17.BÖLÜM
Çözülmez sandığım gerçekler var ortada. En başta da sen...
Bir delinin aklının miktarı ne mevkide olabilirdi? Ya da bunun bir miktarı olabilir miydi ki? Yaptığı davranışların sorumluluğunu üzerlerine almazlardı. Mantıklı olmadıklarını ön süren bir raporun göstergesi tüm kuralları yıkmaya yetiyordu. Doğru veya yanlış kimin umrundaydı? Kazınan gerçek ortadaydı. Bir laf atılır ortaya kimden geldiği bilinmeyen. Ve herkes beyinlerine bu lafı kazıyarak yerleştirir. Sanki gerçek gibi...
Peki biz insanların akıllarının miktarı var mıydı? Mantıklı olarak yaptığımız onca yanlışın sorumluluğunu veya cezasını çekmemizi önleyecek bir raporumuz yoktu. Ancak, yaptığımızın ya da yaptıklarımızın bedelini ödemek vicdanımızı rahatlatmaktan başka birşeye yaramazdı.
Sözde; akıllı insanların kendi aklıyla yaptığı onca doğruların yanlışlığı kanıtlanmazken, deli bir insanın yaptığı yanlışların doğruluğu da kanıtlanmazdı.
Tıpkı şuan olduğu gibi...
Karşımdaki, kim olduğu belirsiz kadının elinde duran tarak, boşluğu delerek bir aşağı, bir yukarı doğru tırmanıyor anlamsızca hareket ediyordu. Oturduğu yatakta, sanki önünde biri varmış gibi hayali olan bedenin saçlarını tarıyordu.
İnciltmekten korkar gibi titrek gözleri önündeki boşluğa bakarken elindeki tarağı nazikçe indiriyor ardından yavaşça kaldırıyordu.
"Sana çık dedim." Diyerek az önceki sert sesin zıtlığını ortaya serdi ve kolumdan tutarak odadan çıkardı.
Kenan denen adamın sergilediği sert tavıra şaşırmayı es geçmiş, aklımı içerideki kadına yoğunlaştırmıştım. Kimdi o kadın? Neden öylece boşluğa bakarak duruyordu?
"Bak, bu evde istediğin gibi yaşayabilirsin ama bu odadan uzak duracaksın. Karıma yaklaşmayacaksın." Diyerek bana verilen odaya doğru beni ilerletmeye başladı. Neler olduğunu çözmeye çalışan aklım az önceki manzara da takılı kalmıştı.
Zorluk çıkarmadan ilerlerken, söylediği cümlelerin ağırlıkları beynimi ezdi. O kadın, karısı mıydı? Peki neden ondan uzak durmamı söylüyordu ki?
Aklımda dönüp duran sorulara yenileri eklenerek beynimi bulandırıyorken, bana verilen odaya girdikten sonra yatağa oturarak çökmüştüm. Az önce birini görme umuduyla odadan çıkmışken, bir su istemek için düşüncelerimi çok zor kovmuşken, şimdi tonlarcası üzerime yığılarak birikmişti.
"O... O kadın senin karın mıydı?"dedim başımı kaldırarak önümde duran adama.
Sorduğum sorunun ardından gözlerine çöken hüzün yutkunmamı sağladı. Ne diyeceğini bilmeyerek belli belirsiz başını sallayarak onaylamasından sonra, dudaklarım tekrar aralanmıştı. Belkide susmam gerekirdi ama kendimi tutamıyor, zihnimde ki soru işaretlerine cevap arıyordum.
"Peki neden önünde biri varmış gibi hareket ediyordu. Sanki birinin saçlarını tarıyordu." Derken kendi söylediklerime inanamıyordum. Belli ki o kadın akıl hastasıydı. Yaptıklarının başka bir açıklaması olamazdı.
Sertçe yutkunarak yanıma doğru yanaşan adam, benim gibi yatağa oturduğunda gözlerinin dolduğunu farketmiştim. Omuzları bir anda çöken adam, ağlayacak gibi durgunlaşmıştı. Az önce ki sert halinden eser kalmamış, dokunsam yıkılıp parçalanacak gibiydi. Konu karısı olmuşken, bir anda duygu patlaması yaşamıştı. Onu sevdiğini parıldayan gözbebeklerinden anlamamak aptallık olurdu.
Kıpırdamaya başlayan dudakları, içindeki sisleri dökerek kelimelere büründürdüğünde gözlerime kadar yansıyan şaşkınlığın ardından duyduklarımla bedenimden kayıp giden ürperme hissi, ellerimi vücuduma sarmamı sağladı.
"Karım... Benim için Dünya güzeliydi. Hâlâ da öyle, ama yıllar önce yaşadığımız kötü bir olay sonucu gittikçe aklını kaybetmeye başladı." Konuşurken o günlere gitmişcesine gözleri bir noktaya sabitlenmişti. Donuklaşan bedeni, o yılları tekrar yaşıyordu sanki.
"İlk önce sessizleşmiş ve kimseyle konuşmuyordu. Odasından çıkmıyor, öylece boşluğa bakıyordu. Daha sonra aradan geçen zamanlar sonucu akıl almaz hareketler yapmaya başladı. Kendi kendine konuşuyor, boşluğa bakarak masallar anlatıyor ve komik birşey olmuş gibi birden gülüyordu. Bazen ise durduk yere ağlıyordu... Onu götürmediğim hastane kalmadı. Ama yok, iyileşmiyor. Ben de karımın sessizleşmesindense, hayali biriyle de olsa konuşarak sesini bana duyurmasına yetindim."
"Bu kadar kötü ne yaşamış olabilir ki?" Fısıldayan sesim yanımdaki adama ulaştığından bihaber aklımdaki sanaryolara dalmışken, yanımdaki adamın birden gözle görülür derecede sinirlenmesine şaşırdım.
"Henüz üç yaşında ki kızına doyamadan, bir hiç uğruna kaybetti."
Sıkı dişlerinin arasından tıslarcasına konuşması beni ürkütmüştü. Şuan tıpkı Miraç'dan farkı olmayan bakışları bana değmemek için zorlanıyor gibiydi. Sanki bana baktığında kendini tutamayacak ve tüm sinirini bana kusacaktı.
"Şuan hayatta olsaydı belki... Senin yaşında olacaktı."
"Kim yaptı." Dedim tekrar fısıldayarak. Cevabından korktuğum soru dudaklarımdan firar ederek yanımdaki adama ulaştı. Gerilen vücudu ayağa kalarak, pencereye doğru ilerlerken yumruklarını sıkıyordu. Bir yandan cevabı merak ediyordum, diğer yandan ise duymak istemiyordum. Yaşadığım ikilemden kurtulma çabam sonsuzdu.
Geçen saniyeler sonucu cevap vermeyeceğine kanaat getirirken, sessiz odada çığ gibi büyüyen adamın sesi bedenime balyoz etkisi yarattı. Bu sorunun cevabını duymamayı, sağır olmayı dilerdim.
"Baban... Baban yaptı."
Karşımdaki adamın gözlerinde beliren tüm duygular deprem misali üzerime çökerek bedenimi ezerken, dolan gözlerimi saklama gafletinde bulunmayarak akıtmaya başadım. Bedenime sarılı kollarım ise güç almak için daha çok sıkılaşmıştı.
Üç yaşında, küçük bir kız belirdi gözperdelerimin üzerine. Annesinin kolları arasında kahkahalara boğlularak, babasından saklanmaya çalışan. Mutlu bir tablo.
Bir başka daha sanaryo belirirken göz perdelerime, yaşlara bulanan yanaklarımın ardından dudaklarım, susması için dilini örttü.
O kız çocuğuna bulaşan kirli ve yabancı eller annesinden koparıyordu. Annesi, haykırışlar eşliğinde kızına seslenirken, kızın korkmuş gözleri 'Anne' diye çığlıklar atıyordu.
"Neden?" Dedim göz yaşarı içerisinde başımı iki yana sallarken. O odadaki kadın gözlerimin önünden gitmiyordu. Bunu hak edecek ne kötülük yaptı da evlat acısıyla sınanmıştı? Anlamıyordum. Hiçbir şey anlamıyordum! Nedeni olmayan gerçeklere bir cevap aramaktan bıkmıştım artık.
"Neden yaptı bunları size anlamıyorum. Ne derdi vardı sizinle? Bir insan durduk yere bunları yapamaz. Bir nedeni olmalı. Hiç bir açıklama örtemez yaptıklarını ama..."Derken hıçkırıklar dizildi boğazıma. Ve ben onları iki dudağımın arasında tutamayarak serbest bıraktım.
"Nedenler kafamın içinde bas bas bağırıyor." Elimi kaldırarak işaret parmağım ile şakağımı sinirle dürtüyorken, yalvaran gözlerle karşımdaki adama bakıyordum.
"Lütfen anlatın. Anlatın ki sussunlar."
"Bir Aşk ne kadar tehlikeli olabilir?"
Yavaş adımlarla pencereden uzaklaşmaya başlayarak tekrar yanıma oturdu. İri ve kırışmaya yüz tutmuş elini saçıma yerleştirdi ve okşamaya başladı. Şefkatli hali gözlerine yansımış ağlamamak için kendini sıkıyordu.
Neden bana şefkatli davranıyordu ki? O adamın kızıydım ben. Kendi canından, kanından parçasını öldüren bir adamın kızının saçını okşuyordu. Bana kötü davranması gerekirken, neden böyle bir yaklaşım gösteriyordu ki? Neden beni karısının bulunduğu bir eve getirmişti?
"Peki siz neden bana böyle davranıyorsunuz? O adamın kızı olmam hiç mi tiksindirmiyor sizi?"dediğimde saçımdaki eli duraksayarak geri çekildi.
"Zeliha..." Derken kendi kendine konuşurcasına bir hâlde tekrar ayağa kalkarak derin bir iç çekti içine.
Benim ismimi dile getirmesine şaşırarak yutkunurken uzun zamandır Zeliha ismini duymadığımı farkettim. Herkesin diline yapışan Zeliş ismime alışmıştım.
"Ne kadar saplantılı biri olduğu çok açık değil mi?.. O adam, yani baban olacak o adam..." Bedenini bana doğru çevirdiğinde kahve gözlerini bana dikti.
Bu gün çok fazla bilgi içen beynim, gerçeklik kadehinden birkez daha yudumlarken harfler boğazına takılı kalarak yırtıp geçti. Yuttuğu gerçek, ruhu istila ederek bedeni sıkarken, kesilen soluklara aç ciğerlerin koyulaşarak rengi değişti.
"Kendi kızına... Âşık olduğu kadının ismini, kızına vermiş... Miraç'ın annesinin ismini sana vermiş."
Bir şok dalgası bedenime çarparak titretti. Ruhumu sarsan cümlelerin dikenleri bedenime batarken, yutkunamadım. Putlaşan vücudum öylece oturduğu yerde dururken dilim lal olmuş gibi kendini suskunluğa kilitledi.
Benim aksime dik duran adam tekrar dudaklarını aralayarak bedenimi kor gibi yakan cümlelerine devam edecekken, bizden ayrı beliren ses susmasını sağladı. Cebinden çıkardığı telefonunu çatılan kaşlarının ardından açarak kulağına dayadığında beni unutmuş gibi kapı çıkışına doğru ilerlemeye başlayarak, gözden kaybolmuştu.
'Zeliha'
'Miraç'ın annesinin ismi.'
Düşünceler eşliğinde oturduğum yatağa iyice uzanarak gözlerimi kapadım. Gözlerimden geçip giden sahneler sonucu, tekrar aralayarak tavana dikmiştim bakışlarımı.
O an aklıma gelen rüyamın anlamını çözer gibi kaşlarım çatıldı.
Miraç, bana seslenirken onu uçurum kenarında bulmuştum. Sonra arkamdan çıkap, gelen annesine gitmesini, onu çağırmadığını söylemişti. Ama aslında ona sesleniyordu.
Belki de bana sesleniyordu, bilmiyorum. Çelişkilerde sulanan beynim her türlü konuyu önüme sürüyordu. Beynimin derinliklerinde boğulan anıların boğuk çığlıkları zihnimin sessizliğini yok ederken, anlamsız seslere kulak tıkadım. Sanırım biraz uykunun zararı olmazdı. Ya da uyuya bilirsem...
* * *
MİRAÇ ULUHAN'dan...
Kulağımda çınlayan uğultulara karışan başımdaki ağrının üzerine, bedenimde hissettiğim buz gibi soğuklukla titredim. Ağzımdan kaçan boğuk inlemelerle başımı sallayarak yüzümdeki ıslaklığı dağıtarak gözlerimi araladım.
En son ne olduğunu düşünmeye başlayan zihnimin önüne serilen dosyada Gûrkan'ın mekanına varmadan başıma aldığım darbenin etkisiyle bayıldığımı hatırlattı.
Gerilen vücuduma eklenen sinirle etrafa baktığımda bir sandalyede, ellerim arkadan bağlı olduğunu ve önümde elinde boş kovayla duran iki adamı gördüm. Piç herif üzerime kova dolu buz su dökmüşlerdi.
Nerede olduğumu bilmediğim yerde dolaşan gözlerim önümdeki adamlara dikildi.
"Sahibiniz kim lan sizin itler?!"
Elinde kova duran adam söylediğim cümleye sinirlenmiş olsa gerek kovayı kenara atarak üzerime gelmeye başladı. Ne yapacağını merak eden tarafımı def ederek sustururken, dudaklarımdaki gülümsemeyle sırtımı dikleştirdim. Korkacağımı mı sanıyordu pezevenk.
Yumruk şeklini alan elini kaldırarak bana vuracakken, gürültülü açılan kapının sesiyle duraksadı. Kimin geldiğine bakmadan bunu fırsat bildim ve önümdeki adama doğru, hızla ayağımı kaldırarak karnına vurdum.
Geriye doğru sendeleyen adam yere düştüğünde, gülümsemem yüzümde büyüdü. Başımı iki yana sallayarak ters bir bakış attım ve kimin geldiğine baktım. Gözlerime çarpan beden kaşlarımın çatılmasına sebep olurken sinirle dişlerimi sıktım.
"Aptal herif!" Diye söylenirken bulunduğum duruma gülsem mi, sinirlensem mi bilemedim.
"Olduğun konumu unutma Uluhan," Bana doğru atılan adımlarına dik dik bakarken söylediği cümleleri ona nasıl yedireceğimi düşündüm. Elimden kurtulamayacaktı.
"Benim mekanımın etrafında dolandığını duydum. Nedir karın ağrın; dök."
"Gürkan..." Dişlerimin arasından tıslarcasına konuşmamı sürdürdüm. Bu piç herif bilip bilmeden beni buraya kapatamazdı. Üstelik ellerimi bağlamıştı.
"Lan göt. Konuşmaya gelmiştim!"
"Yeme bizi Uluhan. Sen daha çok beden dili ile konuşursun."derken az önce yere devirdiğim adamı işaret etti.
Derin bir soluk çekerek sakinleşmeye çalıştım. Göğsüm sık nefeslerimden dolayı inip kalkarken, gözlerimi yumarak içimden ona kadar saydım. Ama yok, aklıma beni buraya bağladıkları, başıma vurdukları ve söylediği cümleler geldikçe sinirim daha çok yükseliyordu.
"Ekrem Çetiner." Dedim direk konuya atlayarak. Lafı dolandırarak burada bağlı kalma zamanımı arttıramazdım.
Söylediğim ismin ardından gerilen yüzü ve donuklaşan gözlerine gittikçe sinir duygusu yerleşti. Tıpkı benim bedenimde de olduğu gibi. O adamın adını bile anmak istemiyordum. Sırf dudaklarımı kilit altına alır, bu ismi bir daha söylememek için her şey yapardım. O adamın ismi gibi kendisini de bu dünyadan soyutlayacağım.
"O adama karşı benimle birlik olma teklifini sunmaya geldim. Biliyorum, sen de o adamdan en az benim kadar nefret ediyorsun. İntikamını almak için sana bir fırsat." Kaşlarımı kaldırarak bir cevap beklerken, yan tarafta duran adamlara bir bakış attım. Ne olup bittiğini çözmeye çalışıyorlardı.
"Dışarı çıkın!"
Gürkan adamlarını dışarı çıkardığında kapının kapanmasından sonra tekrar bana döndü. Gözlerinde beliren tedirginlikle önümde durduğunda, ikilemde kaldığını anladım. Onu ikna etmek için birşeyler söylemeyeceğim. Bunu kendi düşünüp aklında tartması gerekiyordu.
"Artık Mafya değilim biliyorsun. İki yıldan fazla oldu bu işi bırakalı."
"Bu seni engeller mi?"
"O adamın kızı..." Dediğinde boğazıma yerleşen yutkunma hissi miğdemi kazıdı. Sertçe yutkunurken Zeliş'i aklımdan uzaklaştırmayı denedim. Şuan onun sırası değildi. Hem de hiç.
"Onu öldürdüğünü duydum. Bu tıpkı uyuyan yılanı uyandırmak gibi. O adam sandığın kadar pasif biri değil Miraç. Şimdiye çoktan sana ait planlar kuruyordur."
"Seni zorlamaya gelmedim. Sadece bir teklif bu. O adamdan da, hiç kimseden de korkmuyorum. Şimdi çöz şu ipleri belanı sikmeden!"
"Bana dokunmayacağına söz ver."
"Lan piç herif. Bu kadar korkuyordun mağdem ne diye beni bağlattırdın buraya!"
"Geçen seferki gibi düşmanlığa geldin sandım."
"Öyle olsaydı adamlarımla beraber gelirdim." Gözlerine yansıyan korkuya sinirle göz devirdim. Haklı olduğumu anlamış gibi başını salladı.
Yaklaşarak arkama geçti ve ipleri çözdüğünde, serbest kalan bileklerimi ovuşturdum. Gerzekler sıkı bağlamışlardı. Oturduğum sandalyeden ayağa kalktığımda karşımda duran Gürkan'a sinirimi kusarcasına bir yumruk attım.
"Ah!... Lanet olsun! Dostum bari haber verseydin." Sızlanarak burnunu tuta tuta yere çöktü. Tek bir yumrukla kurtulduğuna şükretmesi gerekirken, homurdanmasına dudaklarımı kıvırdım.
"Arabam?" Dedim sorarcasına kaşlarımı kaldırarak bir bakış attım.
"Dışarıda duruyor."
"Belki de hata yapıyorumdur seni yanıma almakla..." Diyerek olumsuzca başımı salladım ve kapıya doğru yürüdüm.
Aslında Gürkân güçlü biriydi. Dövüş eğitimli, ustaca silah kullanan biri olduğunu biliyordum. Ama bu yumruğu hak ettiğini o da biliyordu. Bilip bilmeden beni âlı koymanın suçunu çekiyordu şimdi. Yoksa bana karşı çıkabilirdi.
"Duygusuz."
Arkamdan çıkardığı homurtulara kulak asmayarak kapıyı açtım ve karanlık koridorun çıkışına adımlarımı yönettim. Büyük depo görünümlü, rütubet kokan pis yerden çıktığımda temiz hava ciğerlerime hücum ederek yerleşti.
Hava kararmıştı. Kapıda duran adamların anlamsız bakışlarını görmezden gelerek, ilerde duran arabama doğru ilerledim ve beklemeden hızla bindim. Elimi cebime atarak telefonumu çıkardığımda şarjının bittiğini gördüm. Tam da sırasıydı şimdi.
Dudaklarımın arasından bir küfür savurarak etrafa baktım. Burayı biliyordum. Neyseki eve fazla uzak değildi. Hızla kontağı çevirerek arabayı çalıştırdım ve gaza basarak eve doğru sürdüm.
Akıp giden yolların arasında, kestirdiğim bölgeye dakikalar sonra yetiştiğimde bahçeye fırlayan Emre şaşkın gözlerle bana doğru bakıyordu. Beni beklemediği apacık belli olan yüzüne umursamazca bakarak arabadan indim.
"Abi... Sen... Sen nasıl kurtuldun?.." Ardımda yürüyerek adımlarıma eşlik ediyordu. Şaşkınlığından konuşamaz haline başımı sallamakla yetinirken bu merakına anlam veremedim. Neden bu kadar merak etmişti beni? Ölsem çok mu umurunda olacaktı? Belki birkaç gün üzülür sonra eski haline dönerdi. Olacak olan buydu.
Eve girdiğimde ilk işim yukarı çıkarak yatak odasındaki şarj aletine telefonumu takmak oldu. Arkamdan odaya giren Emre'ye kaşlarımı çattım. Tamam işte gelmiştim. Hala neyi öğrenmek istiyordu bu çocuk? Neden kurcalıyordu bu kadar?
"Abi... Bir şey söylemeyecek misin?"
"Ne söyleyeceğim? Geldim işte. Git evine uyu."
"Saatlerdir seni arıyoruz. Dayın iki de bir arayarak seni soruyor. Yeter bu kadar kendine gel Miraç! Herkes merak içinde seni düşünüyor. Aklımıza neler geldi bir bilsen, yine o adam seni aldı diye-" diyerek konuşuyorken hızla susması için elimi kaldırarak işaret parmağımı sinirle ona doğrulttum.
"Sakın..." Dedim dişlerimin arasından tıslarcasına. O günleri aklıma getirmek istemiyordum. O günlere dair hiç bir cümle kurulmayacaktı benim yanımda. Söylenmeyecekti! Bir salaklık yaparak sarhoşken Emre'ye anlatmıştım ama konu kapanmıştı.
"Gürkan ile konuşmaya gittim ve iyiyim. İyiyim Emre," dedim gözlerim ona dikili kalırken. Tüm adamlarımdan değerliydi benim için bu çocuk. Onu kırmak istemiyordum ama bazen beni çok fazla zorluyordu. Derin bir soluk çektim içime sakinleşmek için.
"İyiyim."
Arkamı dönerek banyoya doğru ilerledim. Kapıyı çarparak kapattım ve üzerimdekileri soyarak duşa kabine girdim. Suyu ayarlamadan açtığımda bedenime çarpan soğukla hafif titresem de umursamadım. Birkaç dakika sonra ılıklaşan su üzerimden akıp giderken, başımdaki sızı kendini hatırlattı.
Duştan çıktığımda çekmeceden bir havlu alarak belime doladım ve bir başka havlu daha alarak banyodan çıktım. Evin sessizliği, odanın boşluğu bir an tuhaf geldi. Ben alışmıştım sessizliğe fakat bu bir aydır evde gezen bir başka ayak sesi, yatakta olan bir başka soluk sesinin yokluğu çarpıyordu şimdi.
Elimde ki havlu ile saçlarımı kurularken, şarjda duran telefonumu aldım ve dayımı aradım. Fazla sürmeden hemen telefonu açmıştı.
"Miraç nerdesin sen? Nasıl böyle bir hata yaparsın sen oğlum?!"
"Gûrkan ile konuşmaya gitmiştim. Mal herif, adamlarımla gitmediğime rağmen beni yanlış anladı. Neyse işte konuştum onunla. Gerisi kendi bileceği iş. Ve şuan evdeyim."
"Merak ettik be oğlum. Zeliş'de anladı birşeyler olduğunu. Seni sorup duruyordu. Ne zaman geleceğini soruyor durmadan."
Zeliş... İsmi her anıldığında içimden geçen titreme bedenimi ele geçiriyordu. Hala anlamıyorum. O adam nasıl kendi kızına benim annemin ismini verebilirdi? Peki ya Zeliş, neden beni soruyordu? Neden merak ediyordu ki? Düşündükçe beynim patlayacak gibi oluyordu.
"Şuan gelmeyeceğim, biliyorsun dayı... Peki o nasıl? Yani durumu... Yarası yani... Vurulmuştu ya hani..."Diyerek saçmaladığımda elimde ki havluyu yatağa attım ve yüzümü sıvazladım. Ne biçim konuşmaydı bu? Saçma salak konuşmak bana göre değildi.
Kendine gel Miraç.
Boğuk bir kıkırdama sesi geldiğinde, gözlerimi devirdim. Mutlaka yanlış anlamıştı dayım. Ben annemin ismi anıldığı için öyle saçmaladım. Bunu onun bilmesi gerek. Başka türlüsü olmazdı.
"Daha iyi... Az önce baktım, yukarıda odasında uyuyor şuan."
"Tamam dayı. Ben kapatıyorum sonra konuşuruz." Cevabını beklemeden kapattım ve telefonu tekrar şarja taktım. Ben cevabımı almıştım. Dayım zaten en ufak bir şeyde beni arayacağını söylemişti. Uzatmaya gerek yoktu.
Dolaba ilerleyerek çekmeceden iç ve bir eşofman altı çıkararak ûzerime geçirdim. Yorgunluğun üzerine kendimi boş yatağa bıraktığımda gözlerim tavanda dolaştı. Ne gündü ama, derken içimdeki bitkinlik gözlerime akın ederek kapanmasını sağladı.
***3 Hafta sonra***
Kan ter içinde uzandığım yataktan hızla doğrulduğumda gözlerim boş boş etrafı süzdü. Aklımda dolanan kabusluğun gerçek yüzü boğazımı kuruttu. Ellerim yüzümü sıvazlayarak boynumdan enseme doğru kayarken, derin soluklar alıyordum.
Yine her zamanki kabus peşimi bırakmayarak uykumu zehir etmişti. Zeliş evde olduğunda gece o uyurken yanında uyurdum. Garip olan şey ise onun yanında kabus görmüyordum.
İlk gece onun yanında uykuya daldığımda kabussuz geçen gece bana şaşkınlığın büyüğünü yaşatmıştı. Sonraki gecelerde ise bilerek yanında yatmaya başlamıştım. Ama şuan boş yatakta uyumak, zehirleyerek bedenimi soluksuz bir geceye sürüklüyordu. Çok saçma bir durumdu bu. Belki de tesadüftü. Başka bir açıklaması olamazdı bunun.
Aklımdaki saçma düşünceleri ve kabusu def ederek ayağa kalktım. Komidinin üzerindeki telefonu aldım ve odadan çıkarak aşağı inmeye başladım. Bir su içip kendime gelmeliydim.
Aşağı indiğimde telefonun ekranından saate baktım. Gecenin üçünü gösteren saate bir homurtu çıkararak, mutfağa girdim ve dolaptan bir su şişesi çıkararak kapağını açtım. Bardak bulmakla uğraşmayarak başıma diktiğim şişenin soğuk suyu boğazımdan kayarak içimi serinletti.
O anda mutfağın sessizliğini bozan bir ses yankılanarak mutfakta dolanırken, kaşarımı çatarak şişeyi indirdim ve dudaklarımdan uzaklaştırdım. Telefonun uğursuz zil sesi kulaklarımı patlatıyordu adeta.
Bu saatte kimdi bu arayan?
Boştaki elimi cebime atarak telefonu çıkardım ve ekrana yazan numaraya bakışlarımı diktim.
'Gizli numara'
Gözlerim kısılarak telefondaki yazan yazıya takılı kaldı. İçimin huzursuzluğu açmamam gerektiğini bağırırken onu dinlemeyerek ekranı kaydırdım ve telefonu kulağıma dayadım.
İlk birkaç saniye ses gelmezken birilerinin oyun oynadığı sanarak kapatacakken, hayatımı bitiren ses sonunda duyuldu.
"Görüşmeyeli uzun zaman oldu, Miraç Uluhan..."
Kulaklarıma sızan tanıdık ses tüm dengemi alt üst etmeye yetti. Bedenime yerleşen sinirle elimdeki telefonu sıkarken diğer elimde duran su dolu şişeyi avucumda buruşturuyordum. Cevap verme gereksiniminde bulunmayarak, telefonu kapatacakken tekrar konuştu.
"Seninle konuşmak isteyen biri var."Dediğinde kısılan gözlerime eşlik eden çatık kaşlarımla beklemeye devam ettim.
Kimin benimle konuşmak istediğini düşünmeye başlarken, geçen saniyeler sonucu telefonun ucundan yankı yapan soluk seslere karışan bir başka ses beynime saplanan ok gibi vücudumu benden bağımsız kıldı.
"Abi..."
Titrek ve sönük bir kız sesi...
Kalbim atmayı unutmuşcasına durmuş gibiyken, elimdeki sıktığım şişe avuçlarımdan kayarak yerle bütünleşti. Ciğerlerim bir nefese muhtaç kalırken, lal olan dilimle mutfağın ortasında donup kaldım.
* * *
Bölüm sonu...
Evet.... Bölümle ilgili yorumları alayim :D
Bu arada yazım hatalarım vardır eminim. Düzeltmeme rağmen bazen Wattpat kaydetmiyor. Mağzur görün lütfen :")
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro