bölüm iki;; ❲ ⚰️ ❳ karanlıktan gelecekler .
15.45: civarı öğlen
hava cehennem güneşi
gibi ── ❛ karanlıktan gelecekler ❜
Çünkü insanlık her zaman kendini doğal şeylerin ölümsüz sahibi sanmıştı. ( Lovecraft )
❛ sevgili günlük, bugün hava oldukça kasvetli ve nemli. dağda bulutların yere kadar değdiğini söyleyen var ama ne kadar doğru bilmiyorum. bugün de arda'yı göremedim. ayrıca berfo ile birlikte eve yakın olan mezarlığın içinden sürdük yine bisikletlerimizi. kısa yol olsa da korkmuyor değilim oradan. tuhaf bir kokusu var, rutubetli ve tozlu bir yer. ayrıca bir de suratsız mezarlık bekçisi var. yıllardır orda ve hâlâ korkunç hikayeler anlatıyor. aklınca çocuk korkutup kaçırmak istiyor ama inanmıyoruz. yani berfo kendi adına konuşsun, tanrı aşkına! ben inanıyorum. gerçi ben her şeye inanıyorum bu yüzden inandığım şeyler artık varla yok arasında kendilerinden yer beğeniyor.
sana bir sır vereceğim, bence aylin barıştan hoşlanıyor. yine de bu aramızda kalsın çünkü mert ile aşk üçgenleri olduğunu düşünüyorum ama bu benim şahsi fikrim. geçenlerde lara gece yarısında kurt uluması duyduğunu söyledi. yan komşumuz hafize teyze de duymuş, köpek uluması olabileceğini söyleyip duruyor. burada kurt ne gezermiş (!)
gerçekten kurt var mı emin değilim ama olmamasını dürüst olursak eğer yeğlerim. gece yarısından nefret ettiğimi söylemeliyim. gerçekten ölüm sessizliği gibi, ayrıca karanlık da. şimdilik hoşçakal, yarın görüşürüz umarım. ❜
Henüz akşam saatleri yeni yeni kendini gösterirken odamın balkonuna çıkmış ve korkuluklara yaslanmış bir biçimde dışarıyı seyrediyordum. Bir yandan da bir şeyler çiziktiriyor ve geleceğim hakkında bir takım erken hüzüntüleri yaşıyordum.
"Arya?" diye gelen ani ses ile nereden geldiği hakkında bir takım tahminlerimle birlikte kafamı sağ tarafa çevirdim. Yan dairede bana el sallayan İzel'i görüp gülümsedim. yan dairemizde oturan bu sevimli kızı pek bir severdim. "Abla, müsaitsen size geleyim mi?" dedi bana. Hevesle başımı salladım. Lara ve Berfo genelde her akşam bizde olurlardı ama bu seferliğine anneleri ile birlikte kuzenlerinin düğününe gitmişlerdi. Keşke onlar da olsa diye düşünürken İzel gelmeden dolaptan annemin yaptığı portakallı keki çıkarmalı ve tabaklara koymalıyım diye düşündüm.
Nihayet kapı çaldığında çoktan tabakları hazırlamış ve meyve sularını koymuştum. "Hoşgeldin balım." dedim ona ve içeriye aldım. İzel biraz çekingen olsa da çok güzel bir kızdı. Henüz bizim okulda ilk yılıydı bu yüzden çok fazla arkadaşı yoktu. Genellikle ders aralarında yanımıza gelirdi. Arkadaşı olmama nedeni biraz da bizim aşırı korumacılığımız yüzünden de olabilirdi. Berfo itina ile küçük meleğimize yaklaşan erkekleri tek tek dövmüştü. Bunun barbarca olduğunu söyleyen Lara bile İzel sınıfından Umut adındaki bir çocuktan çıkma teklifi alınca çileden çıkmış ve çocuğa bir ton azar yağdırmıştı. Keşke öyle yapmasaydı dediğimiz zamanlar olurdu, çünkü Umut resmen İzel'in peşine takılmıştı.
Onun dışında yarı Alman vatandaşı olduğu için Almanca'sı oldukça iyiydi. Ailesi beş yıllığına oraya giden öğretmenlerdendi. Sinirlenince yüzü kıpkırmızı olurdu ve genellikle gülümserken gamzeleri ortaya çıkardı. Minik İzel'imiz gerçekten çok güzeldi.
"Sizi uzun süredir göremedim, çok yoğunsunuz diye ziyaret etmeye de utandım." dedi bana portakallı keki büyük bir iştahla yerken. "Ay, ne utanması deme öyle kızarım bak! İstediğin zaman gel bize kuzum." dedim ona. Memnuniyetle gülümsedi. Ona sevimli lakaplar ile seslenilmesini çok severdi.
"Son zamanlarda kurt sesleri çok yoğun bu yüzden uyku tutmuyor beni." dedi. Biz çok korku kitabı okuduğumuz için İzel de tırsa tırsa kervana katılmıştı, ne kadar korkuyor olsa da kendini tutamaz gecenin bir yarısı Lovecraft okur ve kitap bittiği zaman gelip başka bir korku kitabı ile değiştirirdi. Hem bunca yaratığı okuyor hem de kurtları duyuyor, gerçekten korkmuş olmalı diye düşündüm. "Merak etme, ne kadar ulusalar da canavarlar buraya gelemezler, onlar kötü ruhların bekçisidir. Sadece iyileri rahatsız eder ve muzipçe etraflarında dört dönerler." dedim.
Tedirgince gülümsedi. "Peri masallarını tercih ederim, gerçek olma ihtimalleri içimi büyük bir umutla dolduruyor ama korku hikayeleri kabuslarımla taçlanıyor ve kendimi umarım değildir diye dua ederken buluyorum." dedi İzel ve şeftali suyunu içti. Keşke hayat sadece düz bir çizgide ilerlese de düşmeden yürüyebilsek diye düşünmeye başladım, bilinmeyenin verdiği coşku yüreğimi sarsa da içten içe korkardım. Etrafta cirit atan varlıkların olma fikri inançsızlar için aptalca olsa da benim gibi aptallar için etkileyici bir durumdu. Ya varsa, ne olur olsunlar diye korkunç bir dilekte bulunup ardından ne olur beni bulmasınlar diye düşünüyor ve kendi benliğime göre fazla iki yüzlü bir davranışta bulunuyordum.
"Belki de kurt değillerdir." dedim gözlerimi kısarak gizemli bir sesle. Onu korkutmaya çalıştığımı anlayan İzel benim eski çağı mitlerimden sıkılmışçasına önündeki saçlarını üfledi ve tekrardan meyve suyu içti. "Beni rahatlatıp tekrar korkutuyorsun, ben korkak biriyim biliyorsun. Ne olur uykumda beni almaya gelecek türden bir şey olmasınlar da ne olurlarsa olsunlar." dedi. Sonra da gülümsedi ve bana en sevdiği yazarın çıkacak yeni kitabını anlattı. Yazar Alman'dı. Bu yüzden kitap çıkar çıkmaz teyzesi alıp buraya yollayacaktı.
"Biraz da mutlu şeylerden bahsedelim." dedim. Bugün de yeterince kötü ve uğursuz auraları yeterince içime çekmiştim. "Gökyüzü bugün çok güzel. İlginç bir gri ile çevrili. Sence de öyle değil mi?"
Gri gökyüzünden hoşlanmadığını belirtmek için dudak cıklatan İzel bana baktı. "Sanmam, şahsen ben güneşli havaları severim. Mümkünse hafif bir esinti kitap okurken ziyaret ederse daha da hoşuma gider. Yağmurlu ve sisili havalar fazla uğursuz. Gri ve bulutlu gökyüzü ise içimi bayıyor." dedi. Biz konuşurken neredeyse yarım saat geçmişti. "Sen nasılsın peki?" neler oluyor okulda. Bir tuhaf hâller var sanki." dedi bana, sanki benden yaşça büyükmüş ve bir sürü şey görmüş gibi bir edayla.
Lara ve ben ona fotokopi makinesini anlatmamıştık. Ayrıca Seyit'in yaptığı çocukça hareketleri de bilmiyordu. Bilse çocuğun üzerine atlaması olasıydı, İzel o çocuğu günün yirmi dört saati boyunca boğmayı düşünüyordu. "Bilmem, tuhaf mıyım ki?" dedim. Genelde böyle zamanlarda bilmezden gelmeyi yeğlerdim.
Kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Bilmem değil misin acaba? Neyse çıkar kokusu sonunda Arya abla. Karşında on kaplan gücünde dedektif İzel duruyor, Sherlock yanımda halt etmiş." dedi. Gülümsedim. İzel genelde keyfi yerinde olduğunda oldukça espriliydi.
"Biliyor musun, bazen Berfo ve Lara seninle buluştuğumuz zaman hep yanımda olsun istiyorum. Gözlerime baktığında kafamdaki her şeyi görebildiğine bahse girerim. Korkutucusun." dedim ona şakayla. Sonra da dişlerini göstererek zaferle gülümsedi. Zil çaldığında bile bu gülümseme sürüyordu ve arkamdan bakıyordu. Kimin geldiğini anlamak için koltuktan tuhaf bir açı ile yana eğilmişti. "Yeter ya bıktım!" diye bağıran Berfo'nun sesi evi doldurduğunda tekrardan normal bir şekilde oturduğu pozisyona geçti.
"Düğünlerden nefret ediyorum, insanlar anlamsızca mutlu!" diye bağırdı Berfo ve giydiği kıyafetin kravatını söküp yere atmaya çalıştı. Ne yazık ki becerememiş ve bir iki denemeden sonra bana çözdürmüştü. Lara ise salona girmiş tabaklardan rastgele bir kek kapmış ve ağzı doluyken heyecanla bir şeyler söylemeye çalışmaya başlamıştı.
İzel ve ben ise ne olduğunu anlayamıyor ve neler olduğunu çözmeye çalışıyorduk. Ne onları bu kadar çok heyecanlandırmış ve sinirlendirmiş anlayamamıştık.
"Kuzenim." dedi Lara ağzındakini çiğnemeyi bitirdiğinde. "Kuzenim Hasan'ın abisi ile evlendi de ondan bu siniri." dedi sonra. Hasan, Berfo'nun ne zaman görse kafa göz daldığı ve nerede görse kavga başlattığı biriydi. Bu kavgaları Hasan ilkokulda Berfo'nun hoşlandığı kızla çıkmaya başladığı zaman başlamıştı ve bu zamana kadar kinci Berfo çocuğa yapmadığını bırakmamıştı. Asıl komik olan Hasan'ın şu an Berfo'nun ortaokul aşkı ile çıkıyor olmasıydı. Nedense bunu bile bile yaptığını düşünüyor ama asla kanıt bulamıyordum.
"Bunu biliyordun?" dedim ona. Başından beri biliyor ve Sıla ablanın Mehmet abi ile evlenmesini istemiyordu çünkü Mehmet abi huy olarak kardeşini aratmıyordu.
"BİLİYORDUM!" diye bağırdı. "BEN O ZEVZEKLERLE AKRABA FALAN OLMAM!" dedi sonra.
Bu çocukça davranışa Lara göz devirdi. "Olma Berfocum, sen kan davan ile devam et çocuğum. Aferin." dedi dalga geçerek. Sinirden kızaran Berfo öfkeyle etrafa bakındı. Kırmak için bir şeyler aradığına emin olunca "Bence elini yüzünü yıkamak iyi gelir. Hem zaten Sıla abla ile çok görüşmüyorsun boşver Hasan'ı." dedim ona.
Büyük bir hışımla banyoya doğru gitti ve gözden kayboldu. "Tek sıkıntı bu mu gerçekten?" diye sordu İzel Lara'ya. Lara başını hayır anlamında iki yana salladı.
"Olur mu? Hasan Elif'i de getirmiş. Oradaki gerilimi görmen lazımdı. Çok komikti, biliyorsun bizimkini. Bir de üzerine çocuk barış teklifi ile geldi buna, dedi ki kuzenim sayılırsın artık. Bu orda ona öyle bir kafa attı ki herkes bunları ayırmaya çalıştı. Sonra da Sıla ablam Berfo'ya Hasan'ın önünde fena azar çekti, kardeşim yerin dibine girdi. Hasan da pis pis sırıtarak bütün ilgi alaka ne varsa topladı, ondan köpürüyor bu. Hatasını biliyor ve yaptığı salaklığın da farkında." dedi.
İzel ben demiştim gibi bir şeyler mırıldandı ve kek yemeye devam etti, ben de o sırada bir şeyleri kırmasın diye Berfo'ya bakmaya karar verdim. Sinirlenince gözü hiçbir şeyi görmediği için eşyalara zarar veren bu çocuk genelde elini kolunu kanatır sonra da ona pansuman yapılırken ağlardı.
Onu aynada kendine bakarken bulduğum zamansa kapının girişindeki kirişlere yaslandım ve gözlerimi ona diktim. İyi misin diye sormak istemiyordum çünkü insanlar ne zaman birine iyi misin diye sorsalar muhtemelen o kişi kötü bir şey yaşıyor oluyor ve aslını kastettmeden cevap veriyordu. "Tuhaf, bu sefer duvarları yumruklamıyorsun." dedim düz bir sesle.
"Bazen çok salak biri oluyorum." dedi bana. Kafa salladım. "Sen her zaman salaksın Berfo." dedim ona. Hüzünlü bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Ben bu ailenin yüz karasıyım zaten. Bütün iyi genleri Lara almış."
Kaşlarımı çattım. Genelde onunla bu şekilde dalga geçerdim ama ciddiye alabileceğini ya da gerçekten böyle düşünüyor olabileceğini hiç düşünmemiştim. "Hadi ama yapma böyle. Bir düğünde kafa attın diye kendini kaybeden ilan edemezsin! Hiç haber izlemiyor musun daha neler neler oluyor. Örneğin ben de teyzemin düğününde uyumuştum." dedim ona. Teselli mi etmeye çalışıyorum ya da motivasyon konuşması mı yapıyorum anlamaya çalışan bir yüz ifadesi ile bana baktı. "Çok benziyoruz." dedi ve gülümsedi.
"Kesin öyledir(!)" dedim ve omzuna küçük bir yumruk attım. Mental çöküşlerden çok hoşlanmıyordum çünkü yaşandığı zaman hiç eğlenceli olmuyor ve insanlardan gizlemek istediğim tüm zayıflığım gözler önüne seriliyordu. Berfo'ya da sırf bu yüzden saygı duyuyordum; o, benim kadar korkak biri değildi ve kim ne diyecek diye umursamıyor, insanlara tüm yanlarını gösterebiliyordu.
"Keşke senin gibi olabilsem." dedim ona. "Ne yani edebiyattan on alıp önüne gelene kafa mı atacaksın?" diye dalga geçti benimle.
"Hayır, fizikten yüz alacağım." diye göz kırptım. Yüzüme şaka mısın der gibi baktı. "Ne yani gözünde sadece fizikten yüz müyüm??" dedi yüzündeki yalandan şaşkınlıkla. Sonra şakalaşmaya devam ederek salona geri döndük. Berfo'nun bu hallerine alışmış ve artık onu çok umursamayan ikili oturmuş portakallı kek yemeye devam ediyordu. Berfo'nun da artık daha iyi olduğunu görebiliyordum. Çoğu zaman böyle buluşmaları seviyor ve on yedim hiç bitmesin istiyordum. İşte böyle zamanlarda zamanı dondurmayı çok istiyordum.
Pazar günleri, erken kahvaltı yapmak zorunda olmadığım ve bütün sorumluluklarımın sıfırlandığı günlerdi, bu yüzden onları oldukça severdim. Genelde Laralarla mısır gevrekli kaselerimizi alıp yangın merdivenine oturur ve ayaklarımızı sarkıtırken kahvaltı yapar, sonra da eve yakın olan ufak göle kadar gidip orada bisiklet sürerdik. Bu eğlenceli ufak gezinti ile birlikte sanki yazdaymış gibi hisseder ve bütün günümüzü geçirirdik.
Bu sabah da aynen böyle yapmıştık. Kahvaltı biter bitmez bisikletlerimize atlamış ve mahalleden çıkar çıkmaz ufak parka, oradaki uçuruma ve yolun sonundaki göle sürmüştük. Sonra da oradaki banklardan birine oturup bir şeyler atıştırmaya başlamıştık.
Göl sığ ve yosunlu olsa da yüzmekte olan ufak balıklara ekmek atıyor ve bir yandan da konuşuyorduk. Çoğu zaman ayakkabılarımızı çıkarır ve içinde yürürdük, göle girmek tehlikeli olsa da küçüklüğümüzden beri buna alışmış olduğumuz için yanlış yaptığımızı bile bile yaptığımız şeye devam ediyorduk. O gün de gölde yürümekte olan birkaç çocuk da gördük.
"Çok tuhaf," diye söze başladı Berfo. "Büyümüş olmak tuhaf."
Haklıydı. Küçükken hiç büyümeceğimizi düşünür ve okuduğumuz bazı hikâyelerin etkisinde kalıp tuhaf şeyler yapardık. Örneğin yatmadan önce pencereden Peter Pan'ımız bekler ya da Harikalar Diyarı'na geçit var mı diye aynaları kontrol ederdik. Küçükken okuduğum Narnia Günlükleri'ni saymıyorum bile, hemen hemen her gün giyinme dolabımın sırt kısmını kontrol eder ve sonucunda Narnia'yı bulamadığım için büyük bir hayal kırıklığına uğrardım.
Bu dünyada sihir diye bir şey yoktu, eğer olsaydı bizi çoktan bulmuştu diye düşünür ve bunun gerçekliği ile kahrolurdum. Ne zaman antik çağlardaki cadılar, büyüler ve etkileyici efsanevi canavarlar hakkında konuşsam; bu şeyler rafların ardına itilir, kendi tozlu mitolojik dünyalarında parçalanmaya mahkum edilirlerdi.
"Zamanı geri almak istemem doğrusu." dedi Lara, "Geçmişte çok çirkindim çünkü." diye devam etti ve utançla gülümsedi. Lara onu tanıdığım günden beri çok güzeldi yine de geçmişte bir süre diş teli kullandığı için bazı sıkıntıları olmuştu.
"Sen çirkin misin? Biz bu durumda neyiz ucube falan mı??" diye çığırdı İzel. Bir yandan Lara'ya çatal doğrultmuştu ve tehditkârca sallıyordu. Sanki düzgün konuş yoksa senin kekini ben yerim dermiş gibi bakıyordu. Yedi de, Lara'nın gülmesi üzerine ani bir hareketle keki çatalladı sonra da Lara onun kekine saldırmasın diye kendi tabağını yukarıya kaldırdı.
"Babaannem olsa sizi azarlardı." dedim onlara, "Yemekle oyun olmaz der kulağınızı çekerdi." Ne yazık ki artık yoktu, o tüm dünyayı elinde olsa çekip çevirecek eski çağ kadını devre tekrardan meydan okurcasına atlattığı hastalıklarla birlikte girip çıktığı o küçük hastanede yediği ufacık şey yüzünden boğulmuştu. Günlerce etkisinden çıkmadığım bu durumu anlatmak genelde zor geliyordu. Korkarım ki düşünmek bile zordu. Gülümsedim, hüznümü kendime saklamayı yeğlerdim. Henüz gerçekten kendimi açabileceğim bir el yoktu benim için, en yakın arkadaşlarım bile olsalar bazı şeylerin nasıl hissettirdiğini kelimelere dökemezdim. Onların da ara sıra böyle hissettiğine emindim. Sonuçta insandık ve bizi böyle yapan şeyler de bunlardı.
"Sonra da üç gün yemek vermezdi bize, BAK DİYORUM Kİ ÜÇ GÜN." dedi Berfo. "Kes sesini Berfo, hep açsın sen!" dedi Lara ona.
"Çok hassas konulara girmesek mi ki?" diye sordu İzel. Genellikle bu tarz konuları sevmezdi ve ölümden bahsetmek istemezdi. "Haklısın, şahsen ne kadar çok yediğimin artık bana hatırlatılmasına gerek yok!" dedi Berfo. İzel'in kastettiği şeyi çok yanlış anlamıştı ama konunun değiştiğini gören kız hoşnut olmuş gibi gülümsedi.
"Şenliğe geliyor musunuz?" diye bir soru yöneltti Lara, bir süre sonra elimizdeki her şey neredeyse bittiğinde. "Cosplay olacağını söylemişlerdi. Bilmiyorum, ben kostüm giyip etrafta dolaşmak istemiyorum." dedi Berfo. Bir kere de bir şeylere muhalefet olma demek istesem de yapmadım.
"Bana ne gitmeyeceğim o şenliğe! Cadılar bayramı mı kutluyoruz maskeli balo mu yapıyoruz belli değil. Neden hep ortaya karışık bir konsept seçiyorlar ki? Daha basit bir şey olamaz mıydı mesela cheesecake şenliği falan?" dedi Berfo ardından. Lara kaşlarını çatsa da İzel bu sözlere güldü.
Şenlik genellikle dört büyük okulun birlikte yaptığı ve her okuldan seçilen şenlik kurulunun her yıl konseptine karar verdiği bir olaydı. Çoğu zaman okullardan birinin bahçesinde olurdu, Berfo da işte bu yüzden çileden çıkıyordu. Hep fragmandan kaliteli gibi gözüken ama izleyince düşük bütçeli çıkan bir film gibi olduklarını söylüyor ve genelde tuhaf olaylara neden oluyordu.
Onun için böyle zamanlarda keçi kadar inatçı mı desem yoksa problematic mi bilemiyordum.
"Haklısın kötü konsept ama en azından Barış ve tayfasını tanımayacağız." dedim pozitif bakmak istercesine. Elimde tatlı tabağını tutmuş hâlâ dibini sıyırıyordum. "Dua edelim de maskeli bir şeyler giysinler." diye de ekledim sonra. Şahsi bir nedenle Barış'ı günahım kadar sevmezdim.
"Şansımıza bir örnek giyinir onlar kesin." diye ekleme yaptı Lara. "Yani tanırız bizdeki bu şansla." diyerek sırıttı. O sırada donuk bakışlarla bakan İzel ise "Ben anlamıyorum çocuktan neden nefret ediyorsun ki suçu ne?" diye sordu.
"Ne mi?" dedim şaşkınca. "Var olması bile yetiyor bana."
"E o zaman yanındakilerin suçu ne?" diye devam ettirdi. Arkadaş grupları arasında Aylin, Mert ve Kerim vardı. Aylin'i severdim, tatlı kızdı. Mert ise bana moduna göre davranıyor ve beni çileden çıkarıyordu. Her ne kadar arada ben de sabıkalı gibi dengesiz bir şekilde davransam da eğer ben sabıkalıysam bu müebbet hapisti, ruh hâli o kadar dağınıktı. Ben de bir iyi olan bir kötü olan insanlara hiç gelemezdim. Bu yüzden inatla ve istikrarla nefretimi sürdürüyordum.
Kerim'e gelirsek, İzel'in en çok acıdığı oydu ve az önce söylediği cümlede aslen onu kastettiğine adım kadar emindim. Kerim kolay lokma bir çocuktu. Biraz da kafaydı, bu yüzden ödev için mesaj attığımda tuhaf bir şekilde saran muhabbeti nedeniyle uzunca bir süre konuşmuştuk. Kötü biri değildi, bazen saçma şeylere sinirlenirdi. Ben de sinir etmeyi seven bir insandım işte, bu yüzden Kerim ile uğraşmak ayrı hoşuma gider, sıkılınca ona sarardım. Genellikle o tayfa hakkındaki bilgileri de ondan alırdım. İyi çocuktu Kerim, saf çocuktu. Böyle giderse çok çabuk üzülecekti.
"Çok burunları havada olmaları." dedi Berfo. İzel'in az önce sorduğu soruya cevap vererek. O da onları çok sevmiyordu. Bir keresinde Mert'e çileden çıkıp benimle derdin ne senin ya diye bağırdığımda - ki bu bir ders esnasında bana çok ters cevaplar vermesi ve teneffüste soru sorarken bana bağırması ve üzerine sinirli bir şekilde sınıftan çıkması yüzünden olmuştu. Ona hiçbir şey yapmasam bile gün içinde sinirlendiği olayların acısını benden çıkarması çok sinirimi bozuyordu. - çocuğun "Bilmiyorum ki her şey moduma göre değişiyor o an modum bozuktur ben de ona göre davranmışımdır." dediğini duymuş ve "Madem derdin başka kıza düzgün davransana o senin sinirini çıkarabileceğin bir eşya değil insan o insan." diyerek tepki vermiş ve çocuğa kafa atmıştı.
Şahsen o olayda bu tepkinin çok aşırı olduğunu düşünmüştüm. Berfo'nun da gün içinde bir şeylere sinirli olduğunu biliyordum, sohbetin tamamını duymadığı için de sakin kalamamış ve olabilecek en aşırı şeyi yaparak çocuğa saldırmıştı. Belki de beni korumak istemişti ama çok yanlış anlamıştı. Olayı konuşarak ve duygularımı ifade ederek çözme şeklim işte o an ben çok umutsuz vakayım diyerek yanımdan uzaklaşmıştı. Ardından Mert'in gözü morarmış, Berfo'nun da dudağı patlamıştı.
"Noluyo burda ya?" diye sınıfa giren Barış ve "Mertt!" diye olayı dramatize ederek yanımıza koşan Aylin bize kötü kötü bakmaya başlamış ve onlar da olayı anlamadan Berfo'nun üzerine yürümeye başlamıştı. Bu yanlış anlaşılma zincirini çözen kişi ise Lara'ydı. Teneffüs arasında kantine gitmişti ve dönerken gürültüyü duyar duymaz dershane rehberlikçisini çağırmıştı. Sonra da rehberlikçi hepimizi tek tek dinlemiş, olayı anladığı zaman bizi odaya çağırmış, olan biteni objektif bir şekilde anlatmış ve ufacık bir olayı yanlış anlaya anlaya büyüttüğümüz için bize gülmüştü.
Sonra da Mert ve Berfo'nun pansuman için yanında kalmasını istemişti. İşte o an fark etmiştim Mert benden nefret etmeye başlamış ve bana bakarken Barış'a hakkımda bir şeyler fısıldamıştı.
"Bence sen fazla yargılıyorsun, evet gıcıklar ama onlar da muhtemelen bizim için benzer şeyler düşünüyor." diye fikir belirtti Lara. Berfo'nun cevabının üzerine. O an anlık düşüncemden sıyrılıp ne olduğunu anlamaya çalışır gibi etrafa bakındım.
"Ne yapmaya çalışıyorsun Ted talk falan mı?" dedi çocuk gibi kollarını kavuştururken Berfo. Sonra da İzel'in ısrarıyla bu konu da burda kapandı. Bu minik kız asla gergin ortamlara gelemiyordu.
Ufak pikniğimiz bittikten sonra ortalığı temizler temizlemez bisikletlerimize geri bindik ve şehrin içini dolaşmaya başladık. Çoktan kostümlerimize karar vermiş olduğumuz için alışveriş merkezinde bulamayacağımız ıvır zıvırlara bakacak ve bir iki çılgın şey satın alacaktık.
İlk önce tuhafiyeye girip kurdele ve düğme işlerini hallettik. Lara kolye yapmak için biraz boncuk, zincir ve ip de satın almıştı. İzel ise sevimli tokalara bakıyor ve onlardan da alıp alamayacağımızı soruyordu. Bir sürü ikinci el kıyafet ile dolu olan dükkana girdiğimizde ise Lara kostümlerimizi direkt dikmek zorunda kalmamak için kullanabileceğimiz şeyler aramaya başladı. Ben de o sırada gayet düzenli bir şekilde konulmuş nostalji güneş gözlüklerini denerken Berfo'ya poz vermeye başlamıştım. Eğer güzel bir tane bulursam almayı düşünüyordum.
"Bu nasıl??" diye sordum kafamda made in hawaii yazan püsküllü ve kocaman bir şapkayla birlikte yeşil camlı yuvarlak bir gözlüğü denerken. "Bilmem, kafan içinde kaybolmuş gibi." dedi Berfo. O sırada aynanın sol köşesinde büyük harflerle ORRN yazıyordu. Tahta kalemi ile yazıldığını fark ettim ve odaya girerken bu yazıyı hiç görmediğimi düşündüm. Benim bu anlamsız kelimeye tuhaf tuhaf baktığımı gören Berfo gülümsedi ve "Şifrelenmiş." dedi. Sırıttım. Ne olduğunu fark etmiştim. Genellikle bizimkiler ile birbirimize not yazarken böyle yapardık ve çok bilindik bir yöntemdi. Bir ayna için oldukça klişeydi.
"İkisini de alacak mısın?" diye sordu Berfo bana. Gözlüğü alacaktım ama şapkadan emin olamamıştım. Amcamların tuhaf barbekü partileri dışında kafamda çılgın bir şapka ile gidip sanki yaşadığım yer California'ymış ve ben de havuz partilerinin birinde hawaii'deki anılarımı anlatmak üzereymişim gibi davranıp kafamda tuhaf büyük bir şapkayla dolaşabileceğim başka bir yer yoktu. Birazcık düşündüm. "Evet alıyorum. Belki de bu yılki şenlikte cadı olmaktan vazgeçip tatil adasındaki turist gibi giyinmeye karar veririm." dedim.
Güldü. "Buradaki bazı şeyler pahalı oluyor bazen." dedi. 17 yaşımdaydım ve henüz gayrimenkul yatırımı yapmak için çok gençtim. Her şeyimi - okuma kitaplarımı dahil - aylık internet alışverişim ile annemlere sipariş ettiriyordum. Harçlığımsa sadece yemeğime ve arada yapacağım makyaj, kıyafet ve kitap kaçamaklarına gidiyordu. Hayatımda bir kere bütün paramı bir şeye bayılmak sorun olmayacak gibi hissediyordum, oysaki muhtemelen yaptığım şeyden pişman olur ve onca para ile sadece bunu mu aldın diyerek ertesi gün çok ağlardım. Kasaya yürüdüm, ağlayacağım konular adlı listeme bir şey daha eklenebilirdi.
"Neden bu kadar saçma bir şapka aldın ki?" diye sordu İzel yolda yürürken. Aldığım şapka poşete sığmadığı için yirmi beş kuruş vermekten kurtulmuştum ama şimdi de kafamda koca bir cisimle dolaşıyordum. Yoldan geçen insanlar tuhaf tuhaf bakıyor sonra da kafalarını çeviriyorlar ve sanki her gün böyle bir manzara ile karşılaşıyor gibi davranıyorlardı.
"Uçağını kaçırdığı için bizimle yürümekte olan ve taxi ile eve dönmeye karar veren bir turiste benziyorsun." dedi Lara. Dükkandan topladığı onlarca savaş ganimeti onu eğlendirmiş olmalıydı, bu yüzden normalde olduğundan daha enerjik görünüyordu. Tek sıkıntı bunca şeyi park ettiğimiz bisikletlerimize nasıl sığdıracak olduğumuzdu.
İlk önce sepetlere koymayı denedik, olmayınca da Berfo'nun bisikletinin arkasındaki ekstra oturma yerine bağladık ve eve sürmeye başladık. Berfo her ne kadar kısa yol dediği tekinsiz sokaklara bizi girmeye zorlasa da Lara inatla güneşin altında başımıza geçecek endişesi ile terleye terleye gideceğimiz büyük caddeden gitmemiz için ısrar ediyordu. Çok ilginç görünen bu kafile olarak yaptığımız tartışmaları izleyen bir grup kadın ise elinde çekirdek çitliyor ve daha fazla yolun üzerinde durursak insanların geçemeyeceği hakkında bir şeyler homurdanıyorlardı.
En sonunda verdiğimiz karar ile eve varmayı başardık. Soluk soluğa kalsak da zaten yeterince gölge yapan şapkam ve ben kendimizi çimlik alanın üzerine attık ve yayıldık. Bunun üzerine elinde bahçe hortumu ile gelen Berfo, hiç acımadan İzel'i suya boğarken Lara çoktan eve girmiş ve çamur olmamaktan mutlu bir ses tonu ile bağırmaya başlamıştı. Ne dediğini anlayamamıştım çünkü çok dinlemiyordum. Kulağıma belli belirsiz kuş sesleri geliyordu, doğruldum ve su ile oynayan ikiliye baktım. Bisikletimim sepetine koyduğum gözlüğümü taktım ve doğruca eve girdim. Şansıma Lara kapıyı açık bıraktığı için elimde tuttuğum küçük piknik sepetinden ekstra olarak anahtar aramam gerekmemişti. Sepeti masaya bıraktıktan sonra kapıyı kapattım ve eşyaları makineye atan ve derece ayarlaması yapan Lara'yı kontrol ettikten sonra televizyonu açıp koltuğa uzandım. En sevdiğim serilerden biri olan Scooby Doo başlamıştı ve showda bulundukları bir tiyatroda Sezar hakkında bir şarkı söylüyorlardı.
Kendimi o kadar kaptırmıştım ki İzel ve Berfo'nun da apartmana girdiğini, İzel'in kendi evine çıktığını ve Berfo'nun da ıslak kıyafetlerini değiştirmiş bir vaziyette yanıma oturduğunu fark edememiştim.
"Ne izliyorsun?" diye sordu Berfo. Saçları ıslaktı ve karman çorman gözüküyorlardı. Üzerinde siyah bir t-shirt vardı ve t-shirtün üzerinde karanlıktan gelecekler yazıyordu. Bu daha önce duymadığım yeni bir punk rock grubunun ismi miydi yoksa bir şarkının adı mı merak ettim. "Emin değilim, bu bölümü daha önce izledim sanırım." dedim ona.
"Baksana Daphne'de de sendeki gibi aptal bir şapka var." dedi televizyonu göstererek. "Bir moda iconu da tarzımı seviyormuş gibi gözüküyor, bir de bana moda katili dersiniz." dedim ona. Gülümsedi ve showu izlemeye devam etti. Açık olan balkondan gelen hareketli bir müzik sesi vardı ve Laraların köpeği Bay Spark uyumaktaydı.
bölüm sonu 🐝,,
not: bu bölümde ve önceki bölümde bir sürü spoiler verdim, olaylar karakter ilişkileri ve aralarda çok dikkat çekmese de var olan gizemli olay hakkında. ama bunu önceki bölümde yazmamıştım, bu bölüme koymaya karar verdim. ayrıca bölümlerimde bazı şeyleri şifreli bir şekilde yazacağım ve ilk şifremle aynadaki kelimeyi yazdım, bu şifre için hangi yöntemi kullandığımı da bölümde geçirdim. önemsiz görünen bir detay ama detay gibi detay, tahmin yapana yorumda söyleyeceğim.
yani ufacık bir şey bile aslında ana olaylar ve karakterlerle ilgili kaçırmayın derim, kendim gibi herkesi de paranoyaklığa davet ediyorum dermişim BDBFNEMCNDNDMFN şimdiden okuyanlara çok teşekkür ediyorum sizi çok çok seviyorum 💗💗
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro