Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

bölüm bir;; ❲ ⚰️ ❳ sebebim var mı ki ?






13.45: öğle vakti suları
hava puslu ve güneş
gözükmüyor ── ❛ sebebim var mı ki? ❜

Tanrı ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır. Çünkü O'na göre bütün insanlar yaşamaktadır. (Luka: 20,27-38.)




GÜNEŞ henüz hâlâ bulutların arkasında seyrederken gün içinde korkunç bir şeylerin olacağını düşünen beynim tehlike sinyalleri veriyordu. Bedenim ise hâlâ sonu yokmuş gibi Lara'nın yanında oturmuş, okulun basketbol takımını izliyordu.

Basketbol genellikle ilgimi çeken bir spor değildi, okulda ne kadar ilgi budalası, gerizekalı ve yakışıklı herif varsa takıma girmişti. Asıl tuhaf olansa sürekli okul içinde dönüp duran altın kaplama "aferin okuldaki en iyi takım sensin inandık" temalı kupayı kazanmak için yarış içerisine giren bir sürü gereksiz, adlarını dahi bilmediğim sınıf takımının tuhaf eforlar sarf etmesiydi.

Şimdi o takımların da hakkını yemeyeyim, turnuvalar genelde eğlenceli oluyor ve bir grup prens görünümlü ama herhangi bir faul durumunda birbirine kafa göz dalan ve rakip tribünden küfür yiyince oraya atlamaktan çekinmeyen yakışıklı çocuk izliyordunuz. Çoğunluğu popüler olmasıyla birlikte kendi fanclubları bile bulunan bu havalı insanların adına açılmış pankartlar ve lise dizilerindeki gibi onlarla göz teması kurunca hayatlarının aşklarını bulacağını sanan bir grup küçük sınıf kız görme ihtimaliniz yüksekteyken beyin ve mantık seviyesi düşük bir dizi olay zinciri de görme olasılığınız çıtayı oldukça yükseltiyordu.

Bir de bunun okulun basketbol takımına seçilme durumu vardı. O zaman kıyamet kopar ve bu küçük takımların favorileri herkese show yapmak adına koça sergileyecekleri bir dizi havalı hareketi tribünlere oynayarak yapar ve bir sürü kız düşürürlerdi. İçlerini bilmesem keşke, yoksa ne kadar da hoş çocuklar dediğim bu zamanlar herkesin spor salonundan çıkmadığı ve içeriye girme şansınızın öğle teneffüsünün ilk beş dakikasında sıfırlandığı nadir anlardandı.

İşte Kayzeri Rum Anadolu Lisesi'nde basketbol böyle tanrılaşmıştı. Akademik açıdan başarılı bir okul olsak da spor dendiği zaman gerek taraftar gerek yetenek konusunda üstün gelmek gibi tuhaf bir alışkanlığımız vardı. Bu yüzden oldukça kalabalık bir okul girişine ve yüzün üzerinde kupaya sahiptik. Eğer büyük bir festival olursa her alandan üçer beşer ödül getirirdik.

"Ya Mete yapma şöyle hareketler sonra kızlar sana aşık oluyor!" diye konuştu Lara yanımda sitemle. Bir yandan elinde kantinden aldığı sıcak tostu bir yandan da video çekmeye çalıştığı telefonu ile pür dikkat maçı izliyor ve basketbol dilinden gram anlamayan bana tuhaf terimler ile oyuncuların ne yaptığını açıklamaya çalışıyordu. O sırada tek derdi olan "Aaaa karşı takımdaki bizim Mehmet değil mi?" "Ali saçını mı kestirmiş 0,75 miyobum var benim göremiyorum." "Oha bu çocuk kimdi biz bununla bilim projesi yapmıştık." gibi şeyler olan ben onu dinlemiyor ve bir yandan etrafa bakınıp tanıdığım insanlara el sallarken bir yandan da ne kadar alakasız iş varsa onlarla meşgul oluyordum.

Lara'ya gelirsek, genel olarak tanıdığım en aklı başında insan olma onuruna erişen bu kız kendimi bildim bileli alt komşumdu. Birlikte büyümüş, ilk kez bisikletten birlikte düşmüştük. Doğum günümde sokaktaki Kara adlı köpek bizi birlikte kovalamıştı. Hayatımın önemli bir yarısı boyunca yanımda olmuş ve muhtemelen diğer yarısında da beni yalnız bırakmayacaktı. Çoğu zaman eskiz defterine Mete'yi çizerdi, bir yandan ondan nefret eder bir yandan da tekrardan hoşlanır tuhaf bir döngüyle birlikte bir okul yılını daha bitirirdi. Tanıdığım en zeki insanlardan biriydi, tek sıkıntısı bunu göstermeyi çok tercih etmemesi ve sınıf içinde Özlem, ben ve Berfo'nun dışında arkadaşı olmamasıydı. Bu da Banu'dan kaynaklıydı, o kızdan nefret eder ve onun güzel görünümlü bir timsah olduğuna yemin edebilirdi. İşte Lara Dalgakıran böyle biriydi, ikizi Berfo neredeyse kafasız bir aptalın teki olsa da Lara ailesi için büyük bir lütuftu.

"Bu çocuk tam bir şovmen, baksana kızlara göz kırpıyor ve ara beni işareti yapıyor. Sanki aradıklarında 'Kimsiniz? Ben sizi tanımıyorum.' diyerek yüzlerine kapatmayacak." diye sinirle söylendi Lara. Son zamanlarda bu söylenmeleri artmış Mete'den ayrı bir nefret etmeye başlamıştı. Bunun nedeni muhtemelen Mete'nin kendi döneminden biriyle çıkmasıydı. İlişkilerinin iki hafta kadar bir ömrü olacaktı ama bu bile Lara'nın sinirlerini oynatıyor ve çok agresifleştiği tuhaf dönemler geçirmesine sebep oluyordu. Sonrasında Mete, kızdan ayrıldığı zaman yine kıymete biniyor ve her hareketine tekrar tekrar aşık olmaya başlıyordu.

Bense genellikle onun cevapları çok basit dediği sorularla kafamı meşgul etme eğilimindeydim. Bir insan hem birine aşık olup hem de ondan nefret etmeyi nasıl başarabilirdi, genel olarak bilmiyordum. Lara, bir keresinde ona sorduğumda filozof edasıyla "Çok basit. Bunun nedeni idealimizdekinin çok uzağında birine anlık ve rastgele bir ilgi ile vurulduysak başımıza geliyor." demişti. Oysaki Berfo hemen lafa atlamış ve bunun bir hastalık olduğunu ve Lara'nın da semptomlarını gösterdiğini gururla beyan etmişti.

Mete de Lara için aynen böyleydi. Henüz lisenin ilk gününde, ismimiz aynı sınıf için anons edildiğinde el ele tutuşup sınıfa girdiğimizde bize bakan aptal büyük sınıflar gülmüş ve yan sınıftaki biyoloji dersliğine girmişlerdi.

Biyoloji dersliği demişken, Kayzeri Rum Anadolu Lisesi eski bir azınlık okulundan çevrilmişti. Çevrilme nedeni ise okulun içinde hâlâ ilahiyat dersleri olması, zorunlu incil okutulması ve öğrencileri her pazar topluca kiliseye götürmeleriydi. Bu yüzden uyduruk bir bahane bulup okulu kapattırmışlar, sonrasında Anadolu Lisesi olarak tekrar açmışlardı. Yaptıkları tek değişiklik ise din dersinin içeriği olmuş diğer her şey aynı bırakılmıştı. Bu yüzden hâlâ öğretmenlerin kendi sınıfları, yani derslik sistemimiz vardı. Öğretmenlerimizin sınıflarına giderdik ve temsili bir şubemiz olsa da bütün şube üyeleri asla aynı anda aynı derste bulunmazdı. Yine de biz Lara ile istisna olan bir durumdaydık.

Şimdiyse Mete ve Lara'nın ilk karşılaşmasına geri dönelim, Berfo lisedeki ilk dersinin Almanca olmasına küfrederek ikinci kata çıkan B şubesine katılıp birlikte ders işleyeceği diğer kişilerin A sınıfından olduğunu duyunca daha bi sinirlense de - A şubesinde karşımızdaki apartmanda oturan bir çocuk vardı ve Berfo onunla daha önceleri futbol oynadıkları bir zamanda kavga etmişti - Lara ve ben ellerimize tutuşturulan ders programlarımızı karşılaştırırken hiç ayrılmayacağımızı görüp gülümsemiştik. Bizim gibilerin sayısının çok olduğunu bilsek de o an gözümüze bir ayrıcalık olarak gözüken bu şeyin yıl boyunca havasını atmıştık.

İlk dersimiz edebiyat olduğu içinse sınıfa insanların Kısa Mehmet diye bir lakap taktıkları, boyu neredeyse bir yetmiş olan ve okulun eski döneminden kalma bir adam girmişti sınıfa. Bize 'Edebiyatı hakkını vererek yapmak' üzerine uzun bir nutuk çekmiş, ders anlatış şeklini açıklamış, sınıfındaki kurallara değinmiş ve sonra da kitabın ilk sayfasını açtırarak başlamıştı.

Kısa boylu, gözlüklü ve yüzünün yarısı dudak olan yeni öğretmenimiz sınıftaki bazı çocukların ayaküstü dalgasına sebep olsa da bozulmamış ve tehditkâr bir sırıtışla sınıfa bakmış, konu başlığını tahtaya yazmış ve "Siz beni anlamadınız galiba. Neyse, zaten önümüzdeki yol uzun. Zamanla birbirimizi daha iyi tanıyacağız." diyerek ön sıralardan rastgele bir kızı seçip konuyu okutmaya başlamıştı. "Ne demeye çalıştı ki şimdi bu?" diyen esmer bir kız ise daha önceden tanıdığı arkadaşlarıyla birlikte çoktan adamın dedikodusunu yapmaya başlamıştı. İsminin Banu olduğunu öğreneceğimiz bu kız sonrasında hep arka sıramızda oturmaya başlayacaktı.

Nihayet ders bittiğinde ve konu hakkındaki yazar ile ilgili konuşup haftalık kitap ödevimizi aldığımızda ise yine memnun olmayan Banu söylenmeye başlamış ve bu ödevin çok adaletsiz olduğunu her türlü kitaba ilgi duymak zorunda olmadığı için her hafta alacağı puanlarla sözlüsünün verilmesinin saçmalık olduğunu düşündüğünü söylemişti. Bir taraftan haklı bir taraftan haksız olarak nitelendirebileceğim yorum, çevresindeki kızlar tarafından onaylanmış ve birlikte Mehmet hocaya derin bir kin gütmeye başlamışlardı. Bu yüzden lafa karışma gereği duyup ortamı yumuşatmak isteyen Lara "O kadar da kötü olmasa gerek, gerçekten güzel kitaplar okuyacağız gibi duruyor." demiş ve kızın omzunu pat patlamıştı. Böyle şeyler Lara'nın işi değildi, genelde insanları tanımadan birilerine yaklaşmakta zorluk çekerdi. Yine de Banu bir anlığına samimi gelmişti. Bunun üzerine Banu bize bakmış gülümseyerek biraz daha söylenmiş ve arkadaşımız olmak istediğini söylemişti.

Şimdi düşünüyorum da klasik dokuzuncu sınıf hataları... Herkes herkesi arkadaşı sanıp samimi olur sonra da araları bozulurdu. Yine de kabul etmiştik, böylelikle ortam birden tüm kızların toplandığı ve dedikodunun başladığı bir yere evrilmişti.

"Sizce okuldaki en yakışıklı çocuklar kimler?" diye tuhaf bir soru sormuştu isminin Yağmur olduğunu öğrendiğim kız. "Bilmem ben çok tanımıyorum." demişti başka biri. Sınıfta kimsenin büyük sınıfları tanımadığından yüzde yüz emin olduğum için onların bu hâline gülerken Lara'ya bakmıştım. Pür dikkat sohbeti dinlediğini görüp fikir edindiğini düşünerek önüme dönmüştüm.

"Bence Mete en yakışıklı ilk 10'a girer. Çocuk mükemmel görünüyor." diyen Banu'ya dönmüştü gözlerimiz. "Kim ki o? Hem nereden biliyorsun bunları?" diye sormuştu Lara. Göz kırpan Banu "Göçmen konutlarında oturuyorum ve orada oturup da burada okuyan iki tane kız tanıyorum. Onlar anlatıyorlar, Mete Yıldıran okulun en iyi basketbolcusuymuş. Bizden bir üst dönemde E sınıfında, keşke onunla bir şansım olsa..." demiş ve gülümsemişti. Bunun üzerine kahkahasını bastıramayan Lara gülmüş ve "Yaaa, o da bekliyordu zaten dokuzuncu sınıfın biri gelsin de onunla çıkayım diye." diyerek dalga geçmiş ve kızı hafif rezil etmişti. Bunun üzerine ona pis pis bakan Banu anında bakışlarını büyük sahte bir gülümseme ile değiştirip "Seni de görürüz Laracım. Eğer hoşlandığın biri olursa ilk bana anlatıyorsun, tamam mı hayatım?" diyerek Lara'nın omzuna vurmuştu.

O an kız hakkında içime kurt düşse de değildir diyerek onun iyi biri olduğunu düşünmeye devam etmeye karar vermiştim çünkü asılsız bir şekilde insanların günahını almaktan nefret ediyordum. Benim aksime bozulan Lara bir anlığına donsa da başını iki yana sallamış ve tekrardan konuşmalara dahil olmuştu. İşte o an fark etmiştim, Lara Banu'dan hiç hoşlanmamıştı.

Okul bitip eve gittiğimizde ise Lara'nın söylenmesini ve elinde olsa kıza söyleyeceği ama söylemediği şeyleri dinlemiştim. Bu kısma kadar mantıklı giden bu olayın tersine çevrilebilecek olduğunu bilememek ve Mete Yıldıran'ı hafife almak yaptığımız en saçma şey olsa gerek, birkaç hafta sonra çocuğu basketbol maçında gören ve gülümsemesine aldanan Lara çocuğa kim olduğunu bile bilmeden vurulmuştu. Sonra da şans eseri öğrenmişti Mete olduğunu, bu da yetmemiş okulun ilk günü bize gülen yan sınıftaki sinir tiplerin E sınıfı olduğu ortaya çıkmıştı - dersliğin yanındaki ders çizelgesinden kontrol etmiştik - ve Mete'nin de onların arasında olduğunu fark etmiştik.

O günden sonra büyük konuşmamaya yemin eden Lara Mete'den hoşlandığını benden, Berfo'dan ve Özlem'den başka kimseye söyleyememişti. Özellikle de Banu'ya hiç söylememişti. Çünkü sınıftaki kişileri arkadaşı olarak görmüyor olabilirdi ama bu onlarla takılmadığımız ve zaman zaman vakit geçirmediğimiz anlamına gelmezdi. Her ne kadar sınıf değiştirme ve sosyal etkinlik gibi durumlardan kaynaklı sınıf dışı arkadaşlarımız çok olsa da dershane öncesi takıldığımız gruplardan biri de Banu'nun grubuydu.

Banu ise sağı solu belli olmayan bir kızdı. Onu gören insanların ilk etapta ilgisini çekmese de arkadaş olmak istediği insanlara yapışmak ve onlara kendini sevdirmek gibi tuhaf bir huyu vardı. Genel olarak iyi huylu olsa ve aynı bizim gibi sosyal etkinliklerde çok aktif olup sohbeti sarsa da bazı tuhaf hareketleri vardı. Bunlardan biri sevdiği ve sevmediği insanları ortamına göre değiştirmesi ve bazılarının arkasından konuşup yüzlerine gülmesiydi. En tuhaf olanı ise bunun genel olarak fark edilmemesiydi. Bizi en yakın arkadaşları olarak gördüğü için bize söylemişti, işte o zaman ona bakış açım değişmiş ve ona karşı bir tık dikkatli olmaya karar vermiştim.

Biz spor salonunda oturup maçı izlerken de öyle yapmıştım, Lara hâlâ Mete'den konuşurken birden bire beliren Banu yanımıza gelmiş ve "Nabersiniz? Bensiz maça gelmek ha çok kırıldım size. Neler duydum inanamazsınız." demişti.

Banu geldiği an tostundan kocaman bir ısırık almaya karar veren Lara'nın gözleri baygınlaşmıştı. "Hoşgeldin Banu, bu kadar heyecan niye? Gören de çok gizli bir şey öğrendin sanacak." dedim. Gülümsedi ve pür dikkat Lara'ya baktı, rahatsız olan arkadaşım kafasını çevirdi ve karşı takımdan bir çocuğa bakıyor gibi yaptı. Ne zaman Banu yanımızda olsa Mete hiç var olmamış gibi davranır ve ne zaman onun adı geçse burun kıvırırdı. Banu'nun sağı solu belli olmaz demiştim, arada birkaç çocukla çıksa bile hâlâ övdüğü bir grup çocuk vardı ve onlardan biri Mete'ydi. Lara da onunla ters düşmemek için sırrını sırf bu yüzden kendine saklamayı seçmişti; biliyordu, Banu eğer şansı olsa bir kez bile düşünmezdi.

"Zaten çok önemli şeyler öğrendim diyorum." dedi kız. Sonra gözlerini kıstı ve bize baktı. "Kütüphanede olursunuz sanmıştım, normalde maça gitmezsiniz. Özlem de yok, o nerde?" diye sordu.

Gülümsedim ve uydurmaya başladım. "O mu? Sevgilisi ile konuşuyor, aralarında yine bir şeyler olmuş. Özelmiş, öyle dedi." dedim, bu kısma kadar doğruydu. Özlem Banu'ya sevgilisi hakkında bir şeyler anlatmaktan hoşlanmıyordu çünkü sonra bu bilgileri yan sınıflardan topluyordu. Biz maçtayken de onunla konuşmak için dışarıya çıkmıştı. "Bizse 11 C'nin maçına geldik, biliyorsun Faruk ve Seyit de takımda. Onlar da benim yakın arkadaşlarım olduğu için Seyit maçıma gelir misin diye sordu. Ben de kabul ettim." dedim. Bu da çok yalan sayılmazdı. Faruk İngilizce tiyatro, okul tanıtım ekibi ve münazara sayesinde tanıştığım biriydi. Seyit'le ise onun sınıf arkadaşı olması yoluyla tanışmıştık ve Seyit'le aynı dershaneye gittiğimiz için Faruk ve arkadaş grubu ile okul çıkışı yemek yemeye başlamıştık. Bu ortamı kıskanan Banu dershaneye gitmese de aramıza kaynamak istese de daha sonraları yılmış ve bizimle gelmekten vazgeçmişti. Buna rağmen her gün bize bir önceki gün ne yaptınız diye sorup duruyordu. Bu da bir nevi çıldırtıyordu.

"Seyit seni maçına mı davet etti? Yuh kızım bu çocuk sana yürüyor bak demedi deme!" dedi Banu. Tekrar gülümsedim, evet bu da yalan sayılmazdı beni gerçekten davet etmişti ama yürüdüğünü çok da düşünmüyordum. O ikisi genel olarak arkadaş oldukları herkesi maçlarına davet etme eğiliminde olan kişilerdi ama Banu kafasında ne kuruyor bilmediğim için yanlış anlaşılacak bir şey dememek için genel olarak dikkat ediyordum. "Sanmam Banu, o benim arkadaşım." dedim.

"Sen öyle san Arya. Resmen tüm aşklarını harcıyorsun bu kaçıncı! Dediğim çıkınca göreceğim seni, ben şimdi asıl olaya geleceğim." dedi ve Lara'nın elindeki tostu çekiştirdi. Bu ani hareketle şaşıran kız elindekini kaptırınca tostun kalanını yemeye başlayan Banu'ya şaşkın şaşkın bakmaya başladı. "Sahi, baksanıza Mete de burdaymış. O ve Ozan çok yakışıklı ya, her neyse ortamı dağıtmayayım. Bu yılki turnuvada Ela merkezi oynayacakmış. Ay o kızdan da nefret ediyorum, Şemsi'nin takımı bu turnuvada intikam alacaklarını söylemiş. Sizin dershanedeki sınıfta onlardan çok var, bu yılki as takımı öğrenmemiz gerekiyor. A sınıfından Elif istemiş. Biliyorsunuz o takım kaptanı ve gerçekten onlardan nefret ediyor. Hayır anlamıyorum okulları köyün ortasında ve sporda bizimle aşık atabileceklerini sanıyorlar şaka gibi!" dedi hızlı hızlı.

"Nefes al Banu. Ayrıca iyi çiğne de boğazında kalmasın." dedi Lara ona. "Ay sen de ne tatlı şeysin Lara. Sana tost borcum olsun, maçın sonunu haber verin bana merak ederim." dedi Banu. Sonra da tribünden hızlı hızlı çıktı ve gitti. Bu acele ile nereye gittiğini anlamasam da bir şeyin peşinde olduğu kesindi.

"Resmen yüzsüz gibi tostumu yedi ya! Bi Berfo bi o zaten. Yemeğimi ellemelerine sinir olduğumu ne zaman fark edecekler merak ediyorum." dedi Lara kızın arkasından bakarak. Onun keyfinin kaçtığını görünce gülümsedim ve omzunu sıvazladım. "Merak etme, Faruklara söylerim bizi bu sefer daha güzel bir yere götürürler." dedim. Bana öyle bir bakış attı ki şüphelendiğini fark ettim. Faruk bizi tantunici dışında bir yere götürmemişti henüz. Bu yüzden çok da güvenmemesi doğaldı.

Nihayet zil çalınca ve maçın son dakikaları oynanınca tarih dersine birkaç dakika geç kalacak olsak da Zeynep hocanın bunu çok umursamayacağını düşünerek biraz daha kaldık ve Seyitlerin yanına koştuk. Mete ve sınıfı zaten basketbol kralları oldukları için çoktan bizimkileri haşlamış ve üzerine büyük bir farkla yenmişlerdi. "Zaten kaybedecektik oğlum niye kızıyorsun." dedi muzip bir ses, Seyit. "Oğlum adamakıllı oynamadın ki! Mete formdan düşmüştü yenerdik. Bu yıl da şampiyon olamadık ya illa kazanmamız için bütün üst sınıfların mezun olması mı gerekiyor kardeşim." dedi Faruk ona.

"Küçük sınıfları yenmek seni tatmin etmiyor sanırım." dedi hemen yanlarında durmakta olan Oğuz. "Rezil oluyoruz oğlum, zaten geçen onuncu sınıflara yenildik. Eğer bir maç daha kaybedersek eleneceğiz o olacak. Bizim kazanıp finali Metelerle oynamamız lazım." dedi yine Faruk.

Faruk onu tanıdığım kadarıyla rekabetçi bir insandı. Rahat biri gibi gözüküyordu ama kaybetmekten nefret ediyordu. Uyuşuk insanlara dayanamıyor ve her şeyi kendi dediği gibi yaptırmak istiyordu. Bu kadar baskın insanlardan hoşnut olmasam da sevdiği kişilere taviz veriyor olması onu gözümde bir tık yukarıya çıkarıyordu. Kendi arkadaş grubundan bir tek Seyit'e istediği gibi çıkışıyor ve onunla dalga geçiyordu. Çünkü Seyit onun çocukluk arkadaşıydı ve ne kadar seviyor olsa da Seyit benden bile gıcık bir insan olduğu için ona laf etmeden duramıyordu.

"Ne zaman öğreneceksiniz kaybettiğiniz zaman birbirinize suç atmamayı, Mete'nin karşısında zaten duramazsınız oğlum. Fevzi ve Fehmi bir derece ama onlar da 12 F'de. sizin ne haddinize bu." diye dalga geçti onlarla Lara. O an bizim de onları dinlediğimiz fark eden çocuklar bize doğru döndüler. Yanlarında takımın danışmanı ilan ettikleri Sıla da duruyordu. Bize el salladı ve gülümserken takım üyelerine havlu dağıttı.

"Sizin dersiniz yok mu ya?" dedi Oğuz. Onları yenilmiş bir vaziyette görmemiz hoşuna gitmemişti. Omuz silktim, birazdan gidecektik. "Sahi girmesek ya derse, Faruk oğlum bize faaliyet yaz da girmeyelim. Bu yenilgiyi zaten kaldıramadım. Sınıfta alay edecek bizimkiler bi de Efe şerefsizi ile iddiaya girmiştim nolur girmeyelim." dedi Seyit. Furkan eliyle ona git ordan işine der gibi bir hareket yaptı. "Benden faaliyet yazma yetkimi suistimal etmemi isteme, siz kimsiniz ki? Hadi Arya ve Lara neyse onlarla toplantı falan diyerek dersten çıkma yetkimiz var ama siz benim okul tanıtım ekibinde bile değilsiniz. Zaten broşür yaparken fazlasıyla çıkardım sizi. Müdür elimden her şeyi alsın mı istiyorsunuz?" dedi Faruk.

Seyit yüzünü astı. Faaliyet yazma işi etkinliklerde görev alan öğrencilerin yok yazılmadan dersten çıkması ile alakalı bir şeydi. Ben yaklaşık beş yerden faaliyet yazdırabiliyordum. Faruk da benden farksızdı ama Seyit için aynı şeyi söyleyemezdim. Benim faaliyet yazmak gibi bir yetkim olmadığı, Faruk da herkesi kafasına göre çıkarmadığı için sürekli derse girmek zorunda olan Seyit her gün yaklaşık on kere bize bunun konusunu açıp duruyordu. Faruk ise asla onu reddetmekten yılmıyordu.

"İyi madem, gidelim kimyaya. Yapacak bir şey yok." dedi Seyit. Kimyacıları Aslı hoca çok fena biriydi. Hem ders anlatamıyordu hem de en ufak şeyde disipline veriyordu. Bundan müdür bile sıkıldığı için idare artık onu dikkate almamaya başlamıştı. "Şimdi bize bağıracak neredeydiniz diye. Sınıfa da almaz şimdi o." dedi Eren gülerek. Takım arkadaşları ona kötü kötü bakmakla yetindiler ve soyunma odasının yolunu tuttular.

Bunun üzerine okula giren Lara ve ben koridorda yürümeye başladık. "Ne düşünüyorsun." diye sordu bana. Neredeyse tarih sınıfının önüne gelmiştik. "Hiiiç." dedim. Bir an önce derse girmek istemiştim. "Hadi ama Banu bir konuda haklıydı." dedi. Ne demek istediğini anlasam da anlamamazlıktan geldim. "Saçmalama, o herkes için aynı şeyi söylüyor. Daha dün de Onurla aranda bir şey mi var diyordu. Kaostan beslenen insanlar böyledir. Durup durup bir şeyler bulurlar, sallama onu." dedim ona. Muzipçe sırıttı. "Ben tahmin etmiştim. Sadece şaka yaptım." dedi ve omzuma vurdu. "Eminim öyledir." dedim gıcık bir sesle.

Berfo sırf birbirimize sataşma huyumuz yüzünden arada üçüncü sınıf gibi davrandığımızı söylese de yapmadan duramıyorduk işte. Nihayet şakalaşmamız bittiğinde Lara'nın yüz ifadesi değişti.

"Duydun mu?" diye sordu bana. "Neyi duydun mu?" dedim ona. Lara'nın genetik bir hastalık sonucu kulakları benimkilerden bir tık daha iyi duyuyordu, bu yüzden gürültüden fazlasıyla nefret ediyordu. Sırf bu yüzden basketbol maçlarını nasıl izliyor merak ediyordum.

"Bir tıkırtı geldi. Duydun mu?" dedi tekrar. Ona örümcektir yine onun dolabın arkasında yürüme sesini duymuşsundur demek istedim. Belki de Faruklar gelmiştir de onlar da ses yapıyor demek istedim ama diyemedim. Çünkü sesi ben de çok net duymuştum. Koridorun diğer ucundaki fotokopi odasından ritmik tıkırtılar geliyor ve bütün koridoru sarıyordu.

"Çok tuhaf," dedim "Öğretmenlerin bu sürekli artan sese çıkmaması aşırı derecede tuhaf."

Lara bana bakarak endişeli bir şekilde kafa salladı. "Duymadıklarını sanmam. Belki de Yusuf abi fotokopi çekiyordur da onun işi sanıp çıkmıyorlardır." dedi. Yusuf abi okulun tuhaf hademesiydi. Çok iyi bir insandı ve sürekli derslerden çıkıp bir şeylere koştuğumuz için onunla kanka olmuştuk. Tuhaf olan tarafı ise ne zaman ona ihtiyaç olsa tamamen kaybolması ve okulu altüst ettiğimiz hâlde onu bulamamamızdı. Ayrıca en alakasız yerde, normalde orada olmasa bile belirmek gibi bir özelliği de vardı. Genelde bu hademelerin çoğunda var diye bu tuhaflıkları geçiştirirdik.

"Gidip baksak mı? En kötü bize çay ısmarlayacağı için derse beş dakika gecikiriz." dedim. Böyle durumlarda içimdeki merakı gizleyemiyor ve her şeye dahil oluyordum. Merak kediyi öldürür derler, bir gün sırf bu yüzden başıma bir şey gelmesi olasıydı.

"Korku filmlerinde ilk kim ölür biliyor musun?" dedi Lara büyük bir sırıtışla. O an aynı anda "Sese giden ilk kişiler." dedik ve fotokopi odasına doğru yürümeye başladık. Biraz eğleniriz muhtemelen bir şey yoktur diye düşünüyorduk. Lara kapının kolunu çevirdi ve kapı kilitli dedi. Bunun üzerine maçtan önce sınıf değiştirdiğimiz için hâlâ yanımda olan sırt çantamdan bir anahtarlık çıkardım.

Yusuf abi, İngilizce tiyatro için konferans salonuna, okul tanıtım için gerekli evraklara ulaşmak için rehberliğe, panolar ve diğer dekor malzemeleri için de ihtiyaç odasına girmem gerektiğinden; bunları da benim dışımda yapacak başka kimse olmadığından sürekli anahtarlar için de onu kovalamaktan bıktığımdan bana her kapıyı açan o kutsal anahtarlardan vermişti. Sonra da "Bu Seyit gibilerin eline geçmesin arada Faruk'a ve Tuna'ya da ver birlikte kullanın." demişti.

"Açacak mı kapıyı ki?" dedi bana Lara. Faruk olsa "Amaan açmayın kapıyı iyi niyet suistimali bu." der ve bizi vazgeçirmeye çalışırdı. "Açar açar, buradaki her yeri açıyor bu. Bir kere baksak bir şey olmaz." dedim.

Kapıyı ses çıkarmadan açtık ve içeriye girdik. Fotokopi odası genelde kullanılmazdı. Tozlu bir odaydı ve okulun ön cephesine baktığı için fazlasıyla ışık alırdı. Bu yüzden de havada asılı kalmış tozlar görülür ve odanın her tarafına olan uçuşlarını izlemek mümkün olurdu. Odanın içinde bir sürü dolap, içlerinde de değişik kağıtlar vardı. Genelde onlardan kullanmak için daha fazla fotokopi parası alırlardı. İki tane kocaman makine vardı. Sınav haftası ve ödevlerin yoğun olduğu haftalar makine çok dolu olurdu. Makinelerin yanındaki masada önceki tarihlere ait ödev fotokopileri ve her dersten sınav notları vardı. Genelde öğrenciler sınıflarına ya da bir iki arkadaşlarına vermek için notlarını çoğaltırlardı ve fazlasını burada bırakırlardı. Üst dönemlerden Kaan bana çok eskiden not satarak parayı bulan çok sayıda öğrenci olduğunu anlatmıştı.

"Kimse yok burda?" dedi Lara. Kaşlarını çatmıştı. O sırada hâlâ çalışmakta olan makineyi fark ettim. "Biri açık unutmuş galiba." diyerek makineye gidip kapattım. "Çok saçma burda kamera falan yok mu? Niye açık bırakırsın ki?" dedi Lara. Fotokopi mi çekiyordu acaba diye düşünerek çıktı kısmına baktık. Boş bir kağıttan başka bir şey göremeyince şaşırdık ve kağıdı ordan aldık. Ben merakla tersini düzünü çevirirken Lara "BAK!" diye bağırdı.

Kağıdın arka kısmında wordde yazılmış gibi duran kısacık bir cümle vardı. "Ölmemiştim, ama yaşamıyordum da."

Lara ve ben birbirimize tuhaf tuhaf bakmaya başladık. Bu sözü bir yerlerden hatırladığımı hissettim. "Dante, İlahi Komedya." dedim fısıltıyla. Daha geçen sene felsefe dersinde ilgimi çektiği için büyük bir hevesle kitabı okumuş ve notlar almıştım. Bu söz de üzerini çizdiğim sözlerdendi. 15 ve 17. yüzyıl felsefesi sunu ödevimde kullanmıştım.

"Çok tuhaf, neden biri böyle bir sözü bu kadar dandik bir biçimde çıkartır ki? Şaka falansa hiç komik değil." dedi Lara. Omuz silktim. "Şaka olduğunu sanmıyorum. Belki de makine çalışıyor mu falan diye deniyorlardır. Aysu abla bu aralar İtalyanlara sardı. Çok da acayip değil." dedim. Aysu abla okulun memuruydu. Kayıt işleri ve makineye fotokopi gönderimi işi ile o ilgilenirdi. Odası müdürün odasının yanında duruyordu ve gerektiğinde müdürün odasına geçebilmesi için odasının içinde küçük bir kapıya sahipti. Genelde bir şeyler onaylatmak ya da çıktı almak için ilk ona giderdik.

"Öyle diyorsan öyledir." dedi Lara ve kağıdı yanımızda durmakta olan çöpe attı. Odadan çıktık ve kapıyı kilitledik. Çok oyalanmıştık. Dersin son on beş dakikası kalmıştır herhalde ne bahane üretsek acaba diyerek kapıyı çaldık. İçeriden enerjik bir ses "Girin!" diye seslendi.

"Geç kaldığımız için özür dileriz hocam." dedim. Tam bahanelerimi sıralamaya başlayacaktım ki gülümsedi. "En sevdiğim öğrencilerim her derste olduğu gibi bunda da geç kalmış. Maçtan dolayı mı? Neyse geçin bakalım zaten zil çalalı beş dakika falan oldu. Ben de yeni geldim." dedi, Lara'ya baktım. O da şaşırmıştı. Hızlı bir şekilde en ön sıraya oturduk ve saate baktık. Gerçekten de beş dakika geçmişti.

"Nerdeydiniz kızım?" diye cırladı yan sıramızda oturan Özlem. Yanındaki Berfo ise tarih kitabından bir sayfa koparmış uçak yapmaya başlamıştı. Yanlış tahmin etmiyorsam otuz yıl savaşları ile ilgili kısımdı. "Nerde miydik?" dedi Lara fısıltıyla. "Başımıza ne geldi inanamazsın kızım!" dedi sonra. Özlem kaşlarını çattı. Zaten ne geliyorsa da sizin başınıza geliyor hayatımdaki tüm ekşını çekiyor şu yanındaki, bana kalmıyor sonra." dedi Lara'ya beni göstererek. Gülümsedim ve bir yandan dersi dinleyip not alırken bir yandan da onlara kulak kabarttım. Sınav haftası geldiğinde üçüne de bu konuları ben anlatacaktım.

Ders bittiğinde Özlem ve Berfo'ya olanları anlattık. "Üstüme iyilik sağlık!" dedi Özlem ve şok içinde bize baktı. Berfo ise sadece güldü ve "Bundan daha komik ve ilginçlerini yaşamamış olsam Özlem'le aynı tepkiyi veriridim." dedi. Böylelikle olayı orda kapattık ve bir daha açmamaya karar verdik.

Okul çıkışı Faruklarla kapıda buluştuk ve dershaneye gitmek için otobüse binmeden önce okulun ordaki Kelebek Park'a gittik. Bir sürü kafesi, sinema salonu, küçük bir amfisi ve kitapçısı olan bu parka geçen yaz iki tane figürcü de açılmıştı. Bu yüzden diğerleri gibi yarım saat yürüyerek bulvara çıkıp McDonald's'a gitmek yerine buraya gelmeyi tercih ediyorduk. "Ne yemek istersiniz?" diye sordu Faruk.

"Ne olur bizi şu saçma tantuniciye götürme sonra midem ağrıyor." dedi Lara. Oğuz ve Berk de onu onayladı. "Şu hamburgerciye gitsek ya patatesleri güzel oluyor." dedi Seyit. Tabii demesi kolaydı çünkü o benim patateslerimi de yiyordu.

"Bence bu sefer kokoreç yiyelim." diye bir öneride bulundu Berfo. Lara ve ben onun yemek seçiminden iğrenirken pislik yaptığını bilmenin verdiği gülümsemesi de yüzünden hiç eksik olmuyordu. Her kafadan bir ses çıka çıka sonunda tavuk ve patates yiyebileceğimiz güzel bir kafeye girdik. Gülüp eğlenirken birbirimize okulda yaşadığımız şeyleri de anlatıyorduk. Berfo tam bizim tuhaf bir halüsinasyon gördüğünüzü söyleyecekti ki Lara ona kaş göz yaptı. İkiz sinyalleri yine çalıştığı için kardeşinin ne yapacağını çoktan anlamıştı. Bunu gören Seyit bana bakmaya başladı. Yanında oturduğu için zaten çok içli dışlı bir samimiyet içerisinde bulunduğum bu çocuk, ne zaman bana uzun uzun baksa rahatsız hissetmeden edemezdim. Nedense yanlış bir şeyler varmış gibi hisseder ve tuhaf kuruntular edinirdim.

Yüzünü bana aşırı çok yaklaştırınca da öyle hissettim. Flörtöz bir ses tonu ile kulağıma "Bir şeyler mi saklıyorsunuz siz?" diye sormuş ve sonra da sırıtarak bana bakmıştı. Genelde Seyit'i sevsem de bu huyunu hiç sevmezdim. Bana yaklaşıp istediği her şeyi almakta bir numara olan bu çocuk, bazı şeyleri reddettiğim zaman üzerime gelir ve duygu sömürüsüne başvururdu. Bir keresinde bunu Faruk'a anlatmayı denemiştim, o da bu konu ile ilgileneceğini söylemiş ama hiçbir icraat göstermemişti.

"Hayır Seyit, neden böyle düşündün ki?" diye sordum ona fısıldayarak. "Bugün ayrı bir tedirgin görünüyorsun da ondan." dedi bana. Sonra da çantasından sigara paketini çıkardı ve içinden bir dal alarak paketi kapattı ve Berk'e verdi. O sırada yüzüm iğrenmiş bir hâl aldı. Arkadaşlarımın tercihlerine karışamamak beni işte böyle zamanlarda çok kötü hissettiriyordu.

Seyit sürekli sigara içiyordu. Onunla ilk tanıştığımız dönem ortaokulda babası yüzünden başladığını ama sonra yanlış bir şey yaptığını düşünüp bıraktığını söylemişti. Babası polisti ve eve geç gelirdi. Ama sonradan bu mazeretini tamamen yok edecek şeyler yapmaya başlamış ve ona ben sigaradan nefret ederim dediğim gibi gitmiş tekelden bir paket almış ve tekrar içmeye başlamıştı. En kötüsü de bunu gözümün önünde yapmasıydı. Bundan iğrendiğimi bile bile yanımda içiyor ve yüzüme bakıp gülümsüyordu. Buna sırf ben değil Faruk ve Oğuz da sinir oluyordu. Ona neden bu kadar aptalca bir şey yapıyorsun diye sorduğumda ise "Endişelenmiş yüzünü seviyorum." diye cevap veriyordu. İşte beni en çok bu durum korkutuyordu.

"Seyit oğlum yarı kapalı alandayız! Her tarafı duman yaptın iğrenç!" diyerek dumanı uzaklaştırmak için çırpındı Faruk. Sonra yüzüme baktı ve tekrara Seyit'i azarlamak için döndü, "Masada kızlar da var ve rahatsızlar, bari onların olmadığı bir zaman iç."

Bunun üzerine esmer çocuk daha çok gülümsedi, "Neden? Masamızda her zaman kızlar var. Buna alışmaları lazım." dedi.

"Seninle cidden uğraşılmaz." diye göz devirdi Lara ve ikizinin de elinin sigara paketine gittiğini görünce Berfo'nun eline sertçe vurdu. "İçersen anneme hesap verirsin!" dedi büyük bir sinirle.

Bu tarz şeylerle arası olmayan çocuk Seyit'ten özenip başlamış ve apartmanımızın yangın merdivenlerinde oturup bir yandan ders çalışıp bir yandan düşünürken içmişti. Bunun üzerine Lara onu annesine gammazlamış ve bu durumu engellemişti. Berfo'nun da aslında böyle yapmak istemediğine emindim, yüzünde kendiyle savaşıyormuş gibi bir ifade olan bu çocuk sırf bakmamak adına kafasını başka bir yere çevirmişti.

"Duman mı yiyoruz yemek mi anlamadım ben." dedi Oğuz ve yemeğini yemeye başladı. Bir yandan da fizik çözüyor ve Berk'in geometri ödevini yapıyordu. Oğuz gerçekten zeki bir çocuktu. Düşündüğü zaman gözlükleri ile oynardı ve ne zaman fen derslerinde takılsam bana hiç sıkılmadan konu anlatırdı. Fizik ve matematiğe ayrı bir ilgisi vardı. İnsanlarla teoremler konuşmayı sever ve genellikle sinir bozucu zorluktaki sınavlardan 90 alırdı. Bu yüzden sınıfı ve bizim dışımızda ondan pek de hoşlanan yoktu. "Berk oğlum neden ödevlerini yapmıyorsun ki? Sürekli geometri çözmekten bıktım artık." dedi şakasına. Berk omuz silkti.

"Kafam basmıyor ki. Babam işin ucunda olmasa MF bile olmayacağım biliyorsun beni." dedi. Berk hayatı tamamen planlanmış bir çocuktu. Annesi kadın doğumcu babası ise aile hekimiydi. Birkaç kere aile yemeklerine gittiğimden biliyorum Berk'i çok severlerdi. Annem annesinin lise arkadaşı olduğu için onu çocukluğumdan beri tanırdım. Anne kuzusu olduğunu göstermemek adına siyah giyinen, çevredeki biri ona hâlâ "Oğluşum benim!" dendiğini duymasın diye kaçan biriydi o. Sırf bu yüzden çevreden kendini soyutlamış ve Faruklar ile arkadaş olmuştu. Bir türlü de açılamıyordu. MF alanında o kadar kötüydü ki rehberlik alanında ilgi alanlarımızı doldurup hangi alana yoğunlaşmamız gerektiğini öğrendiğimiz gün kendisi ile alakası olmayan yerleri doldurduğunu gören Namık Hoca şaşırmış ve "Oğlum ne yaptın sen?" demişti. Bu, hayattaki herkesin mutluluğa ulaşıp kendi nirivanalarını bulabileceğini düşününen rehberlikçi aynı gün Berk'in ailesini aramıştı.

Okula gelen Filiz teyze ve Ayhan amca rehberlikçiyi dinlemiş ama inanmamışlardı çünkü Berk onlara evde mükemmel çocuk profili çizmeyi hiç bırakmamıştı. Bu yüzden de hayatta her şeyden daha çok nefret ettiği matematik ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Ödevlerini Oğuz'un yapması karşılığında çocuğa para veriyor ya da okumak istediği bir kitabı alıyordu.

"Size bir geleyim ispiyonlayacağım seni annene gör bak." dedi Oğuz. Bunu yapmazdı ama arkadaşına takılmak çok hoşuna gidiyordu.

Nihayet yemek faslı bittiği zaman Oğuz ve Faruk, Berk'i de alıp dershanelerine gidip bizi yalnız bıraktıklarında parktaki küçük kitapçıya uğrayıp biz de dershanemize gitmeye karar verdik. Okuduğu bir serinin yeni kitabın çıktığını söylen Berfo bir yandan heyecanlı bir sesle kitabı anlatıyor bir yandan da umarım gelmiştir diyerek kafamızı ütülüyordu. Yanımda çok para yoktu. Bu yüzden iki tane on liralık klasik alıp otobüste okusam fena olmaz diye düşünüyordum. İçeriye girince bakınmaya başladım.

"Çehov alacağım sanırım." diyen Lara elinde iki tane kitap sallayıp bana gösterdi, "Hadi sen birini al ben de ötekini alayım." Kafamla onaylayıp kitaplardan birini elime aldım ve kırtasiye ıvır zıvırlarının olduğu yöne ilerledim. Bir sürü güzel ajandaya bakıp içlerini incelerken buldum kendimi.

"Ne yapıyorsun günlük mü alıyorsun?" dedi Berfo. Elinde Kral Katili adlı kitabı sallarken. "Bilmem, bakıyorum öylece. Muhtemelen pahalı şeylerdir bunlar." dedim ve elimdeki mor defteri yerine bıraktım. Başka bir rafa yöneldim ve etrafa bakınmaya başladım. Tam o sırada biraz önce bakmakta olduğum defteri alıp kasaya yürüdüğünü gördüm. "Ne yapıyorsun sen?" diye sordum ona.

"Erken doğum günü hediyesi diyerek gülümsedi." Şaşkınca ona baktım, "Benim doğum günüm temmuzda ama?" dedim. Dediğim şeyle ilgilenmedi ve defteri paket yaptırdı. Sonra da yanıma geldi.

"Şimdiden iyi ki doğdun Arya. Yazı yazmayı sevdiğini biliyorum. Eğer benim hakkımda yazarsan kötü şeyler yazma tamam mı?" dedi ve göz kırptı. Ona "Şaka yapıyorsun." diye zevzekçe bir şey söyledikten sonra defteri aldım. Kasada sıradan bir defter için altmış tl ödemesi canımı acıtsa da hediye hediyedir diyerek mutlu olmuştum.

"O da ne ya elindeki?" diyen Seyit yanıma gelince gülümsemem solar gibi olsa da renk vermedim. "Hiç." dedim, 'i' harfini uzatmıştım.

"Bence de kesin hiçtir, zaten mavi hediye paketleri içinden hiçbir şey çıkmıyor." dedi düşmanca. Elinde bir poşet dolusu kitap tutuyordu, ne aldığını görmek istediğimi fark edince poşeti iyice kapattı. Kaşlarımı çatıp ona baktım, deftere iyice sarılmıştım.

"Senin derdin ne?" diye çemkirdim. "Sensin." dedi sinirli bir sesle. "Son zamanlarda çok sinir bozucu davranıyorsun." diyerek dışarıya çıktı.

"Ne yaptım ki ben?" dedim yanımda durmakta olan Özlem'e. "Ne bileyim ben. Yine trip atacağı tuttu bunun. Boşver." dedi bana ve omzumu sıvazladı.

Topluca dükkandan çıktığımız zaman da Seyit'in surat yapması devam etti ve benimle konuşmayı reddetti. İlginç biriydi ve hava kararmak üzereydi.







bölüm sonu 🐝,,

not;; şimdiden kendilerinden inspo almama izin veren birkaç kişiye çok teşekkür ederim :3 daha önce böyle bir şeyi denememiştim, normalde hikâyeyi biraz daha olaylar ve kişiler gerçeklerden uyarlanmış bir şekilde yazmak istemiştim ama sonra bunu yazamayacağımı fark ettim ve genel tarzımdan şaşmayıp paranormal şeyler de ekleyerek yeni bir gidiş yolu çizdim 😳💘

umarım bölüm çok sıkıcı olmamıştır, hepinizi çok seviyorum ballarım 😘💞💗,,




Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro