Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

27.BÖLÜM

Waty sorunlu olduğu için arada tekrar güncelleme yapıyorum bilginiz olsun :")

Bol bol yorum istiyorum Benimsin Ailesi(Tüm okuyucular) Özellikle ara yorumlar ;)

Bölüm şarkısı= Özgür Kurum -Gözlerimi kapatsam.

Hayallerim Sen'siz bir yıkıntı gibi, toplandıkça düşüp kırılıyor...

Yolların akıp gittiğini izleyen gözlerim bana zamanı hatırlatıyordu. Zaman gibi hızlı akıp, giden yolun süuretini izleyen zihnime, ayak uyduran anılar kitap misali, bir bir sayfalarını karıştırıyordu. Miraç'ın hayatıma ilk girdiği andan itibaren geçen zaman çok şey yaşatıp, öğretmişti bana. Bir döngüdeymiş gibi olduğum yer de etrafımda olup bitenleri izliyordum.

Miraç ile birlikte bir yere gidiyorduk. Neresi olduğunu bilmeden gittiğimiz yolu izlerken, yavaşça gözlerim ona doğru çevrildi. Durgun bedeni düşünceli haline yansımış, kaşları her zaman ki çatıklığıyla eşsiz bir görüntü sergilemişti. Zihninde dolanan tilkilerin ne fısıldadığını duymak isterdim. O öyle hissizdi ki, yüzünden hiç birşey okuyamazdın. Tüm sırrı onun putlaşmış kalbinin içinde gizliydi.

"Daha kaç saat var gideceğimiz yere kadar?"diye bir soru yönelttim. Arabanın içi sessizlikten çok, radyoda çalan hafif bir melodi hakimdi ve iki saatten fazladır yoldaydık. Nereye gideceğimizi sorsam da, Miraç yine beni yanıtsız bırakmıştı.

Yola dalmış bedeni yine beni cevapsız bırakırken, "Bir şey sordum?"dedim tekrar. Odağını verdiği yoldan hafif bir kıpraşmayla baş sallarken, gözleri bir saniye bile sürmeyen bir zaman diliminde bana döndü.

"Ne sordun?"derken yanındaki camı açtı. Verdiği cevapla kaşlarım çatıldı, bir an neyi olduğunu soracak gibi oldum ama söylemeyeceğini bildiğimden sorumu tekrarladım.

"Daha ne kadar yolumuz var diye sormuştum."dedim alt dudağımı gerginlikle dişlerken. Miraç çok tuhaf davranıyordu yola çıktığımızdan beri. Normalde olsa bana sataşmadan ya da terslemeden durmazdı. Ama o ilk defa bu kadar suskundu.

"Bir, iki saat daha var."dedi kuru bir sesle.

Şimdiden sıkıldığım yola tekrar dönerken oflarcasına bir ses çıkardım. Canım sıkılıyordu ve Miraç'ın tuhaf halleri ortama kasvetli hava yayıyordu. Gözlerim yoldaki dükkanlarda gezerken, kalabalıklaşan yolla birlikte arabanın hızı yavaşladı. Önünden geçtiğimiz dükkanlarda gezen bakışlarıma yönelik bir kırtasiye görmemle zihnimde bir ışık parıldadı.

"Miraç, kırtasiyeye uğrayabilir miyiz?"diye sordum içimde beliren bir hevesle. Yol uzundu mağdem, ben de bu kadar uzun bir yola daha katlanamazdım. Yoksa sıkıntıdan patlardım. Hem neden takıldım ki Miraç'ın peşine?!

"Hayır."dediğinde gözlerimi devirmeden edemedim. Neden diye sormuyordu bile! Belki bir ihtiyacım vardı değil mi?!

"Sadece iki dakika, lütfen. Söz fazla uzun sürmez."dediğimde koyu gözleri yüzüme çevrildi ve, "Hayır dedim, uzatma."diyerek yola döndü.

Öfkeyle dişlerimi sıkarken, neden bu kıt ve anlayışsız adamla birlikte geldiğimi sorguladım kendime. Alt tarafı bir kırtasiyeye uğrayacaktık! Neden zorluyordu ki? İnatçı, zorba ve düşüncesiz herifin tekiydi!

"Sen nasıl bir adamsın ya? Neden diye sormuyorsun bile. Belki bir ihtiyacım var? Ama yok, Zeliş kim ki? Miraç bey otur desin, Zeliş otursun. Kalk desin, Zeliş hemen ayakta. Alt tarafı bir kırtasiye dükkanına uğrayacaksın!" Seslice solurken umursamaz hali beni daha da delirtti.

Biliyorum, bilerek yapıyordu. Sırf ben onunla geldiğim için pişman olayım diye böyle yapıyordu. Mağdem o öyle yaparak beni pişman ettirmeye çalışıyordu, ben de ona bunu ödetirdim. Sessiz kalarak onun istediğini vermeyecektim.

Dakikalar sonra kalabalık arabalar dağılarak yol açıldığında Miraç hızı yükseltti. Kaşlarım çatıldı bu duruma. Neden bu kadar acele ediyordu ki? Tabii bu soruyu ona sorsam, sorduğum soru yalnızlığıyla ağlardı. Canımın sıkıntısı gittikçe artarken, yaslandığım yerden doğruldum ve radyodaki sessiz çalan şarkının sesini kaldırdım. Ne tür bir şarkı olduğunu bile bilmediğim şarkının yüksek sesi zihnimi çizerken, Miraç elini kaldırdı ve sesini kıstı.

Ona doğru çevrilen gözlerim sinirle kısılırken, sırf inat olsun diye tekrar sesini açtım. Ve beni yanıltmayan Miraç, sesini açtığım şarkıyı tekrar kıstı. Kanımda gezen inatçıl hislere ayak basarak radyonun sesini pes etmeyerek açtığımda Miraç koyu gözlerini yoldan ayırarak bana doğru dikti.

"Oynama şununla."dedi ters bir ifadeyle ve yola çevirdi gözlerini.

Omuz silkerek, tekrar şarkının sesini açtım, en sonunda Miraç radyoyu kapattı ve beni sessizliğime gömecek bir bakış daha attı. Yerinden kıpırdarsan öldürürüm der gibiydi bakışları. Komutu alan bedenim koltuğa sindi böylece.

Uyuşan ayaklarıma ve kalçama inat petrol haricinde yerimden kıpırdamadım. Tabi petrol de bile sadece birkaç dakika soluklanmama izin veren Miraç, beni tekrar koltuğa mıhlamıştı. Dakikalar saatleri kovalarken, en sonunda ıssız ve karanlık yerde, bir mekanın önünde araba durdu.

Geldiğimiz yeri süzen meraklı bakışlarım, önünde durduğumuz ve ne olduğu belirsiz mekanda dolanırken, içimde huzursuzluklar dolanmaya başladı. Miraç arabadan inerek, benim tarafıma doğru ilerledi ve kapıyı açarak başıyla inmemi işaret etti.

"Burası neresi?"diye sordum arabadan inerken. Dışarı çıktığım an üzerime örtüşen soğuk havayla titreyerek, derin bir soluk aldım. Miraç açık kalan kapıyı ardımdan örterek, yanıma yaklaştığında kıpırtısız kalmaya zorladım bedenimi. Gözerim onun üzerinde ara da dolansa da, korkuyla tıkanan irislerim az ötemizdeki büyük demir kapıda ve önünde duran iri adamlarda dolanıyordu.

"Ne olursa olsun, ne duyarsan duy,"diye ifadesiz bir sesle mırıldanırken, eli kırmızı ceketimin açık kalan kuşağına doğru gitti. Ne yaptığına odaklanan zihnim, Miraç'ın iri parmaklarına dikkat kesildi.
"Ağzından tek kelime çıkmayacak," derken parmakları arasına aldığı iki yanımdaki kuşağı, bağlayarak ceketimin ön kısmını kapattı. Ve kalbim bu görüntüyle atmayı unutarak büzüştü.
"Ve sakın yanımdan ayrılma."

"Neden?"diye sorduğumda geri çekilerek cevap vermedi ve beni bozguna uğratacak bir diğer görseli irislerimin üzerine çizdi.

Sağ elini uzatarak, sol elime bulandırdığında parmaklarıma kadar yandığımı hissettim. Kulaklarım uğuldadı adeta. Miraç eline hapsettiği parmaklarıma, kendi parmaklarını dolandırdı ve demir kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Boğazımı kurutan bu dokunuş, kalbimde yangınlar doğurdu. Bir gün gelir; Soğuk parmaklar, beni sürükleterek uçurumun dibine getirir. Ve bir an gelir; Bu sıcak parmaklar, kanıma karışarak tüm bedenimi eritir.

Bu olanlar nedendi? Nerede beni o merdivenlerden sürükleyen adam? Ne olmuştu ona? Peki bu yanımda; soğuk ellerimi, sıcak elleriyle ısıtan adam kimdi? Bana sakın aynı kişi demeyin. Çünkü değildi, bu adam ile o adam arasında koskoca dağlar vardı.

Kapıdaki iri yarı adamlar, Miraç'ı gördüklerinde beklemeden kapıyı açtılar. Miraç'ı tanıyor olmalıydılar. Açılan demir kapının gürültülü sesi kulaklarımı cırmalarken, yüzümü buruşturmadan edemedim. Açılan kapının ardından içeri girdiğimizde, bir adam daha belirdi önümüzde.

"Gürkan burada mı?" Miraç kendine has, sert bir sesle tehlikeli çanları çaldırarak karşımızdaki adama sorduğunda adam başını salladı.

Koridorda tekrar ilerlemeye başladığımızda etrafı inceliyordum. Loş bir ışığı takip ederek bir kapıya daha ulaştık, Miraç kapıyı ittirerek açtı ve ilerlemeye devam etti. Her geçen saniye korkum daha da artarken, gözlerime çarpan bir diğer görüntüyle istemsizce Miraç'a doğru yaklaştım biraz daha. Burası büyük bir kumar salonuydu. Etrafta birçok masa vardı, hepsinin etrafında adamlar çevriliydi ve son olarak farkkettiğim gerçek, boğazıma korkulu bir yumru oturttu.

"Miraç, neden hepsi bize doğru bakıyor?"diye sordum korkuyla etrafa göz süzerken. Sesimde yansıyan tını, ecelime doğru kaydı. Miraç duraksayarak, bana doğru döndünğünde gözlerindeki ifade her zamankinden daha sertti.

"Bak ne diyeceğim,"derken uzun boyundan ötürü başını bana doğru eğdi ve koyu gözlerini tehtitkar bir şekilde kahvelerime dikti.
"Senin her zaman oynadığın bir oyun vardı. Neydi o? Ha; Sessizlik oyunu, onu oyna ve kapat çeneni."

"Ne oyunu ya, çocuk muyum ben? "dedim kaşlarımı çatarak. Gittikçe belirginleşen çehresi bana sinirlendiğini anlatırken, susmayan dilime içimden ağır bir küfür savurdum.

"Çok da büyük sayılmazsın. Şimdi sus ve yürü, "diyerek tekrar önüne döndü ve yürümeye başladı.
"Başımın belası."

Onu sinirlendirmemek için bu defa sustum ve homurtusunu duymazdan gelerek ilerleyen bedenini takip ettim. Açıkçası korkuyordum buradan ve bu yüzden konuşarak Miraç'tan içimi rahatlatacak bir kaç kelime duymak istemiştim. Ancak bu düşüncesiz adam ne korktuğumu anlıyordu, ne de beni umursuyordu. Etraftaki adamların ise neden bize doğru baktıklarını anlamıyordum. Belki de Miraç'ı tanıyorlardı ki, zaten bu muhtemeldi. Beni tanıyacak değillerdi ya? Salonun ortasına doğru ilerlerken karşıdan bir adamın bize doğru yaklaştığını gördüm. Genç, esmer bir adamdı. Sanırım Miraç'ın sordurduğu Gürkan denilen adamdı bu.

"Uluhan, seni burda görmek ne büyük bir şeref..."diyerek Miraç'a doğru elini kaldırdı ve Miraç ile tokalaştılar. Adamın sert ifadesi tıpkı Miraç kadar bir tehlike barındırıyordu. Gözleri bir an bana doğru kaysa da tekrar Miraç'a yöneldi ve sorgulayıcı bir bakış attı.
"Hangi poyraz estirdi seni?"derken pişkince sırıttı.

"Sana bir hediyem var."dedi Miraç. Sesinden akan kuruluk toprakları çatlatırken, kanımı kurutmaya yetmişti. Nasılda başarıyordu tüm duygularını saklamayı.

"Bir adres vereceğim sana, adamlarınla birlikte git. Hediyen orada seni bekliyor. İstediğini yapabilirsin, ben gelene kadar senindir." Miraç konuşurken dudaklarında peydahlanan tehlikeli gülümseme, bedenime gerilme etkisi yarattı. Konuşmalardan ne olduğunu çözme çabam, başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

"Heyecanlandım bak şimdi."dedi karşımızdaki adam sırıtırken. Miraç'ın söyledikleriyle gözleri parlamıştı adeta. Neydi bu hediye dedikleri?

"Ne yaparsan yap, öldürme onu Gürkan. O iş benim."dedi son olarak Miraç. Gürkan denilen adam başını salladı. Yüzündeki gülümseme her dakika büyürken, burada ne işim olduğunu düşünüyordum. Etrafta bir tek kız bile yoktu. Sadece bendim. Miraç hareket ederek geri dönecekken, Gürkan denilen adamın gözleri bana çevrildi tekrar.

"Yenge kim?"diye sorduğunda istemsizce Miraç'ın elini sıkarak, boştaki elimi de dirseğine doğru yerleştirdim. Korkumdan Miraç'ın arkasına sinmemek için kendimi kasıyordum. Allah aşkına, zaten herkes bize doğru bakıyordu ve bu da yetmezmiş gibi bu adam beni soruyordu.

"Onun kızı değil mi?"derken kendi kendine başını sallıyordu. Yüzündeki gülümseme solmuş, ela gözleri koyulaşarak sinirli bir hal almıştı. Daha çok nefrete bürünmüştü sanki.

"Seni ilgilendiren kısıma yönel Gürkan!" Her kelimeye uyguladığı imalı baskılarla birlikte bedeni kasıldı. Ellerimin altından gerilip, kasılan bedeni kendini zorluyordu. Az önce gülümsüyorlardı, şimdi ise hava değişmiş kasvetlenmiş hissi uyandırmışlardı.

Miraç geriye dönerek ilerlemeye başlarken, beni de kendiyle birlikte peşinden ilerlettirdi. Çıkışa doğru giderken içim rahatladı. Buradan bir an önce çıkmak istiyordum. Öyle ki, etraftaki adamların üzerimize batan bakışlarına yönelik ne yapacağımı bilemez hale geliyordum. Neden bize baktıklarını anlamıyordum.

Miraç birden duraksadığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ancak bir an da, "Dönün lan önünüze!" Diyerek adeta gürleyen Miraç ile korkuyla titredim. Beklemediğim bir ifade yüzünde canlanmıştı ki, ben bile bu kadar korktuysam, eraftaki adamları düşünemedim ve zaten Miraç bağırdığı anda önüne dönen her çift gözler korkuyla taşmıştı.

Tekrar ilerleyerek dışarı çıktık. Miraç'ın sinirli haline karşın, rahatlamaya yüz tutulan bedenim daha çok kasıldı. Zaten sabahtan beri iyi olmadığı aşikardı. Bir dalgınken, ruh hali değişmiş öfkeye dönmüştü.

Arabaya doğru gittiğimizde ruhumu saran sıcaklık beni terk etti. Miraç elini, elimden kopararak arabaya bindiğinde beklemeden ben de bindim. Arabayı çalıştıracağını sanarken, cebinden telefonunu çıkardı ve birşeyler yaparak kulağına dayadı. Kimi arıyordu ki? Diye içimden geçirirken konuşmaya başladı.

"Senin işin bitti Mert, ordan uzaklaş ve bir süre kaybol." Dediğinde, kulak kesilen zihnim, bir mahkeme salonu kurdu.

"Aileni merak etme. Her şey anlaştığımız gibi."diyerek konuşmayı sonlandırdı. Cebine tekrar yolladığı telefonuyla birlikte, bana bir saniye bile olsun bakmadan arabayı çalıştırdı ve yola doğru akıttı.

"Kiminle konuştun?"diye sordum dayanamayarak. Cevap vermeyeceğini bilmeme rağmen soru sormaktan geri kalmıyordum. Neden susup oturmuyordum ki?

"O adam, neden bana öyle bakıyordu?.. Tıpkı nefret eder gibi... Miraç cevap vermeyecek misin?"

Gittikçe sinirlenmeye başlarken, yol boyunca bu adamı tekrar nasıl çekeceğimi düşünüyordum. Adam yerine koyarak, bir cevap bile vermiyordu! Derin bir nefes alarak kendimi yatıştırırken, arkama yaslandım ve kararan yolun akıp gidişini izlemeye başladım. Ancak kulaklarıma dolan sert, ama bir o kadar sakin sesin bedenime biçtiği kıvılcımlara kayıtsız kalamadım.

"İş ile alakalı bir adamla konuştum, mekandaki adam ise; baban olacak adamın bir diğer kurbanı... Başka soru?"dedi gözlerini yoldan ayırmadan.

Dudaklarımı birbirine bastırarak, yanıtlanan cevabın ağırlığıyla doldum. Demek o Gürkan denilen adama da zarar vermişti. Nasıl bir adamdı? Neden insanlara zarar veriyordu ki? Ne yapmış olursa olsun, insanların hayatlarıyla oynamak çok zor bir durumdu. Nasıl bu kadar vicdansız olabiliyordu.

"O adam... Neden bunları yapıyor?"Diye sordum durgun bir sesle.

"Nedenini sorgulamayı çoktan aştık biz." derken bir an koyu gözlerini yoldan ayırdı ve bana baktı. Gözlerinin derinliklerinde beliren duygu, yutkumamı zorlaştırdı. Nefret mi diyordum eskiden? Bu adam, nefretin kavramını kendisi yazmıştı babam denilen adama karşı.

"Eve mi gidiyoruz?" Konuyu çevirme ihtiyacı hissettim kendimde. Hem onun için, hem de kendim için.

"Hayır."dediğinde başka soru sormadım ve tıpkı onun gibi yola odaklandım. Zihnimiz farklı sanaryolarda oynarken, hayali bedenlerimiz, ruhumuzla birlikte dans etti.

Öğlen saatinden beri yolda geçmişti çoğu zamanımız. Şimdi de nereye gittiğimizi bilmeden öylece yolu izliyordum. Yorulmuş olmalıydı. Zaten yaraları iyileşmiş değildi ki, bu kadar kendini zorluyordu. Saate doğru kayan gözlerim akşamın altısını görürken, hava gittikçe karardı.

Dakikalar sonra araba tekrar durduğunda, geldiğimiz bir diğer adresi süzdüm merakla. Büyük bir ev veya Villa bekliyorken, gayet şirin ve ufak bahçeli, iki katlı bir eve gelmiştik. Kimin evidi burası?

Miraç arabadan inerek, ilerdeki demir parmaklıklı kapıya doğru ilerledi ve duvardaki zile benzeyen bir alette, birkaç düğmeye bastı. Odamatik demir kapı, birden kendiliğinden açıldığında Miraç tekrar arabaya bindi ve çalıştırarak, arabayı bahçeye doğru sürdü.

Kahverengi ve krem boyalı tahta bir evdi ve bahçeye girdiğimizde solda duruyordu ev. Ufak bir verandası vardı. Araba bahçede tamamen durduğunda, Miraç'ın ardından ben de indim. Sağ taraftaki küçük bahçeden, evin pencerelerine kadar her yeri süzerken, ne kadar güzel bir ev olduğunu düşünüyordum.

Miraç ileryerek tekrar demir kapıyı örten düğmelere bastı. Yanımdan geçerek, eve doğru yürüdüğünde arkasından ilerleyerek, merdivenleri tırmandım. Cebinden bir anahtar çıkararak kapıyı açtı ve beni şaşkına uğratarak eve girmemi bekledi.

Gülmemek için sıkıştırdığım dudaklarımı, başımı eğerek gizledim ve eve girdim. Miraç ardımdan girerek kapıyı örtü. Lambaları açtığında evin büyüleyici havasını ışıldayan gözlerle izliyordum. Evin içi dışarıya nisbeten daha büyük ve genişti. Kapıdan girdiğin an ufak bir koridor sonunda salona giriyordun. O koridorda yukarı çıkan merdivenler ve birkaç kapı daha vardı. Salon ise koyu yeşil koltuklarla döşenmişti, bir tarafta yemek masası varken, daha güzel bir görsel sunan; şömine vardı.

"Açsan mutfak koridorda ikinci kapı."

Umursamaz bir halde mırıldanırken, kendini üçlü koltuğa attı. Yayılarak uzandığında inanamazca ona bakıyordum. Tamam, aç karnımı mutfaktan doyura bilirdim. Peki evin soğukluğunu nasıl giderecektim? Kaşlarım çatıldı bu düşünceyle.

"Ev soğuk, şömineyi ben yakacak değilim heralde?"diye sordum iğneleyici bir ifadeyle. Ancak takmayarak omuz silkti ve üzerindeki siyah cekedine sarılarak, uyumaya devam etti.

"Gerçekten çok düşüncesiz bir adamsın!" Sinirle soluyarak mutfağa doğru ilerledim. Ne bekliyordum ki? Beni düşünerek şömineyi yakacağını ve sonra gelip bana yemek hazırlamada yardım edeceğini mi? Ah! Neler kuruyordum kafamda öyle?! Miraç ve yardım etmek? Hatta ve hatta; yemek yapma da? Böyle birşeyi nasıl kurmuştum kafamda?!

Derin nefesler alarak, küçük mutfaktaki dolablara doğru ilerledim ve hazırda yapabileceğim birşeyler aradım. Etrafı uzun bir karıştırma çabam sonucu, bulabildiklerimi tezgaha dizdim. Bir, iki paket hazır çorba bulmuştum, buzlukta dondurulmuş hazır köfte ve sigara böğreklerinden de birer paket çıkarmıştım. Dolapta yiyecek bulunması burada birilerinin yaşıyor olduğunu gösteriyordu, ya da Miraç daha önceden aldırtmış olabilirdi ki, Miraç o kadar düşünceli değildi. Bunu çok iyi tescillemiştim.

Salondan birkaç tıkırtı sesi gelse de umursamadım. Ne hali varsa görsün. Yaraları sızlıyordur belki, o yüzden uyuma moduna geçti diyen yanımı susturarak evin soğukluğuna rağmen üzerimdeki ceketi çıkardım. Yemek yaparken rahat olmam gerekirdi yoksa kesinlikle bir sakarlık yapardım.

Kazağımın kollarını sıyırdığımda, bileklerimde var olan sargı bezleri dikkatimi çekti. Unutmuştum onları, sızlamıyorlardı bile ve bu yüzden günlerdir boşlayarak pasuman yapmıyordum. Başımı iki yana sallayarak gözlerimi bileklerimden ayırdım. Şuan bunu düşünüp, zehirli günlerimi anımsamak istemiyordum.

İçerinin soğukluğuyla titrerken, dolaptan bir tava çıkararak yağda böğrekleri ve köfteleri kızartmaya başladım. Karnım içeriye yayılan kokuyla gurulduyordu. Bir yandan ayrı bir tencere çıkardım ve hazır çorbayı yapmaya başladım.

Mutfakta geçen zaman sonrası yemekler hazırlandı. Hatta yanına küçük bir cam kapta salata yapmıştım ki, yemeklerin bu kadar çabuk hazırlanması; hazır olmasından da kaynaklıydı. Normalde hazır yemekleri sevmeyen ben, şu an açlıktan hepsini biterecek haldeydim.

Hazırladığım tabakları içeride masaya doğru götürdüğümde, gözlerime yansıyan görüntü elimdeki tabakları neredeyse düşürtecekti. Miraç şömineyi yakmıştı! Garip olan şey ise yemeklere o kadar odaklanmıştım ki, içerinin sıcaklığını farkedememiştim.

Şaşkınlığımdan kurtulduğumda elimde ki tabakları masaya bıraktım. Miraç benim solana girdiğimi farketmemişti ama tabakları masaya bıraktığım an sıyırdığı kazağını indirerek bana baktı. Karnında açılan yaralara bakıyordu ben yokken. Acıyor muydu acaba? Neden duygularını geri plana atarak acıdığını söylemiyordu?

"Acıyor mu?"diye sordum. Ayağa kalkarak masaya doğru yaklaşmaya başladı.

"Biraz,"dedi ifadesiz bir sesle ve masaya oturdu.
"Senin, acıyor mu?"diye sordu bana bakmadan. Cebindeki telefonu çıkardı ve normallikte sınır çizerek birşeyleri karıştırdı.

"Ne?"dedim anlamayarak. Benim nerem acıyordu? Diye düşünmedim bile. En önemlisi; Miraç bana bir yerimin acıyor olup, olmadığını soruyordu. Ne olmuştu bu adama gerçekten?

"Bileklerin acıyor mu diye sordum." derken gözlerini telefonundan ayırdı ve birkaç saniyeliğine bana dikti. Öylesine kurulan bir cümle gibi çıkmıştı dolgun dudaklarından. Çok garipti. Umursamıyorken, soru sorması tuhaf değil miydi?

"Biraz."dedim ben de tıpkı onun gibi kuru bir sesle.

Başka birşey söylemeden mutfağa doğru ilerledim ve hazırladığım yemekleri servis ederek masaya yerleştirdim. Ne o bana bakıyordu, ne de ben ona. Masa hazır olduğunda karşına geçerek oturdum ve yemek yemeye başladım.

Hazırladıklarımı miğdeye indirirken, gözlerim inatçı ifademe yenik düşerek gizliden Miraç'ı izledi. Yemeğine başlamıştı ancak gözü telefonunda, sürekli birileriyle mesajlaşıyordu. Kiminle yazışıyordu bu? İçimde beliren yangının sönmesi amacıyla elimi suya atarak, birkaç yudum aldım ve bardağı tekrar indirdim.

"Miraç?"diye seslendim birden ne diyeceğimi bilmeyerek.

"Ne var?"dedi başını yemekten kaldırarak, sorgulayıcı bir ifadeyle gözlerini kıstı. Dudaklarımı birbirine bastırarak kurabileceğim bir cümle ararken, aklıma gelenle kalbimde tarifi belirsiz bir sancı oluştu.

"Hani bana bir söz vermiştin,"dedim sözünü hatırlatarak. İnşaattan atlarken diktiği bir ağacın yeşermesinden emin olmak istedim. Koyu gözlerinin arasındaki irisleri, siyaha büründüğünde yutkundum.

"O adamla işin bittiğinde beni bırakacaksın, öyle söylemiştin... Sözün, gerçek bir söz müydü?"

Gözlerinden geçen duygular saliselerle yarışarak, hızıyla talihlendi. Ne olduğunu çözemediğim bir duygu belirdi. Elindeki çatalı sıkan parmakları yeşil damarlarını belirginleştirirken, gözleri bir an olsun ayrılmadı çehremden. Bana verdiği sözden emin olmak isteyen yanım toprağa gömüldü birden. Cesedini kuru toprak çürüttü ve ruhum, soluk soluğa Miraç'dan gelecek olan cümlenin gizli katili oldu.

"Verilen sözün, yalanı ya da gerçeği olmaz."diyerek masadan kalktı ve koridora giderek gözden kayboldu.

Neden bu güzelim yemeği zehir etmiştim ki? Ne güzel adam sakince yemeğini yiyiyordu. Aldın işte sorunun cevabını! Sevin ruhum; özgür olacaksın ve sen kalbim; bir diğer parmaklığa tutsak edileceksin...

Derin solukla birlikte elimi saçıma atarak diplerini çekiştirirken, gözüme parlayan bir ışık takıldı. Miraç'ın telefonu masadaydı ve yanılmıyorsam mesaj gelmişti. Boğazımdan kayıp giden bir yutkunmayla, zihnime akın eden yabancı tohumlar kalbime filizlerini gönderdi ve ortak olarak bedenimi kuşattı.

Gözlerim Miraç'ın gittiği yöne bir an kayarken, bedenim benden izinsiz ayağa kalkarak telefona doğru ilerledi. Şifresiz olması için içimden yağdırdığım dualar, telefonu elime almamla son buldu. İstediğim gibi şifresizdi. Gelen mesaja odaklanarak girdim ve kiminle konuştuğuna baktım.

Gürkan;
Hediyeni aldım, karşılıksız kalmaz.

Miraç;
Senindir, dokunma mikrop bulaşır.

Gürkan;
Merak etme sen, dokunmayacağım. Sadece dokundurtacağım."

Son mesajın sonuna konulan iğrenç bir emojiyle, istemsizce yüzüm buruştu. Kimden bahsediyorlarsa, o kişiye hiç iyi şeyler olmayacağı kesindi. Ben de ne diye okuduysam? Telefonun kilidini kapatarak yerine bırakacakken, koridorun girişinde, gözleri üzerimde dikilen beden korkuyla beni yerime mıhladı.

"Telefonumu mu karıştırdın?"dedi koyu gözlerini tehlikeli bir şekilde kısarken. Kaşları çatılmıştı ve yüz kemikleri dişlerini sıkmaktan belirginleşmişti.

"Ben... Şey, mesaj geldi. Sana getirecektim." Korkuyla yutkunurken, adımlarını bana doğru atmasıyla zihnimde acı verici şimşekler patladı.

"Yalan söylüyorsun."dedi sert adımlarını hızlandırarak.

Hızla masanın diğer tarafına doğru yöneldim. Umursamadan bana doğru ilerlediğinde, "Yalan söylemiyorum!" dedim ve diğer tarafa bu kez süzüldüm elimde ki telefonla. Hatta adımlamıyordum, koşuyordum. Kahretsin! Neden bakmıştım ki!?

Peşimden ilerleyerek masa etrafında bir tur daha attığımızda, "Bu masanın seni kurtaracağını mı sanıyorsun?!" dedi gittikçe yükselen bir sinirle.

"Evet!"diyen dilime lanetler okurken, irislerim büyüdü korkuyla. Ne demiştim ben öyle?! Neden özür dileyerek sakinleştirmeye çalışmıyordum!

"Öyle mi?"dedi olduğu yer de durarak. Gözlerinde beliren tehlikeli kıvılcımlarla soluğum kesilirken, benzimin attığından emin oldum. Kanım donmuştu bu bakışlarla. Ne yapacaktı bana? Kim bilir aklında ne tür işkenceler kuruyordu.

Başını tehtitvari bir şekilde sallayarak, tekrar koridora doğru ilerledi. Ne yapacağına dair fikirler üretirken, birden ışıkların sönmesi bedenimi titretti. Hayır, karanlık olmazdı! Ben karanlıktan korkardım ki, Miraç bunu çok iyi biliyordu. İlk günlerde beni nasılda karanlık odaya kapatmıştı? Şimdi de öyle mi yapıyordu. Peki kendisi nereye gitmişti?

"Miraç?"diye seslendim korkuyla. Beni burada bırakıp gitmezdi değil mi? Bu muydu yani? Tekrar özüne mi dönmüştü? Fazla bile sürmüştü!

"Miraç." dedim tekrar. Birkaç adım atarak ilerlediğimde aklıma elimde ki telefon geldi. Işığını açarak etrafı aydınlatırken, yanan şömineye doğru ilerlemeye başladım. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirirken, beni yalnız bırakan adamın arkasından lanetler okudum içimden.

"Miraç!"diyerek daha yüksek bir sesle seslendiğimde, bir hareketlilik sezdim.

Tam arkamda, ensemde hissettiğim ılık nefesle birlikte ayaklarım olduğu yer de dururken, kasılan ve korkuyla mıhlanan bedenim dudaklarını bir çığlık koy vermek için araladı. Ancak çığlığım dudaklarıma kapanan iri bir el ile kesilirken, bedenim sert bir vücuda yapıştı ve zorla duvar kenarına doğru çekildim. Korkuyla çırpınırken, elimdeki telefon parmaklarımın arasından kayarak yere düştü ve ışığını karanlıklara teslim etti. Çığlıklarım boğazımda birikirken, dudaklarımdaki elin baskısı arttı ve o an farkettiğim bir koku genzimi adeta yaktı. Gelen erkeksi koku, Miraç'tan başkasının olamazdı.

"Şşh... Benim..."diyerek tahminimi doğrularken, çırpınmayı bıraktım ve rahat bir nefes aldım. Az öncesine kadar ondan kaçarken, şimdi beni yakalayanın o olmasıyla rahatlayan bendenime sivri dikenler saplandı. Neden böyle azılı bir katil gibi beni korkutmuştu ki?! Bunu yapmak zorunda mıydı?

"Elimi çekeceğim, sakın ses çıkarma." diyerek kulağıma doğru ılık nefesiyle çarparken, kaşlarım çatıldı ama yine de düşünmeyerek başımı salladım. Elini dudaklarımdan ayırarak karnıma doğru sardı.

"Ne yapıyorsun?"dedim ona uyarak sessizce. Anlamıyordum, neden ağzımı kapatarak, birden beni duvar kenarına doğru çekmişti ki? Hem neden ışıklar hala kapalıydı?

"Sus."dedi ve eliyle pencereden yansıyan bir gölgeyi işaret etti.

Gözlerimde canlanan karanlık bir tabloyla korkum katlandı. Dışarıda, pencerenin önünden bir adam geçiyordu ve gölgesinden anlaşıldığı üzere elinde bir silah vardı. Korkuyla ellerimi Miraç'ın karnıma sarılı ellerinin üzerine yerleştirdim ve bedenimi ona daha çok yasladım. Peki neydi bu tavır? Miraç'a olan güven miydi? Yoksa korkumun sadece sığınmak için aradığı bir liman mıydı?

"Ne yapacağız?"diyerek başımı geriye doğru çevirdim ve ona baktım. Bir anda santimler uzaklıkta ki sert yüzüyle karşı karşıya gelirken, Miraç'ın salondan bile koyu gözleri kahve gözlerime yerleşti. Çok fazla yakın olan çehresine karşın, boynundan genzime doğru kayan koku derinliklerime işlerken, sertçe yutkundum. Bu kadar yakışıklı olması hiç adil değildi. Ruhumu zehirliyordu.

"Gel benimle."dedi fısıldayarak kollarını benden ayırdı. Ne yaptığını izliyordum. Geri çekilerek, bugün tarihe gömülecek bir anı daha yaşattı zihnimde ve gün içinde ikinci kez elimi tuttu. Parmaklarım bunu bekler gibi sıcak elini sarmalarken, Miraç duvar kenarından koridora doğru ilerletmeye başladı beni.

"Kaçıyor musun?"dedim şaşkınlıkla koridora çıktığımızda. Aslında bunu istiyordum zaten. Miraç'ın bir olaya karışmasını ve yaralıyken kendini daha çok zorlamasını istemezdim. Ancak bu isteğim çok kolay olmuştu. Miraç, zorluk çıkarır sanıyordum.

Duraksayarak bana doğru döndündüğünde karanlıktan yüzünün hangi şekilde olduğunu çözemiyordum. Koridor, salona göre çok daha karanlıktı.

"Kendim için mi sanıyorsun?"diyerek adeta tıslarcasına konuştuğunda bedenimde gezen korkuya bir yenisi daha eklendi, ancak ne demek istediğini anlamamıştım. Cevabımı beklemeden tekrar hızlı ve sert adımlarla ilerlemeye başladı. Banyo diye tahmin ettiğim bir kapıyı aralayarak bizi içeri soktu. Banyo mavi led ışıklarla aydınlanıyordu ve bu, az da olsa önümüzü görmemizi sağladı.

"Sakın buradan çıkma!" Parmaklarını ellerimin arasından çektiğinde tüm vücudum kurduğu cümleyle titredi.

"Sen?"diye sorduğumda duymazdan gelerek kapıya doğru ilerledi.
"Miraç, nereye?!" Hızla ilerleyerek kolunu tuttum korkuyla. Gitmesini istemiyordum. Beni burada yalnız bırakmasını da istemiyordum. Dışarıda kim bilir kaç adam vardı ve Miraç yalnızdı. Lanet olası telefonu da salonda düşürmüştüm!

"Geleceğim."dediğinde gözlerim doldu. Kolunu saran parmaklarımı inatla çekmeyerek, daha fazla sıktım ve başımı iki yana salladım.

"Gitme lütfen..."diye mırıldanırken boğazıma hıçkırıklar sıralandı. Dudaklarımı birbirine bastırarak zorlukla onları içimde tutarken, bu günün anormalliğinin katili olmak istedim. Neden normal bir gün geçiremiyorduk ki?

"Korkuyorum..." Fısıltım bir yağmur damlası gibi düştü aramıza. Çatılmış kaşları altında parlayan iki çift koyu gözler ağlarımı deşti. Ne yapacağını bilemez halde başını belli belirsiz sallayarak, zorlukla kolunu kıskaç gibi takılan parmaklarımdan ayırdı ve ellerimi iri parmakları arasına alarak yüzüme doğru yaklaştırdı.

"Şimdi..."derken aramızdaki son adımı kapattı ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.
"Aklındaki kötü düşünceleri sil ve hayaller kur." Miraç sessizce mırıldanırken, elleri arasındaki parmaklarımı donuklaşan gözlerimin üzerine örttü ve iri parmaklarının uçlarıyla tenimi okşadı. Şimdi tekar karanlık olmuştu gözlerimde ama bu normal bir karanlık değildi.
"Sadece sen ve olmasını istediğin şeyleri düşün. Hayal kur; belki ilerde gerçek olur." Başımın üzerine konulan ıslak bir baskı, korkuyla tekleyen kalbimi sakinleştirirken, derin bir nefes çekerek ciğerlerimi Miraç'ın kokusuyla doldurdum.

"Hayallerde kötü karakter olmaz. Ben'siz bir hayal kur..."dedi son kez kulağıma fısıldayarak.

Bir hayal kurdum zihnimin en kuytu köşesinde; Üzerimde benbeyaz bir elbise, ayaklarımda parlak beyaz ayakkabılar ve saçlarım... Uzun siyah saçlarım iri örgüyle şekillenirken, aralarına konular papatyalar. Papatyalar en sevdiğim çiçekti. Üzerimdeki elbise straplez, ama kollarında yarasa kol şeklinde dantel işlemeli. Dantel işleme sarkarken omuzlarımdan aşağı, beyaz tenim ışıldıyordu.

Kapı açılıyor, üzerine tam biçilmiş siyah takım elbiseli bir adam; Süzülerek bana doğru ilerliyor, sağ elini kaldırmış bana doğru uzatıyordu ve sol elinin parmakları arasında bir papatya vardı. Elini tutmamı istiyordu. Tuttum elini ve yanına yaklaştım. Boştaki elinde duran papatyayı kulağımın arkasına doğru yerleştirerek, bir kelime kuruyordu. Duyamadım ne söylediğini ama başımı sallayarak onaylıyordum onu. Son olarak ise bir öpücük konduruyordu tenime. Alnıma denk geldi o derin öpücük. Bedeninde dolaşan ışıltılı gözlerim, karşımdaki adamın kim olduğunu öğrenmek için yüzüne doğru tırmanıyor ama bulanık. Kim olduğu bilinmeyen bir yüz. Kimdi bu adam?

Ben kimi isterdim peki?

Hayalimi canlandıran zihnimde bir gürültü koptu. Zihnim bir tabuta hayalimi yerleştirirken, gelen gürültünün sebebini düşündüm. Miraç birden düştü zihnime ve bedenim gerçekle karşı karşıya kalarak tekrar titremeye başladı.

"Miraç?"diye fısıldadım titrek bir sesle. Ellerimi yavaşça gözlerimden indirirken, yanımda kimsenin olmayışıyla korkum artmaya başladı.

O gürültü nerden gelmişti? Miraç, ya ona birşey olduysa? İyi miydi ki? Beynimin içini kemiren sorular kanımı dondururken, dolan gözlerim tekrar akmaya başladı. Neden beni burda bıraktı ki?! Neden yanında götürmedi?! Ben hayal âleminde kulaçlanırken kim bilir o ne yaşıyordu.

Derin soluklarım peşi sıra ciğerlerimi yaktı. Miraç'ı isteyen yanım ağırlıklarıyla kalbimi ezerken, gözlerimi banyo kapısına doğru çevirdim. Gitmeliydim, burada öylece durmamalıydım. Belki iyi değildi. Ona yardım edebilirdim.

Bu düşünce aklıma yatarken, kapıya doğru ilerlemeye başladım. Temkinlice atılan adımlarımla etrafıma göz süzdüm. Elime beni koruyacak birşey almalıydım, ama ne? Yan tarafta duran dolapları farkettiğimde, kapıya doğru ilerleyen adımlarımın yönünü çevirdim. Dolapları karıştırmaya başlarken, içinde işe yarar birşeyler aradım. Ancak o kadar karıştırmama rağmen şampuanlar, ecza çantası, temizlik malzemeleri vs. gibi şeyler vardı ve işe yarar hiç birşey yoktu! Derin bir soluk alarak elimle alnımı ovalarken, el mahkum elime şampuan kutusundan bir tane kaparak, beklemeden kapıya doğru ilerledim. Boş gitmekten iyidi...

Yavaş ve sessizce kapıyı açarak, koridoru gözetledim. Etrafta kimsenin olmayışına sevinsem mi, ya da daha fazla korksam mı bilemiyordum. Salon ışığının yandığını gördüğümde kalbim korkuyla hızlandı. Kim açmıştı onu? Miraç nerdeydi ki?!

Titreyen elimle şampuan kutusunu zorlukla tutarken, ayaklarıma komut vererek duvar kenarından sessizce salona doğru ilerledim. Korkum öyle çoktu ki, tüm bedenim zangır zangır titriyordu. Miraç'a birşey olma ihtimali zihnimi kamçılıyordu. Onu öldürdükleri kısmı, düşünce listeme sığmıyordu bile.

Salona doğru attığım her bir adımımda yutkunmam zorlaşırken, oturup bir köşeye sinecek ve ağlayacak gibiydim. Derin soluklar alarak titreyen bedenimi sakinleştirmeye çalıyordum. Sonunda salon görüş açıma girdiğinde gözlerim bir görüntüyle karşılaştı. İrislerime çizilen resimin ardından, elimde ki şampuan kutusu parmalarımdan kayarak yeri boyladı. Akan gözlerimi durduramadığım gibi, titreyen bedenimi de durduramıyordum.

"Miraç..."

Bir fısıltı ve tek bir isim düştü bozağımın derinliklerinden. Mıhlanan ayaklarım birden koşmaya dönerken, her zamanki çatık kaşlarıyla bana doğru bakan Miraç'ın boynuna sarıldım. Sıcak boynuna karışan sık nefeslerimle ağlamaya devam ederken, boynuna sarılı kollarımı sıktım.

"Tamam, birşey olduğu yok."derken elinin tekini sırtımda hissettim. Diğer eli ense köküme kayarak tüy gibi dolaşırken, derin nefesler alarak iç çekiyordum.

Kaybetmenin ağır yükü boğazımı düğümlemişti. Daha öncesinde de aynı şeyi hissetmiştim. Miraç, babam denilen adamın elindeyken ona birşey olacak olması aklımı alıyordu ve şimdi, beni orada bırakıp gitmesinin ardından kesilen seler, kulaklarıma çığlık misali birikmişti.

"Çok korktum..."diyerek boğuk bir sesle mırıldanırken cevap vermedi.

"Ben sizin burada olduğunuzu bilmiyordum abi, kusura bakma."

Farklı bir ses kulaklarımdan içeri sızarak göz yaşlarımı durdururken, derin bir soluk alarak son kez çaldım Miraç'ın erkeksi kokusunu ve yavaşça kollarımı çözerek, az da olsa geri çekildim. Ancak Miraç'ın elleri hala üzerimdeydi ve geri çekilmeme müsaade etmedi. Yabancı sesin sahibine döndüğümde Miraç'ın adamlarından Ragip olduğunu farkettim.

"Yeşim'i arıyoruz biliyorsun, ışık açık olunca içeride o var sandım."

Kasılan bedenimi zorlukla ayakta tutuyordum. Yaşadığım olaydan ötürü acıyla kıvranan bedenim yorgunlaşmıştı adeta. Alnımı Miraç'ın göğsüne yaslarken, kollarım bu kez belini sarmaladı. Neydi o yaşadığımız korku? Öyle bir an çatmıştı ki bize, savaşta bulduk kendimizi.

"Kapıdaki arabayı görmedin mi aptal herif!"dedi sert bir dille. Bedeni kasılmıştı onun da. O da benim gibi korkmuş mudur? Oysa ona korkusuz diye hitap eden ben değil miydim? Neyedi bu siniri?

"Bilemedim senin olduğunu abi ve haberim yoktu burada olacağınızdan."

"İstersen izin alalım senden Ragip?!" Miraç gittikçe daha çok sinirlendiğinde belindeki kollarımı sıktım ve pürüzlü bir sesle, "Yeter."dedim. Başını eğerek bana baktığını hissettim. Bakışları öyle zehirliydi ki, koyu ve sivri saplarıyla dikenlerini batırıyordu. Belimdeki kolunu sıktı o da güven verir gibi.

"Git, gözüm görmesin seni Ragip."

Kapalı gözlerime tezat, kulaklarımda birkaç adım sesleri işittim. Hemen sonra Miraç tekrar konuşarak, "Dur Ragip."dediğinde devam etmesini bekledim. Neden geri çekilmiyordum ki? Acaba rahatsız oluyor muydu? Ayrıca karnında yaralar vardı! Bu düşünceyle hızla belini sıkan ellerimi gevşettim ve geri çekilmeye başladım.

"Özür dile."dedi Miraç. Benim geri çekilmemin ardından kollarını benden ayırdığında, kurduğu cümleyle kaşlarım çatıldı.

Kimden bahsettiklerini anlamak için onlara baktım. Kimden özür dileyecekti? Miraç tehlikelerle süslenen koyu gözlerini Ragip'e dikmiş bakarken, Ragip'in sert ve bir kuyuyu andıran bakışları benim üzerimdeydi. Bakışları öyle tuhaftı ki, az önce geçip giden korkum yine devrelerini yaktı. Bu adam beni korkutuyordu.

"Gerek yok."diye mırıldandım sessizce. Miraç'ın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Ragip beni istemeden korkutmuş olabilirdi, bu onun suçu değildi. Ancak Miraç, onca yaptıklarına rağmen bir kez olsun benden özür dilemezken, şimdi başka bir adamın yaptığı ufacık bir hatayla özür dilemesini istiyordu.

"Ragip."dedi Miraç dişlerinin arasından uyarırcasına.
"Miraç gerek yok dedim."

"Sana sormadım... Ragip tekrarlamayacağım."dedi tekrar Ragip'e dönerek. Gözleri adeta siyaha bürünmüştü ve eğer Ragip dediğini yapmazsa onu hemen şuracıkta öldürür gibi bakıyordu.

"Özür dilerim, yenge." Ragip sıkı dişlerinin arasından konuştuğunda zorlukla yutkundum. Piskopat bakışları benden ayrılmazken, tıpkı bir seri katil gibiydi.

"Senin o bakışlarını s*kmeden defol!"diyerek adeta kükreyen Miraç'a inanamazca baktım. Ragip gözlerini benden ayırdı ve arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Salondan çıkarak gözden kaybolmasının ardından, kapı kapanma sesi gelmişti.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun ya? Bilerek bizi korkutmadı o. Bu kadar sert davranman gerekmiyordu! Sadece bir özür'ü neden bu kadar büyüttün ki?!"

Miraç delice bakışlarını, umursamaz duygularla doldurarak koltuğa doğru ilerledi. Beni dinlemediği gibi duymazdan geliyordu. Ragip denilen adamdan pek hoşlanmasam da bunu ona yapmaya hakkı yoktu. Bilerek bizi korkutmamıştı ki, dahası korkudan ölecek olan bendim ve bunu ona ödeten Miraç olmuştu. Bu daha çok kendimi suçlu hissettirmişti Ragip'e karşı. Adamın sinirlenmesi doğaldı.

"Seni gerçekten anlayamıyorum." diye mırıldandım. Konuşmam yersizdi, kendi kendime konuşuyor gibiydim.

Miraç şöminenin karşındaki üçlü koltuğa kurulmuş yatıyordu ve koluyla gözlerini örtmûştü. Derin bir nefes alarak elimi saçıma attım ve diplerini çekiştirdim. Adam beni takmıyordu bile! Diye sinirlenirken aklıma yaraları geldi. Acaba yaraları mı acıyordu da bu kadar erken uyuyordu? Yemek bile doğru dürüst yememişti. Ah! Neden bu kadar umursuyordum onu?

Merhem sürmesi gerekliydi yaralarına. Ancak kendisi yapacak gibi değildi. Sinirle solurken, iş başa düştü diyerek, banyo dolabında gördüğüm ezca çantasını almaya gittim. Geri döndüğümde Miraç bıraktığım yerdeydi. Belki de uyumuştu çoktan. Saaatlerce araba kullanmıştı ve bu onu yormuş olmalıydı.

Yanına doğru ilerlerken aklıma az önce yaşananlar doldu. Zihnime dolan görüntülerin ucu tutuşarak kalbimi yakarken, kan ponpalama görevi red edildi. Hızlanan kalbimin sayılarına yetişemedim. Telefonunu kurcaladığım için bana kızması, sonra karanlığın içinde üzerimi sarmalayan kolları, elimi tutması, banyada gitmemesi için direttiğim anlar ve bana kurdurduğu zoraki bir hayal. Hepsinin ucu başımın üzerine konulan bir öpücükle kesildi ve kalbimin derinliklerine günlerini kazıdı.

Ortada duran sehpayı, Miraç'ın uzandığı koltuğa doğru yaklaştırarak, sehpanın üzerine oturdum ve elimdeki ufak çantayı açarak gerekli malzemeleri çıkardım. Çantayı çıkardıklarımla birlikte yanıma bıraktım ve elimi Miraç'ın kazağına uzattım. Ancak uzattığım an, sol bileğime dolanan sıkı parmaklarla vücuduma büyük bir acı nüksetti.

"Ah!"diye acı bir nidâ koy verdi dudaklarım. Kesilen bilekler varlığını hatırlatırken, inlememle birlikte Miraç hızla elini çekerek uzandığı yerden doğruldu. Sorgulayıcı bir tavır takınan gözleri ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Çok sıkı tutmuş ve hafif çekiştirmişti. Neden birden öyle yaptığını ise anlamamıştım.

"Ne oldu?"dedi.

"Bileğim..."dedim derin bir nefes alarak.

Kaşları çatılmıştı ve gözleri daha koyu bir hal almıştı. Uzattığı ayaklarını indirerek, benimle karşı karşıya geldi ve bileğimi daha yavaş bir şekilde tutarak, parmakları arasına aldı. Dengesiz hareketlerine karşı ise, ruhum şaşkınlığını yaşıyordu.

"Açacağım sargı bezini."dediğinde korkuyla elimi geri çekmeye çalıştım. Ne yapacaktı ki açmak istiyordu? Koyu gözlerini bileğimden ayırarak, gözlerime diktiğinde zihnim bir duyguyu esir aldı kıskaçları arasına. Miraç... Korkma der gibi bakıyordu.

Dudaklarımı istemsizce dilimle ıslatırken, hissettiğim duygu, eline bir hançer alarak ruhumu deşti. Başımı salayarak izin verdiğimde, yavaşça açmaya başladı. Ne garipti bu yaşadığımız olay? Bu ezca çantasını ben, onun için getirmiştim ama şuan kader yine bir oyun oynayarak yerlerimizi değiştirmişti.

Miraç duygusuzluğuna tezat canımı yakmaktan korkar gibi sargı bezini çözdü ve gece karasından koyu gözlerini dikiş izin üzerinde gezdirdi. Ruhumu sarmalayan duygularla kalbim zehirlendi ve panzehir; Miraç'ın pençelerine esaret düşmüştü.

Sertçe yutkunduğunu farkettim. Avucunun üzerinde duran elim sıcaklığından yararlanıyordu. Boştaki elini ezca çantasına atarak diğer malzemeleri çıkardı. Pamuğa döktüğü tentürdiyotü dikiş izin üzerinde yavaşça gezdirdi.

"Kendine zarar vermekten hiç vaz geçmeyeceksin."dedi durgun bir sesle.

"Keyfimden yapmadım bunları,"diye homurdandım. Kaşlarım çatılmıştı yine. "Beni her defasında, ölümün kıyılarına atan sendin. İlk günden itibaren, bana yaptıkların çok acımasızcaydı."dedim sessizce mırıldanarak. O günler dolduğunda zihnime sinirle alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.

"Beni, korktuğumu farketmene rağmen karanlık bir odaya tıkmandan, merdivenlerden sürüklemene kadar... Bunların hiç birini unutmayacağım. Ve seni asla affetmeyeceğim Miraç."

Yutkunarak gözlerimi ondan ayırdım. Bileğimi temiz bir sargı beziyle tekrar sardı ve bu kez diğer bileğimi elleri arasına aldı. Bu işi biliyor gibiydi. Söylediklerimin ağırlığını ise ne kadar tarttı bilmiyorum ama ben o ağırlığın altında ezildim. Başını eğmiş ve bileklerimle ilgileniyor olduğundan, gözlerinin ne tür bir perdeyle kaplandığını göremiyordum.

"Benden kurtulduğunda, yani bu iş bittiğinde ne yapacaksın?"diye sordu birden. Duraksayarak zihnimin sayfalarını karıştırmaya başladım. Sonsuz gibi gelen bir dosya ve içi anlamadığım dillerle dolu tonlarca yazı. Yani bomboş...

"Evimde tekrardan yaşamaya başlayacağım. Yatağımda uyanacağım ve olanların, tüm bu yaşananların bir kabus olduğunu var sayacağım. Babam diye bildiğim adamı sileceğim. Ve en önemlisi; Seni hiç tanımamışım gibi hayatımı sürdüreceğim."

Diğer bileğimi de sararak işini bitirirken söylediklerime karşı hiç bir şey söylemedi. Aklımda canlanan birkaç görüntüyle istemsizce gözümden bir damla yaş düştü.

"Bence sen çok şanslısın."diye mırıldandığımda gözlerini bileğimden ayırarak, irislerime yerleştirdi ve ben onun gri irislerinde tonlarca duygu sezdim. Hepsi kalbime oturdu.

"Senin bir ailen var. Yok deme sakın,"derken koyu gözleri zihnime ulaşarak aklımdan geçenleri okuyordu sanki.
"Kan bağın olan bir dayın, onun karısı... Yaşadığını bilip bilmediğin bir kız kardeşin var. En önemlisi, annen ve babana ait gidebileceğin, dert yana bileceğin bir mezar var..."

Bileklerimle işi bitmesine rağmen ellerimi bırakmamıştı. Baş parmağı avucuma batarken, kanım kaynıyordu. Söylediklerimin gerçekliği bedenimi yakarken, ağlamamak için kendimi zorluyordum. Çok acıtıyordu bu gerçek. Oysa, ben de isterdim başımı yaslayabileceğim güvenli anne omuzu. Elini tutabileceğim bir babam..

"Bir de, benim dururuma bir bak." dedim dalga geçer gibi gülerek. Kendi durumum içler acısı bir haldeydi. Kim bilebilirdi ki, hayatımın bir yalandan ibaret olacağını.

"Yıllarca baba bildiğim adamdan her Allah'ın günü eziyet gördüm ama yine de sustum, çünkü ne yaparsa yapsın babamdı o benim. Sonra onun biyolojik babam olmadığı ortaya çıktı. Hayatım resmen tepetaklak olmuştu bu yalanla. Yüzünü bile görmediğim gerçek babam ise, bir intikam uğruna hayatımı elinde oyuncak bildi... Bir annem varmı, ona ne oldu, yaşıyor mu hiç bilmiyorum. Tek başımayım koca Dünya'da..."

Bu hayat çok görüyordu bir aileyi bana. Bu kadar kalabalığın içinde yapayalnız kalmak ne acı bir gerçekti. Kimse anlayamazdı içini. Belki ben, Miraç'a şanslısın diyordum ama o benden kat be kat daha zorluk çekiyordu. Yarım'dı o, ailesinden bir parçası kayıptı ve onca acı yaşarken bir de bunun zorluğunu çekiyordu.

"Yalnız değilsin."dedi kaşları çatılmış bir şekilde bana bakarken. Tuhaf bir bakış attım derinliklerimi istila eden koyu bakışlarına. Neydi bu cümlenin devamı? Kendisinin var olduğunu mu söyleyecekti? Bu düşünceyle zihnim bir çığlık yansıtırken aynasına, kalbim anlamsızca tekledi ama sonu gelen cümle, o teklenen kalbimin katili oldu.

"Dilâ var."

Ben seni istiyorum... Diyen bir fısıltı duyuldu kulaklarımda. Kimdi bunu söyleyen? Ben Miraç'tan kaçıp gitmek istemiyor muydum? Neydi bu çığlık? Nedir bu durmak bilmeyen kalp atışlarımın sesi? Neden sızlıyorsun yüreğim?...

"Evet." Zorlukla fısıldayarak başımı salladım. Santimler uzaklıktaki yüzünde gezen her bir yakarış kahve gözlerimden aktı.
"Dilâ var... Sadece o var."

Alnına dökülen saçlarında gezindi bakışlarım. Dokunmuştum o tutamlara daha önce. Parmak uçlarım sızlarken, Miraç'ın yüzünü bana doğru yaklaştırdığını farkettim. Bir an kanım kaynayarak tüm bedenimi tutuşturdu. Birkaç santim uzaklıktaki dudaklarıyla buluşmak isteyen yanımı parmaklarımla boğarak kalbime gömdüm.

"Bazen aile o kadar da önemli değil." diye mırıldanırken burnunu yanağıma doğru sürterek kulağıma doğru yol aldı. Sırf ailesinin intikamı için beni kendine esir tutan adam mı söylüyordu bunu?

"Son bir adım kaldı."

"Ne adımı?"dedim anlamayarak. Umursamadı yine sorumu. Yanıtsız kalan sorum sıcak bir buhar oluşturarak, bedenimi terletti. Yakınlığından doğan duygular vücudumu kor gibi yakarken derin soluklar almaya başladım.

Hafif çıkmış sakalları tenime batarken, bundan hoşlanmama kendim bile inanamadım. Hala avucunda duran ellerim yumruk şeklini alırken, nedenini bilmeden kasılmaya başladım. Ve dudaklarını boynumun açıkta kalan yerlerinde hissettiğim an soluğum kesildi. Buna tezat Miraç'ın derin bir soluk aldığını farkettim.

"Son bir adım kaldı Zeliha." Dedi tekrar fısıldayarak. Ilık nefesi ne dediğini anlamamı zorlaştırdı ve sonrasında kaderde bir kopukluk yaşandı.

Miraç birden dudaklarıma dudaklarını yerleştirdiğinde gözlerim kendiliğinden kapandı. Karşılık vermek istemeyen zihnime, kalbim bir savaş açtı. Miraç ağır hareketlerle dudaklarımı esir alırken, ellerini yanaklarımda hissettim. Benim ellerim nerdeydi?

Düşünce yetimi kaybeden bedenim devrelerini yaktı. Miraç'ın geçen her saniye sertleşen öpücüğüyle ona doğru çekilirken, karşılık vermemeyi direttim. Elinin tekini belime attı ve beni kucağına doğru çekti. Geri çekilmiyordum ancak, karşılık da vermiyordum. Buna sinirlenen Miraç alt dudağıma dişlerini geçirdi. İstemsizce aralanan dudaklarımdan bir inilti koptuğunda, o inilti iki çift dudağın arasında kayboldu. Beline dolanan ayaklarımla Miraç'ın kucağına yerleşen bedenim lav misali yanmaya başladı.

Kalbimin sesi kulaklarımı delerken, galip gelinen savaş Miraç'a uydu. Karşılık veren dudaklarımdan tanıdık bir tat girdi. Boğazımdan kayıp giden o tadın yerini yenileri alıyordu. Miraç ellerini bedenimde gezdirirken, parmaklarının izini takip eden ateş kanıma kadar ulaştı.

Durmamız gerekiyordu. Yoksa bunun sonu hiç iyi yerlere gitmeyecekti, ancak Miraç öyle sıkı dolanmıştı ki ruhuma, bırakacak gibi değildi. İlkinde mecbur hissederek onunla birlikte olmuştum. Peki ya şimdi ne içindi? Durdurulamaz bir kor yanıyordu etrafımızda ve bunu söndürmek zor olacak gibiydi.

Miraç, beni koltuğa yatırarak üzerime doğru uzandı ve bu kez öpücüklerini boynuma yerleştiriyordu. Dudaklarımdan kopan dudakları ardından, derin bir nefes almıştı ciğerlerim.

"Dur."dedim boğuk bir sesle fısıldayarak. Ancak Miraç durmadı. Boynumdan kayan dudakları çenemin altına konulmuştu. Durması gerekiyordu ama beni duymuyordu bile.

"Miraç dur."dedim bu kez daha sesli bir sesle. Homurdanarak itiraz eden bir ses çıkardı ve ellerini kazağıma atarak sıyırmaya başladı. Korkmaya başlayan bedenimle ne yapacağımı bilemezken, ne zaman saçlarına daldığını bilmediğim ellerimi çektim ve omuzları yerleştirerek itmeye başladım.

"İstemiyorum! Dur!"dedim bağırarak.

Bir çığ gibi büyüyen sesim içime kaçtı. Miraç birden durdu. Derin bir nefes aldı ve dudaklarını tenimden ayırarak bana baktı. Adeta kömür gibi siyaha dönen gözlerinin arasında kaybolan irisleri yutkunmamı zorlaştırdı. Kendini fazla kaptırmıştı ve durması beklediğim gibi zor olmuştu. Ama durmuştu...

"Sevmediğim bir adamla, ikinci kez birlikte olmayı kaldıramaz kalbim."

Gözlerinden akıp giden karmaşık duygularla sarsılan bedenim cümlelerini zihnime dizdi. Sayıma geçen kelimeler boğazımda birikirken, dolan gözlerimi kırpıştırdım. Bir birlikteliği daha kaldıramazdım. İlkinde susmuş ve babam bildiğim adamın iyiliği için kabul etmiştim. Ama şimdi sadece birkaç dakikalık bir zevk uğruna yıllarca pişmanlık yaşayamazdım. Miraç'ı sevmiyordum.

'Sevmiyorsun değil mi kalbim?... Konuşsana yüreğim... Sevmiyorum desene...'

Hiç bir cümle kurmadı sözlerimin üzerine. Kurulan kelimeler birbirini ateşlerken, Miraç sustu. Doğrularak beni tekrar kucağına yerleştirdiğinde, kaşlarım çatıldı. Konuşmak istiyordum ama nedenini bilmeden susuyordum. Sanki... Onu kırmışım gibi hissetmem normal miydi?

"Uyuyacağız."dedi bana bakmadan.

Ayağa kalktığında düşmemek için ayaklarımı beline dolamış ve kollarımı boynuna sarmıştım. Oysa beni belimden tutarak destekliyordu. Koridora doğru ilerlerken gelmeyen uykumu çağırıyordum kendimce. Nasıl mı? Ayağımın iç kısmını diğer ayak parmaklarımla kaşıyarak. Tuhaftı belki ama küçüklüğümden beri gelen bir alışkanlıktı.

"Şampuan kutusuyla adam öldürmeyi mi düşündün?"dedi birden koridor girişinde durarak. Bakışlarını takip ederek yerdeki şampuan kutusuna göz süzerken omuz silktim.

"Hayır,"dediğimde bana aptalmışım gibi bakmaya başladı.
"Adam yaralamayı düşündüm. Ben katil değilim." Değişmeyen bakışları kısılarak daha beter bir hal aldığında, sinirle kaşlarım çatıldı.

"Üzerinde denememi ister misin? Şampuan kutusunun içinde ki sıvıyı başından aşağı boşaltmayı hayal ediyorum! Sonra kör ol da bana muhtaç kal."dediğimde başını iki yana sallayarak yürümeye devam etti.

"Yiyiyorsa yaparsın."dedi tehlikeli bir sesle. Yine takılan bir maske onu acımasızlığıyla örterken, yutkunarak yüzümü boynuna gömdüm.

"Yemiyor."dedim doğruyu söyleyerek. Miraç merdivenleri çıkarken derin bir soluk alarak gözlerimi yumdum. Doğruyu söylemek gerekirse, ayak içimi bir diğer ayağım yardımıyla kaşımam sonucu uykum gelmeye başlamıştı. Tam uykuya yenik düşüyorken, Miraç'ın ılık nefesini kulağımın alt kısmında hissettim ve uykum toz bulutu gibi dağıldı.

"Sana söylemiştim; Hayallerin Ben'siz olsun."

Cümlenin zehirli okları kalbimi deldi. Hayallerim dikeni batan gül gibi can yararken, vaz geçmeyen zihnim bir cümle kurdu ve onu tahtına oturttu. Tahtın sahibi, benim karanlığımın efendisiydi.

"Hayallerim Sen'siz bir yıkıntı gibi, toplandıkça düşüp kırılıyor."

* * *

BÖLÜM SONU...

Söz verdiğim gibi UZUNNNNNNNN ve biraz romantik sahneler yazdım :") Açıkçası böyle bir bölüm yoktu aklımda ama sizi kırmak istemedim. Umarım begenmişsinizdir. Nasıldı sizce?

Seviliyorsunuz💕

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro