29.BÖLÜM
HEYYYY YENİ BÖLÜM GELDİ. BOL YORUM İSTİYORUM. GEÇEN BÖLÜME GELEN YORUMLAR ÇOK AZDI. BU BÖLÜM DE ÖYLE OLURSA YENİ BÖLÜM GEÇ GELİR. O YÜZDEN BOL YORUM; ÖZELLİKLE PASAJ YORUMLARI BOL TUTALIM:")
Keyifli okumalar dilerim :")
Dilimiz sustu, gözlerimiz konuştu. Ama ikimiz de birbirimizi anlayamadık...
"Ekrem Çetiner... Baban olur kendisi."
Miraç'ın kurduğu cümle karşısında bir şok dalgasıyla sarsıldım. Böyle birşeyi beklemiyordum. Bu karşımda çaresiz içinde çırpınan adam benim babam mıydı? Burnundan ve kaşından akan kan süzülüp çenesine doğru inerken, sol gözü morarmıştı ve şişmişti. Ne tür bir işkenceye mağruz bırakıldı bilmesem de tahmin yürütmek çok da zor değildi.
Ne hissedeceğimden çok, donup kalmış gibiydim.
Benden bağımsız parmaklarım sıkıca avucuma doğru yol alırken, Miraç'ın varlığıyla kendime geldim. O yanımdaydı, hayatımı oyun haline getiren adam ise karşımdaydı. Ne yapmam gerektiğini bile bilemezken, Miraç parmaklarını elimden ayırarak, adını henüz öğrendiğim babama doğru ilerledi.
"Odayı boşaltın."dedi düz bir sesle. Öyle ki sesinde gezen duyguları çözemez halde, titreyen dizlerimi dizginlemeye çalışıyordum.
"Eğlencemiz yarım kaldı." diyerek sırıtan Gürkan yaslandığı masadan ayrıldı. "Ama sorun değil, nasılsa zaman bol."
Yanımdan geçerek kapıya doğru ilerlerken, hafif bir baş selamıyla birkaç saniyeliğine gözlerini üzerime dikti. Emre ve diğerleriyle birlikte odayı terk ettiklerinde kapı ardımda gürültülü bir şekilde kapandı. Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ve Miraç bunu görmüş gibi, "Korkmana gerek yok."diye mırıldandı.
Korktuğumu kim söyledi ki? Ben birazdan olacaklardan ve yıllar sonra karşılaştığım öz babamın gözlerimin önündeki çaresizliğine duygulanmıştım. Ama belki de dışımdan korkuyor gibi görünüyordum. Bunca şeye ne gerek vardı? Neden böyle olmasına yol açacak hatalar yapmıştı ki? Belki de pişman olmuştur, olamaz mı? Af dileyemez mi?
Miraç, babamın yani Ekrem'in oturduğu sandalyesinin arkasına geçti ve bir an da sertçe kırlaşmış saçına asılarak eğik başını kaldırdı. Oturduğu koldukta zorlukla duruyor, cansız bir varlık giydi adeta. Acıyla inlerken kısık bakan gözlerini kaldırdı ve şaşkınlıkla bana baktı.
"Hadi bakalım moruk, kızın ne diyorsa cevapla. Ha 'yok ben cevaplamayacağım' dersen de benim için hava hoş. Kapıda bekleyen çok adam var seni öttürecek."daha sonra söylediği cümle yanlış gibi soğukça güldü. "Pardon, inletecek çok adam var diyecektim."
Miraç öyle duygusuzdu ki, o konuşurken benim tüylerim tek tek şahlanmış ve ürpermiştim. Onun çok kez acımasız hallerine rastlamıştım ama ilk defa bana karşı değildi bu. Ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum. Katlanılmaz duygular tek tek diken misali derimi eşelerken, her saniyede canım daha çok yanıyordu.
"Zeliş."dedi koyu gözlerini bana doğru yönelterek. "Aklında ne varsa, ne istiyorsan sor şimdi bu adama. Bir daha görmek gibi bir şansın olmayacak çünkü."
"Küçük Uluhan vicdan azabı mı çekiyor?"diyerek acılarına rağmen boğukça güldü Ekrem.
"Az kaldı Çetiner. Dilini kesip, sana yedirmeme çok az kaldı." Vücudum kasıldı. Birbirlerine öyle nefret kusuyorlardı ki, bunu uzaktan bakan insan bile anlayabilirdi. Göz merceklerinden akıyordu bu nefret. İşte bu kötüydü. Nefret çok büyük bir duygu derlerdi. Ve bu nefret karşısında, iki savaşın ortasında kalmış gibi hissediyordum.
"Miraç, bırak onu."dedim titrek bir sesle. Kaşlarını çatarak tekrar bana baktığında gözlerindeki duygu beni şuraya gömecek nitelikteydi.
"Ne diyorsun kızım sen?! Sorsana işte. Anneni merak etmiyor muydun, al sana fırsat."
"Evet merak ediyorum ama bu şekilde öğrenmek istemiyorum!"dedim sinirle. Korksam da ondan, sinirlenmiştim ve sinirim ağır basarak korkumu yenmemi sağlamıştı. Ve ben onun gibi soğuk kanlı da olamazdım, neden anlamıyordu bunu.
"Ne sanıyorsun?"dedi az da olsa sakinleşmiş bir sesle. Sesinde daha çok alay gizliydi. "Bu adamın sana kolayca ve doğrudan cevap vereceğini mi? Bu yaşlı piç anca böyle şeylerden anlar."
"İzin ver." Miraç'ın sinirle harmanlanan bakışları ateş saçarken, vücudum adeta kriz geçirmiş gibi titriyerek sık soluklara mahsur kaldı.
"İzin ver de sormam gerekenleri, benim istediğim bir şekilde sorayım."dedim. Titreyen dizlerimi zorlukla ayakta tutuyordum, sanki dokunsalar çökecek gibiydim.
"Şimdi lütfen bırak onu."
Hiçbir şey söylemeyerek, parmakları arasına sıkıştırdığı saçları sertçe ittirerek bıraktı. Beni dinlemesine şaşırsam da bakışlarımı ondan ayırdım ve Ekrem denilen adama diktim. Ona nasıl hitap edeceğimi bilmiyordum. Kafam öyle karışıktı ki, onunla karşılaşmayı düşünememiştim. Hiç bir hayalim yoktu ona karşı, çünkü hayallerimi öz babam diye bildiğim adam yakmıştı.
"Ne bilmek istiyorsun?"diye sordu ben daha konuşmadan. Konuşurken dudaklarının arasından çıkan kan yüzümü buruşturmamı sağladı.
"Neden yaptın?" İlk olarak sorduğum soru pimi çekilen bomba gibiydi. Her an patlayacak gibiydim ama o yangının kimi yakacağı mechuldu.
"Yaptıklarımı not almıyorum. Hangisinden bahsediyorsun?" Hafif güler gibi oldu. Nasıl da rahattı. Ben burada her an düşüp bayılacak gibiyken, o nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu? Her ne olursa olsun, kızıydım ben onun.
"İlk okula başladığım gün," Zorlukla konuşmayı çabalarken gözlerim dolu.
"Henüz küçücüktüm. İlk gün okuldan annem ve babamla birlikte eve dönmek istemiştim. Sadece ilk günümde yanımda olsunlar istedim. Annem geldi, her zaman olduğu gibi yalnız bırakmadı beni. Babamı aradı gözlerim. Olmadığını görünce anneme sordum, sustu. Eve geldiğimizde akşama kadar bekleyip, ilk ödevimi babama göstermeyi ve onunla birlikte yapmayı planladım... Gelmedi! Geceye kadar koltukta oturup bekledim ama gelmedi... Bana babalık yapması için tuttuğun adam da tıpkı senin gibiydi!"
Konuşmanın ortasında daha fazla dayanamayan gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı. Çok mu zordu beni yanında tutması, kendi büyütüp bana gerçekten babalık yapması. Annem bildiğim kadın ise yedi yaşındayken terkedip gitmişti bizi. Meğerse kaçmıştı. Benden, babam bildiğim adamdan. Belki bir kere bile bana dokunmamıştı ama iyi bir anneydi. Geceleri gelip üzerimi örtmese de, ödevlerimde veya herhangi birşeyde yanımda olduğunu belirtmese de bana iyi bir anne olmuştu. Şuan ise ikiside yalandan ibaret olduğu açıkca beyan edilmişti.
"Bir kez olsun bana babam olduğunu hissettirmedi! Annem bildiğim kadın bizi terk ettiğinde çılgına dönüp acısını benden çıkardı. Hiç birinde bu kadar canım yanmamıştı... Neden beni istemedin? Neden beni başka bir aileye verdin?" Baba diyerek eklemek isteyen yanımı zorlukla susturdum. Derin bir soluk alırken, daha fazla ayakta dikilemeyerek dizlerimin üzerine çöktüm. İşte o an bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. Suçumun ne olduğunu bile bilmeden idam edilmem adil değildi! Bu çok haksızlık, çok acı vericiydi. Canım öyle yanıyordu ki, sanki ruhum derimden sökülüp alınıyordu.
"Neden beni istemedin?! Ne yaptım ben sana!"
"Kalk yerden." Miraç bana doğru yaklaşarak adeta dudakları arasından tıslarken, onu umursamadım.
"Hadi bu adama yaptıklarının sebebi belli! Affedilmez ama nedeni var! Benim hayatımla oynamanın nedeni ne?!"diye bağırdım.
"Zeliş kalk yerden!" Benim sesimi yıkıp parçalayan Miraç, kolumdan tutarak beni ayağa kaldırdı.
"Bu adamın karşısında diz çökmeyeceksin!"
Sanki tek sorun buymuş gibi söyledikleri kulaklarıma uğramadı. Ya da takmamayı yeğledim. Ama benim elimde değildi. Sanki tüm gücüm çekilmişcesine eksilmiştim. Kolumu bıraktığı an tekrar düşecekken, tir tir titreyen bedenimi, yeri boylamaması için sarmaladı. Belime dolanan güçlü koluyla beni kendine yaslamıştı.
Gitmek istiyordum aslında. Hem neden getirdi ki beni buraya! Gelmem hataydı.
"Kendine gel."diye fısıldadı sessizce kulağıma. Hıçkırıklarımın arasından zor duyduğum sesine kulak kesilsem de kalbim sancılar çekerek duymamı engelliyordu.
"Dik dur."
"Acıklı bir sahne, kalbime inecek şimdi ama yakıştıramadım Uluhan." Miraç'ın kasılan bedeninin her zerresini hissederken babam denilen adamı öldürmemek için kendini tuttuğunu biliyordum.
"Benim kızımla birlikte olman, hem de bu şekilde, benim önümde. Bu kadar düştüğünü bilmiyordum."
"S*ktiğimin ağzını yararlı şeylere kullan ve kıza cevap ver. Yoksa o ağzını başka şeylerle doldurmasını bilirim."
"Miraç."dedim sessizce ve yüzümü sert göğsüne gömdüm. Böyle soğuk kanlı olmasını gerçekten kıskanıyordum. Hatta zihnime not ederek ondan bir tüyo istemeyi kazıdım. Onun gibi olmak isterdim. "Gidelim. Lütfen."
"Hayır." Net bir dille beni red ederek birden geri çekildi. Ve beni duvara yaslayarak güç almamı sağladı. Sonra ise masadan adını bilmediğim bir alet alarak Ekrem'e doğru ilerledi.
"Şimdi s*ktim belanı Çetiner."
Çenesini sıkıştırarak dudakların aralarken o an anladım elindekini ve hızla gözlerimi kapatarak avuçlarımı kulaklarıma tıkadım. Buna rağmen boğuk ve acı haykırış kulaklarımı delerken dizlerimin üzerine çökmemek için kendimi zor tuttum. Birkaç dakika sonra bağırış sesi yerini iniltilere bıraktı. Bulanık gözlerimi ürkekçe aralayarak karşımdaki sahneyi süzerken, kusmamak için zorlukla yutkundum. Babam denilen adamın ağzından oluk oluk akan kan miğdemi alt üst etmişti.
"Şimdi konuş. En baştan, hatta Zeliş'in doğduğu kısımdan başla. Vakit çok."
Derin nefesler alıyorken ağzında biriken kanı yere tükürerek, başını tavana doğru kaldırdı. Yaşlı değildi ama altmışlarında olması gerekliydi. Tam olarak yaşını bile bilmediğim babama yapılan canice işkenceye şahit oluyor olmama inanamadım. Miraç, sandığımdan daha acımasızdı. Acımasız yönünü es geçtim, çok duygusuz bir adamdı. Ya da bunları kamufle etmeyi iyi biliyordu.
"Konuş dedim lan!"diye kükrediğinde ben irkilmiştim. Zaten bedenim hastalıklı gibi titriyorken, bu çok da zor olmamıştı.
"Zeliha... Gari meşru doğdu."boğuk ve pürüzlü sesinden anladıklarımı zihnimde biriktirmeye başladım. Ben ona sakince sordum ama cevap vermedi. Ne yani, cevap vermesi için uyuşmadan dişinin çekilmesi mi gerekliydi? Acımasızca?..
"Annesini ben bile hatırlamıyorum artık. Çok zaman geçti. Bir karım olsa da, her gece farklı bir kadınla iş görüyordum ve Zeliha'nın annesi de o kadınlardan biriydi... Hamileliği sürece yanımda kaldı ve bebek doğduktan sonra çekip gitti... Karım istemedi bebeği ve ben de çocuğu olmayan bir aileye bakması için verdim. Karşılığında her ay belirli bir miktar para gönderiyordum..."
Pür dikkat onu dinlerken gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. Bakışlarım yere düştü. Avuçlarımı soğuk, gri duvara yaslarken içimin yangınını az da olsa dindirmesini diliyordum. Annem... Gerçekten öyle bir kadınmıydı?
"Bir süre böyle geçti. Zeliha'nın adını ben vermiştim. Nedenini biliyorsun." diyerek Miraç'a karşı sırıttı.
"Birkaç yıl geçti. Sonra annesi diye tuttuğum kadın, ayyaş adama dayanamayarak evi terk etti. Bu beni dellendirdi tabii ve kadını gittiği yer de öldürttüm. Sonra Salih piçiyle görüştüm..."
Salih dediği adam beni büyüten, babam bildiğim adamdı. Onunla en son kaçma girişiminde alnından vurularak öldüğünü hatırlarken, bir ürperme yaşadım. Onu en son gördüğüm andı. Annem bildiğim kadın ise bizi terk ettikten sonra öldürüldü demek. O yüzden ondan hiçbir haber alamamıştım. Oysa onu annem bilirken, nasılda kırık kaldığımı hatırlıyordum. Bizi, beni bırakıp gittiği için ona kızıyordum, ve şimdi de bizi terk etmenin cezasını hayatıyla ödemişti. Yine de, ne onun ne de babam bildiğim Salih'in ölmesini istemezdim. Para karşılığında olsa da, iyi veya kötü bana bir aile olmuşlardı. En azından annem kim, babam kim biliyordum. Ama şimdi bu karşımda oturan gerçek babam hiç birini vermemekle kalmayıp bana borçlanmıştı.
"Her sene, ya da altı, yedi ay da bir yer değiştirmelerini istedim. Her defasında farklı bir yer. Çünkü küçük Uluhan gittikçe yaklaşıyordu onları bulmaya... En son ise, bir oyun masası kurdum. Salih'i tanımıyordun ve ben de bunu kullanmak istedim." derken Miraç'a bakıyordu. Miraç... Şu anda benim hayatımı dinliyordu.
"Büyük paralar kaybetti Salih ilk başlarda. Hepsini ben veriyordum. Senin masana kolay kolay kimse oturamazdı, ancak zamanla Salih bunu başardı. Sonra onun, senin masana oturması için verdiğim paranın iki katını hesabasına yükledim ve bilerek kaybetmesini sağladım. Kaybettikçe kaybetti ve büyük bir borca girdi...
İstediğim de buydu zaten. Ona, Zeliha'yı sana satması gerektiğine dair bir emir verdim. Parası çok vardı piçin ama istediğimiz bu değildi. Para karşılığında kızı sana sattı ve sen de kabul ettin... Ama onun, benim kızım olacağı aklına bile gelmedi değil mi?"
Attığı kahkaha, Miraç'ın sert yumruğuyla kesilirken inleyerek sustu. Birleşerek oturan taşlar bana tek birşeyi anlattı. Kimse beni umursamamıştı. Biri oradan oraya beni sürükleyerek büyütürken ve sonrasında satarken, diğeri eline aldığı oyuncağı gibi oynarken, kırıp parçalarken de. Hiç biri benim ne hissedeceğimi düşünmedi. Ben bir insanım! Ben onun kızıydım! Ben Miraç'ın karısıydım! Neden beni kimse istemedi? Neden kimse sevmedi ki? Bu kadar mı iğrenç biriydim ben? Peki ya annem? O nasıl doğurduğu ilk dakika beni çöp gibi atıp gitmişti? İşte bu mantık çerçevemi aşıyordu.
Gerisini dinlemek istemiyordum. Zaten belliydi sonu. Beni Miraç'a satmıştı ve sonrasında kızı olduğum gerçeğini Miraç duysun diye herkese duyurmuştu. Miraç'ın beni öldürebileceğini düşünmeden, umursamadan atmıştı kurdun önüne kuzuyu. O gün sırf babam bildiğim adama birşey yapmasın diye kendimi sunmuştum ben bu adama! Nasıl iğrenç biri olduğum oradan belliydi. Belki de şimdi Miraç, benim tıpkı annem gibi olduğumu düşünüyordur. Fahişe ile bir tutmuştu beni. Neden düşünmesin ki?
"Bir kez,"diye mırıldanırken derin bir soluk aldım ve ellerimi soğuk duvardan ayırarak yanaklarımı kuruladım. Miraç haklıydı. Bu adamın önünde böyle görünmemeliydim.
"Sadece bir kez, adam olmanı isterdim. Hiçbiriniz beni umursamadınız. Ne hissedeceğimi düşünmediniz bile." Canımın acısıyla yüzüm buruştu, biri bıçak alıp kalbimi deşiyordu sanki. Kendimden hiç bu kadar iğrenmemiştim.
"Sonra seni geri alacaktım."dedi öksürürken. "Kızım yemin ederim seni alacaktım ondan ve birlikte yaşayacaktık. Hatta sana bir not göndermiştim. Salih o gün seni alıp bana getirecekti!"
"İnanmıyorum!" Bağırdım en sonunda. İçimde fırtınalar koparken, neden susuyordum ki? Susmak cezaydı ve ben bunu kabul etmiyordum. "Sana inanmıyorum! Beni bir intikam uğruna satan adama inanmam ben. Ben ne yaptım sana? Farklı bir kadın tutabilirdin. O kadını Miraç'ın koynuna atabilirdin! Ama neden ben?! Neden ben!"
Anlamıyordum. Bir insan kendi kızına böyle birşey yapabilir miydi?! Tüm bu olanlar olmadan gelip ben senin babanım deseydi, hiç düşünmeden ona sarılırdım belki. Ama benim grurum, masumluğum çalınmıştı elimden. Şimdi hiç bir şey olmadan bu adama baba diyemezdim.
"Bundan sonra, belki bir daha seni görmeyeceğim. Bu adamı görüyor musun?"diyerek ayakta dikilen Miraç'ı elimle işaret ettim. "Kim bilir sana neler yapacak. Belki de öldürecek. Ama gram pişman duymayacak. Onun annesine yaşattığının, babasına, kız kardeşine hatta Kenan amcanın ailesine ve son olarak; kendisine yaşattıklarının acısını çıkaracak... Ama ne var biliyor musun?" Boğazımdan kopmak için biriken tüm hıçkırıkları geri yollayarak derince yutkundum.
"Benim intikamı kimse almayacak. Bana yaptıkların öylece kalacak... Ne Miraç'ın bana yaptıkları, ne de senin oyunun. Öylece kalacağım ortada... O yüzden bir daha görüşmemek dileğiyle; Hoşça kal Ekrem Çetiner..."
Odadan çıkmak için kapıya doğru ilerledim ve beklemeden çıktım. Kapı ağzında bekleyen diğerleriyle karşılaşırken, hafif duraksadıysam da yoluma devam ederek, geldiğim gibi keskin rûtubet kokan depodan dışarı çıktım.
"Bekle." Kolumdan tutarak beni durduran Miraç'a bakmamak için özel bir çaba sarf ediyordum. Her an akacak gibi dolu gözlerimi ondan sakınıyordum.
"Miraç bırak."dediğimde boğuk çıkan sesimle yüzüm buruştu.
"Hayır, bana bak."
"Bırak dedim!" diyerek bağırırken hızla kolumu kurtardım elimden. Bana ne yapacağı umrumda değildi artık. Kaybedecek neyim kaldı?
"Neden getirdin ki beni buraya?! Onun nasıl çaresizce avucunda olduğunu göstermek için mi?!"
Derin soluklarla sinirden titrerken, gözlerimi dikmiş koyularıyla savaşıyordum. Afallar gibi bir hali vardı. Neye şaşırdı? Ona bağırdığım için mi, yoksa doğruyu söylediğim için mi? Belki de eğleniyordur bizim bu halimizden. Kim bilir, belki planlamıştı bu olacakları.
"Birincisi; o sesini kıs. İkincisiyse," derken elini kaldırmış, işaret parmağını tehtitvari bir şekilde bana yöneltmişti.
"İkincisi?"dedim meydan okur bir sesle. Dilini sinirle dudaklarında gezdirdi ve dişlerinin arasından, "Arabaya yürü." diyerek beni beklemeden ilerlemeye başladı.
"Binmiyorum arabaya falan! Bu kez ne yapacaksın?! Az önce bizi izlerken tatmin olamadın mı? Yeterince eğlenemedin mi?" Birden arkasını dönerek tekrar yaklaştı. Korkmaya başlayan yanım boğazımı kamçılarken yutkunmam zorlaştı.
"Ulan var ya, iyilik yaramıyor sana! Geçen gün benim ailem yok diyip duruyordun. Getirdim o piçe sor diye. Ama yok. Ne yapsam kabahat ulan!"
"Ne yani ailem yok dedim diye, işkence ettiğin adamı karşıma çıkar mı anladın sen."
"Lan cevap vermiyordu sana!"
"Bana bağırma!"dedim bağırarak.
"Bağırttırma lan sende!"
"Bana lan da deme." Dişlerimin arasından konuşurken öyle sinirliydim ki bu kavgacı tavrım beni bile şaşırttı. "Düzgün konuş."
"Arabaya bin."dedi tıpkı benim gibi dişlerinin sıkarken. Tek fark onun gözleri sinirden kızarmıştı ve ürkütücü görünüyordu. Belki de benim gözlerim de kızarmıştı ama en azından ağlamıyordum. Bu iyidi belki de. Ağlamak istemiyordum.
"Bana emir verme."dedim. Birbirine bastırdığı dudaklarını aralayarak tekrar konuşacakken Emre'nin, "Abi."diyerek seslenmesiyle sustu.
Ölümün habercisini anımsatmayan bakışlarını sonunda benden ayırdığında derin bir nefes aldım. Ve o an da aklıma dank eden gerçekle ruhuma kadar ürperdim. Ben az önce Miraç'a karşı mı gelmiştim?
"Ne var?" Bir gram bile dinmeyen sinirini bu kez Emre'ye yöneltti. Emre'nin yanında Gürkan denilen adam da vardı. Tam karşımıza geldiklerinde Miraç'ın odak noktası oraya çevrildi.
"Sönmez'ler, yarın gece gelecek olan mallar için sorun çıkarıyorlar."
"Ne sorunu?" Kaşları çatılmıştı. Dahil olmak bile istemediğim konudan sapmak için etrafı gözetliyordum. Ne korkunç bir yerdi burası böyle. Karanlık ve ıssız.
"Gelecek olan malın yüzde ellisini istiyorlar."dediğinde,
"S*ktir gitsinler!" dedi. Bugün çok fazla küfür duymuştum ondan. Sinirliydi ve huzursuz gibi bir hali vardı ancak umrumda olması gereken o değil içerideki adamdı. Ne olacağını bilmesem de bir gerçek daha vardı ortada.
Bitmişti herşey.
Son adım derken bundan söz ediyordu belki de. O adam elindeydi ve herşey son bulmuştu. Ne beni elinde tutacak bir sebebi vardı artık, ne de evli kalmamızı gerektirecek bir neden. Bu düşünceyle zihnim ateşe düşmüş gibi yanarken, kalbimin atışları değişti ve darbeleri canımı yakmaya başladı. Gerçekten bırakacak mıydı beni? Bitmiş miydi hepsi? Ne olacak peki, ayrılacak mıydık?..
"Abi biz de söyledik kabul etmeyeceğini ama ortaklığı bozarız dediler. 'Uluhan kabul etmezse yollarımız ayrılır ve gerekeni yaparız dedi."
"Piç herif tehtit mi ediyor birde!" Miraç birden bağırdığında gözlerim ona çevrildi. Kusursuz yüzünden ödün vermeyen sert tavırları her zaman ki gibi ön plandaydı.
"Yarın gelecek olan malı başka yere indirin. Sönmez'lere haber vermeden malı boşaltacağız. Tek bir zırnık yok onlara. Boş laflarından korkacak değilim. O tehtidini ona yedireceğim."
Emre, "Tamam." diyerek başını salladı ve tekrar depoya doğru ilerledi. Onun ardından hala yanımızda dikilen Gürkan, sanki birşey söyleyecek ama çekiniyor gibiydi. Yoksa korkuyor muydu? Ah! Miraç Uluhan ve çevresine verdiği korkusu...
"Sen ne istiyorsun?"diye tersledi Gürkan'ı. Ancak buna bozulmadan güldü Gürkan. Bunu bekliyor gibi yaklaşarak elini Miraç'a doğru uzattığında benim de kaşlarım çatıldı. Açıkçası bu adamdan korkmuyor değilim. Geçen gece onu gördüğümde bana nefretini kusar gibi bakıyordu ve bu beni ürkütmüştü.
"Bu anı yıllardır beklediğimi biliyorsun Miraç. Tam ümidimi kesmiş, kendi yoluma bakmıştım. Aileme yapılanların acısını çıkaramamak beni yiyip bitiriyordu. Yüreğim hep bunun acısıyla yanıyordu. Ama artık o yangın eskisi kadar acı vermiyor, huzurluyum. Ailemin kanı yerde kalmadı. Bunun için sana bir teşekkür borçluyum."
Elini uzatmış tokalaşmak için Miraç'a doğrulturken, Miraç karşılık vererek eline uzandı. Daha sonra onun da tekrar depoya girmesinin ardından, arabaya doğru ilerlememi işaret etti. Arabaya yerleştiğimizde garip bir duygu peydahlandı vücudumda. Kanıma karışan tarifsiz hissin sebebini çözemezken, gözlerim onun üzerinden ayrılmıyordu. Evet, ilk defa birşey görmüştüm. Gürkan nasıl Miraç'a karşı minnettar bir hissle tutuştuysa, adını veremediğim duyguyu onunla çağrıştırdım. Ama sanki, daha farklıydı...
"Bir yere gitmek istiyor musun?"diye sordu araba yolda ilerlerken. Bir ilk daha. Miraç hiç bir zaman bana nereye gitmek istediğimi sormazdı. Ve galiba bunun sebebini az çok tahmin edebiliyordum.
"Götürecekmişsin gibi." Alayla gülerek gözlerimi yola çevirdim.
"Sorduysam götüreceğim demektir. Uzatma da söyle. Söylemeyeceksen eve gidiyoruz."
Eve gitmek istemiyordum. Ama aklımda da bir yer yoktu. Biliyorum, eve gidip yatağa girdiğim an içimde biriken yaşları durduramayacak ve düşüncelerimin arasında boğulacaktım. Bunu istemiyordum.
"Bara gitmek ve içmek istiyorum." dedim bir an da. Bu bir şakaydı aslında ki, biliyorum Miraç asla beni oraya götürmezdi.
"Ordan da seni mezarlığa götürürüm. Bir mezar ayarlarız sana, nasıl olur?" Derken sesinde daha çok tehtit vardı ve bunu açıkça sergilemişti.
"Ciddiyim ben Miraç."dedim kaşlarımı çatarak. İnatçıl hissim tam zamanıymış gibi yine ortaya çıkmıştı. İlk saniye şaka maksatla söylemiş olsam da bunu inada çevirmekten geri kalmadım. Yoksa cidden eve gidip yastığımı gözyaşlarımla yıkayacaktım.
"Sadece bir an olsun düşünmek istemiyorum. Unutmak ve anı yaşamak istiyorum. Lütfen."
"En son ne zaman içtin?" Bu kez alayla kurulan cümle ondan gelmişti. Ama bilmediği birşey vardı.
"Altı ay önce."dedim.
O hiç içmediğimi sanıyordu ancak beni alı koymadan önce, babam bildiğim adam evde her defasında zorla da olsa içirirdi bana. Rakı masası kurardı ve beni karşına alırdı. Ama bir bardağı bile zor bitirir sallana sallana yatağı boylardım. En azından 'içmeyeceğim!' diyerek dayak yediğim on beş yaşımdan daha iyidim ve arada bir ona uyarak nefret etsem de içiyordum.
Miraç bir an şaşırır gibi oldu. Başını sallayarak, onaylar bir ses çıkardı dudaklarının arasından ve beni şok edecek bir şey yaparak bir bara getirdi. Dakikalar sonra vardığımız barı şaşkınlıkla süzerken inanamayarak Miraç'a döndüm.
"Yapacak mısın?"dediğinde anlamayarak, "Neyi?" dedim.
"Baban bildiğin adamın yıllarca nefret ettiğin şeyi içip seni dövmesini bir kenara bırakarak, içecek misin."
Bu kadar iyi gözlemlememeliydi. Beni bu kadar iyi tanımamalıydı. Ama bunu ona ispatlamak pahasına olursa da yanıldığını göstermek için onu beklemeden arabadan indim. Sesli bir soluk verdiğini duyduğumda umursamayarak, açtığım kapıyı ardımdan örttüm.
Miraç yanıma gelerek elimi tuttuğunda, "Buna gerek yok."diye mırıldandım. Beni duymazdan gelerek koruma diye kapıya diktikleri iri kıyımlı adamlara doğru ilerledi. Neyse ki kapıda sıra yoktu ancak olsa da Miraç'ın bekleyeceğini sanmıyordum. Öyle ki kapıda ki adamlar Miraç'ı gördüğü an tanıyorlar gibi birden kenara çekilerek başlarını eğdiler. Miraç'tan bile iri ve biri kel olan adamlar nasıl da saygıyla karşılıyorlardı. Bu korkudan olsa gerekti. Kim bilir bu duygusuz, gaddar adam ne yapmıştı onlara.
İçeri girdiğimiz an rahatsız edici kokuyla ve yûksek dozda ses ile yüzüm buruştu. Ter ve içkinin arasına karışan sigara kokusu her yeri sarmıştı. Bir an Miraç'a dönüp pişman olduğumu ve eve gitmek istediğimi dile getireceğim diye korkmuştum. Ama inat ettim bir kere.
İçip, unutacaktım.
Kulak zarımı delen müziğin sesiyle rahatsızca kıpırdarken insalar umurularında değil gibi çılgınca çoşturuyordu. Miraç beni ilerleterek bar tezgahına doğru yönlendirdi. Sırt kısmı olmayan uzun bir tabureye oturmamı sağladıktan sonra kendi de yanımdakine oturarak etrafı süzdü.
"Cenk!" Barmeni çağırdığında buraya sık geldiğini anladım. Ya da belki sadece bu barmeni tanıyordur. Barmenin esmer teni ve uzun saçları vardı. Gerçekten uzun bir saçı vardı, öyle ki benim saçımdan bile uzundu ve ensesinde at kuyruğu şeklinde toplamıştı. Yüzünde ise sakal namına tek bir kıl bile olmaması hafif işkillendirdi beni.
"Patron?" dedi sırıtarak Miraç'a. Bir şaşkınlık duygusuyla daha sarsılırken, "Burası senin mi?"diye sordum.
"Hayır."dedi umursamazca. Peki neden bu adam patron diye hitap etmişti ki?
"Bir viski. Bir de meyve kokteyli hazırla, alkolü az olsun."
"Meyve kokteyli umarım senindir." dedim yüzümü buruşturarak barmen gittiğinde. Sanmıyordum ama yine de sormaktan geri kalmıyordum.
"Şansını zorlama istersen." Çatılmış kaşlarıyla beni süzerken, her an elimden tutup çekip götürecekmiş gibiydi.
"Tamam." dedim teslim olur gibi ellerimi kaldırarak. En azından bununla yetinirdim. Şimdilik!
"Bu arada neden sana patron dedi?"
"Sus biraz. Çenen iyice düştü senin bugün."
Oflayarak önüme döndüm. Kafa dağıtmak istiyordum sadece ve bu yüzden düşünmemek için yanımda ki tek kişiyle konuşuyordum. Çok muydu yani? Cevap vermek bu kadar zor olmamalıydı. Belki de onu da bir sandalyeye oturtarak işkence içinde konuşturmak gerekiyordu. Karşında dikilen ben ve Miraç'ı yumrukluyordum. Ah! Ne heyecanlı olurdu. Bunu düşününce istemsizce güldüm.
"İçmeden sarhoş oldun bakıyorum."
Bana deliymişim gibi bakıyordu ve bu hoş olmasa da tekrar güldüm.
"Neye gülüyorsun sen?"dedi kaşlarını çatarak.
"Hiç." dedim omuz silkerek. O sırada içeceklerimiz gelmişti ve tahmin ettiğim gibi elmas gibi parlayan kalın tabanlı viski bardağını Miraç eline aldı, bana ise çocuğa meyve suyu verir gibi kokteyl düşmüştü.
Homuradanarak kokteylimi içmeye başladım ben de. İlk karışık aromalı keskin meyve tadı dilime bulaştı ve sonrasında çok az, cidden çok az boğazımı yakan alkol. Bu beni sabaha kadar içsem de etkilemezdi ki! Ben sarhoş olmak istiyordum ve buraya kadar geldiysem içmeden dönmezdim.
Dakikalar birbirini kovalarken, gittikçe kalabalıklaşan duman altı bar beynimi patlatacak gibiydi. Ve ben içtiğim üçüncü bardağımla boş boş oturuyordum. En sonunda Miraç hemen geleceğini söyleyerek, beni barmene teslim etmişti ve kırmızı ışıklarla aydınlanan koridora doğru gitti. Sanırım ihtiyacını giderecekti ve bana verilen süre kısıtlıydı.
Bir ara barmen kılıklı uzun saç, diğer müşterilerle ilgilenmeye başladığında fırsat bu fırsat diyerek, hızla elimi tezgahın diğer tarafından altına doğru yönlendirdim. Az önce barmen oraya içi dolu bir şişe bırakmıştı. Elime gelen ilk şişeyi kaptığım gibi tabureden indim ve kalabalığa karışarak beklemeden ağzıma diktim.
Beklediğimden daha beter bir yanmayla boğazımdan kayıp giden içkinin etkisiyle sarsılsam da indirerek derin bir soluk aldım. Bir dikişte neredeyse yarısına gelmiştim. Kalabalığı aşarak tenha bir yere geçtim ve bir duvar kenarına çökerek tekrar şişeyi içmeye başladım. Ayaklarımı yere uzatmış, Miraç'ın yokluğunun keyfini yaşıyordum. Haince bir sırıtmayla tekrar şişeyi diktim dudaklarıma.
Orada oturmam kaç dakika yada kaç saat sürdü bilmiyorum ama beynim yerine iç organlarım savaş açtı. Kasım kasım kasılarak kusma seviyemi kısaltmış ve şişeyi bitirmiştim. İstediğimi veren şişeye gülerek veda ettim ve birden aklıma bile gelmeyen şeyi uygulamış, şişeyi kalabalığa doğru fırlatmıştım. Gözlerimle nereye gittiğini takip ederken, bulanık gözlerim karardı ve o an bir cam kırılma sesi geldi. Sonrasında kesilen gürültüye eşlik eden uğultular...
Ah! Ben onu çöpe fırlatacaktım. İsabet ettiremedim belki. Nereye uçtu diye düşünürken, şişenin uçamayacağı aklıma geldi ve ben yine gülmeye başladım. Sanırım gerçekten sarhoş olmuştum. Neredeydim ben? Kaşlarımı çatarak önüme dikkatli baktığımda bir den çok ayaklar gördüm. Peki Miraç neredeydi? Beni bırakıp gitti mi yoksa?
Evet hatırladım! En son hemen geleceğini söyleyip gitmişti ve o zamandan beri yoktu. Demek beni kandırdı. Belki de bir kadın buldu ve kendine tuvalette iş görüyordur. Bu düşünceyle miğdem daha çok bulanmaya başladı.
Bağırışlar duyuyordum. Sanki o iğrenç müzik sesi gitmişti ve yerine laf dalaşına giren mahalle kavgası gelmişti. Müzik zevklerini hiç sevmedim. Bu barı da sevmedim.
"Böyle mi sahip çıkıyorsun lan!"diyen Miraç'ın sesine, "Ah! Kim lan attı o şişeyi!" diyen bir başka ses karışıyordu. Demek ki Miraç hala buradaydı. Gitmemişti.
"Patron yemin ederim gözüm üzerindeydi. Müşteriyle ilgilenirken, birden ortadan kayboldu."
"Lan puşt ne demek kayboldu!"
Kim kayboldu? Miraç kimi arıyordu ki? Ben buradaydım ama o başkasını arıyordu. Ah. Miğdem niye bu kadar bulanıyordu? Bu kadar içmenin alemi neydi aptal Zeliş! Bak adam gitti buldu kendine birini.
Derin bir nefes alarak duvardan destek aldım ve ayağa kalkarak, bar tezgahına doğru sarsak adımlarla ilerledim. Biraz daha içmek istiyordum.
"Pişt uzun saç." diye seslendim barmene. Neydi adı bunun? Gerçi bana bakacak gibi değildi ve anladığım kadarıyla birinden çok ağır darbeler yiyiyordu. Seslendiğim an barmeni yumruklayan adam durdu ve bana döndü.
"Miraç?"dediğimde aynı şekilde o da bana, "Zeliş?" dedi. Yanıma yaklaştığında bulanıklaşan gözlerimi kırpıştırdım ve gördüğüm şeyden emin olamayarak başımı iki yana salladım. Bunu yapmamla dengemi sağlayamadım ve sersemleşerek düşeceğim sırada Miraç kolumdan tuttu.
"Hayır hayır."dedim inatla başımı iki yana sallayarak. Bir yandan dilimle çıklayarak işaret parmağımı olumsuzca sallıyordum.
"Bu dünyaya iki Miraç çok fazla."
"Sen içki mi içtin?"dedi iki Miraç aynı anda. Kaşlarını çatmışlardı ikisi de ve sinirli sinirli beni süzüyorladı.
"Ya gitsin biri!" diye bağırarak diğer Miraç'ı kışkışlamaya çalıştım ama gariptir ki elim boşlukta savruluyordu.
"Ben biriyle zor başa çıkıyorum. Git sene!"
"Sen içki mi içtin!"diye bağırdı adeta kükreyerek. Birden irikildim ve gözlerim doldu. Bir yandan alt üst olmuş miğdemi tutarken, diğer yandan iki Miraç'ın bağırış sesine katlanmak zorunda kalıyordum.
"Başıma şişeyi bu kaltak mı attı!"diye bağırdı biri. Ben daha ne olduğunu anlamaya çalışırken, iki Miraç da ortadan yok oldu. Hayır belki de uçtu. O değil de birazdan miğdemdekiler etrafa uçacak gibiydi. Ah iğrenç. Düşünme Zeliş. Düşünme.
"Ne dedin sen?" Ensesinden kan akan bir adamın yakasından tuttuğu gibi başını ona gömdü.
"Bir daha söylesene lan piç!" Art arda yere düşen adamı yumruklarken, bir an adama acıdım. Miraç'ın elinden sağ çıkmayı başarırsa kesinlikle bir ödülü hak ediyordu.
Bir an başım döndüğünde sendeleyerek zorlukla dikildim. Yanda duran tezgahtan destek alırken içi dolu içki bardağıyla karşılaştım. Gözlerime parlayan hardal sarısı içecekle sırıtırken, beklemeden hızla tezgahtan aldım ve içmek için bardağı dudaklarıma doğru yaklaştırdım ancak bir anda elimden kopan bardak yeri boylarken, dibimde sinirden adeta kuduran Miraç'la kalakaldım.
"Yürü." Sinirle tıslarcasına konuşurken, elimden tutarak kapıya doğru ilerletmeye başladı. Bu sırada da durmadan söyleniyordu.
"Seni buraya getirmek isteyen aklımı s*keyim. Götür eve zıbarsın, niye getirdin ki?! Bundan sonra içkinin lafını etmek yok! Normal hali belayken, şimdi daha bir bela. Ayyaş karı..."
"Bırak... Ya bırak biraz daha kalmak istiyorum." desem de beni duymazdan geliyor ve söylenmelerine devam ediyordu.
Beni arabaya bindirdikten hemen sonra kendi yerini aldı ve beklemeden sürmeye başladı. Çatılmış kaşlarının ardından kasılmış çehresini izlerken, derin bir solukla arkama yaslandım. Uykum geliyordu ama uyumak istemiyordum. Hem bu adam bana zıbarsın mı demişti? Bir de ayyaş karı mı?!
"Sensin ayyaş be! Ve git sen zıbar!"dedim kollarımı göğsümde bağlarken. Gözlerim bir an olsun ayrılmıyordu ondan. O sinirliyse bende sinirliydim. Ne olacak yani? Ama sinirliyken bile bu kadar yakışıklı olmayı nasıl başarıyordu acaba. Dişlerini sıkmasından dolayı öne çıkan elmacık kemiklerine parmaklarımı yerleştirmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Ayrıca beni buraya getiren sendin. Ne diye hevesimi kursağımda bırakıyorsun ki. İçmeme izin verseydin bende gizli gizli içmezdim. Demek ki kendine güvenmiyorsun."
"Güvenle ilgisi ne?"
"Sen vardın yanımda. Ben içerken bana sahip çıkabilirdin."
"O piç senin arkadan ahlaksızca konuşurken ben oturuyordum zaten! Sadece bir dakika lan! Bir dakikada ortadan kayboldun. Şimdi de suçlu ben oldum!" diye bağırdı. Gözlerim birden söyledikleriyle birlikte eline kaydı. Parmak buğumlarının derisi soyulmuş ve kanlanmıştı. İçimde birşeyler burkuldu sanki. Canım yandı ve bu dışa vurulmasını tesciller gibi gözlerimi doldurdu.
"Özür dilerim..." Sessiz mırıltımla gözlerimi yola diktim. Çok çabuk duygu değişikliği yaşamıştım. Sanırım gerçekten içkiyi fazla kaçırmıştım. Bir şişe dolusu içmek nedir Zeliş ya!
"Miğdem bulanıyor."
"O kadar içersen olacağı bu."
Arabanın hızını biraz daha yavaşlattı. Koltuğa yaslanmış yolu izlerken, nereye gittiğimizi sormuyordum. Eve gittiğimizi düşünürken, farklı yollara sapması kaşlarımı çatmasına sebep oldu ama umursamadım. Boğazıma kadar çıkan yakıcı sıvıyı yutkunarak geri gönderirken yüzüm buruştu.
Dakikalar geçiyordu ve yol bitmiyor derken, bir sahil kenarında duraksayarak denizi karşına aldı. Arabanın içi sessizliğini korkurken, koltuğa yaslanmış başımı ona çevirdim. Denizi izliyordu. Etraf karanlık, onun gözleri daha bir karanlıktı. Kendi gibi siyahtı adeta.
"Susuyorsun."diye fısıldayarak sessizliği bozdum. Ama ne kadarını kırdığımı bilemedim.
"Sende bugün çok konuşuyorsun."
"Birilerinin konuşması gerek diye düşündüm, fazla sessiziz." Bilmiyorum ama bugün içimi dökmek ve ruhumu alaşağı ederek kelimelerini tüketmek istiyordum. Birkaç dakika geçti. Yine susmuş, geceyle örtüşen lacivert denizi izliyordu.
"Ve dalgınsın."dedim son olarak. Yine susmayı tercih ederse eğer, konuşmayacaktım. Böyle kendi kendime konuşuyor olmak hiç hoş gelmiyordu bana. Ama iç sesimle verdiğim savaşa ortak olan Miraç, yine sustu. Tam gözlerimi ondan ayırarak sukunluğuma döneceğim sırada konuşmaya başlaması istemsizce beni heyecanlandırdı.
"On veya onbir yaşlarındaydım." Derin bir soluk alarak arkasına yaslanırken kol kasları gerilmişti. Pûr dikkat onu izlerken uyumak isteyen zihnime asit dökerek işkenceler etmek istedim. Böyle bir anda uyuyamazdım.
"Zaman kavramı yok. Işık yok. Ses yok. Kapatıldığım karanlık oda da sadece yerde bir yatak vardı. İhtiyacın için köşede kapı ardında ayrı bir lavabo. Çıkış yok. Pencere yok. Güneş yok. Deniz yok. Ha sadece ufak bir havalandırma var... Birileri gelir, tekme, yumruk Allah ne verdiyse girişir. Ben daha on bir yaşındayım. Bana vuranlar ise babam yaşında... Konuşmak yasaktı. Neden vuruyorsunuz, nerede annem, babamı çağırın. Kardeşim, kuzenim nerede. Demek yok. Konuştuğun her harf için ayrı bir dayak."
Boğazıma oturan bir yumruyla şaşkınlık ve korkuyla Miraç'ı dinlerken, duyduklarımı sindiremiyordum. Yutkunamadım. Bir şey oturmuştu miğdeme sanki, ne nefes almamı sağlıyordu ne de yutkunmamı. Miraç ilk defa bana bir şey anlatıyordu ve bu öyle acıydı ki, hiç mi güzel anısı yoktu diye isyan etmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Yıllar geçti. Hergün aynı şeyler yaşandı. Birkaç defa komalık oldum hatta. İyileşip hastaneden ayrılırken, öyle güneşi görüyordum. Ölmek o kadar çok istiyordum ki, anlatamam. Sonra bundan vazgeçip, intikam için dik durmaya başladım... Konuşmayı, okumayı, yazmayı. Herşeyi unuttum orada. Sadece ailemi unutamadım... Sonra birgün o demir kapı aralandı ve dayım geldi. Kurtardı beni oradan. Ona çok kızmıştım. Neden bu kadar uzun süre beklediğini sormak istedim.
Dilsiz sandılar beni. Uzun süre tedavi gördüm ama konuşmamı düzeltmekten başka tedavi işe yaramadı. Gecelerim kabuslarla son buluyordu. Tek istediğim intikamdı... Ve şimdi de hayatımı kabusa çeviren adam elimde. Ne yapmamı bekliyorsun?" Gözlerini denizden ayırarak bana baktı. Ben ise çoktan sularımı akıtmış, o küçük çocuğun yakarışlarını duymakla meşguldum. Koyu gözlerini çevreleyen ince damarları kızarmıştı.
"Hayatımdaki herkes intikam uğruna beni harcadı."dedim başımı hafifçe iki yana sallayarak.
"O gün, annenin videosunu bana izletirken sana birşey söylemiştim. Başına gelen herşeyi hak ediyorsun diye. Hatırlıyor musun?" Başını sallayarak beni onayladığında devam ettim.
"Yalan söylemiştim. Canımı çok yaktın Miraç. Bende bir kez bile olsa, sözlerimle senin canını yakmak istedim."
"Belki de doğrudur. Hak ediyorumdur."diye fısıldadı daha çok kendi kendine.
"Peki ben?.. Ben hak ediyorum mu tüm bunları?" Kaşları birbirine yapışıcakmış gibi daha çok çatıldı.
"Annem doğduğum an terkedip gitmiş, babam denilen adam ise intikam için beni başka bir adama satmıştı. Gerçek bildiğim ailem yalandan ibaretmiş... Hiç biri elindekiler kadar sevmedi beni. Biri intikamı, diğerleri elindeki paraları okşadı... Sen... Sen ise..." Ne diyeceğimi bilmezken, ruhum kendi köşesine çökmüş saklanıyordu. Bir yaş daha indi gözlerimden. Tutamıyordum artık.
"Sen de sevmedin beni." Tuhaf ama belki inkar eder diye gözlerinin içine baktım ama o susmakla yetindi. Ne bekliyordum ki, acıyan kalbimi duyup sarmasını mı. Ben nefret ettiği adamın kızıydım. Beni sevemezdi. Peki ben neden bunu istiyordum ki?
"Bitti değil mi?"diye sordum sessizce. Gözlerim gittikçe kapanacak gibiydi. Bulanan miğdem hiç yardımcı olmasa da uyumamak için direnen zihnim çoktan yatağa geçmişti.
"Artık beni elinde tutmak için bir sebebin yok... Gideceğim... Gideceksin..." Ara ara kesilen sesimle birlikte gözlerim kapandı ama zor da olsa duyuyordum.
"Evet. Bitti."
Boşaltmak için yalvaran miğdemle yüzüm buruştu ama o kadar uykum vardı ki bozmak istemedim ve kurulduğum yere iyice yayıldım. Dakikalar geçiyordu. Rüyamda Miraç'la karanlık bir oda da rastlandım. Belki de zihnim oyunlar kuruyordu bana bilmiyorum ama sonrasında üzerimde bir ağırlık oldu ve sonrasında gelen bir sıcaklık. Karanlıklar içinde gelen bir uğuldu kulaklarımda canlanırken ruhum bedenimle birlikte devrelerini kapatarak ışıklarını söndürdü. O ugultulu ses ise ateş olarak donan kalbimi ısıttı.
"Seni sevdim ben Zeliş..."
* * *
BÖLÜM SONU...
BÖLÛM NASILDI?
NOT: YORUM VE VOTELEMEDEN GİTMEYİN LÜTFEN...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro