BAŞIM DÖNÜYOR
Uçağın camından pisti gördüğümde neden daha önce bizimkilerle Dubai'ye gelmediğimi düşünmüştüm. Annem ve Babam çok severlerdi burayı. Onlara göre mistik bir havası vardı. Aslında gördüğüm manzara beni oldukça etkilemişti. Uçağa binmeden önce Hasan amcamın attığı son dakika golünü bile unutturmuştu.
Burj el-Arab'ta kalacakmışım. Bizim sümüklü Arda da orada kalıyormuş. Dubai'yi çok iyi bildiği için beni o gezdirecekmiş.
Vah, vah, vah!
Ahma'da okurken okulun bahçesinde bana ilan-ı aşk etmişti geri zekâlı. Tamam, çok güzel bir kız olmayabilirdim, hatta fiziksel olarak kendimi hiç beğenmem ama o koca göbekli patates çuvalı ile de işim olmazdı hani. Nasıl bir bahane bulsam da onunla görüşmeden sıvışsam bilemiyordum.
Beynimin içinde dönüp duran hain planlar beni bile şaşırtmıştı. Bazen öyle zamanlar geliyordu ki kesinlikle kişilik bölünmesi yaşıyordum. İçimdeki psikopat Azra doğarken, saftirik Azra, anahtarı kaybolmuş bir kasanın içinde hapsolmuş gibi oluyordu. Kendi kendimi teselli ederek psikopat olan Azra'nın saklandığı delikte kalması için dua ediyordum.
'Neyse canım bir defa görüşürüm. İki saat dişimi sıkarım. Hasan amcamın hatırı var sonuçta,' diyen iç sesime boyun eğmekten başka çıkış yolum da yoktu.
Ah bir de, 'Herkesin ortasında sakın yabanilik yapıp beni utandırma!' diye tembihlemişti, iyi mi? Allah'ım, düşüncesi bile korkunçtu.
Arda ve ben.
Sanırım en son Arda ile aynı masada oturabilme rekorum on beş dakikayla sınırlıydı. Bunu bir yemek süresine uzatabilirsem Guiness rekorlar kitabına bile girebilirdim. Ya zaten şişkoydu, teri de fena kokardı. Acaba hâlâ öyle miydi?
Allah'ım bana sabır ve dayanma gücü ver diye yalvarıyordum. Resmen tatile değil de ceza çekmeye gönderiliyordum Dubai'ye.
Aklıma yine o mavi gözler gelmişti. Arda'nın da hatırladığım kadarıyla mavi gözleri vardı. En azından ortak bir nokta bulmuştum. Yine beni etkilemek için olan biten şaklabanlığı yaparken, ben onun gözlerine bakarak şu isimsiz kahramanımı hayal edebilirdim. Ne enteresan bir adamdı Bay x...
Tamam, hayatımda beraber olduğum ikinci adamdı ama sanki yıllardır ona aitmişim gibi hissetmeme sebep olmuştu. Acaba neden ben birine ait olmak konusunda bu kadar takıntılıydım? Belki de yalnızlığımdan kaynaklanıyordu bu. Bir ablam, abim ya da kardeşim olsa acaba daha mı farklı olurdu hayatım? İşte bu sorunun cevabını bilebilmem mümkün değildi. Sadece yalnızdım. Aslında bir kedi veya köpek mi edinmeliydim ki? Bir nebze olsun yalnızlığım azalır mıydı?
Sorular, sorular, sorular!
Ne zaman kendimle baş başa kalsam hayatımı sorguluyordum. Öyle mi? Böyle mi? O mu doğru? Bu mu yanlış?
Ne kadar sorarsan sor bütün soruların cevabını bulman mümkün değildi. Bulduğun tek doğru cevabı da yaptığın diğer yanlışlar senden alıp götürüyordu.
Yaklaşık altı saatlik uçuşun tamamını hayatımı muhakeme ederek geçirmiş olmam belki de delilik evremi tamamlayıp normalleşme yolunda adım attığımı gösteriyordu. Uçuş süresince iki sefer türbülansa girmiştik. Aysel kelime-i şahadet getirirken çok tatlı gözüküyordu. O kadar heyecanlıydı ki. Hayatında ilk defa çok istediği o pembe bisiklete sahip olmuş kız çocuğu misali, olduğu yerde oturamıyordu. Onun bu hali kendime daha çok kızmama sebep olmuştu. Ben ömrümün iki buçuk yılını Antalya'da bozuk para gibi harcarken Aysel'i Ankara'da yalnız başına bir karanlıkta serbest düşüşe mahkûm etmiştim. Her şeyi bırakıp kaçıp gittiğimde sanki ailemle yaşadığım bütün iyi ve kötü hatıralar kendiliğinden yok olacak gibi davranmıştım.
Geçen bu süre zarfında Bertan'ın bana yaşattıklarını belki de Antalya'ya olan aşkım zincire vurmuştu. Öyle bir şehirdiki bana benziyordu. Her yer günlük güneşlikken bir anda kara bulutların başlattığı devasa bir fırtınanın içinde buluyordunuz kendinizi. Tabiat ana size kahkahalarla gülerken, halinize acıyıp hüngür hüngür ağlıyor gibiydi. Ankara'nın o gri ve soğuk kış aylarında Antalya'da sahilde balıkları mideye indirmeye çalışan martılar selamlıyordu sizi. Ne zaman giderseniz gidin yat limanında ciğerleriniz bayram ettiren ve yaşadığınızı hissettiren o yosun kokusu sarıyordu etrafınızı. Güzel şehirdi vesselam...
Uçak inişe geçtiğinde bendeki büyük isteksizliğe rağmen Aysel'in sevinçten ne yapacağını şaşırmış olan halleri biraz olsun huzur bulmamı sağlamıştı. Arda faslını kazasız belasız halledebilirsem geri kalan zamanı da kolaylıkla atlatabileceğime inanıyordum.
***
Sigaramdan bir nefes çekip viski şişesini kafama diktiğimde, karşımdaki manzaraya ağzı açık bir şekilde bakıyordum. Bir kez daha kendime kızmıştım. Gerçekten mistik bir havası vardı bu şehrin. Antalya kadar olmasa da insanı farklı bir ruh haline büründürmeyi başarıyordu. Bir tarafı çöl bir tarafı deniz, muazzamdı. Karşımda duran denizin maviliği bana o gözlerden başka bir şey çağrıştırmıyordu. Hayatta hiç bir şeyi takıntı yapmamış olan ben, içinde kaybolduğum o mavi gözlere takılıp kalmıştım. Yaşadığımız o geceyi her hatırlayışımda, içimde yangınlar çıkıyor, bedenim istemsizce sarsılıyordu. Dışarıdan göründüğüm gibi bir kız değildim aslında. Her ne kadar uçarı, fırlama, şımarık, zengin bir kız gibi görünsem de duygularımı hep içinde yaşayan, Bertan'dan daha önce hiçbir erkekle ilişki yaşamamış biriydim. Bertan'a âşık falan da değildim. Sadece onun bana olan ilgisini sevmiştim. O yüzden ona teslim olmuştum. Kandırıldığımı öğrendiğimde yıkılmış, bana tecavüz ettiğinde ölmüştüm. Ama hayır, ona hiç âşık olmamıştım, onu sevmiştim.
Oysa yaşadığım o kara şeylerden sonra erkeklerden nefret ediyorum dememe rağmen o mavi gözlere âşık olmuş ve küllerimden yeniden doğmuştum.
Yine iç sesimle ve kendimle kavga ediyordum. Hem de bağıra bağıra. Dışarıdan beni birisi görse, hiç düşünmez deli yaftasını yapıştırırdı.
Telefonumla sırtımı döndüğüm manzara ile bir selfie çekip vardığımı belli etmek istercesine Hasan amcama bir mesaj göndermiştim.
"Hâlâ bu güzel manzarayı ve elimdeki viskiyi bırakıp, sümüklü Arda ile buluşmam konusunda ciddi misin?"
Gelen cevap, beklediğim cevap değildi tabi ki. O da dosyaların arasına gömülmüş masa başındaki fotoğrafını çekip, sinirli bir yüz ifadesiyle ağzımın payını vermişti.
"Bana bak küçük hanım, çabuk kaldır o nazik kıçını ve seksi bir şeyler giy, süslen. Saat tam sekizde büyük salonda ol. Arda seni orada bekleyecek. Eğer beni kızdırmaya devam edersen oraya gelirim ve bunun sonu hiç iyi olmaz!"
Hasan amcam böyle bir adamdı işte. Kilometrelerce öteden bile size haddinizi bildirebilirdi. Anlaşılmıştı, yapacak hiçbir şeyim kaçacak hiç bir deliğim kalmamıştı. O zaman ânın tadını çıkartıp zaten gıcık olduğum Arda'ya bir oyun oynayarak bütün erkeklere olan hıncımı ondan almalıydım. Küveti doldurup biraz mayıştıktan sonra hazırlanmak için kalkmıştım. Saat yedi buçuktu. Şaka mı? Tabi ki saat sekizde orada olmayacaktım. Her kadın bekletirdi. Ben Azra Akman olarak bu konuda listenin en başındaki yerimi kimselere devredemezdim. Üzerime tamamı payet işli, sırtı bele kadar açık v şeklinde dekoltesi olan ve boyu kalçamı kapatmaya zor dayanan saks mavisi bir elbise giymiştim. Biraz rüküş, biraz kokoş olmanın kimseye zararı olmazdı. Üzerime giydiklerim sayesinde bana fazladan on yaş kazandırmış, TRT müzik kanalında sahneye çıkan assolistlere benzemiştim. Ayağıma aynı payetlerle işlettiğim platformlarımı geçirmiş ve çokta naturel olmayan bir makyaj yapıp saçlarımı sıkı bir atkuyruğu ile toplamıştım. Benimle özdeşleşmiş olan bir şişe Noa'yı üstüme boşalttığımda saat sekizi yirmi geçiyordu. Bu kadar bekletmek yeter diye düşünüp büyük salona doğru yola koyulmuştum. Aslında oteli incelemek Arda'nın yanına gitmekten daha keyifliydi. Büyük salona geldiğimde görevliye, "Arda Deman'ın masası, beni bekliyor," demiş ve peşine takılmıştım. Garsonun gösterdiği masada sırtı dönük oturan adam hiç de bizim sümüklü Arda'ya benzemiyordu. Masaya doğru yaklaşırken oturan kişiyi incelemeye devam ediyordum. Adamın vücudunun muazzamlığı, giydiği takım elbiseden dışarı fırlıyordu. Umarım Arda gelmez ve bu geceyi onun yerine bu adamla yemek yiyerek geçiririm diye düşünürken çoktan masaya varmıştım. Tamam, biraz fazla abartmış olabilirim ama Arda'dan bahsediyorduk. Hani sümüğünü burnunda tutmayı başaramayan ve bulduğu her kuytu köşede sürekli olarak bir şeyler tıkınan. Beraber okuduğumuz yıllarda Arda'nın bir insan değil de bir filin midesine sahip olduğunu düşündüğüm zamanlar olduğu doğrudur. O kadar çok abur cubur ve çikolata tüketirdi ki yüzünde her an patlamaya hazır sayısız akne ile dolaşırdı. Arkadaşlarla aramızda insanın kendisini bu hale getirebilmesi için mazoşist olması lazım diye yapmış olduğumuz münazaralar bile olmuştu. Ah eski günler aklıma geldikçe midem de oluşan kramplar tahammül edilemez boyutlara ulaşılıyordu. Çaresiz Hasan amcamın hatırına o gece tavuk suşi yiyecektim. Derin bir nefes alıp üzerimdeki elbiseyi çekiştirerek hazır ol moduna geçtikten sonra, elimi omzuna koyup, "Arda Deman!" dediğimde bana dönmüştü. İşte o an içimdeki yangın beni benden almış ve her yer kararmıştı...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro