26.BÖLÜM
Gözlerimden, kalbime inen sıcak damlalar aktı. Gel de kurut...
"Silahını bırak Uluhan!"
Kanımda dolaşan sinir dalgası bedenimi alev misali yaktı. Bu nerden çıkmıştı şimdi?! Arkamda duran şahıs kim ise soyadımı bildiğine göre beni tanıyordu. Ancak garip olan bu değildi. Sesinde dolanan ince boğuk bir tını kaşlarımın daha da çatılmasını sağlarken, elimdeki silahı avuçlarımda sıktım.
"Silahını bırak dedim!"diyerek tekrar bağırdığında aklımda çarkalanan düşünceden emin oldum. Bu bir kadın sesiydi. Ya da arkamdaki adam ince sesliydi. Ama bu çok daha tuhaftı. Bizim işlerde kadın olmazdı. Kimdi bu?
Kaçmak gibi bir düşüncem olmadığı için elimde ki silahı gelişi güzel sağa doğru yere attım ve dik görünüşümden yararlanarak, arkamı döndüm. Bir adım ötemde duran maske takmış bir kadınla karşılaşmak hafif beni afallatsa da dikkatle incelemeye devam ettim. Ancak sadece gözleri görünüyordu.
"Elini kaldır!"dediğinde alayla dudaklarım kıvrıldı. Ben ve boyun eğmek? Bu ancak ben istersem olurdu. Kimse ben istemediğim sürece beni bükemezken, şu an bu karşımdaki kim olduğu belirsiz kızın söylediğini yapacak değildim. Tıpkı az önce kendim isteyerek silahımı bıraktığım gibi.
"Kimsin sen?"dedim hala gözlerim üzerinde onu süzerken. Siyahlara bürünmüş ve yüzünü gizleyen bir kar maskesi vardı. Neden yüzünü gizliyordu bilmiyorum ama içimden fısıldayan sesler hiç olumlu değildi. Zihnim ise sadece tek bir düşünceye odaklanmıştı. Zeliş, onun iyi olup olmadığını bilmiyordum. O silahı doğrultan kim ise ona zarar verebilirli. Ona ya da bebeğ...
"Söylediğimi yap! Ellerini kaldır."diye bağırdığında sinirim katlandı. Bana bağırılmasından hoşlanmazdım ve bu kız kim ise, O ince boynunu kırmamak için kendimi zorluyordum. Sonra kendimi neden tuttuğumu düşündüm. Neden duruyordum ki?!
Derin bir nefes alarak dişlerimi sıkarken, sadece koyu kahve gözlerine gözlerimi diktim ve birden ona doğru atıldım. Bana doğrulttuğu silahına vurarak elinden düşmesini sağlarken, dirseğinden yakaladım ve yandaki duvara vücudunu çarparak parmaklarımı boynuna doladım.
"Sen kimsin de bana bağırıyorsun?!" diyerek boynunu sıkarken, çırpınmaya başlayan bedenini zevkle izledim. Bu kadardı işte. Neden bu işe kızları bulaştırırlar ki?
"Kime çalışıyorsun?!" Boynundaki parmaklarımı biraz gevşettiğimde yumduğu gözlerini araladı. Maskesinin ardından gözlerime diktiği gözlerine bakarken, onu öldürmekten bir an vazgeçmek istedim. Ama sonra nedenini sorguladım. Sadece kız olduğu için mi? Hayır, bu kız beni öldürmeye kalktı. Acımak yok Miraç!
"Kimin adamısın?!"dedim dişlerimin arasından. Neden konuşmuyordu?! Az önce elinde silahı varken, kendini benden üstün görürken dili durmuyordu. Şimdi neden dut yemiş bülbül gibi susuyordu.
"Konuşsana!"dedim daha yüksek bir sesle.
Öfkemden onu öldürme isteğim artarken, birden karnımdaki yaralarda hissettiğim darbeyle boğazımdan boğuk bir inilti koptu. Sendeleyerek ondan uzaklaşırken kararan gözlerim odağımı bozdu ve geriye doğru düştüm. Karnımdaki yaraya yumruk atmıştı. Zaten kendimi zorlukla ayakta tutuyorken bu iyi gelmemişti.
Başımın döndüğünü hissediyorken, bayılmamak için kendimi tutuyordum. Ancak boynumun arkasından, ensemde bir darbe daha hissettim ve tamamen beynim karanlığına çekilirken yere boylu boyunca düştüm. Bu kızın gerçekten eğitimli olduğu sıkı yumruğundan belliydi ama normal şartlarda asla bana karşı koyamayacağını biliyordum. Bu yaralarla daha fazla dayanamayan bedenim acılarla kıvranırken boşlukta düşüyor gibi bir hise kapıldım. Kulaklarım uğulduyorken işittiğim son cümlelerin ardından karanlığa çekildim.
"Tekrar karşılaşacağız, Uluhan."
ZELİŞ'den Devam...
Kaderin kazıdığı bir defterdi benim olayım. Kader yazıyor, hayatım gerçekleşiyordu. Benim alın yazıma eklenen olaylar, ruhuma kadar etki yaparken bedenim artık yoruluyordu. Küçücükken annem sandığım kadın beni bırakıp gitmişti ve beni emanet edilmemesi gereken kişiye bırakmıştı. O zamanlar ne çok kızmıştım beni bırakıp gitti diye? Babam bildiğim adamın beni sevmediği apacık belliyken, habersizce ve bitmek bilmeyen bir umutla onun sevgisini kazanmaya çalışarak küçük bedenimle herdefasında çırpınıyordum.
Ama bilmiyordum. Ne annemin, ne de babamın gerçek ailem olmadıklarından bihaber öylece büyümüş ve kabullenmiştim. Başka çarem var mıydı? Onlar benim tek varlığımdı. Sonra bir gece, sen hayatının sıradanlığını yaşarken, bir adam çıkıp geliyor ve tüm yaşantını deprem misali sarsıyordu. Hayatımın bir yalan olduğu gerçeğini gözlerime kondururken, kendi hayatının merkezine oturtu beni.
O adam Miraç. Miraç Uluhan'dı.
Tatmadığım duyguları yaşatarak beni kırıp döken, itip parçalayan ve bitmiş hayatımı bir kez daha bitiren adam. Bir aslanın penceleri arasına aldığı ceylanı kendine oyuncak etmiş gibi benimle oynuyordu. Ben oyun bilmez bir kızdım. Miraç ise bana nasıl oyunlar oynanacağını ve o oyunun içinde nasıl hileler yapılabileceğini öğretti. Beni kendisine, başlangıç olarak bir imzayla bağlarken, şimdi de başka kadınla birlikte olmuştu. Bir affedilmez hata daha eklemişti kara listeye.
"Yeter artık kalk şurdan Zeliş, ya boğuldum resmen bu oda da!" diyerek sonunda sakin görüntüsünü kamçılayarak öfkeyle yatağa doğru gelen Dila'ya baktım.
"Sen çıkabilirsin."dedim omuz silkerek ve yatakta uzanmaya devam ettim.
"Şimdi aşağıya gidip bir çikolata kavanozu getirmeden hemen kalk!" Bir anda kolumdan tutarak zorla da olsa doğrulmamı sağladı. Kız olmasına rağmen kuvvetli bir yapısı vardı.
"Bu nedir kızım, depresyona girdin iyice."
"Saçmalama."dedim derin bir nefes alarak ve onun zorlamasına izin vermeden kendim yataktan kalktım.
"O zaman bu halin nedir? Günlerdir bu odadan çıkmıyorsun."
"Başka çarem varmı?"diye sordum sinirle. Duyulanları bilmiyormuş gibi konuşması sinirimi bozuyordu. Gerçekler ortadaydı. Miraç günlerdir yoktu ve o adam onu sağ bırakmazdı. Bunu artık düşünce listemden silsem de, üzerime kurulan yasaklar beni özgür bırakmıyordu.
"Burada hapis gibiyim. Sırf adamlar yüzümü görmesinler diye bahçeye çıkmam bile yasak ve ben aşağı inerek ya da odadan çıkarak o kadının yüzünü görmek istemiyorum... Dayanamıyorum anladın mı Dila? Ben burada esir tutulmaktan sıkıldım."
Cümlelerim son bulduğunda dolan gözlerimi kırpıştırarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Dila'nın değişen ifadesiyle içimdeki yangın büyürken birden bana sarıldı. Kollarım ona itaat ederek karşılık verdiğinde, içimden Dila'nın iyi ki burada olduğunu söylüyordum. Hatta içimden söylemekle kalmayarak dudaklarımı araladım ve zihnimde kurduğum cümleyi dile getirdim.
"İyi ki buradasın."
"Geçecek, biliyorum Zeliş. Benim hislerim kuvvetlidir."diyerek geri çekildiğinde gülümsediğini gördüm.
Başımı sallayarak belirtisiz bir cevap sundum ve banyoya girerek aynaya gözlerimi diktim. Göz çukurlarıma yüzüm buruşurken elimi, yüzümü yıkıyarak rutin işleri hallettim ve banyodan çıktım. Dila beni bekliyordu. Günlerdir yanımdan ayrılmıyor ve desteğini her dakika hissettiriyordu. Beraber odadan çıkarak aşağı indiğimizde, karşılaştığım her beden bir gerilme etkisi yaratıyordu.
Mutfaktaki yüzlerde dolaşan kahve gözlerim Safiye teyzenin ve diğerlerinin üzüntülü bakışlarıyla çarpışıyordu. Kaşlarım çatılırken, Miraç'a karşı öfkemin kabardığını hissettim. Beni bu duruma düşürdüğû için ona lanetler yağdırırken kurtarıcım olan zil sesi kulaklarımı doldurdu ve ben bu oldukça rahatsız edici bakışlardan kaçmak için, "Ben bakarım."diyerek hızla mutfaktan ayrıldım.
Ruhuma kadar dolan duygularıma yenilen bedenim yorgunluğuyla cezalandırıldı. Bana bu kadar duygu fazlaydı. Ben artık normal bir hayat isterken, her günüm ayrı bir anormallikle biçiliyordu. Mutfaktan çıkan hızlı adımlarım durgunlaşarak yavaşlarken ağır adımlarla tekrar çalan zil sesine gözlerimi baydım ve yanına yaklaştığım kapıyı açtım.
Kapıyı açtığımda karşımda beliren korumalarla zihnim bir kıvılcım yayarken, yüzümü görmemeleri için hızla kapı ardına gizlenecektim ancak gözlerimle çarpışan görüntü hareketlerimi kısıtlayarak beni olduğum yere mıhladı. Birbirine bastırdığım dudaklarım aralanırken, iki korumanın taşımaya çalıştığı Miraç'a ve onun kanlarla kaplanmış vücuduna bakıyordum. Şaşkınlıkla gelen birçok duygu bedenime akın etmiş ve bu donup kalmamı sağlamıştı.
"Kenan bey!" Diyerek ard ar da bağıran korumalar önümden geçerek Miraç'ı salona götürdüklerinde nihayet zihnim hareket etmemi zikretmişti.
Arkalarından salona girdiğimde Miraç'ı koltuğa yatırmışlardı. Ne olmuştu ona? Nasıl bu hale gelmişti? Çıplak göğsünde damla damla kanlar süzülürken, yüzünde birçok morluklar ve yaralar vardı. O... Çok kötü bir haldeydi. Miraç Uluhan, adeta yaralı bir aslana dönmüştü.
"Ne oluyor burda?! Siz içeri nasıl içeri girebilir-" Sinirli bir halde bağırarak salona giren Kenan amca, koltukta uzanan Miraç'ı gördüğünde tıpkı benim gibi şaşkınlıkla donup kalakaldı. Ve sonra baskın eden farklı bir his...
"Miraç?" Hızla koltuğa doğru ilerledi ve Miraç'ın yüzüne dikkatle baktı. Baygın mıydı? Ya da acı çekiyor diye hareket edemiyor muydu? Peki burada konuşulanları duyuyor muydu? Diye aklımda sorular biriktirirken Kenan amca düşüncelerimi okumuş gibi temkinlice konuştu.
"Beni duyuyor musun Miraç?" diye sorduğunda, Miraç yüzünü buruşturarak, çok ağır bir hal de başını salladı.
Uyanıktı, ancak acılar çekiyordu. O yaralar benim üzerimde olsa çoktan ölmüştüm. Ama o hala dayanıyor ve bir inilti bile çıkarmıyordu. Bu nasıl bir duygusuzluktu? Ona çok fazla kızgındım, öfkeliydim, nefret besliyordum. Ancak şu an, o seçilmiş duygular karanlığa çekilerek gözden kaybolmuştu. Onu bu hal de görmek aklımın ucuna bile gelmezdi. Gerçi, o adamın elinden kurtulması için bir mucize olması gerekirdi ve o mucize Miraç'a el sallayarak rastlamıştı. O adamı tanımasam da ve henüz göremesem de nasıl bir piskopat olduğunu biliyordum. Bu bana yetiyordu.
"Nasıl oldu bu?"diye sordu Kenan amca salondaki iki iri yarı korumaya. O sırada Emre ve diğerleri odaya girdiğinde klasikleşen bir şaşırma hissiyle doldular.
"Abi?.."diyen Emre'nin ardından korumanın sesi duyuldu oda da. Ancak ben kimseye bakmayarak olduğum yer de Miraç'ı süzüyordum. Belki de şaşkınlığımı hala atlatamamıştım.
"Efendim, bir araba durdu büyük kapının orada. İlk önce üzerimize ateşleyecekler sandık, ancak arka koltuktan birkaç adam Miraç bey'i indirdiler. Demir kapıya bırakarak gaza bastılar ve gözden kayboldular."
Kim yapardı ki bunu? Neden Miraç'ı bırakıp gitmişlerdi peki? Sorular gittikçe birikirken, Miraç'ın karanlık gözleri aralandı. Birkaç dakika bile olsa düz bir hal alan kaşları tekrar çatılırken, kasılan yüzünden dişlerini sıktığını farkettim. Yaraları hala kanıyordu ve bu adamlar doktor çağırmak yerine konuşuyorlardı.
"Onlar senin adamların değil miydi dayı?" Miraç zorlukla konuşurken bir an olsun kendinden ödün vermiyordu. Çok mu zordu canının yandığını söylemek? Uyanır uyanmaz pis işlerine yoğunlaşıyordu.
"Hayır değillerdi. Ben senin nerede tutulduğunu bilmiyordum."
Derin bir nefes alarak arkamı döndüm ve odadan çıkmak için kapıya yöneldim. Dila kolumu tutarak, "Nereye?"diye sorduğunda kolumu yavaşça elinden kurtardım ve cevap vermeden odadan çıktım.
Yukarı odama çıkarak banyoya girdim ve dolaptaki ufak, ilk yardım çantasını elime aldım. Daha sonra mutfağa inerek Safiye teyzenin ve diğerlerinin sorgulayıcı bakışlarını umursamadan, temiz yumuşak bez ve bir kaba ılık su doldurarak elimdekilerle tekrar salona doğru yöneldim.
Odaya girdiğim an üzerime batan karanlık okların sahibine bu kez bakmadım ve yanına doğru ilerledim. Elimde ki kabı, bez ve yardım çantasını ortada duran sehpaya bıraktım. Sehpayı Miraç'ın uzandığı ama şu an yaralarına rağmen doğrulduğunu farkettiğim koltuğa doğru yaklaştırdım ve koltukta Miraç'ın yanına oturdum.
Beni izlediğini biliyordum. Odadaki tüm bakışların ağırlığıyla soluklandım. Kaşlarım çatılırken, kimseye bakmadım ve getirdiğim temiz bezi ılık suda ıslatarak sıktım. Bu yaptığıma kendim bile inanamıyordum. Dakikalar önce ona lanetler yağdırıyordum. Şimdi ise yaralarına pasuman yapmak için çırpınıyordum. Aklıma babam bildiğim adam geldi. Sarhoş bir hal de beni döverken, yorulup koltukta sızan bedenini yaralı olmama rağmen nasılda taşıyordum. Şimdi de aynıydı, Miraç'ın bana yaptıklarına rağmen ona vicdan yapıyordum.
Ya da daha kötüsü; ona üzülüyordum.
Elimdeki ıslak bez ile hafif yan dönerek Miraç'a yöneldim. Doğrulmuş beni izleyen bedeninde, gözlerimi göğsünden ayırmazken elimi kaldırarak omuzuna yerleştirdim ve hafif iterek uzanmasını belirttim. Konuşmayan dilim lal olmuştu. Kurulacak kelimelerimi tüketti Miraç, ve şu an duymasından yoksunlaştırıyordum onu.
Garip bir şekilde itiraz etmeyerek uzandığında elimdeki bezi göğsündeki kanlara yönelttim. Göğsünde açılan çiziklerin etrafına bulaşan kanları temizlerken, yüzümün derilerinde gezen koyu bakışlarla ruhuma kadar iliklendim. Bir an yarasına değen bez karın kaslarının kasılmasını sağlarken, parmaklarım komut almış gibi duraksadı ve bedenime ihanet eden gözlerim karanlığıyla buluştu.
"Miraç, o adamların kim olduklarını bilmediğinden emin misin?"diyen Kenan amca karanlığı dağıtırken gözlerimi tekrar işine odaklattım ve kanları temizlemeye devam ettim.
"Kaçarken bulunduğum mekanı bastı birileri... Onlardan birine yakalandım. Silahımı aldıktan sonra beni bayılttılar. Gerisini hatırlamıyorum."diyerek sustu tekrar. Sesinde yansıyan düşünceli kıpraşmalara kulak assam da umursamaz oldum ve işime devam devam ettim. Yaraları çok derin değildi. Kanıyor olması muhtemelen kendini zorlamış olduğundan kaynaklanıyordu.
"Peki sen nasıl böyle bir hata yaparak teslim oldun o adama?"
"Öyle gerekti."diyerek kısa bir cevap sundu. Zihninde kurduğu düşünceleri anlamak isteyen yanım kabarırken, bu tuhaf halinin sebebini sorguluyordum içimden. Bir gariplik vardı onda. Kenan amcaya karşı bir histi bu, ama ne olduğunu anlayamadım.
"Zeliş."
Dila bana seslendiğinde başımı ona doğru çevirdim.
"Ne yapıyorsun sen?!"dedi bana sinirli bir bakış atarak. Haklıydı. Ben bile ne yapıyor olduğumun farkında değildim. Yaptığım şeyi süzgeçten geçirirken, akan tüm damlalar grurumu yaktı.
"Karışma sen Dila."diyen Emre'ye çevirdi öfkeli gözlerini.
"Ne demek karışma ya!? Günlerdir kız ne haldeydi bu adam yüzünden. Şimdi de sırf yaralı diye unutacak mı yaptıklarını!?"
"Bir şey unuttuğum yok benim."diye mırıldandım bezgin bir sesle. Elimdeki bezi suya bırakarak sızlayan başımı ovaladım. Ufacık bir tartışmayı kaldıramıyordum artık. Bedenim yorgundu, bitkindi. Günlerdir o oda da uyuyup dinlenmeme rağmen, ruhuma kadar yorgun hissediyordum. Beni bu hale getiren adam ise şu an yanı başımdaydı.
"Şimdi bunun sırası değil." Kenan amcaya hak verircesine başımı salladım. Ancak her ne kadar dışa sakin bir görüntü sunuyor olsam da içimde volkanlar patlıyordu ve bunun dışa vurması uzun sürmezdi.
"Neyin sırası değil?" Miraç'ın bakışları üzerime diken gibi batarken, gözlerim kendiliğinden ona doğru çevrildi. Soru dolu bakışları kısılarak yüzümde dolaşıyordu.
"Dayı söyle."diye acısına rağmen sert bir dille Kenan amcaya hitaben konuşurken gözlerini benden ayırmadı. Uzandığı yerden doğrulduğunda yakınkaşan sert çehresi sessiz oda da kasıldı.
"Dayı!"dedi sonunda gözlerini Kenan amcaya çevirerek. Gittikçe sinirlenen bedeni önümde kasılırken ondan birşeyler gizliyor oluşumuz ve gizliliğin altında dolanan ufak bir et parçası gün yüzüne çıkmak için saklandığı yerde kıvranıyordu.
"Ben söyleyim."dedim alaylı bir dudak kıvırmayla. Derin bir nefes alırken, dişlerimi birbirine geçirdim ve gözlerimi ona diktim. Birbiriyle savaşa giren gözlerimiz santimler uzaklıkta kamçılanırken dudaklarımı aralayarak zorlu cümleyi çığ gibi düşürdüm.
"Tebrikler... Baba oluyorsun."
Zihnimde canlanan bulanık bir görüntü anlamsızca canımı yaktı. Düşünemiyordum. Miraç'ın bir baba olduğunu, kucağında yavrusunu okşadığını ya da öpmeye kıyamadığı bir bebeği taşıyor olduğunu düşünemiyordum. Bu öyle uzaktı ki, görmediğim bir şefkati düşünmek çok zordu. Oysa ki, Miraç hiç şaşırmış gibi değildi. Öylece yüzüme bakarken kaşları çatılmıştı. Koyu gözleri bir an aşağı karnıma doğru indiğinde benim de kaşlarım kavislenerek çatıldı.
"Biliyorum."dediğinde sinirim katlandı. Hızla oturduğum koltuktan kalkarak dalga geçer gibi güldüm. Biliyordu yani. Biliyordu ve o kadınla birlik olarak benden, bizden saklıyordu.
"Demek ilk sana söyledi. Çok iyi ya..."
"Kim?"dedi anlamsızca bana bakarken. Ne yapmaya çalışıyordu? Benimle oyun mu oynuyordu? Bu kadarına katlanamazdım. Beynimin içi çorba kazanı gibi dibini yakarken, canımı yakan anın geçip bitmesini istiyordum artık.
"Birde kim diye soruyor!"diyerek düşüncelerimi dile getirdi Dila. Emre onu kolundan tutarak susması için yanına çektiğinde, Dila kolunu çekerek, ona sinirli bir bakış attı.
"Emre bırak konuşsun!" Miraç oturduğu koltuktan ayağa kalktığında ayakta zor duruyor gibiydi ama ismi gibi yılmayarak dikilmeye devam etti. Gerçekten isminin anlamını çok iyi taşıyordu.
Günlerdir susmayan bakışlar şimdi dillerine kadar kilitlenmişti. Neden Dila haricinde kimse konuşmuyordu? Kenan amcaya baktığımda gözleri ben ve Miraç arasında dolanıyordu. Neden susuyordu ki? O gün Yeşim'e bağırıp dururken, şimdi neden konuşmuyordu? Ve garip olan şey ise Yeşim ortalıkta değildi. Yine bir alış veriş havasına girmiştir diyen iç sesime hak verdim.
"Koşup Yeşim'e gitsene sen. Hamile ya hani, düşüp kalmasın bir yer de!"
Dila ilmek ilmek dizdiği kelimeleri dudaklarından dökerken, Miraç'ın bir an afallayan yüz ifadesi duygusuzluğuna yenildi. Bir av gibi katilin elinden kaçmış bir duyguydu ve Miraç'ın koyu gözlerine yansımıştı. Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı.
"Bana ne Yeşim'den. Hamile olduğu beni ilgilendirmez."diye mırıldandığında umursamaz haline derin soluklar vererek, kendimi tutuyordum. Allah aşkına bu ne acımasızlıktı? Ama birşeyler olduğunu kafasında dönen tilkilerden ve düşünceli tavrından anlayabiliyordum. Buna rağmen kendinden ödün vermeyerek, bir soru bile sormuyordu.
"Miraç." Sonunda Kenan amca suskunluğunu bozduğunda sinirlendiğini farkettim. Kendini tutuyor gibiydi. Tıpkı benim gibi.
"Bebeğin babası sensin ve o bebek seni haddinden fazla ilgilendiriyor!"
Miraç bir an olduğu yer de duraksayarak bakışlarını Kenan amcaya dikti. Çatık kaşlarının altındaki koyuları kısılırken yavaşça odadaki herkesi tek tek süzdü. En son ise gözleri gözlerimde kalırken, sanki kapalı bir kutuyu aralamış ve hayat sırrını bulmuş gibiydi.
"Bunu size kim söyledi?" diye sorduğunda sesi korkutucu bir sakinlikle çıkmıştı.
"Yeşim..."diyen Kenan amcanın ardından, Miraç'ın çatık kaşları yavaşça düzeldi ve dudakları her zamanki tehlikeli gülümsemesini sundu. Neden gülümsüyordu ki? Bana bir gösteriş miydi bu yoksa?
"Çok sevindin galiba baba olacağın için."Yüzündeki gülümseme solarak bulut gibi dağılırken, küle dönen koyu gözleri üzerimde dolandı. Aklında dönenleri okumak isteyen yanım yükseldikçe imkansızın dibiyle karşılaşıyordu.
"Yeşim nerde?"dedi odadakilere dönerek.
"Odasındadır."diyen Kenan amcanın hemen ardından, Miraç hızla salonun çıkışına ilerledi. Olanları anlamaya çalışıyordum. Az önce onu ilgilendirmediğini söylerken, şimdi Yeşim'i soruyordu ve yanına gidiyordu.
Miraç yaralarını umursamadan salonun çıkışına doğru ilerledi ve odadan çıkarak gözden kayboldu. Yeşim'e seslendiğini duyuyordum. Sesinde gizlemekten çekinmeyen bir tehtit kıvılcımları vardı. Sinirli gibiydi ama sakin duruyordu. Gözleri alevler yağdırsa da ve sert bir tavır kursa da soğuk kanlılıkla dikilmeyi başarıyordu. Bu çok büyük bir yetenekti, böyle bir görüntü sergilemeyi nasıl başarıyordu hayret ediyordum.
"Ne bu şimdi?"diyen Dila'ya, Kenan amca bilmediğini anlatan bir baş salladı. Arkasındaki tekli koltuğa çöktüğünde yaşlılığının sergilediği bir bedeniyle derin nefesler alıyordu. İyi değildi ki, benim de iyi olduğum söylenemezdi.
Az önce Miraç'ın uzandığı koltuğa durgun bedenimle çökerken ne yapacağıma, hayata nasıl devam edeceğime dair fikirler üretiyordum. Ama unuttuğum bir şey vardı. Miraç kendi hayatımı yaşamama izin vermezdi. Her ne kadar intihar ettiğim gece söz verse de ona güvenmiyordum. Hatta kendisi bile şuan unutmuştur sözünü.
Yukarıda bir gürültü koptu. Sanki bir şeylerin devrilişi ve kırılma sesine benzer sesler geliyordu. Birkaç dakika sonra Miraç aşağı inerek tekrar salona girdiğinde, yüzünde saklayamadığı bir öfke duruyordu. Derin soluklarını bu mesafeden bile duyulurken bize doğru ilerledi.
"Yeşim yok."dedi kuru bir sesle.
"Nasıl yok?" Kenan amca gri kaşlarını çattı.
"Dolabı bomboş, gitmiş!"dediğinde Kenan amca doğrularak cebinden telefonunu çıkardı ve birkaç tuşa basarak kulağına dayadı.
Anlamıyordum. Nereye gitmişti? Karnında bir bebek varken nereye gidebilirdi? Dahası ise burada sırf bana aklınca inat yaparak Miraç'a bebeğini söylemesi gerekirken, O eşyalarını toplayarak kaçar gibi gitmişti. Bu çok garipti. Belki de Miraç'tan korkmuştur? Evet, bu olası bir durumdu. Miraç'ın, bebeğini aldırmasını istemesinden korkup kaçmış olabilirdi. Bu düşüncem mantıklı gelirken, önümde öfkeden kudurarak dikilen adama gözlerimi çevirdim.
"Miraç'ın, bebeği aldırmasından korkmuş olabilir."diye mırıldandığımda konuşmakta hata yaptığımı anlatan, alevle harmanlanan koyu gözler üzerime dikildi. Dişlerini sıkarak elini kaldırdı ve işaret parmağını bana doğru yöneltirken,
"Kapa çeneni!"dedi sert bir dille.
"Ne oldu?"dedim sinirle karışık bir ifadeyle ve oturduğum yerden ayağa kalktım. Susmam gerektiğini ve odama kapanmam için bağıran yanıma kilit vururken, öfkeyle tekrar konuştum.
"Yeşim gittiği için üzüldün mü? Ya da bebeğini göremeyeceğin için?"
"O bebek benden falan değil! Şimdi kapa çeneni ve otur!"
"Ha şimdi de inkar mı ediyorsun!" Onu dinlemek istemeyen yanım devreye sokulurken, zihnime uydum. Onu dinleyip susmam için kurduğu cümleye itaat etmeyecektim. Beni böyle susturamazdı.
"Zeliş sabrımı sınama!!"diyerek adeta kükrercesine bağırdığında bir an çok hafif acıyla yüzü buruştu. Sesinde gezen tehlikeli çanlar beni duraksatırken, bu kez Kenan amca oturduğu yerden konuştu.
"Sakin olun ikinizde."
İkimize hitaben konuşması bizi yıldırtmadı. Öfkeyle birbirimize diktiğimiz gözlerimiz savaşa girmişti ve kimin galip geleceği tartışılmayacak bir durum olsa da korkumu gizlemeyi başardım. Ona boyun eğmek istemiyordum. Bana onca yaptıklarına yeterince müsaade etmiştim ancak artık buna izin vermeyeceğim. İsterse beni öldürebilirdi, umrumda değil. Benim kaybedecek birşeyim kalmadı.
"Miraç. Bebeğin babası olduğunu inkar edemezsin. Ortada masum bir bebek var..." Kenan amca konuşurken Miraç'ın savaşı yönelttiği bakışlarının hedefi bu kez Kenan amcaya yöneldi ve gür sesiyle cümlelerinin katili oldu.
"Anlamıyor musunuz! Öyle bir şey yok. Ben Yeşim ile birlikte falan olmadım! Ona dokunmadım bile! Hayatımda dokunduğum tek kadın Zeliş! Ve ben Yeşim'e -"diyerek bir anda sustuğunda sanki ne dediğini yeni anlamış gibi duraksadı. Sonra umursamadan devam etti ancak bu kez sesi daha kısıktı. Sertliği içine saklanmıştı adeta. Ama son cümlelerini işitmekte zorlanırken, şokluğun yarattığı bir ifadeyle kulaklarım uğuldadı.
"Belli ki kandırmış sizi. Ama ben ona yapacağımı biliyorum..."
Söylediklerinin şaşkınlığıyla ise öylece kalakalırken inanamazca başımı iki yana salladım. Ama konuşmadım. Ancak bir an, kırık bir kuşku doğdu içimde. Yeşim bunu yapabilir miydi? Bizi kandırmış olabilir miydi? Evet, yapardı! Ancak daha önemlisi; Miraç, hayatında ilk defa mı biriyle birlikte olmuştu?
Yani, benimle...
"Nasıl yani?" Diye sordu Kenan amca odadaki herkes de olduğu gibi bir şaşkınlık vardı üzerinde. Kahverengi gözlerine şaşkınlık ve merak tohumları serpilirken, aynı durumda olmak istemedim. İnanmak istemedim.
"Bebeğin babası sen değil misin?... Yeşim yalan mı söyledi?"
"Nedenini bilmiyorum ama öğreneceğim."derken Emre'ye doğru döndü. "Hangi deliğe girdiyse getir onu bana."dedi. Emre onaylarcasına başını sallarken, sinirli hali dinmeyen bedeniyle koltuğa doğru ilerledi ve yanımdan geçerek tekrar koltuğa oturdu. Hareket ettiğinde zorlanıyordu, her ne kadar acı çektiğini saklasa da bunu kasılan yüz çehreleri gizliyemiyordu. Gözleri bana döndüğünde koyu gözlerinin arasından gittikçe kararan grilerini üzerime dikti.
"Odandaki gebelik testi, Yeşim'in miydi?" Sesindeki sakinliğin dibine gizlenen duyguları çözmeye çalışırken kurduğu cümle zihnime yattı ve içini açarak bana kendini gösterdi. Kaşlarım çatıldığında bir an hangi testten bahsediyor olduğunu düşündüm ve sonrada aklıma lavaboda bulduğum Yeşim'in gebelik testi anları canlandı.
Olumlu yönde başımı salladığımda gözlerinden birçok duygu geçti ancak hiçbirini yakalamaya fırsatım olmadı. Miraç arkasına yaslanarak koltuğa başını yasladı ve rahat bir şekilde yerleşti. Gözlerini kaparken, kahve gözlerim tekrar yaralarına değdi. İçimde beliren hisle birlikte yanına oturarak ilk yardım çantasını kucağıma aldım ve yarım bıraktığım işe koyuldum.
Kucağımdaki çantanın kapağını açarak gerekli malzemeleri çıkardım ve sehpanın üzerine bıraktım. Çantadan çıkardığım bir miktar pamuğu oksijen suyuyla ıslatarak, Miraç'a doğru döndüm ve karın kaslarının ûzerindeki yaralara bulandırdım.
Birkaç dakika sonra göğsündeki yaralarla da işim bittiğinde yüzündeki izler kalmıştı. Kaşında ve alnının sol üst kısmında kurumuş kanlar birikmişti. Eğer temizlenmezse mikrop kapabilirdi ancak o öyle umursamazdı ki, kendinden bile aciz bir hal de öylece oturuyordu. Belki de uykuya dalmıştı.
Yüzü tavana bakıyor olduğundan koltukta tek dizimi kırdım ve dizimin üzerine oturdum. Gözlerim bir an etrafa döndüğünde boş bir salonda yapayalnız olduğumuzu henüz farkettim. Ne zaman gitmişlerdi? Ben nasıl farketmedim peki? Fazla odaklanmıştım ki, hiç birinin adım seslerini bile işitmemiştim. Bu olası bir davranış değildi.
Derin bir soluk alarak temiz bir pamuğu daha oksijen suyuyla ıslattım ve tek dizimin üzerinden doğrularak yükseldim ve Miraç'a doğru yöneldim. Yûzü az önce tavana bakarken, şu an benimle yüz yüzeydi. Tek ayağım yerdeydi ve diğer dizim koltuğa yaslanarak, beni destekliyordu. Boştaki sol elimi ise Miraç'ın başının yanına koyarak, kendimi iyice destekledim. Bu cesaretimi neye borçlu olduğumu bilmiyordum ancak Miraç'ın kapalı gözlerini açmamasını diliyordum. Yoksa bu kadar yakınlıkla nasıl bir tavır bestelerdi bilemiyordum.
Bir soluk daha alma ihtiyacıyla dolup taşarken, ciğerlerim bu anı bekler gibi derince soludu. Erkesi kokusu ciğerlerime yapışarak, çıkmak istemedi. Gerçekten çok güzel kokuyordu. Günlerdir orada tutuluyordu ve eziyet çekmişti. Buna rağmen kendine has kokusu üzerini terk etmiyordu. Yutkunarak titrememek için zorladığım elimde ki pamuğu kaşına doğru yönelttim ve yarayı kurumuş kandan arındırmaya başladım. Bir kıpırtı bile vermemesi uyuduğunu anlatır gibiydi ancak ben yine de emin olmak ister gibi sordum.
"Uyuyor musun?"
Sorduğum soruyla birlikte birden kaşları çatıldı. Canını yaktığımı düşünerek geri çekilecekken, "Devam et, uyumuyorum."dedi. Sesinde derin bir yorgunluk akıyordu. Görmediğini bilmeme rağmen usulca başımı sallayarak, devam ettim ve kaşından kayarak bu kez alnına doğru ilerledim. Saçlarının altında parlayan kan işimi zorlaştırdı. Saçlarını ne kadar geriye doğru elimin tersiyle ittirsem de tekrar alnının üzerine doğru düşüyordu. Saç tutamları bile kendi gibi inatçıydı!
Pes ederek solurken, koltuğa yasladığım boştaki elimi kaldırdım ve gür, siyah saçlarına parmak uçlarımı değdirdim. Birden parmaklarım titrerken aynı zaman da parmak uçlarım garip bir hisle yanıyor gibi oldu ve kalbim anlamsızca tekledi. Bu kadar yakınlık ruha zarardı, bedeni kırardı. Bunu kaldırabilecek miydim?
Parmaklarımla alnına döküken saçlarını geriye doğru tuttururken, pamuğu yaraya yavaşça sürttüm. Aklıma biraz önce kurduğu cümle şimşek gibi düşerken yanaklarıma dolan sıcaklıkla yutkundum. Bu nasıl bir şeydi böyle? Ondan nefret ediyordum. Nefret etmek istiyordum. Ama o her defasında, tek tek dizdiğim tuğlaları kırarak, bana ulaşmayı beceriyordu. Miraç Uluhan'dan kaçış olmadığı gibi, aynı zamanda saklanamazdın. Ama bu gün, kurduğu o cümleyle tüm duvarlarımı kırmaktan beter; toz haline getirmişti.
Hayatımda dokunduğum tek kadın Zeliş!
"Miraç?"diye fısıldadım sessizce. Zihnim susmam gerektiğini söylerken kalbim konuş diyordu. Ne yapacağımı bilemeden öylece yüzünü izledim. Bir yandan alnındaki yarayla ilgilenen yanım sunduğu bahaneyi zihnime çarptı ve rahatça, gördüğü heykeli pak sayfaya kazıdı.
"Hım."dercesine yorgun ve uykulu bir sesle mırıldanırken sadece dudakları kıpırdamıştı. Şu an öyle tuhaftı ki halimizi biri görse ne yapardım, nasıl bir tepki verirdim düşûnemiyordum. Gerçekten Miraç beni kendi gibi dengesizleştirmişti, bu da apacık kanıtıydı.
"Az önce söylediğin şey,"dedim cümleleri aklımda seçerek bir araya getirken, utancım etekler altına saklanıyordu. Kendini gösterdiğini bilmeden...
"Yani... İlk defa... B-benimle mi-" Kurmaya çalıştığım cümle, Miraç'ın çatılan kaşlarıyla birlikte kesilirken, birden santimler uzaklıktaki gözlerini açmasıyla unutulmaz anlar kadere peydahlandı.
Koyu gözleriyle karşılaşan kahvelerim irislerini büyüttüğünde utancımdan hızla geri çekilecekken, yerde sürüklenerek kayan ayağımla dengemi kaybettim ve Miraç'ın kucağına boylu boyunca düştüm. Miraç'ın dudaklarından kaçan boğuk bir inlemeyle yaraları aklıma basarken, hızla tekrar kalkacakken Miraç beni itmeye çalıştı ancak daha beteri olarak tekrar kucağına düşmüştüm ve Miraç beni itmek yerine bu kez tutmuştu.
"Ah!"diye bir ses duyuran dudakları dakikalardır inlemezken şimdi yükselmişti. Telaşla ne yapacağımı bilemeyerek duraksadım, ve buluduğum pozisyona bakarken, gözlerim daha da irileşti. Lanet olsun!
Ayaklarım iki yanında, kucağında oturuyordum ve omuzlarını tutan parmaklarıma eşlik eden bedenim çıplak sıcaklığıyla içiçeydi!
Miraç gözlerini acıyla yumarken, başını koltuğa gömercesine yaslamış ve bir eliyle belimi kendi çekerek sıkmıştı. Yüzüme doğru koşan sıcak tüm kanlar kulaklarıma kadar bedenimi yakarken, şaşkınlık-telaş-korku birbirine karışmıştı.
"Kahretsin! Zeliş!"diye hırlarcasına konuştuğunda, "A-afedersin."dedim hızla. Sesimde yoğunlaşan telaş hissi bedenimi etkisiz kılarken, birkaç saniye kıpırtısız kaldım ve sonra daha sakin ve temkinli bir harekette bulunarak omuzlarına tutundum ve üzerinden çekilerek ayağa kalktım.
Gözlerim bir şeyi olup olmadığını süzen bedeninde dolaştı. Bendeninin kasıldığını ve derin soluklar aldığını farkederken, yavaşça gözleri aralandı. Eskisinden bile koyulaşan irisleri siyahlara bulanarak bir mürekkep misali kahve gözlerime akarken, bu kadar sinirleneceğini dûşünemeyen zihnime lanetler okudum.
Tekrar, "Afedersin..."diye fısıltılı sesimi odaya damlattım ancak Miraç'a ulaştığından habersiz oldum. Korkum gün yüzüne çıkarken, bana yapacaklarını ve yapabileceklerini düşündüm. Ama O, bana ters bakış atmakla yetindi ve ondan beklemediğim bir hızla yaralarını umursamadan ayağa kalkarak yanımdan geçip gitti.
* * *
Sınırlarında dolandığım hayattan kaçma çabalarım, kaderin ince ağlarına yakalanınca son buldu. Bir hata yaparsın ve bin ah işitirsin. O hatanın utançlığında boğulurken, durmadan kaçarsın ve bir çukur seni içine çekerek kaçma girişimini sonlandırır. Çırpınarak çığlıklar atarken, kimse sesini bile duymaz. Ve sen o hatanın bedelini ömür boyu çekersin. Ancak bu; Hatanın ağırlığına göre değişir.
Gün boyunca Miraç'tan kaçıyordum. Gözlerinden bile çekinirken, saçma safan tavırlarıma yenik düşüyordum. Oysa, Miraç odasında uyumaktan başka yaptığı birşey yoktu. Geceye kadar, her ne kadar utansam da başında beklemiştim. Kendini yatağa bıraktıktan sonra saatlerce uyudu. Ve ben yanındaki tekli koltukta öylece başında dikildim.
Duygusuz ve canı yanmıyor gibi bir görünüş sunuyordu etrafa ama bu tavrı uyuyana kadar sûrdü. Bir ara başında dururken, soğuk terler dökerek anlamsız mırıltılar çıkardı. Huzursuzca uyuyordu ve sayıklıyordu. Sanki her an biri ona saldıracak gibi tetikteydi ve derin bir uykuya dalmaktan kendini esirgiyordu. Alnındaki terleri silerek zorla da olsa ona ağrı kesici bir ilaç içirmiştim ve onun, bana tek yaptığı sırtını dönerek tekrar uyumak oldu.
Geceye karşı normal bir uyku sürdürdüğünün rahatlığıyla öylece onu izlerken, bedenim bitkinleşerek kendinden geçti ve uykuya dalmamı sağladı.
Sabah, havanın soğuğuna ihanet eden güneş yüz harelerimi yakarak, beni rahatsız ederken gözlerimi aralamış ve uyku sersemliğiyle etrafı süzmüştüm. Gördüklerim ise zihnime akıcı bir kıvılcım düşürürken, uzandığım yatakta doğruldum ve yan tarafı kontrol ettim, ancak Miraç yoktu.
Beni yatağa taşımış olabileceği düşüncesi kaşlarımı çatarken, bu konuyu düşünmemeyi tercih ettim ve yataktan kalkarak banyoya girdim. Rutin işleri hallederek banyodan çıktığımda dolaba doğru ilerleyerek bir kot pantolon ve beyaz yün bir kazak çıkararak üzerimi değiştirdim.
Rahatsız edici sessizliğe yüz buruşturma isteğimi geri teperken, dudaklarımı birbirine bastırdım. O an her zamanki gibi Yeşim'i görüp huzursuzlanacağımı sandım ama o artık yoktu. Nerede olduğunu ya da nereye gittiğini merak bile etmiyordum. Çünkü biliyorum; O bebek Miraç'tan değil. Ben ilk defa derinden Miraç'a inanıyor ve güveniyordum. Ya da inanmak ve güvenmek istiyordum.
Salona girdiğimde kahvaltı hazırdı ve herkes masada yerini almış yemeğine başlamıştı. Beni beklemediklerine hafif bir kızgınlık hissetsem de saçma kızgınlığımı kolayca dindirdim. Miraç neden beni uyandırmadı ki? Hem ne zaman kalkmıştı da ben farketmemiştim? Normalde bu kadar derin uyuyan biri değildim ben. Hem de günlerce Miraç'ı düşünmek yerine uyumakla zaman harcadığımı varsayarsak, uykucunun teki olarak adımı çıkaracaktım ama daha önceki uykular, bu geceki gibi huzurlu hissettirmediği çok açıktı.
"Günaydın kızım, geç otur."diyen Kenan amcaya aynı sevecenlikle cevap vermeyi istesem de kuru bir günaydın kelimesi çıkmıştı dudaklarımdan.
Emre ve Dila'nın yan yana oturduğunu gördüğümde onları rahatsız etmemek için, mecburen Miraç'ın yanındaki sandalyeye oturdum. Onunla ilk defa masada yan yana oturuyorduk. Ah! Bir de evlendiğimiz gün nikah kıyılırken de oturmuştuk. Nasıl unutabilirim ki? O anlar gözlerime inen bir perde misali yansırken, yutkunarak gözlerimin önündeki sahneyi dağıtmak ister gibi kırpıştırdım.
Miraç'a doğru gözlerim kaydığında dünkü haline nazaran daha iyi gibi görünüyordu. Ancak Miraç'dı bu. Acılarını gizleyen adamdı kendisi. Üzerini süzdüğümde siyah bir pantolonunun üzerine, lacivert bir kazak giydiğini farkettim. Hayret dedim içimden. Siyahtan ayrı farklı bir renk, bu da iyi. Ona baktığımı bilmesine rağmen umursamadan kahvaltısını yapıyordu. O kadar dikkatli bakmamdan rahatsız bile olmuyordu. Açıkçası biri bana bu şekilde baksa çok fazla rahatsız olurdum.
"Beni neden uyandırmadın?"diye sessizce sorduğumda hafif bir omuz kaltırıp indirmeyle yetindiğinde gözlerimi devirdim. Adam yerine koyarak cevap verme zahmetinde bile bulunmuyordu.
Önüme dönerek kahvaltıyla ilgileneceğim sırada karşımdaki görüntüye şaşıp kaldım. Dila, önündeki kahvaltıyı bitirerek, ikinci kez doldurma girişiminde bulundu ve tekrar yemeğine odaklandı. Kendimle kıyaslama gibi bir saçmalık yaptığımda önümdeki dokunulmamış boş tabağıma baktım ve sonra Dila'ya baktım.
"Az ye, az. Sonra kilo aldım diye gelip bana ağlama Dila."diyerek homurdandığımda Dila, beni yeni farketmiş gibi başını yemeğinden kaldırdı. Emre'nin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını farkettiğimde kaşlarımı kaldırarak garip bir bakış attım ona.
"Yeşim ile ilgili bir şeyler buldun mu Emre?" Ortamın normalliğine diken saplayan Miraç'a karşı olumsuzca başımı sallarken, umursamamaya çalışarak kahvaltımı yapmaya başladım ve tabağımın boşluğunu giderdim.
"Araştırıyoruz abi. Ragip etraftaki kamera görüntülerini inceliyor. Korumalara sorduğumda, elinde bir bavulla çıkıp gittiğini söylediler."
"Öylece yani, izin verdiler gitmesine?" derken sinirden gerilmişti. Önümdeki tabakta zeytinle açtığım savaşla ilgilenirken, bir yandan onları dinliyordum.
"Miraç, korumalar demişken söylemeyi unuttum. Dünkü, seni içeri taşıyan iki korumalar Zeliş'in yüzünü gördü."diyen Kenan amcayla birlikte zeytini çatala batırma savaşım son buldu. Çünkü zeytin tabağımdan ve çatalımdan apayrı bir yere kaçtı. Miraç'ın masadaki iri ve damarları belirgin eline çarpan zeytinle yutkunurken, üzerime yoğunlaşan koyu gözlerin ağırlığıyla ezildim.
"Önemi yok artık," İfadesiz sesini duyururken kurduğu cümleyle gözlerim ona doğru süzülerek, koyu gözlere büründü.
"Yaşadığını biliyor."diye mırıldandı. Gözlerime kadar bulaşan şaşkınlıkla kalakalırken zihnimde en çok canlanan fikirle gözlerimin ışıldadığından emindim. Nasıl diye sormadım. O adam umrumda bile değildi.
"Yani artık dışarı çıkabilirim?"diye sordum olumlu bir cevap vermesi için yalvaran bir hevesle. Aylardır kapalı dört duvar içindeydim ve artık dışarı çıkmak ve yaşadığımı hissetmek istiyordum.
"Hayır."
Direk kurduğu tek bir cümle tüm hevesimi yıkarken, gözlerime gölge düştüğünü hissettim. Yaslandığı yerden doğrularak ayağa kalktığında gözlerim hala üzerindeydi ve şuan tarifi imkansız bir sinir kaplamıştı bedenimi. Onun ayağa kalkmasıyla Emre de doğrulurken bir bakışıyla onu durdurarak kalkmasını engelledi.
"Gelmene gerek yok, sana verdiğim görevle ilgilen sen... Akşama beklemeyin beni." kapıya doğru ilerlediğinde ardından bakarken, sinirle kaşlarım çatıldı. Emirlerini yağdırmış ve çekip gidiyordu. Ayrıca yaralıydı ve dinlenmesi gerekirken, umursamadan bataklığına atlayarak yüzüyordu.
Ani gelen bir hisle ve içimdeki biriken sinirle ben de ayağa kalkarak arkasından hızla ilerledim ve salondan çıkarak dış kapıya doğru yürüdüm. Askıda duran Dila'nın kapşonlu kırmızı çeketini elime alarak, kapıyı açtım. Bir an duraksarken, gözlerimle bahçede dolaşan korumalara ve arabasına binmek üzeri olan Miraç'a baktım. Günlerdir bu evde tutulmaktan dışarı çıkamıyordum. Ve şu an içimde kıpraşan anlamsız duygular bedenime korku yayıyordu. Ancak böyle yaşayamazdım ve buna bir son vermem gerekiyordu.
Miraç arabaya bindiği an, verdiğim karardan dönmemek için hızla ilerleyerek koştum ve yan koltuğun kapısını açarak bindim. Kapıyı örterek derin bir soluk verdiğimde rahatça arkama yaslanarak, kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakan Miraç'a doğru döndüm.
"İn arabadan."dedi sıktığı dişlerinin arasından.
"Hayır."
"Zeliş, in yoksa kötü olur."dediğinde sinirle ben de kaşlarımı çatarak tamamen ona döndüm.
"Hayır dedim! Aylarca kapalı duvar arasında esir tutuluyorum. Bunu yapmaya hakkın yok. Kendini benim yerime bir koy, dayanabilir misin? Mağdem izin vermiyorsun dışarı çıkmama; nereye gidiyorsan ben de seninle geleceğim." Kendinden emin tavrımla göğsüm kabarırken, Miraç'ın gittikçe koyulaşan irisleriyle kabaran göğsüm yerine sinmemek için direndi.
"Gideceğim yer senin için uygun değil! Gelemezsin! "diyerek dişlerinin arasından tıslarcasına konuştu.
"Umrumda değil geleceğim!"diyerek meydan okuyan bir sinirle bağırdığımda, elini kaldırarak işaret parmağını öfkeyle bana doğrulttu.
"O sesini alçalt!.. O sesini alçalt Zeliş, sabrımı zorlama!"
"Gelmek istiyorum."dedim daha sakin bir ses sunarak. Bana doğru salladığı elini gür saçlarına atarak çekiştirircesine dağıttığında öfkeyle soluyordu. Yaptıklarımı sorguladığımda zihnim benimle alay eder gibi Miraç'ın öfkeli halini yansıttı. Korkum gün yüzüne çıkarken, sadece bir kez olsun o korkuyu gömerek cesur davranmak istedim.
"Pekala..."diye mırıldanırken, bana bakmadan başını salladı ve arabayı çalıştırarak, "Bunu sen istedin."dedi.
Çalıştırdığı arabayı bahçede hareket ettirerek, üzerime kilitlenen büyük parmaklıklı kapıyı aylar sonra büktü. Korumalar tarafından iki yana açılan kapılar arasından süzülerek geçtiğimizde ruhuma kadar özgürleştiğimi hissettiren bir kuş uçtu kalbimde. Ve ben arkama yaslanarak o kuşun gökyüzündeki sevinç çırpınışlarını izledim...
* * *
BÖLÜM SONU...
BENİMSİN AİLESİNE (Tüm okuyuculara) ufak birkaç soru...
*Bölüm nasıldı?
*Miraç ve Zeliş arasındaki bağ nasıl ilerliyor sizce?
*Size bir iyilik yaparak Yeşim'i postaladım. İyimi yaptım acaba? :DDD
(sadece birkaç bölûm)
*Miraç sizce Zeliş ile birlikte nereye gidiyor?
☝ Hadi bakalım yorum yapmadan geçme ve Beni Takip Etmeyi Unutmaaaa :")
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro