediğimden ilk önce kendimi mutfağa yönlendirmiştim ve dolaptan birkaç tabak kahvaltılık çıkarmıştım. Safiye teyze bir şeyler hazırlamak istese de müsaade etmeyerek, atıştırmalık bir şeyler masaya dizdim.
Kurulduğum masada karşımda pirinç ayıklayan Müge, düşünce denizine dalıp gitmiş gibiydi ve ne beni, ne de ona seslenip söylenen annesini takıyordu. Somurtkan değil de, daha çok aklında bir şeyler ölçüyor gibiydi. Ve gerçekten ben bunu, ayıkladığı pirinci iki parmağı arasına aldığı ve bir elması inceler gibi irisleriyle okşayan Müge'nin bakışlarından anlamıştım.
O an, mutfağa elinde telefonuyla birlikte giren Dila'ya kayan gözlerimi kısa bir bakışla birlikte kahvaltıma indirdim ve yemeğime odaklandım.
"Müge'cim, bil diye söylüyorum; taş sert ve gri olur. Hayır o da değilse; siyah olur. O elinde kurban gibi tuttuğun ufak şey ise, pirinç tanesi."
Dila aklımdan geçenleri dile getirerek Müge'nin dalgın kafasına eliyle bir tane geçirirken, gülüyordu. Keyfinin yerinde olması kaçınılmaz gözüküyor ve yeşil gözleri parlıyordu. Müge ters bakışlar atarak, tekrar pirinçlere odaklandı. Selen sağ tarafımda her zamanki sessizliğiyle patlıcanları doğruyorken, Dila da masaya oturarak, benim yemeye çalıştığım zeytinimi kaptı.
"Sabahtan beri söylüyorum. Ama kafası gibi taşları ayıklamakta zorlanıyor!" Safiye teyze ocağın başında ne yemeği yaptığını bilmediğim bir tencereyi karıştırarak Dila'ya ortak oldu.
"Size ne ya benim pirincimin taşlarından?! Kendi işinize bakın siz."
Birbirlerine söylenip dururlarken, bu tatlı tartışmaları bile özleyeceğim düşüncesi istemsizce gözlerimi doldurdu. Birileri gülüyor, diğeri söylenip huysuzlanarak cevaplarını veriyordu. Verdiği her bir cümleler ise zihnime düşüyordu ve kendi sayfalarının anılarını dolduruyordu. Ben onlara bu kadar bağlanacağımı asla bilemezken, bu bağı nasıl koparacağımı hiç bilmiyordum. Onları tekrar görebilecek miydim, ya da bir daha böyle birlikte oturacak mıydık, bilmiyordum.
Tüm bu bağlar, bu gece kopacaktı.
Daha erken de olabilir. Ne zaman gideceğimi bilmiyordum ve onlara gideceğimi söylemem gerektiğini düşünüyordum. Aynı sürede öğrenmelerini istemezdim. Tıpkı Miraç'ın bana yaptığı gibi, gideceğim dakikada bunu öğrenmemeliydiler. Bu tutum beni nasıl kırdıysa Miraç'a karşı, ben de aynı şekilde bu mutfaktaki insaları kıramazdım. Mutfak tekrar dinginliğine çekildiğinde, sessizliği fırsat bilerek, kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattım ve yutkundum.
"Bu akşam ben gidiyorum."dediğimde Müge sonunda başını pirinçlerden ayırarak, bana baktı ve pişkince sırıttı. "Miraç bey ile bir yere mi gidiyorsunuz yine? Nereye götürecek seni? Yoksa sürpriz mi yapacak?"
"Sürpriz mi?"diye sordu Dila, dalga geçer bir ifadeyle. Daha ben sözümü tamamlayamadan iki dil düşkünü hanımlar, cümlelerimi yarıda kesmesi yetmezmiş gibi saçma teorilere sapmışlardı.
"O buz dolabı gibi adamdan sürpriz mi beklenir hiç Müge?! Olsa olsa Zeliş'i alır, kahvehaneye götürür. Yontulmamış odundan ne beklersin!"
"Öyle ama, dik başlı olduğu kadar ağır ve çok sert bir adam. Valla ne yalan söyleyim, karşımda gördüğüm an titriyorum ben korkudan. Allah yardımcın olsun Zeliş!" Selen'in de katıldığı gıybet yüklü konuşmalara öylece kalakalırken, bu üçlüye inanamazca bakışlar atıyordum.
"Şimdi de dedikoduya mı başladınız siz? Susun yoksa valla şu kepçeyi kafanıza geçiririm! Ne biçim konuşuyorsunuz siz Miraç bey'in arkasından!" Safiye teyze nihayet onları sustururken, ben hala şaşkındım. Bu üçlü kızlar, sanki benim, Miraç'ın konusunu açmamı bekler gibi birden eteklerindeki taşları dökmüşlerdi. Ben bile bu kadar konuşup, arkasından ağır laflar etmezken, onların Miraç'a benim yanımda söyledikleri tuhafıma gelmişti. Hayır, kıskandığımdan değil ama... Bilmiyordum işte!
"Ne söyleyecektin sen kızım? Nereye gidecekmişsin?" Şefkat ve sıcaklık kokan bir ses Safiye teyzeden gelirken, ona bakarak zorlukla gülümsedim.
"Evime gidiyorum. Artık burada kalmayacağım... Miraç ile bir karar aldık ve biz, boşanacağız."diye mırıldandığımda mutfakta ufak bir sessizlik oluştu. Az öncesine kadar kıkırtı ve gülüşmeler dans ederek sessizliği yok ederken, şimdi suskunluk devir alınmıştı. Hepsine kısa bir bakışlar atarak tepkilerini süzerken, şaşkınlık sırası onlara geçmişti.
Olan bitenlerin hepsinden haberdarlardı ve bu kadar şaşırmalarına anlam veremedim. Miraç'ın bana yaptıklarına bu evin duvarları kadar, onlarda şahit olmuştu. Gidebileceğimiz son durak belliyken, bu tepki fazla gelmişti. Ocağın başında durmaktan vazgeçen Safiye teyze yavaş adımlarla yaklaşarak masanın başına, sol tarafımda ki sandalyeye oturdu. Donuklaşan bakışlarında bir üzüntü taneciklerini farketmek, kalbimi daha bir acılara yıldırmaya yetti. İçimde biriken ve boğazımda nefes almamı zorlaştıran bir yumruya rağmen gülümsedim.
"Bu akşam evime gidiyorum."dedim tekrardan olayların gidiş açısını görselleştirerek. Dila boğazını temizler gibi bir ses çıkardı ve hafif öksürdüğünde bakışlar ona çevrildi.
"Tamam, enişte aksi huylu ve yakışıklı olmasına rağmen suratsız bir adam ama... Ayrılacağınızı hiç düşünmemiştim."dedi sessizce mırıldanarak.
"İkimiz için de en doğrusu bu." Birlikte olmayı denemediğimize rağmen, bu cümle ne kadar gerçekçiydi bilmiyorum. Bu zamana kadar hep bir duvar vardı aramızda. Ne o, beni aldı yanına, ne de ben onu kendi hapishaneme davet etmiştim.
İki ayrı uçurum gibi; birinde ben uç köşesinde beklerken, diğerinde Miraç bekliyordu. Ne bir adım atarak kendimizi uçurumdan aşağı atıyorduk, ne de bir yol arayıp yanyana gelme çabasına giriyorduk.
"Nerden biliyorsun en doğrusunun bu olduğunu?" Selen konuşmaya başlayarak, hala elinde duran patlıcan ve bıcağı kenara bıraktı. "Bak... Yıllardır bu evde yaşıyoruz biz. Normalde bu eve uğramazdı bile, senede belki bir, iki defa gelirdi. Miraç bey, ilk defa kucağında biriyle geldi bu eve. Sen intihar ettiğinde kanlar içinde yatakta yatarken, seni o şekilde gördüğünde nasıl evi inlettiğini çok net hatırlıyorum. Ben o adamın, ilk defa bu kadar endişelendiğine şahit oldum Zeliş."
"Miraç bey kaçırıldığında, senin onu nasıl merak ettiğini hatırla kızım. Sizin kaderleriniz bir yazılmış. Siz birbirinizin yaralarını sarmak için karşı karşıya gelmişsiniz. Daha doğmadan önce birbirinize bağlandınız siz. Düşman ya da dost ne fark eder ki, önemli olan; insanın temiz sevdasıdır."
"Benim bildiğim Miraç Uluhan, ayakkabısının üzerine kusan birinin midesini deşerdi." Müge kıkırdayarak kurduğu cümleyle Safiye teyzenin cümlesini tamlamış ve ortamı iyice bozmuştu farketmeden.
"Ne yapmaya çalıştığınızı anlıyorum. Ama yanılıyorsunuz. Sevda, Aşk veya bunun benzeri hisler, bizim hikayemize hiç uğramadı. Ne ben ona iyi geliyorum, ne de o bana. Bizim kararımız kesin. Bu yüzden boşa dil dökmeyin." Çatılan kaşlarımla boş bakışlar atarak, iştahsızca önümde ki yemeği süzdüm. Çatalla tartakladığım salam dilimi parça parça olmuş, tabaktan masa yüzeyine serpilmişti. Bunun sadece benim kararım olduğunu mu sanıyorlardı?! Miraç da kabul etmişti ve bir an önce boşanmak, benden kurtulmak için Avukat bile ayarlayacağını söyledi. Neden bu kadar benim üzerime geliyorlardı ki?
"İnatçı keçi." diye homurdandı Dila.
"Neyse ya, aslında ben de size yarın sabah gideceğimi söyleyecektim ama Zeliş'in boşanma konusuyla geri plana düştü. Babam aradı, yarın görüş günü olduğu için benimle konuşmak istiyormuş. Yanına çağırdı."
Gözlerimi tabağımdan ayırarak Dila'ya baktım. Babasının hapiste olduğunu biliyordum ki, bunu geçen gün zorla ağzından koparmıştım. Neden babasının hapise girdiğini bilmesem de, cici bir anneyle baş etme çabası yaşadığı olayları arasında kaynayıp gitmişti. Her ne kadar çok konuşan biri olsa da, konu kendi hikayesine gelince dili lal olarak kilitleniyordu. Ailesine, ne olduğuna dair bir şeyler bilmiyordum. Bildiğim tek şey, babasının hapiste olduğu ve kendisinin üvey annesiyle yaşadığıydı.
"Baban, hapiste mi senin?"diye sordu Selen hafif bir şaşırmayla. Dila onaylarak başını salladı ve omuz silkti. Bu konuda kendi duygularını çok iyi gizlemesine hayretler ediyordum.
"Bu akşam bizimle gelirsin o zaman. Yarını bekleyip tek başına gitme." dediğimde, "Olur." demekle yetindi.
Geri kalan sürede akşam yemeğine girişildi. Daha sonrasında çalışma odasında dosyalara gömülmüş Kenan amcaya gideceğimi ve olan biteni anlatarak, tekrar odama çekilmiştim. Kalan eşyalarımın hepsini yatağın üzerine boşaltmış ve oturarak bağdaç kurmuştum. Tek tek bavuluma yerleştirdiğim eşyalarım, zihnimdeki kalabalık cümlelerle eş değerdi. Hangi harfi nereye tıkacağım düşüncesiyle yanıp tutuşuyor ve sızlayıp duran başımı daha çok ağrıtıyordum.
Saatlerimi harcadığım yatakta uyuşan ayaklarımı uzatmış ve yataktan inmiştim. Dolapta bir başka eşyam kaldı mı diye kontrol ettiğimde, çantama rastladım. En son bu çantayı iş günümde kullanmıştım ve o gün son iş günümdü. Miraç'ın evi basması, beni alıkoyması ve bir yerden başka bir yere sürüklemesi derken, zaman uzayıp gitmişti.
Defalarca ölümle burun buruna gelmiştim.Azrail'in kanatlarıyla buluşan ruhum geriye savrulmuş, tekrar bu dünyada gözlerimi aralamıştım. Bir bekleyenim bile olmazken, neden uyandığımı hala anlayamıyordum. Elimdeki çantayı açarak içini yokladığımda, son iş günümün maaşıyla karşılaştım ve birkaç ıvır zıvır kartlar. O gece, o olaylar olmasaydı bu paranın bir kısmı babam bildiğim adama gidecekti. Her zaman olduğu gibi günümüz son bulacak ve biz yeni bir güne aynı maratonlukla devam edecektik. Hiç bir şey umduğumuz gibi gitmiyordu ve bu da bana hayatın bir kanıtıydı.
Çantada hala olduğu gibi duran üç yüz lirayı elime allarak, derin bir iç çektim ve bavula doğru ilerledim. Normalde üç yüz liranın, iki yüzünü babam dediğim adama verir, yüz lisayı ise kendi hesabıma aktarırdım. Kolay para harcamadığımdan ufak ufak birikimler yapıyordum, ancak en son ne kadar biriktirdiğimi hatırlayamamıştım. Parayı evde saklayamazdım, çünkü iki göz odada kolaylıkla bulunurdu. Bu yüzden kendime açtığım hesaba biriktirdiklerimi yatırıyordum.
Çantamı bavulun içine bırakarak, parayı pantolonumun cebine yerleştirdim. Üzerime geçirdiğim bordo renk bir pantolon ve beyaz salaş bir gömlek vardı. Tamamen hazır olmanın tuhaf huzursuzluğuyla, yüz kaslarım daha çok gerildi. Gidecek olmanın yaşattığı hisse anlam yükleyemezken, bu kadar üzülmemem gerektiğini fısıldadım içimden. Bunu istemiyor muydum, işte oluyordu!
Bavuluma tüm eşyalarımı tıktığımda son olarak aklıma gelen, geçen Miraç'dan borç parayla aldığım günlük defteri ve kitabımı komidinin üzerinde gördüm. Oraya doğru ilerlerken, o güne dair yaşadıklarım zihnimin oyununa yenik düşerek, kalbimi fethetti. Anlık bir sarsıntıyla sis bulutuna çevrilen kalbim, elime kitabımı aldıktan sonra durağanlaştı.
Beraber okumuştuk bu kitabı. Henüz sonunu getiremeden ayrılan yollarımız, bize bu kitap kadar yarımdı. Yarım kalmışcasına, tamamlanmayı diliyorduk. Kitabı komidinin üzerine bıraktım tekrar ve günlük defterimin arka sayfasından bir parça kopararak, elime kalemi aldım.
Kopardığım parçayı kitabın üzerinde sabitledim ve boştaki elime kalemimi yerleştirdim. Zihnimde birikip, aklımdan çıkmak isteyen kelimelerin çıkış yolları demir parmaklıklarla kapanmışken, toz tanecikleri haline dönüşmesi fırsatıyla, boş kağıt parçasını karaladım ve aklımdakileri kalemime döktüm.
"Esaret ettiğin beden, artık özgür. Dilerim bir gün, esir ettiğin çocukluğun da özgürlüğüne kavuşur. Söylenecek çok şey olmasına rağmen ben susuyorum, çünkü biliyorum en çok sessizliğimi seversin sen(En azından bir şey sevdiğini bilmek güzel). Bu kitap sana, benden bir hediye olsun. Okudukça, esirini hatırlarsın.
Hoşça kal...
-Zeliş."
Kitapın ilk sayfasına kağıt parçasını yerleştirdim ve o gün ondan borca aldığım bir miktar parayı da cebimde ki maaşımdan karşılayarak, yerine bıraktım. Borç olarak dediğim bir şeyi ödemem gerektiği kısmı geçerli olmasına karşın, onun parasıyla aldığım bir kitabı ona hediye edemezdim. Bu parayı ona vermem şart olmuştu ve benim elimden parayı almayacağını adım gibi bilirken, kitabın arasına sıkıştırmam en doğrusu olmuştu. En azından ona bırakacak ve kendimi hatırlatacak bir şey olmuş hissiyle rahatlamam gerekirdi ki bunu neden istiyordum, orasını da anlamış değildim.
Geri kalan günlüğümü ve kalemimi bavula yerleştirerek sonunda kapatmıştım. Kapının yanına, tekerlikleriyle sürttüm ve derin bir soluk aldım. İşim biter gibi çalan zil, evi dolaşıp kulaklarımda yankılandı. Miraç bu anı bekliyor olmalıydı. Oysa ki, onun geç geleceğini ve gideceğim süreyi uzatmasını bekliyordum.
Gitmenin bu kadar ağır geleceğini bilmiyordum. Her an ağlayacakmış gibi bir hisle veda ederek, odayı süzdüm. Bu oda göz yaşlarıma kadar beni tanıyordu, kokum vardı benim burada. İki buçuk aya yakın bir süredir bu odada yatıp kalkıyor, bu evde dolaşıyordum. Tıpkı bir hapis gibi tıkıldığım bu ev benim acı çığlıklarıma da, gülüşlerime de, hasta olduğum zamanlarda sızlanışlarıma da ve sarhoşken isyanlarıma da şahit olmuştu. Bu evi benimsediğim doğrudur ama bu kadardı işte.
Gitme vakti gelmişti.
Dolu gözlerimi akmaması için çabalarken, tıklanan kapıyla irkilerek kendime geldim. Daldığım anılardan sıyrılıp kapıya ilerledim ve açarak, kimin tıklattığına baktım. Miraç olsa asla kapıyı tıklatmaz ve izin istemezdi. Bodozlama daldığı odanın benim de olduğu gerçeği basmıyordu kafasına, ya da umursamıyordu.
"Miraç bey geldi." Selen'in kapı ardında bana ilettiği cümleyle yutkundum. Zaman kısıtlanıyordu. Bir saat daha geç gelseydi ne olurdu sanki? Bari akşam yemeğini son kez beraber yeseydik, olmaz mıydı?
"Aşağıda seni bekliyor."dediğinde başımı sallayarak bavuluma doğru ilerledim. Kulpundan tutarak, son bir kez daha odayı zihnime kazıdım ve bavulla birlikte odadan çıktım.
"İstersen yardım edeyim. Ağır gibi." Yardım teklifini duyduğumdan şüpheliydim. İrislerim her yerde dolaşıyor, duvarlarda asılan ressamların elinden çıkma toplolara kadar inceliyordu. Daha çok veda ediyordu.
Merdivenleri tek tek inme çabam zorlaştığında, Selen yardım etmişti. Aşağıda, elleri cebinde, başı öne eğik duran Miraç görüş açıma yerleşti. Merdivenlerin her bir basamağında çıkan tok sese rağmen, koyu gözleri çevreyi tarıyordu. Alnına dökülen asi tutamları çok fazla dikkat çekerken, çatık kara kaşları her zamanki kavisliğini koruyordu ve kalın dudakları...
Onu hiç gülümserken görememenin ayrı bir burukluğu vardı kalbimde. Sadece bir kez bile gülümsemesine karşı nelerimi vermezdim. Açıkça söylüyorum; evet, gülümsediğinde onun nasıl göründüğünü çok merak ediyordum. Ve bu merakım ömür boyu geçmeyecek gibiydi.
Sonunda merdivenlerden inmişken, Safiye teyze dolu gözleriyle, "Bari yemek ye kızım. Aç aç gitme."demişti. Miraç'ın umursamayacağı bakışlar doğduğunda tam red edecekken, Dila'nın, "Valla ben açım. Hem emeğim var o yemekte, akşama kadar yardım ettim hazırlamakta! Yemeden şurdan, şuraya gitmem ben!" demesi işleri farklı bir boyuta taşımıştı.
Miraç'ın itiraz ve sert bakışları arasında kurulduğumuz sofraya yan yana oturduğumuzda, önümüzdeki yemekten çok; rahatsız yakınlaşmayla ilgileniyorduk. Öyle ki, ben rahatsızca bir bacağımı diğer bacağımın üzerine atmıştım ve tik bir hareket sergileyerek sallarken, Miraç eli sürekli titrettiği bacağının üzerinde yumruk şeklini almıştı.
Bu hareketi daha çok sinirli veyatta öfkeliyken yapardı. Buna birkaç kez şahit olduğumdan farketmek kolay olmuştu. Daha çok kendini bir şeyler sergilememek için tutuyor, dizginliyordu. Acaba ben gidiyorum diye mi öfkeliydi demeyi aklımla dolandırsam da, hırs dolu bakışları kısılmış bir ifadesizlikle Kenan amcaya sabitliyken, bu düşünceyi zihnimden hemen siliyordum. Pusuya yatmış aslandan farksız, tek bir ânı kolluyorcasına bekliyordu. İyi değildi, bunu geçen iki gün sürecinde çok iyi anlamıştım.
O... İlk günlerde ki fazladan soğukluğu tekrar almış, bedenine arşınlıyordu. Soğuktu, gözleri ise koyunun en kara tonunda bir tarla gibiyken, irisleri ise o kara topraklara gizlenmiş mayını andırıyordu. Yüz çehresi kasılmış, dişlerini sıkmaktan elmacık kemikleri meydana fırlamıştı.
Ve yüzünde okunan tek şey; 'Ben tehlikeliyim! Benden uzak dur!' diye yükselen seslerdi. Bunu tüm sesli ifadelere rağmen okuyan ruhum, ona doğru adımlamaktan korkmuyor, mayınlara göğüs geriyordu. Yanlış olduğunu bile bile...
"Safiye teyze, siz de burada yemek yiyin. İki sofra kurmaya gerek yok, söyle kızlara gelsinler." Safiye teyze tabaklara yemekleri dağıtırken, gözleri şaşkınlıkla açıldı. Haklı olarak kurduğum cümlelere şaşırmasına birşey demedim ve elinde yemek doldurduğu tabağımı aldım.
"Olur mu öyle şey kızım? Biz mutfakta rahatız, siz de rahatınızı bozmayın."derken gözleri bir ara Kenan amcaya kaydı. Masa başında oturuyor ve bizi dinliyordu. Sakin görüntüsünden kızmayacağı kanaatine vararak, Safiye teyzeye döndüm.
"Son günüm. Birazdan gideceğim. Kırma beni hadi, söyle kızlara gelsinler. Hem neden rahatımız bozulsun ki, kocaman masada boş yer mi yok? Öyle değil mi Kenan amca?" Evirip, çevirdiğim kelimelerin sonunu Kenan amcaya yönelttiğimde bir cevap beklercesine kaşlarımı kaldırdım.
"Zeliş doğruyu söylüyor. Yabancı biri yok zaten masada. Söyle gelsinler." Gülümseyerek kurduğu cümle beni de gülümsettiğinde, yemeğime rahatlıkla döndüm.
Safiye teyze, kızları ile birlikte masaya kendi tabaklarını kurarak oturdular. Kocaman ve kalabalık masada çatal, bıçak sesleri dolanıyor ve tüm sessizliğe nisbeten, huzuru estiriyordu. Tek eksik vardı masada, o da yukarıda belki de şuan uyuyan bir peri kadınıydı. Adı gibi güzel Ayperi hanımın da bu masada olmasını istemek çok fazla gelirdi ki, bunu ne Kenan amca kabul ederdi, ne de Miraç. Benim olduğum yerde o kadının soluğu duyulmasına izin vermeyen Kenan amca, bu konuda çok baskıcıydı. Ona bazen hak veriyordum, kanı bozuk bir babadan gelmenin cezasıydı bu bana. Bazen ise, babam denilen adama rağmen benim suçumun ne olduğunu sorguluyor, kabahatimi arıyordum. Böyle bir babamın olması benim suçum muydu ki?
Masada birkaç konuşma haricinde kimsenin sesi çıkmamıştı. Sol tarafımda Miraç oturuyorken, onun yanında masa başında Kenan amca vardı. Miraç'ın karşısında ise Emre ve onun yanında Dila, sonra Müge ve Selen derken, benim sağ yanımda Safiye teyze oturuyordu. Yarım saatten fazla süren yemek seansından sonra, beklenen acı vakit gelmişti.
Masadan kopularak ayrılmış ve hep beraber bahçeye doluşmuştuk. Miraç bavulumu bağaja yerleştirirken, üzerime geçirdiğim kabanıma sarındım. Garip bir şekilde gündüz hava sıcak, akşam ise soğuk rüzgâr esmeye başlıyordu. Hava şartları bile tıpkı ruhumuzun hisleri gibi dengesizleşiyordu.
Miraç bağajı kapattıkttan sonra, bana tek bir an bile bakmayarak, şöför koltuğuna yerleşti. Benden bu kadar bıkmış olması ve ayrıca bunu göstermekten hiç çekinmiyor oluşu yüreğimi yakıyordu. Gözlerim dolduğunda, dişlerimi sıktım. Kurtuluyordu işte baş belasından. Ona artık ayak bağı olmazdım, bundan sonra daha rahat ederdi.
Derin bir nefes alarak, onu cam ardında izlemeyi bıraktım ve diğerlerine döndüm. Vedalaşmaktan hiç haz etmiyordum. Böyle anlarda ne göz yaşlarımı tutabiliyor, ne de konuşabiliyordum. Boğazıma oturup yerleşen ve soluğumu zorlaştıran bir yumru, kalbimin yakıcı ateşi, kanımın asidi. Tüm bedenim yanıyor gibiyken, acı içinde kıvranan ruhum zihnimin orta yerinde yerlere atılmıştı.
Tek tek herkesle vedalaşırken, Safiye teyzenin ağlayışları benim tabularımı devirmişti. Ona sarılarak yanaklarını öpmüş ve sırada ki kişiye geçmiştim, yoksa beyaz tülbentini neredeyse göz yaşlarıyla yıkayacak kıvama gelmişti. Selen ile de vedalaştıktan sonra, Müge'ye geçmiştim. Ah, bu deli kızı hiç unutmayacaktım. Göz yaşları içerisinde onunla da sarıldık.
"Hiç sevinme! Benden öyle kolay kurtulamazsın, hergün arayıp başının etini yiyeceğim!" Sözlerine rağmen hıçkırması ve geri çekilip, Selen'e kollarını dolamasının ardından burnundan akıttığı sıvıyı üzerine silmesiyle, Selen öğûrürcesine bir ses çıkardı ve Müge'yi itti.
"Git pisliğini başka yere sil!" İkisinin bu atışmasına gülümseyerek baş salladım ve Emre ile de kısa bir sarılma faslından sonra Kenan amcaya yöneldim. Kırışmış kısa elleri, ellerimi bulduğunda derin bir nefes alarak, sıcak bakan kahverengi gözlerinin tadını çıkardım.
"Kendine iyi bak kızım... Eğer bir derdin olursa, birşeye ihtiyaç duyarsan; araman yeterli."
"Sizde kendinize iyi bakın. Ve karınız... Umarım bir gün tamamen iyileşir ve eski haline döner. Ona bir tek siz iyi gelebilirsiniz, yalnız bırakmayın."diyerek bir konuşma gerçekleştirirken, elleri omuzuma yerleşti ve beni kendine çekerek sarıldı. Karşılık verdiğim sarılmanın ardından, "Hoşça kalın."diye mırıldarak yavaşça geri çekildim ve uzaklaştım.
Miraç'ın yanında bulunan koltuğa yerleştiğimde, Dila'nın veda edişini bekledik. Her dakika daha bir gerçek haline gelen gidişim, yok oluşumla eş değerdi. Bu kadar zor olacağını tahmin bile edemezken, onları özleyecek olmanın yükünün ağırlığını şimdiden sırtlıyordum. Evet, ben çoktan bu insanlara alışmıştım ve yalnızlığa, ruhumla birlikte çaresizce çekiliyordum.
Dila'nın arka koltukta yer almasıyla birlikte hareket eden arabada süren sessizlik, karanlık gecede puslu bir bakış acısı gibiydi. Yola çıktığımız süre boyunca sağ tarafımda eşsiz bir yansımaya gözlerimi dikmiş, film seyredercesine odaklanmıştım. Sola dönerek gerçeğine bakma cesaretimi kaybetmişken, sağ tarafımda kendi gibi karanlık yansımasını izliyordum.
Miraç bir kez bile gözlerini bana doğru çevirmezken, ben onu gizliden gizliye izliyordum. Açıkçası şuan bana dönerek yansımasını izlediğim ifadeyle yakalarsa ne yapacağımı bilmekten çok, utançtan yerin dibine girerdim. Ancak belki de hiçbir şey ifade edemez bakışlarıma nasıl bir tepki vereceğini de merak etmiyor değildim. Ve çok zor olan bir diğer şey, itiraf edemediğim değerli hislerimdi.
Evet. Kabul ediyorum. Bu yanımda oturan ve soğukluğuna eşlik eden sert herifi özleyeceğim.
Bu olası bir mümkünlük abidesiydi zaten. Bu adam benim tüm ilklerimin sahibiyken, onu unutamazdım. Ondan boşansam bile, ilklerimi paylaştığım adamı zihnimden silemezdim. Ancak şöyle bir şey vardı; O beni kolaylıkla unutabilirdi. Hislerini çok iyi gizliye biliyorken, benim onunla kıyaslanmam saçma birşeydi. Ben duygusaldım, o ise duygusuz. Bastırdığı tüm hisleri ortaya çıkmaması için öfkesinin arkasına sığınıyor, cürretkârlığı nedeniyle kendini kamufle edebiliyordu...
İki saatlik geçen sürede, tek bir kelime çıkmayan arabanın sessizliğini bozmak isteyen yanıma liste boyunca biriken sorular, üzerine eklenen cevaplar bitmek bilmiyordu. Kurulan tek cümle Dila'nın, "Bu gece sen de kalabilir miyim?"diye sorması olmuştu. Onaylayan mırıltılar çıkarmış ve tekrar sessizliği üzerimize biçmiştik.
Aylar sonra tanıdık sokakları tarayan irislerim, buruk bir ifadeyle canlandı. Her sene farklı şehirler, farklı yerler değiştirmiştik ve en son bu sokaklara adımızı kazmıştık. Şimdi ise tek başıma, kürkçü dükkanına dönen tilkiden farksız hissetmiyordum kendimi. Eski evimizin sokağına saptığımızda yaklaştığımız her bir santimlik mesafe, Miraç ile aramızı açarak derinden bir gölcük oluşturuyordu.
Biz, gerçekten bitiyorduk...
Sonunda araba, bizim senelik kiraladığımız ve ilk katında aylarımı harcadığım apartmanın önünde durdu. İçimde bir şeyler kıpraşmaya başladığında ne yapacağımı bilemedim. Heyecan, korku, endişe, acı, burukluk, kaybediş. Hepsi bir olmuş, üzerime geliyordu. Ben buradan, bu sokaklardan sabah akşam geçip gittim. Sanki tekrar eve girdiğimde babam çıkacaktı karşıma ve tek derdi olan paramı soracaktı. Parayı verdikten sonra kapıyı çarparak çıkacak ve ben o küçük evde daha da küçülecektim.
Şu an ise kimsem kalmadan, tek başıma gireceğim o kapıdan. Ne evde beni bekleyen olacaktı, ne de evi leş kokusuyla saran içki şişeleri. Zaman düşman mı, dost mu bilemeden bizim elimizden tutup bilinmezlere çekiyordu. Ve geriye dönüp baktığımızda, yaşanan onca şeyin ne kadar değiştiğini anlıyorduk.
"Dila, yedek anahtar kapının üst tarafında ki boşlukta. Sen içeri gir, birazdan geliyorum."diye mırıldandım ona dönmeden. Gözlerim hala apartmanın ilk katının pencerelerinde geziyordu.
"Tamam, uykum var zaten."diye onayladıktan sonra arabadan indi ve ardından açık kalan arabanın kapısını kapattı.
Sert bir yutkunmayla boğazımda yer edinen yumruyu yok etme çabam boş bir çırpınmaydı. Bir kelebeğin kurtulmak için son saniyelerinde çırpınmalarını görmezden gelen insanlar gibi, sessizce önümüzü seyir ediyorduk.
"Ne çok şey yaşanmış değil mi?"diyerek sordum sessizlikten sıkılarak. Gariptir ki, arada cevap verse bile bu gün fazladan bir suskunluk şerbetlenmişti dolgun dudaklarında. Susuyor ve kana kana içiyorken, ikramda bulunmaktan yoksunlaşıyordu. Gözlerimi karanlık sokağa dikmişken, daha da karanlık koyu bakışları üzerimde hissettim.
"Evime en son girdiğim gün. Sonra senin beni alıp götürmen, karanlık odalar, tehtitler, korkutucu bakışlar, benim ürkekliğim... Sonra evliliğimiz... Temelini tehtitlerle kurduğun evlilik, bu geceden itibaren yıkılıyor Miraç Uluhan."
Başımı çevirip ona baktığımda, kahvelerime mühürlenen ve kara bir deliği andıran irisleri derin bir iç çekmemi sağladı. Eskisi kadar korkutucu olmasına rağmen, kırıkça gülümsedim. Kendi bakış açımdan kendi dünyamı izliyordum lakin, Miraç da en az benim kadar yalnız kalacaktı. Bunun farkında oluyor olmam birşeyleri değiştirmediği gibi, beklediğim cümleler de duyulmuyordu.
Miraç bana 'Gitme.' demiyordu.
"Yaşananları hafızandan silemem." Hasretlendiğim sesini duyduğumda, ruhum kabardı birden. Saatlerdir tek kelime etmeden duruyordu ve beni derinden yaralayan gür sesini esirgiyordu. Şimdiden bu kadar özlem duyuyorken, ne yapacağım ben?
"Ama..."diyerek sustu. Kaşları kavisliğini koruyorken, tek eliyle sakalları hafif uzamış çenesini sıvazladı. "Neyse işte. Ben sözümü tuttum. Artık özgürsün. Kendine yeni bir yol çiz ve iyi ol. Beladan da uzak dur." Ters bir ifadeyle kurduğu cümle yüzümde ki kırıklığı sildirdi. Kızıyor gibi dursa da, Miraç kendince veda ediyordu. Onu artık tanıyor ve ne ifade ettiğini anlıyordum. Yani. Bazen.
"O adama ne oldu?"diye sordum birden. Son dakikalarımızdı ve aklımı delip geçen bu soruyu sormadan edemedim. Miraç'ın koyu gözleri kısılarak yüzümde dolaştı. Öfkeleneceğini sanmış ve tedirgince sormuştum ancak, Miraç olduğundan fazla sakindi. Ya da bu bir nevi fırtına öncesi sessizlikti.
"Gerektiği yerde, hak ettiği hayatı yaşıyor." Kuru sesinde barınan tek şey, tehlikeydi. Babam denilen adama bir yandan acıyordum. Miraç'ın ne kadar acımasız ve duygudan yoksun olduğunu biliyordum. Kim bilir ona neler yapmıştı.
"Anladım..." Mırıltım ateşi sönen bir sigaranın cızırtısı kadar kısıktı.
"Peki bu gün, mezarlığa neden gittin? Yani sabah öyle söylemiştin. Annenin ve babanın mezarına mı gittin?"
Konuşmak için her türlü yola başvuruyordum ve son kurduğum cümlelerin Miraç'ı ne kadar etkilediğini farketmemiştim. Bakışları karardı ve arabanın direksiyonuna çevrildi. Haddim olmayan konulara değindiğimden kendimi farlı bir suçlulukla hissederek, rahatsızca kıpırdandım.
"Özür dilerim. Beni ilgilendirmeyen konulara girmemeliydim." Öyleydi zaten, onun hiç bir aile üyesi beni ilgilendirmezdi. Ben onun ailesini dağıtan adamın kızıyken, böyle bir soruyu sormak vazifem değildi.
"Artık gitmeliyim."diye mırıldanarak kapıyı açtım ve arabadan indim. Miraç da benimle birlikte indi ve arka tarafa ilerleyerek, bağajı açtı. Bavulumu alıp yere indirdi ve tekrar bağajı kapattı. Yüzünde hiçbir ifade okunamazken, irislerimi süsleyen çehresini doya doya süzdüm. Alnına dökülen o birkaç tutamına parmaklarımı bulaştırmamak için kendimi öyle sıkıyordum ki, bu çok can yakıyordu. Bu adam, yasak bir ten gibiydi bana.
Yere indirdiği bavulumu alarak, apartmanın merdivenlerinden ilk basamağına bıraktım ve son bir vedalaşma amacıyla tekrar Miraç'a doğru döndüm.
Ellerini siyah pantolunun cebine yerleştirdiğinde ona yaklaşmış, bir adım ötesinde duruyordum. Yüreğimde peydahlanan ince bir sızı, mideme yol alarak vücuduma ağrılar çektiriyordu. Boğazımı yakan yumru, göz yaşlarımı akıtmam için savaş açıyordu. Ne kadar yutkunsam da geçmeyen o acı, korluyordu tüm damarımı. Soluğum bir anlık kesiliyor ve sonra derin bir iç çekişle bastırılıyordu. Vücudumun her bir hücresi, canımı yakmak için ant içmiş gibiydi. Canım çok yanıyordu.
"Mahkeme işleriyle ben ilgileneceğim. Bir, iki haftaya hallederiz. Artık korkmanı gerektirecek birşey de yok hayatında. Eskisi gibi yaşar gidersin."
Zihninde tarttıklarını diline döktüğünde, tutamadığım bir yaş damlası sağ gözümden firar etti. Kan kokusu gibi burnumu yakan ve sızım sızım sızlayan yüreğim, kan akıtıyordu. Miraç herşeyi kafasında kurmuştu, işte canımı yakan buydu. Başımı iki yana sallayarak, göz yaşlarıma rağmen gülümsedim.
"'Bodozlama girdiğim hayatından, yine aynı şekilde çıkarım.' diyorsun yani." Miraç'ın bir anlık ifadesiz bakan gözlerini, yumuşar gibi olacak sanarken gittikçe zifirileşiyordu.
"Öyle olsun Miraç Uluhan. Yine senin dediğin gibi olsun her şey. Ben yine yaşar giderim. Alışkınım çünkü yeni hayatlara, yeni kararlara. Benim için zor olmaz ama... Umarım sen de bir gün, gerçekten ne istediğini bilecek zihnine kavuşursun..."
Miraç ile bakışmalarımızın derinleştiği, ruhlarımızın sarılıp koklaştığı, tüm anılarımızın film karesine dönüştüğü, tenlerimizi yakan ruhsal veda öpücüğü uzun bir zaman dilimine mağruz kaldı. Yavaşça geri adımlamaları başladığında, ruhu elini kalbime sokarak söküp aldı ve kendiyle birlikte götürdü.
Arabaya bindiğinde, camın ardından bir an olsun ayrılmayan irislerimize karşın benimkiler puslanarak, bulanıklaştı ve görüş açımı düşman misali kısıtladı. Miraç, ikimizi de 'Biz'siz' bırakmış, parçalayıp ateşe atmıştı. Acımaksızın söküp kopardığı kalbim pençelerinde can verirken, ruhum cesetleşerek çürüdü. Onun ise yaptığı son hata; ardına bakmadan çekip gitmek olmuştu.
"Sezen Aksu'nun da dediği gibi; Ne böyle senle, ne de sensiz..."
* * *
BÖLÜM SONU...
Bölüm nasıldı? Ve gelecek bölümle ilgili düşünceleriniz neler?
Lütfen yorumlamadan geçmeyin. İyi veya kötü emek harcıyorum ben burda. Bol yorum gelmediği taktirde bölümler gecikecektir...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro