Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

bölüm üç;; ❲ ⚰️ ❳ bir öğle uykusu gibiydin, uyandığımda gitmiştin .





çoklu zaman: günün tamamı
hava bulutlu ── ❛ bir öğle uykusu gibiydin,
uyandığımda gitmiştin ❜

Niçin yüreğinde korku besliyorsun? Niçin cesaretten, güvenden yoksunsun? ( Dante, ilahi komedya: cehennem )



sevgili günlük, sence gerçekten uyuzun teki miyim yoksa insanlar mı çok aptal? emin değilim. geçenlerde kurt seslerinin bir gece bile olsa kesildiği hakkında müjdeli bir haber veriyorum. gerçi bu beni çok mutlu kılmadı, bunu üzülerek söylemeliyim. çünkü az ötemde barış oturuyor ve arada bizim olduğumuz tarafa bakıyor. ne düşünüyor çok emin değilim ama eğer nefretimiz karşılıklı ise çok iyi şeyler düşündüğünü sanmıyorum.

inanır mısın, bazen o kadar keyfim yerinde oluyor ki iyi biri olduğunu düşünüyorum. sonra da öyle bir şey yapıyor ki ondan nefret ediyor ve yüzünü görmesem keşke diyorum. böyle de tuhaf bir ilişkimiz var. yine de aylin'den hoşlandığına kalıbımı basarım! ders esnasında arkasına dönüp kızın saçıyla oynuyor. hangi normal arkadaş ön sıradan arkaya dönüp arkadaşının saçıyla oynama zahmetine girer bilmiyorum. şahsen ben yapmazdım.

tek sıkıntı aylin mert'le daha samimi galiba, bu aşk üçgeninin içinden çıkamıyorum. arada belki de her şeyi ben uyduruyorum. emin değilim. bu aralar kendimi çok şeyi uydururken buldum.

ayrıca zaman hakkındaki tüm hislerim kaymış durumda, bu hafta dördüncü kez neredeyse bütün günümü yemiş gibi gelen bir duruma saplandım. sonrasında saate baktığımda ise neredeyse birkaç dakikanın geçtiğini gördüm. bu da paranoya yapmama neden oldu, sürekli acaba ben mi kafamda kuruyorum diye düşünüyorum.

oysaki biliyorum, ben deli değilim. diğerleri de değil, benim gibi bu durumu yaşayan bir çok kişiyi şahit gösterebilirim. biz birlikte bir şeyler yaparken onlar da bu durumu yaşıyor. belki de saatler durmuştur, kim bilir?

emin olduğum bir şey var o da hiçbir şeye güvenmediğim. sağlıkla kal günlük, seni seviyorum. ❜

Günlüğümü kapattıktan sonra etrafıma bakındım. Yazı yazarken izlenmekten çok hoşlanmıyordum. Yan sıramda oturmakta olan ve defterine bir şeyler karalayan Özlem'i izledim. Lara bu sefer Berfo ile oturmuştu. "Bak, işte bu Uygar hoca." dedi bana. Kel ve gözlüklü bir adam çizmiş ve koca bir konuşma baloncuğuna bir şeyler yazmaktaydı.

"Benzemiş." dedim tahtada ders anlatmaya çalışan fizikçiye bakarak. Özlem gerçekten resim yapmakta çok iyiydi. "Yine de sıkıcı, fizik dersi bende kusma isteği yaratıyor." dedi. "Bence öğretmenler anlatamıyor." diye düzelttim onu. kafasında bir şeyleri ölçüp tarttıktan sonra önüne döndü. "Her iki şekilde de anlamıyorum ya umrumda değil o yüzden." diyerek çizim yapmaya devam etti. Şimdi de edebiyatçıyı çiziyor ve dalga geçiyordu. Bir süre onu izledikten sonra rahatsız etmemeye karar verdim. Gün içinde çok sıkılmıştım.

Hazır dersten de kopmuşken saate baktım ve birkaç dakika sonra zil çalacağını teyit ettikten sonra oturduğum tahta masaya tükenmez kalemle şarkı sözü yazmaya başladım. "You say that I've been changing. That I'm not just simply aging. How could that be logical?"

"Ne yazıyorsun?" diye sordu yanımdan Özlem. "Paramore'dan bir parça." dedim ona. Bu aralar playing god'ı çok dinlemiştim. "Bilmiyorum, adını bile duymadım." dedi ve omuz silkti. Zil çalarken eskiz defterini çantasına tıktı ve Lara'ya bir şeyler söyleyerek kapıya yürümeye başladı. O anki ümitsizliğimle beraber ikili ile zerre ilgilenmeyen Berfo'nun yanına gittim ve onun heyecanla okul futbol takımı antrenmanıyla ilgili anlattıklarını dinlemeye çalıştım.

Bugün çok lanet bir gündü bu yüzden hiçbir şeye odaklanamıyordum.

"Öğle arası kadar güzel bir şey yok, hadi bahçeye çıkalım." dedi Lara. Üçümüzden de herhangi bir fikir gelmeyince. Hepimiz onu onayladıktan sonra da biyoloji laboratuvarına çantalarımızı bırakır bırakmaz binadan çıktık. Kantin kapısından çıktığımız için arka koruya çıkmıştık. Bu ağaçlarla dolu yeşil yerde tüm piknik masaları kapılmış olsa da ağaç altı minderleri boştu. Genellikle okulun arkasındaki futbol sahasını ve tenis kortunu görürdü. Beden eğitimi dersleri arkadaşlarımla orda tenis oynadığımız zamanlarda futbol oynayan çocuklar sahamıza top kaçırırlardı. Sürekli karışık takımlarla maç yapıyorlar diye düşündüm, muhtemelen Berfo da birazdan onlara katılmak isteyecekti.

"Hava bugün çok güzel hiç rüzgar yok. Ayrıca Hilmileri de görebiliyoruz." diye şakıdı Lara, bizi buraya neden getirmek istediği işte şimdi anlaşılır olmuştu. Mete ve Hilmi masalardan birinde oturuyor ve Fehmi onlara telefonundan bir şeyler gösteriyordu. "Kesin kendisine mesaj atan bir alt sınıf ile dalga geçiyordur, yazık kıza." diye mırıldandı Özlem. Sohbetimize ilgisiz ilgisiz bakan ve tahmin yürütmek istemediğini asık bir suratla belli eden Berfo yanımızdan dikkatimizi çekmeden uzaklaşmaya çalışıyordu.

"Belki de başka bir şey yapıyordur ama yine de senin dediğini yapma olasılığı yüzde yetmiş." dedim. Benim ve diğer oturan iki kişinin dışında oldukça mutlu olan Lara gözlerini üçümüze birden dikti "Neden ölü gibisiniz sıkıcı oluyorsunuz!" diye çemkirdi. Bir yandan da beni cimcirmişti, o böyle yaptığı için daha hayat dolu hissedip bir şeyler yapmam gerekiyormuş gibi bir hisse kapıldım. Ne yazık ki bu his çok kısa sürdü ve ölü balık gibi bakan gözlerimle ona bakmaya başladım.

"Anlaşıldı, sizi sıkıcı ve fani ruhlar." diyerek kafasını çevirdi ve Mete'yi izlemeye başladı. Gerçekten mi bakışları ile onu ezen Özlem sıkıntıyla iç çekti ve bana uzun zamandır içinde tuttuğu için patlamak üzere olduğu sorunlarının bir kısmını dökmeye başladı. "Bu aralar gerçekten tavsiye almam gerekiyor ne yapsam bilmiyorum." dedi önce. Kaşlarından biri havalanmış Berfo merakla ona bakmaya başladı. "Sorun Kuzey mi? Ben demiştim, başından beri Feride'den biri ile çıkmaman lazımdı." dedi ona.

"Hayır sorun Kuzey değil!" diye diretti Özlem. "Kuzey fazla iyi, hatta çok iyi biri. Sorun da tam olarak bu!"

"Sürekli istediğim her şeyi yapıyor. Kavga etmiyoruz, tartışınca alttan alıyor. Ailesi fazla iyi, dersleri harika, tavırları mükemmel ve neredeyse kusursuz. Bu da çok canımı sıkıyor, iki yıldır çıkıyoruz ve hiçbir yanlışı yok. Hep sorunlu ve sıkıntılı taraf olmaktan bunaldım. Bir yandan ona da kıyamıyorum ama bıktım artık." diye bitirdi Özlem. Kızarmış gözlerini bize dikince üçümüzden de çıt çıkmadı. Kimse ne demeli bilemiyor gibiydi, o da bunu bekliyormuş gibi Berfo'nun ona uzattığı peçetelerden birini aldı ve gözlerini sildi.

"Belki de bunu onunla konuşmalısın, eminim ki sen onu aşık olduğun için bu kadar mükemmel görüyorsun. Bir şey olunca da kendini suçluyorsun ama bunu yapma Özlem, kendini yiyip bitirme." dedim ona. Kaşlarını çatarak bana baktı. "Kuzey'i tanımıyor gibi davranmayın, sizce ben mi kör olmuşum? O gerçekten harika biri ve biz denk değiliz gibi hissediyorum. Onun gibi olmayı denedim, sırf onun için değiştim ama işe yaramadı. Ben farklı biri olmak istemiyorum ama onu da çok kırıyorum bu yüzden ondan ayrılmam gerekiyor, aynı değiliz biz!" dedi ve bu sefer gözlerini silmekle uğraşmayıp ağlamaya başladı.

"Birbirinizi sevmek için aynı olmak zorunda değilsiniz ki Özlem. Kuzey seni her hâlinle seviyor bence, kendine çok yükleniyorsun. Eminim senin sırf bunun için ağladığını görürse çok üzülür. Bence kendine ve ona güven, bu konuyu da konuş. Anlayacaktır, Kuzey iyi bir çocuk. Ayrıca biz denk değiliz, farklı dünyaların insanlarıyız olayını da bırak. Bunlar zihninin kendi kendini üzmek için bulduğu bahaneler." dedi Lara ona. Sonra da eline bir peçete alıp Öz'ün yüzündeki yaşları temizlemeye başladı.

Saçlarını tek kuyruk yapmış kız ağlamayı bırakıp durulduğu zaman Berfo otuz iki diş sırıttı. "Mental çöküşlerin bittiğine göre söyle bakalım neden yine sorun sende değil bende tavırlarına girdin?" dedi kıza. Haklıydı, Özlem büyük bir şey olmadıkça oturup böyle şeyler diyerek ağlamazdı.

"Sorun şu maçtaki telefon konuşması mı?" diye sordum ona. Özlem sıkıntıyla başını salladı. "Beni akşam yemeğine davet etti, şu yeni taşındıkları eve. Bu yüzden çok gerildim, nedense ailesi ile yemek yemeye bir türlü alışamıyorum."

"Ovv, demek ki o mesele. O biraz şey... yani şey." dedi Berfo. Ne demeye çalışıyorsa eğer muhtemelen haklıydı, Barbie'nin pembe filmlerinden çıkmış gibi bir aile ile yemek yemek çok da harika bir şey sayılmazdı. "İdare edeceksin artık." dedi en sonunda çocuk. "İşin iyi tarafından bak, senden nefret de edebilirlerdi."

Özlem haklısın dercesine kafasını salladı. "Umarım kendimi rezil edecek aptalca bir şey yapmam da beni sevmeye devam ederler." diye fısıldadı. Onun için üzülmüş olsam da bir şey demedim, diğer ikisi de demedi ve yaptığımız şeye devam etmeye başladık. Umarım Kuzey ve Özlem yıkıcı bir sonla karşılaşmaz ve aralarındaki olmayan sorunları çözerlerdi.

Günün diğer kısmı çok da sıkıntılı geçmedi, aşırı spesifik bir olay da yaşanmamıştı. Yine de midemdeki felaket kelebekleri beni yalnız bırakmıyor ve çokça rahatsız ediyorlardı. Dershanedeki son dakikalarımızda da midem altüst olmaya devam etti. Arada sırada sıramdaki eşyalar ile oynayıp tuhaf hışırtılar çıkarıyorum diye benden bir sıra ötede olan Barış bugün ayrı bir problematic gibi davranıyor ve kimsenin duymadığı seslere korkunç bir sinirle tepki veriyordu. Ne zaman bana baktığını ve sessiz ol diye dudak işaretleri ile bana mesaj yollamaya çalıştığını görsem lanet olsun sana tarzı bir şey dememek ve ona olan nefretimi gün yüzüne çıkarmamak için gülümsüyor ve uysal uysal kafa sallıyordum; sonra aynı şeyleri tekrar yapıyor ve aramızdaki bu gıcık, rahatsız edici, tuhaf döngüyü tekrarlatıyordum.

Nihayet ders bittiğinde ise durmadım. Çantamı kaptığım gibi eşyalarımı topladım ve hızlı hızlı Berfo ve Lara'yla sohbet açmaya çalıştım. Bana pis pis bakan Seyit'e çok aldırmamaya çalışıyor ve Barış yanıma gelip konuşarak bana nutuk çekmeye çalışmasın diye ilgim başka bir yöndeymiş gibi davranıyordum. Genellikle ondan nefret ettiğim zaman ona bir şey demezdim, onun da beni sevmediğini söyler ve kendimi rahatlatır ve Kerim ile konuşurdum. Bir keresinde Mert'e de o benden muhtemelen nefret ediyor diye bir şey söylemiştim. Kaşlarını çatmış ve "Ne?" diyerek tuhaf bir yüz ifadesi yapmaya başlamıştı. O an tek düşünebildiğim ise çevremdeki herkesin her şeyi kendi kafamda kurduğumu düşünerek benimle neden Ted talk yapmaya bu kadar hevesli olduğu olmuştu.

Muhtemelen Mert de dediğim her şeyi çocuğa yetiştirmişti. O zaman anlamıştım, düşmana bir şey söylemek yersizdi. "Arya, birkaç dakikan varsa çıkıştan önce konuşabilir miyiz?" diye bir ses geldi. Barış bana seslenmiş ve beklenti içinde bir yüzle bakmaya başlamıştı.

Dürüst olmak gerekirse Mert biraz kaba bir insan olsa da Barış bana ve arkadaşlarıma daha önce hiç kaba davranmamıştı. Bu düşünce kafamda belirince bir tık üzüldüm ve bazı hareketlerimi çok düşmanca bulup kendi kendime gelin güvey olduğuma karar verdim. "Ne hakkında konuşmak istiyorsun?" diye sordum ona, düşmanca olmamasına dikkat ederek.

İçinden bağıra bağıra tartışma çıkarmamam ve çocuğa anlık bir hevesle senden nefret ediyorum diye bağırıp kalp kırmamam için dua ettiği belli olan Lara'ya ve Berfo'ya baktım. Bütün çantasını toplaması yarım saat sürdüğü için olayla ilgisiz kalan Özlem yanımıza gelmiş ve ne oluyor dercesine bize bakmaya başlamıştı. "Madem ufak bir konuşman var biz dışarıda olacağız o zaman." diye düşmanca tısladı Seyit ve Berfo'yla Özlem'i çekiştirerek kapıdan çıkıp gitti. Bana sakın aptalca bir şey yapma ve normal davran bakışları atan Lara da peşlerinden ilerledi.

Mert ve Kerim çoktan "Sonra görüşürüz Aryacım." diyerek el sallayan ve sınıftan çıkan Aylin'e katılmıştı. Muhtemelen onlar da gitmeden önce Barış'ı bekleyeceklerdi. Sınıfta yalnızca biz kalmıştık. Çok muhabbetim olmayan biri ile yalnız kalmak beni ürpertti ve kollarımı kavuşturdum.

"Ne söylemek istiyordun?" diye sordum ona gülümseyerek. Göz devirdi ve sıralardan birine oturdu. "Ders sırasında o sesleri bilinçli bilinçli çıkardığını anlamadım sanma." dedi bana sakince.

"Kuru iftira! Dalmıştım bir kere!" dedim ona hafif sıkıntılı bir sesle. "Hem kimse rahatsız olmadı, Lara bile! Sen neden duydun ki o sesleri, sınıfta senin dışında bu kadar takıntılı biri yok!" diye de ekledim. Kabul, bir tık abartmış olabilirdim.

Kaşlarını çattı ve beni alaya almadan önce kafasında bir şeyleri tartıyormuş gibi yaptı, "Çok saldırgan davranıyorsun, daha seni kızdıracak bir şey bile yapmadım." dedi ve gülümsedi. Meleksi bir gülümsemeydi ama o anlık sinirim ile ona koca bir yumruk geçirmek istedim.

Barış'ın iyi biri olabileceğini söylemiştim, işte şimdi onu geri alıyorum. Barış genellikle iyi gibi görünse de insanları küçümseyen sinir bozucu piranhanın tekiydi. "Sadece kendimi savunuyorum. Ben de biliyorum bir şey yapmadığını." dedim ona. Yüzü eğlenmiş bir hâl almıştı.

"Şahsen tavırlarından ve Kerim'e söylediğin şeylerden benden çok hoşlanmadığın izlenimini alıyorum." dedi bana. Cevap vermedim ve omuz silktim. "Oysaki ben senin arkadaşımız olduğunu düşünmüştüm?" dedi, bunu kastetmediğini bilsem de ani bir hareket yapmadım.

"Ne yani? Konu ne zaman benim senin hakkında Kerim'e söylediğim şeyler oldu ki? Beni ses yüzünden azarlamak istediğini sanıyordum Bay Mükemmel, eğer bittiyse şimdi gidiyorum." dedim. Evet, Kerim'e bir şeyler söylemiştim ama "Benden hoşlanmıyor sanki???" gibisinden bir şeylerdi bunlar. "O da saçmalama ha ha ha" gibi şeyler demiş random atmıştı. Yüzümü buruşturup Barış'a baktım. Yetiştirip yetiştirmeyeceği hakkında yaptığım deney başarısız olmuştu. Çantamı aldım ve kapıdan çıkmaya karar verdim. Konuşma çok iyi yerlere gitmeyecek gibi duruyordu.

"Hâlâ sana sormak istediğim şeyi cevaplamadın Arya?" dedi bana. Kaşlarımı kaldırdım. "Soru sormadın ki?" dedim ona. Gülmeye başladı.

"Bak, hazır ben de seni öyle görüyorken arkadaş olabiliriz bence. Yeni bir başlangıç yaparız ve sen de bizim küçük grubumuza dahil olabilirsin? Düşmanım olmak isteyeceğini sanmıyorum Arya." dedi bana. Doğru mu duydum diye gözlerimi kısarak baktım ona. Barış ve arkadaş grubu sadece kendi okulundan olan çocuklardan oluşan bir gruptu. Genellikle ayrı gezmeyen bu çocuklar sürekli toplaşıp gezerler, teneffüslerde kantindeki en büyük masayı kapıp çok eğleniyormuş gibi görünürlerdi. Çoğunluğu voleyboldaki kuyruk yaraları yüzünden bizim okulu sevmezdi ama bunun tek sebebi voleybol değildi. Sıra bakımından geri oldukları hiçbir okulu sevmediklerini düşünürdüm. Özellikle Barış bizimle hiç muhatap olmadığı için salak olduğumuzu düşündüğü kanısına varmıştık. Derslerde bize olan bakışları ise aynen şöyle bir algı oluşturuyordu "Siz gerçekten bizi geçtiniz mi? Hah bizim kadar bile değilsiniz."

"Hâlâ soru sorduğunu sanmıyorum, ne bu barış teklifi falan mı Barış?" dedim alayla. Esprimi anladığında iğrenmişlikle yüzünü buruşturdu. "İnatçı mısın acaba?" dedi.

"Bak, benden şu sınav rekabeti konusunda da hoşlanmıyorsun biliyorum. Sonuçta son birkaç sınavdır birinci oluyorum ve sen ikinci oluyorsun. Ne oldu yoksa sınavı biraz saldın mı?" dedi damarıma basarak. "Her ne kadar gülümsemeye çalışsan da listeye baktığın zaman beni tebrik etmek oldukça güç oluyordur." çok eğlendiği belliydi.

"Gör bak geçeceğim seni, sayılı kazançlarının tadını çıkar Barış." dedim ona. "Şu sesten rahatsız olma falan da bahaneydi, sen ders ne zaman bitecek de benimle dalga geçip üstünlük taslayacaksın diye heyecandan bakıyordun dimi?" dedim ona. Gözleri parladı. "Çok mu belli ettim hay aksi zaten ben de çok meraklıydım ya buna." diye devam ettirdi.

"Ay yeter artık sıkıldım bundan, söyleyeceklerimizi söyledik şimdi normal hayatımıza devam edebilir miyiz? Eve gitmek istiyorum saat sekiz." dedim ona. "Önden buyur." diyerek kapıyı açtı ve geçmem için bekledi. Hayatımda hiç bir kapıdan bu kadar sinirle çıktığımı hatırlamıyordum. "Dershane kapanıyor çabuk olun, niye kaldınız yukarıda?" diye soran Özgür hocayı umursamadım bile bu sinirden.

"Anlamadığı bir soru varmış, onu sordu bana. O yüzden geç kaldık." dedi Barış, iyi çocuk rolleri kesiyor ve beni çileden çıkarıyordu. "Umarım soruyu anlatabilmişimdir Aryacım." dedi sonra bana bakarak. "Ben gayet iyi anladım Barışcım teşekkür ederim ama aklım hâlâ senin anlamadıklarında, daha müsait bir zamanda anlatacağım sana onları." dedim ona.

Muhtemelen elimde olsa kendisine saldırmayı deneyeceğimi anlayan Barış kocaman gülümsedi ve "Bekliyorum." cevabını verdi. Bizim çok iyi anlaştığımız konusunda ikna olmuş Özgür hoca takdirle bize baktı, "Ay bayılıyorum ikinizin bu iyi arkadaşlık ilişkisine. Normalde birinci ve ikinci birbirini boğazlar, siz burda birbirinize soru anlatıyorsunuz. Pes valla çok seviyorum ikinizi de." dedi.

"Ay öyle mi ya, nasıl insanlar var görüyor musun Arya vah vah. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz." dedi Barış ve omzumu tuttup beni kapıya doğru itmeye başladı. Her ne kadar ona sinirli olsam da ben de hemen çıkıp gitmek istiyordum. Özgür hocaya el sallayarak kapıdan çıktığımızda ise beni büyük bir bıkkınlıkla bekleyen arkadaşlarıma doğru koştum.

"Ne yaptın ya içeride, bir an Barış'ı boğdun da cesedi ne yapacaksın şaşırdın sandık. İçeriye dalacaktık valla." ded Berfo kulağıma fısıltıyla. Seyit ise Barış'a ters ters bakmakla yetindi. Barış ise ona el sallayarak selam verdi. "Naptın ya içeride o kadar?" diye sordu Mert. Yargılayıcı bakışlarını takınmış ve o da Seyit'le Berfo'ya ters ters bakmaya başlamıştı.

"Ne mi yaptık? Benim bir iki sorum vardı da onları sordum. Biraz dolaptan kitap alırken oyalandık." dedi Barış ona. Ayaklı yalan makinesi çocuğa bak, diye geçirdim içimden. "Yaa, söyleseydin biz de yardım ederdik." dedi Aylin ve Barış'ın koluna girdi. Sonra bize ters ters baktığı için Lara'nın da ona ters ters baktığını anlayan Mert'in koluna girdi ve çocuğun dikkatini dağıttı. Böylelikle herkesin birbirine ters ters baktığı şu gerilim ortamı dağılmış olmuştu.

"Öyleyse biz gidiyoruz, size iyi akşamlar." dedi Aylin neşeyle. Hâlâ Barış ve Mert'in koluna girmişti. Kerim ve bir iki arkadaşı onların arkasından gidiyordu.

"Tek ayak üstünde kırk yalan atanı da ilk defa görüyorum." diye mırıldandı Özlem. Açıkçası haklıydı, Barış'ın söylediği şeylerin doğru olmadığını anlamak için kahin olmak gerekmiyordu. Aylin dışında gruptakiler de bunu fark etmiş olmalıydı ama kimse üstelememişti. Merakla beni soru yağmuruna tutan arkadaşlarıma gelirsek, Özlem ve Seyit'i binecekleri metroya kadar götürürken onlara her şeyi anlatmıştım. Sonra ikizlerle birlikte eve doğru yürümeye başlamıştık.

"Bu çocuk kendini ne sanıyor? Hayır anlamıyorum ki derdi ne?" diye sordu Lara. "Bence çok da sebep aramamak lazım." diyen Berfo şaşırtıcı derecede sakin bir şekilde yürümeye devam etti. Gerçekten bazı şeyler o kadar anlamsız ki diye düşünmeden edemedim.

"Kısayol burası güvenli!" diyen Berfo ile "Bisikletlerimiz de yok ki gece gece mezarlıktan niye geçelim?" diye direten Lara günlük dalaşlarına başladığında düşüncelerimden anca sıyrılabildim.

"Sen şaka mısın?"dedim çocuğa büyük bir ciddiyetle. Hayatta saat sekiz buçukken geçmezdim oradan.

"Küçücük bir yer zaten hem ışıklı da." dedi Berfo kendini savunmak için. "Başka ne ışıklı biliyor musun? Cenaze." dedi Lara ona. Berfo bu cümlenin anlamını anlamak için tuhaf tuhaf bakmaya başladı. Ondaki bu inanılmaz cesarete hayranlıkla bakmaya başladım. Eğer Hogwarts'ta olsak muhtemelen Gryffindor olurdu, diye içimden geçirdim. Biz de Lara ile Slytherin Slytherin bir şekilde mezarlıktan geçmemek gibi zekice şeyler yapar ve daha uzun yaşardık.

"Oraya girmek istemiyorum. Köpek sesleri hoşuma gitmiyor." dedim ona ve ters yöne yürümek için arkamı döndüm. Lara koluma girmiş ve benimle geliyordu, arkamızdan bakmakta olan Berfo pes etti ve ardımızdan geldi. "Cidden, korkaksınız."

"Seninle uğraşılmaz." dedim ona. Sonrasında hızlı adımlarla eve vardık.

Lara dış kapıyı anahtarı ile açarken ben de bir yandan kapıya sıkıştırılmış broşürleri incelemeye başladım. Gayet sıkıcı görünüyorlardı, aşağıya bir pide salonu açılmıştı ve birkaç sokak ilerimizdeki kuaförün saçları yüzde kırk indirimle boyadığı konusunda bir ilan vardı. Kapıdan bir tane de mektup çıktı, kime gönderildiği belli değildi. Öylece kapımızın önüne koyulmuştu, genelde mektuplar dış kapıdan girdikten hemen sonra görülen her daire için ayrı olan kutulara bırakılırdı. Bunda ise sadece adres yazıyordu. Bizim bloğa gelmişti. İlginç diye nitelendirerek almaya karar verdim. Zaten az daire olduğu için içeriğine bakınca sahibi kim tahmin ederim diye düşündüm.

"O ne?" diye sordu yanımdan Lara. "Hiç." diye cevapladım ve merakla elimdekini evirip çevirmeye devam ettim. "Ben ciddiyim." dedi kaşlarını çatarak.

"Fatura gibi gözüküyor." diye bize katıldı Berfo. "Elbette fatura bir şeyleri. Aileme gelmiş, muhtemelen banka ile ilgilidir." dedim ayaküstü bir yalan uydurarak.

İkili hemen inandıkları için arkalarını dönüp apartmana girerken de mektubun arkasındaki damgaya ve yazıya kaçamak bir bakış attım. Şöyle yazıyordu: Aziz Agustino der ki: “Tanrıyı unutmak, ruhun uykuya dalması demektir.”  Sizi temin ederim dostlarım, uyanmak üzereyim.

Gözlerimi kırpıştırdım, bu iş iyice tuhaflaşıyordu.

bölüm sonu 🐝,,

not;; herkese merhaba olmayan okuyucularım, umarım akıcı ilerliyordur 😭 bölüm daha uzun olacaktı ama bu aralar çok keyfim yok, umarım hoşunuza gitmiştirr. hepinizi bol bol öpüyorum 💘💘 hâlâ okuyucum yok diye ağlamaya gidiyorum, bu arada kitabın türü korkuya doğru gidiyor yanında da gerilim hediye ediyoruz, tekrardan öptüm 💞,,

bu arada arya'ya hristiyan bir peder dadandı diyenler el kaldırsın ama hayır.. daha kötü bir şey




Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro