11.BÖLÜM
***
Âşkın rengi mi olurmuş? Benim ki gökkuşağı renginde, o ne olacak?...
DİLÂ ATAY
"Dilâ masa beşe bakar mısın?" Gözüm masa beşe çevrilirken, iki erkek karşılıklı oturduklarını gördüm.
"Tamam bakıyorum." İstemeye istemeye oraya doğru ilerledim.
Yorgunluktan ölecektim. Zaten sabah erkenden gelip kafeyi açan ve temizleyen benim. Bir de oraya buraya koşturup duruyorum. En önemliside günlerdir Zeliş ortalıklarda yoktu.
Merak edip evine gitsem de kapıyı cinler bile açmamıştı. Ya da ruhlar. Yok yok cinler. Aman herneyse. Sonuç; Zeliş yoktu.
"Buyrun, ne istersiniz?" Diyerek masada ki iki yakışıklıya göz süzdüm.
İkisinin de gözleri bana çevrilirken, şirince gülümsedim ve cevap vermelerini bekledim.
"İki sade kahve." Esmer olan konuşunca istemeden dudak büzerek başımı olumlu yönde salladım ve elimde ki not defterine siparişleri yazdım.
Ama ben esmer sevmezdim ki. Neden sarışın cevap vermedi? Belki bir adımı sorardı, sonra memleketimi, sonra oturduğum yeri derken en son numaramı alırdı. Sonra hergün mesajlaşırdık. Bana aşık olup evlenme teklifi ederdi. Sonra çocuklarımız-
"Bir şey mi oldu hanımefendi?"
"Ha." Bir an da ağzımdan çıkan anlamsız kelimeyle içimden kendime küfrettim. 'Ha' nedir Dilâ?
"Hala buradasınız?"
"Aaa şey... Çok pardon. Ben siparişleri getireyim."
Hızlı adımlarla masadan uzaklaşarak tezgaha doğru ilerledim. Siparişleri alarak tekrar masaya ilerledim ve kahveleri masaya bıraktım.
"Afiyet olsun."
Masadan uzaklaşmaya başladım. Tekrar laf yemek istemiyordum. Açılan topuzumdan firar eden tutamları kulağımın arkasına tıkıştırırken, alnıma aldığım sert darbeyle geriye doğru sendeleyerek kalçamın üzerine devrildim. Ağzımdan kaçan inlemeye ettiğim ağır küfürler karışırken çarptığım duvara baktım.
Gözlerime ilk bir çift siyah renk ayakkabı takılırken, yavaşça yukarı doğru çıkarttım. Ama duvarın iki ayağı var mıydı? İki bacak, iki el, iri geniş omuzlar, boyun, bir dudak, kirli sakal ve bir çift kahve gözler. Ama bu bir insan. Yok insan değil. Bu bir uzaylı kesin.
Ve Esmer!
"Bitti mi?" İki kaşını kaldırarak tepeden bana bakıyordu. Ne uzun boyu vardı bu uzaylının?
"Ne?" Başımı eğerek bulunduğum duruma bakarken, hala yerde oturuyor olduğumu gördüm. Evet ya, bu öküz önüne bakmayarak bana çarpmıştı.
"Gözlerin süzmeyi bir bitiremedi."Dediğinde hızla ayağa kalktım. İşte şimdi boyuna yetişmiştim. Yani azıcık.
"Evet. Ne de olsa Dünya'ya her gün bir uzaylı inmiyor değil mi?" Gözlerini devirerek tekrar bana baktı ve biçimli dudaklarını aralayarak konuştu.
"Benimle geliyorsun."
"Benim uzaya alarjim var ama gelemem." diyerek gıcık bir şekilde sırıttım. Ne güzelde normal bir şeymiş gibi 'Benimle geliyorsun' diyordu.
"Bak kızım. Senin şımarıklığını şuan hiç çekemem," Koyulaşan gözleriyle bana doğru bir adım attı.
"Şimdi benimle geliyorsun."
"Beni çek diyen mi var sana! Git belanı başkasından ara, işim var benim de." Arkamı döndüm ve saygısız heriften uzaklaşarak tezgaha doğru ilerledim.
Ancak birden havalanan bedenimle çığlığı basarken kendimi baş aşağı bir sırta bakarken buldum.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!? Bıraksana! Ya bırak!"
Allah'tan patron bugün yoktu. Yoksa bu rezilliği nasıl açıklardım hiç bilmiyorum. Kaldı ki, bu adamı tanımıyorum bile. Ya delinin tekiyse? Acaba tımarhaneden mi kaçtı? Yok yok Dilâ iyi düşün, iyi olsun.
"Yardım edin!" Başımı hafif kaldırıp etrafta gülerek bizi izleyen insanlara baktım.
Kimse yardım etmiyordu. Kafeden çıkana kadar beni omuzuna atan öküzün sırtına sayısız kez indirdiğim yumruklarım elimi sızlatmıştı ama bu dangalak da tık yoktu.
Bir arabanın yanına gelerek beni yere indirmeden yolcu koltuğunun kapısını açarak bindirdi. Tam yeniden inecekken kilitlemesiyle sinirle kapıya elimle vurdum.
Arabanın çevresinde dolaşarak söför koltuğuna hızla bindi ve beklemeden yola akıttı arabayı. Dili ise kilit vurulmuş gibi konuşmuyordu!
"Kimsin sen!?"
"Nereye gidiyoruz? Beni neden alıkoyuyorsun? Bu bir suç! Şikayet edeceğim seni. Hapislerde sürüm sürüm süründüreceğim. Sen görürsün. Cevap versene! Nereye götürüyorsun beni? Bak ben sana bir şey yapmadım. Derdin kimleyse git onunla yüzleş. Hadi beni bırak. Bak daha gençsin, yakışıklısın yani. Gençliğini hebâ etme-"
"Kızım bir sussana!" Birden bağırarak konuşurken kelimelerim boğazıma tıkandı.
"Ne çene varmış sende."
İşte bu! Her zamanki gibi çok konuşmam işe yarıyordu. Yoksa bu öküzün ağzından laf alamazdım. Benim yöntemim çok konuşan çenemdi. Bir de yapmayacağımı bilmelerine rağmen yaptığım şeylerdi.
'Hadi bakalım Dilâ göster kendini.'
"Nereye gittiğimizi söylemezsen arabadan atlayacağım." Diyerek hızla açtım yanımda ki kapıyı. Kendisi arabaya bindiğinde kilitlemeyi unutmuştu dangalak herif.
"Saçmalama kapat o kapıyı."
"Hayır." Derken kararlı duygularla dolu gözlerimi ona diktim. Ona inandırmam gerekiyordu ki, ben ciddiydim. Eğer söylemezse gerçekten atlardım.
"Allah'ım çattık ya," Bana bir bakış atarak, başını olumlu yönde salladı.
"Tamam. Tamam anlatacağım kapat o kapıyı şimdi."
Dudaklarıma yerleşen gülümseyle kapıyı kapatarak arkama yaslandım.
"Seni dinliyorum."
"Çok sağol gerçekten büyük başarı." diyerek gözlerini baydı ve kısa biran kahve gözlerini bana çevirdi.
"Seni, Zeliş'in yanına götürüyorum-"
"Ne! Zeliş'in mi? Bir dakika sen onu nereden tanıyorsun!"dediğimde seslice nefesini dışarı verdi.
"Dinlemeyeceksen anlatmayacağım." Sıktığı dişlerinin arasından tıslayarak konuşması beni az da olsa korkutmuştu. Ama çok az. Dudaklarıma fermuar çeker gibi yaparak sustum.
"En son yapacağım şey o olacak."
Gel de cevap verme. Kendisi nasıl bu kadar umursamaz oluyorsa artık.
"Zeliş ve benim abim kadar yakınım olan Miraç, evlendi. Sakın açma ağzını!" Şaşkınlıkla açılan dudaklarım alınan uyarıyla hızla kapandı.
"Gidince öğrenirsin herşeyi. Benden bu kadar."
Bir daha konuşmamak üzeri susarken beni de susturdu. Nasıl Zeliş evlendi der bu adam ya anlamıyorum. Hem neden benim haberim yokken bu dangalağın haberi vardı herşeyden? Adama dangalak diyip duruyordum. Sanki bir adı yoktu.
Gerçi adı her ne ise 'Dangalak' kadar uyacağını sanmıyordum.
"Adın ne?" Dedim gözlerimi ona çevirerek. Yakışıklıydı ama hiç tipim değildi. Ben esmer sevmiyordum bir kere.
"Emre. Ve ne olur gidene kadar sus."
"Aman be. Seninle de konuşulmuyor ki." Kollarımı göğsümde toplayarak yolu izledim. Vardığımız yerde ben sana yapacağımı biliyorum.
Gideceğimiz yer de yani Zeliş'in yanında halbuki hıncımı çıkaracaktım ama istediğim gibi olmamıştı. Zeliş'i gördüğüm an ona atılmış arkamda ki öküzü unutmuştum. Onu hatırlayıp arkamı döndüğümde ise çoktan ortadan yok olmuştu.
Zeliş beni eve davet edince evin muhteşemliği beni büyülemişti. Buna karşın Zeliş'in neden acilen evlendiğini öğrenmiştim. Babası olacak pis herif yüzünden yıldırım nikahı kıymıştı.
Onu özlemiştim. Kahve içerek sohpet ederken Zeliş'in her zamanki gibi suskunluğunu koruması dikkatimden kaçmamıştı. Ama üstelemeyerek her zamanki Dilâ oldum.
"Bahçeye çıkalım." diyince kabul ederek arkasından ilerledim. Bahçe de en az ev kadar muhteşemdi. Hele ki ortadaki havuzun etrafını süsleyen çiçekler çok daha güzeldi.
Çiçekler sevilmez mi hiç.
"Emre bahçede durmaz." diyen Zeliş'e, "Nerede duruyor?" demek en aptalca sorumdu. Bana ne onun nerede durduğundan?
"Yani onun nerede durduğunu merak mı ediyorsun?" Zeliş hınzırca gülümserken benim kekelemem daha bir aptalcaydı.
Ona kekeleyerek cevap vermiştim telaşlanarak. Neden telaşlandımı ben de bilmiyordum. Ben kekelemezdim ki. Ne oldu birden anlamadım.
Bahçede ileride çok şirin döşenmiş olan daire de durduğunu söylemesiyle gözlerim orayı süzmüştü. Yeşillerim bir an pencereye takılırken, Emre denen o öküzün, onu görmemle yüzüme perdeyi örmesi bir olmuştu.
Nasıl bu kadar saygısız, ökûz ve dangalak olabiliyordu? Bir selam bile vermedi. Sanki düşmanıymışım gibi.
Zeliş'e, Emre'ye olan sinirimi kusarken onun gülmesi beni daha da sinir etmişti.
En büyük darbe ise Emre'nin beni eve bırakma teklifiyle geldi. Hayır yani bir selam vermeyip perdeyi örtüyorsa şimdi de beni umursamasın değil mi?
Beni zorla omuzuna alarak tekrar arabaya bindirmişti. Yetti ama! Her defasında bunu yapıyordu. Anladık kaslısın da bunu gözümüze sokmana ne gerek var?
"Sen bir Allah'ın selamını verme. Sonra zorla arabaya tık beni evime bırak. Hem ne var omuzunda anlamadım. Beni taşımaya pek bir meraklısın galiba. Tabi gördün benim gibi güzel kızı..." Araba yolda ilerlerken Emre'nin sabır çekmesiyle gözlerimi kısarak ona baktım.
"Zayıf değilsin, güzel hiç değilsin." Konuşmamın ortasına dalarak bana söyledikleri gözlerimi irileştirdi.
"Ben mi?" Dedim inanamazca.
"Evet sen. Ayrıca şu kalçan-" dediğinde hızla ona doğru atılarak parmaklarımla ağzını kapadım.
"Benim kalçam büyük değil!" Sesim arabada yankı yaparken birden araba sola doğru geçiş yaptı ve durdu.
Emre gözlerini bana dikerek parmaklarımı dudaklarından ayırınca gözlerim bir an elime kaydı. Benim elim az önce onun dudaklarında mıydı? Ve şu an eli elimdeydi. Ne yapmıştım ben? Derince bir yutkunma boğazımdan aşağı inerken gözlerimi kaldırarak Emre'ye baktım.
"Manyak mısın kızım sen?! Kalçanı el firenine doğru kaydırmışsın, geriye git diyecekken lafı nereye düğümledin. Sen gerçekten tam bir tımarhaneliksin."
Söyledileri kaşlarımın çatılmasını sağlarken kendi aptal beynime bir kez daha sövdüm. Hep Zeliş'in suçu. Her defasında 'Koca popolu' diyerek aklıma yerleştirdi. Şimdi de Emre bana çirkin dediğinde, onun da bana öyle söyleyeceğini sanmıştım.
Emre'den uzaklaşarak kendi yerime geçtim ve kollarımı göğsümde bağlayarak, yolu izlemeye başladım. Emre arabayı tekrar çalıştırdı ve sürmeye başladı.
Acaba gerçekten o kadar çirkin miydim? Ya da kalçam dedikleri kadar büyük müydü? Belki de ben görmüyorumdur göz alışkanlığından. Evet, kesinlikle öyledir. Bundan sonra biraz spor yapsam iyi olur.
'Sanki kafe de oradan oraya koşturmuyorsun.'
İç sesim de doğru söylüyordu aslında. Ama olsun yine de spor yapmalıyım. Bir de az yemek yemeliyim. Kuaföre gidip bir güzellik maskesi de yapmalıyım. Yüzüm açılır biraz. Saçım, onu da kessem mi acaba?
"Kusura bakma seni kırdıysam."
Arabada ki sessizliği Emre bozdu. Başımı çevirerek ona döndüğümde gerçekten bana söylediğini anladım. Belki telefonla konuşuyordur sanmıştım. O kadar umursamaz olunca insan böyle düşünüyordu.
"Gerçekten o kadar çirkin miyim?" Dedim kaşlarımı kaldırarak.
Gözü birkaç saniye bana çevrilirken yüzümde dolaştırdığı kahve rengilerini kırpıştırarak tekrar yola çevirdi.
"Aslında güzelsin. Güzelsin derken, yani iyisin. İdare edilir yani. Kusur falan yok ama iyidir. Yeşil gözlerin daha iyi..." Diyince birden kahkahayı bastım.
"Tamam, tamam. Anladım ben." Tek eliyle yüzünü sıvazlayarak ofladı.
"Sorma kızım bana böyle şeyler." Çatılan kaşlarıyla yolu izlerken gözüm bir an olsun ondan ayrılmıyordu.
"Niye ki? Façan mı bozulur?" Diyerek tekrar kahkaha attım.
Çok tuhaf biriydi. Sert duruşu vardı ama yumuşak kalpliydi. Bunu bir gün de olsa da öğrenmiştim.
Birden yolun kenarında gördüğüm şeyle arabanın içinde istemsizce bağırdım.
"Dur!"
Emre hızla arabayı durdurdu. Emniyet kemeri takmadığım için torpidoya kafa atsam da çok hafif çarptığı için umursamadım.
"Ne oldu? Neden birden bağırdın?" dediğinde parıldayan gözlerimle karşıda ki Pastane'yi gösterdim.
"Bunun için mi bağırdın?" Sorduğu soruyu başımı sallayarak onayladım. Gözlerini devirerek bu kez iki eliyle tekrar yüzünü sıvazladı.
"Konuşmayacağım. Konuşmayacağım..." Kendi kendine konuşmasıyla dudaklarımı birbirine bastırdım ve şirince gülümseyerek avucumu ona doğru uzattım.
Elini yüzünden çektiğinde, gözleri avucuma kaydı. Kaşları daha çok çatılarak anlamazca bana baktığında gözlerimi baydım ve yûzümdeki şirin ifadeyi sildim.
"Sayende çantam kafe de kaldı. Üzerimde param yok."
"Niye ben veriyormuşum parayı?"
"Merak etme, borç istiyorum. Kimsenin hakkını yiyecek değilim. Ayrıca beni kafeden zorla alıp götüren sensin."dedim sinirle. Borca verecekti alt tarafı. Ne vardı bunda?
Derin bir nefes alarak elini cebine attı. Cüzdanından bir miktar para çıkararak bana uzattığında hızla alarak arabadan indim. Pastane'ye girip birkaç küçük çikolatalı kekler aldım ve tekrar arabaya bindim.
Emre arabayı sõylediğim adrese doğru sürerken ben keklerime gömülmüştüm. Çikolatalı küçük keklerden başka gözüme bir şey gelmiyordu. O çikolatanın kek üzerindeki yumuşaklığı ve tadı öyle hoş ki, anlatılamazdı.
Birkaç dakika sonra araba durduğunda sadece bir kek kalmıştı. Sonradan aklıma dank eden gerçekle bir elimdeki çikolatalı keke, bir de Emre'ye bakarak aralarında mekik dokudum.
Ona ikram etmeyi unutmuştum. Ve benim takıntım olan bir gerçek daha vardı. Yediğim şeyin dibini görmeden içim rahat etmezdi. Yani bu elimde ki son keki yemezsem sanki hiç yememişim gibi gece uyuyamazdım.
"İster misin?" dedim yutkunarak.
'Ne olur isteme.'
"Tatlı sevmem." Dediği an elimde ki küçük çikolatalı keki ağzıma tıktım.
"Ama..." Gözleri bana çevrildi. Şaşkınlıkla, "Tadına bakmak..." diyip dudaklarını birbirine bastırarak sustu.
Keki yuttuğumda rahatlayarak şirince gülümsedim. Geç kalmıştı. Lafı eveliyip çevirmeseydi bana ne.
"Borcum borç. Ve teşekkürler eve bıraktığın için." Kapıyı açarak ineceğim sırada, "Dur." diyerek bileğimi tuttu.
Başımı çevirerek ona döndüğümde diğer elini kaldırdı ve yüzüme doğru yaklaştırdı. Dudağımın kenarına değdirdiği baş parmağıyla birden gözlerim irileşti. Ne yapıyordu bu?
"Dudağın..." Kahve gözlerini dudağımdan ayırarak yeşillerime karıştırdığında kalbim davul çalmaya başladı kulaklarımda.
"Çikolata bulaşmış."
Saatlerdir gülümsemeyen adam gülümseyerek benden uzaklaştı ve, "Çocuk gibisin." dedi.
Bense dudağıma değdirdiği parmaklarının etkisindeydim. Acaba benim parmaklarım onun dudaklarındayken o da böyle hissetti mi? Hayır Dilâ, saçmalama. Bu öküz dangalak hiçbir şey hissetmez...
* * *
Bölüm sonu...
Yeni bölümde görüşmek üzeri💕
Not; Yorum ve votesiz geçme.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro