9
Bölüm 2: GÖK KRALLIĞINDA
"Zavallı, zavallı Kızıl," dedi o, iğneleyici bir ses tonuyla. "Herkes sana ihanet ediyor. Eh, en azından beni yakaladın. Şimdi şu işe yaramazların gitmesine izin ver." Dönüp ejderlere bakmamıştı bile.
Kil başını çevirdi ve Tsunami' nin gözleriyle karşılaştı. O, Kerkenez' in ejderleri kurtarmak için kendine verebileceğini hiç düşünmemişti. Belki de onları hayatta tutmak konusunda gerçekten ciddiydi. Her ne kadar onlardan nefret etse de, şu hayatta umursadığı tek şey oydu.
"Kerkenez, Kerkenez, Kerkenez," Kraliçe cık cıkladı. "Bu kulağa bir emir gibi geldi. Emirlere itaatsizlik etmekten emir vermeye mi geçtin şimdi?"
"Seninle dövüşmeyeceğim," dedi Kerkenez, sesi soğuk ve sertti. "Seninle geleceğim. Sadece onları bırak. Bu ejderlerin GökKanatlar' la hiçbir ilişkisi yok."
"Tabii ki benimle geleceksin," dedi Kraliçe Kızıl. "Bu konuda bir seçim hakkının olduğunu düşünmen komik. Daha da heyecan verici bir uygulamanın takip ettiği, heyecan verici bir sınav hazırladık. Ama şu küçük ejderhalara gelecek olursak..." Konuşan GökKanat, kuyruğunu Kil ve arkadaşlarına doğru salladı. "Gerçekten bunun gibi ödüllerden vazgeçmemi bekleyemezsin."
"Onlar ödül değiller," Kerkenez homurdandı. "Onlar işe yaramaz, her biri."
"Ayrıca ben garip gözüküyorum," diye viyakladı Güneşli kayasının üzerinden.
Kraliçe' nin dili ağzından dışarı çıktı ve daha fazla duman boynuzlarının etrafına dolandı. "Oh, onlar sadece susamış arenam için yeni kanlar. Gitmelerine izin vermek çok, çok üzücü olurdu. Bu beni harap ederdi, hemde çook!"
Kil GökKanat' ı üzerinden atmaya çalıştı, fakat onu yere çivilemiş asker çok büyüktü. Kil' in acınası çabalarına başını eğip bakmadi bile. Bu, içimdeki canavarı çağırnak için iyi bir zaman olmalı, diye düşündü Kil, ama gücün kabarışını, şiddetin dalgalanışını veya öfkenin yayılışını hissedemedi. Hiçbir şey ona cevap vermedi.
"Hepsini alın," Kraliçe Kızıl duyurdu. "Bu dışında, tabiiki de." Dişi ejderha sanki ölü bir güvercinin üzerinden tüy sirkeliyormuşçasına, Kumtepesi' ni hafifçe salladı. Kumtepesi onun pençelerini tırnakladı, gözleri şişmişti. "Demek istediğim, uçamayan sakat bir ejderhanın ne yararı olabilir ki? Şimdiye kadar kendini öldürmediğin için şaşırıyorum, KumKanat. Ama istersen, bununla ben ilgilenebilirim."
"Hayır!" diye bağırdı Güneşli, onlara doğru atlayarak.
Fakat artık çok geçti. Pulları titreten bir çatırtıyla, Kraliçe Kızıl Kumtepesi' nin boynunu kırdı ve onun bedenini taş zemine attı.
"Kumtepesi!" Güneşli feryat etti. Sarı ejder Kızıl' ın yanından kıvrılarak geçti ve diğer KumKanat' ın yanına çömeldi, onu ön pençeleriyle sarsıyordu. Kumtepesi' nin ezik kanadı yanına düşmüş ve pulları kayaları çizmişti. Yaralı ejderhanın siyah gözleri boştu. "Kumtepesi uyan!"
Kil, GökKanat askerinden kaçabilseydi bile haraket edemeyecek kadar dehşete düşmüştü. Kumtepesi öldü ve hepsi de benim suçum. Duman sinyali planıyla ortaya çıkan bendim. GökKanatlar' ı buraya ben getirdim, onlarda onu öldürdü.
Başka kimler benim yüzümden ölecek?
Kerkenez aniden GökKanat askerlerine doğru atıldı. Ağlar' ı tutan askeri kaptı ve DenizKanat' ı çekip onun pençelerinden kurtardı. "Pençeler' e söyle," diye hırladı, Ağlar' ı nehre iterken.
Daha biri onu durduramadan, Ağlar yokuş aşağı kaydı ve nehre daldı. Koca bir dalga kayaları ıslattı ve bütün ejderhalara sıçradı. Kil hâlâ göz kırpıyorken, o suda kayboldu.
Kil sıkı boşluğu ve kendisinin yüzmek zorunda kaldığı uzun tüneli hatırladı. Ağlar oraya sığabilir miydi? Dışarıya ulaşabilir miydi?
"Oooo," dedi Kraliçe Kızıl, bir pençesiyle kendini silerken. "Barışın Pençeleri. Umarım seni kurtarmak için gök sarayıma dalarlar. Bu çok eğlenceli ve heyecan verici olur. Özellikle de biz onların hepsini öldürürken."
GökKanat askerleri zincirler getirmeye ve her ejderi ağır demirle sarmaya başladı. Kil Şeref' le göz göze geldi. "Saklan," dedi sessizce. O ise kafasını salladı.
"Hayatta olmaz. Sizinle beraber geliyorum," diye fısıldadı.
Hepsi tünelden çıkıp şafağa çıkarken zincirlerin ağırlığı, Kil' in kanatlarının ve başının sarkmasına sebep oluyordu. Güneş gökte kıvrıla kıvrıla çıkıyor, dağlara altın renginde bir ışık saçıyordu.
Kil yukarı baktı ve yukarıda kara bir figürün daire çizdiğini, onları gördüğünü ve uçup gittiğini gördü. Onun Yarıngören olduğunu tahmin ediyordu, ama GeceKanat' ın onları kurtarmak için hiçbir şey yapmamasına şaşırmamıştı. GeceKanatlar asla pençelerini kirletmezlerdi. Onlar kehanet verir ve diğer ejderhalara ne yapmaları gerektiğini söylerlerdi, fakat savaştan uzakta durur ve dövüşten kaçınırlardı.
Kil' in kalbi acıdı. Özgürlüğe çok yaklaşmışlardı, fakat şimdi eskisinden daha da kötü bir durumdaydılar. Dağın altındaki yaşam hapisane gibi hissettirmişti... Fakat GökKanat kraliçesinin pençelerine düşmekle kıyaslanamazdı bu.
Kraliçenin mahkumları gökte tutuluyordu.
İlk gün boyunca, Kil gözlerini kapalı tuttu. Pençeleri altındaki kayayı o kadar sert tutuyordu ki, bacakları hissizleşmeye başlamıştı. Kenardan bir bakış, altındaki baş döndürücü mekana doğru bir bakış ve bilincini kaybedip düşeceğinden korkuyordu.
Kanatları katlanmış ve GökKanatlar' ın getirdiği metal kliplerle kenetlenmişken, düşmek ölmek demekti. Korkunç, acı verici, kemik kırıcı bir ölüm.
Ama bunun Kraliçe Kızıl' ın onlar için hazırladığı planlardan daha kötü olacağını sanmıyordu, her nerye o planlar artık.
Onun hücresi göğe doğru yükselen, kayadan bir kuleydi. Dar taştan bir platform ona daire şeklinde yürüyüp, yatıp uzanmasına yetecek kadar yer varla yok arasındaydı. Hiç duvar yoktu. Hiç çatı da yoktu. Sadece açık mavi gök ve bütün gün ile gece boyunca kulaklarının etrafında ıslık çalan vahşi rüzgar vardı.
İkinci günde, iri bir et parçası onun yüzüne çarptı.
Açlık gözlerini açmaya zorladı Kil' i. Alışılmadık bir GökKanat, hücresinin üzerinde spiraller çiziyordu. Kil onun kendisinden bir veya iki yaş büyük olduğunu tahmin ediyordu; boynuzları tam boyutundaydı, fakat dişleri hâlâ keskin ve beyazdı, körelmemiş veya lekelenmemişti. Altın damarlar, parıldayan bakır kanatlarından geçiyordu ve duman ağzından olduğu gibi pullarından da geliyordu. GökKanat durdu ve onun önüne geçti.
Gözleri ürkütücüydü, tıpkı dumanın ardından yanan iki küçük, mavi alev gibi. Kil emindi ki GökKanatlar' ın gözleri normalde turuncu veya sarı olurdu. Bu ejderde bir sorun olup olmadığını merak etti, tıpkı Güneşli gibi bir sorun.
Ölü, kanlı ve yanmış bir şey önündeki taşta yatıyordu. Kil kana doğru bir bakış attı, Kumtepesi' nin kırıp boynunu hatırladı ve platformun yanına kustu.
Şaşırtıcı bir şekilde, diğer ejderha gülmeye başladı. "Kışlaların orada olmaması kötü oldu. Gardiyanlar bunu cidden hak etmişlerdi."
Kil istemeye istemeye kenardan baktı.
Kaya - kulesi, daire şeklindeki yüzlerce hücrelerden biriydi, daire şeklinde dizilmişlerdi. Neredeyse hepsinin de tepesinde bir ejderha sıkışmıştı, tıpkı onun gibi. Tıpkı onun gibi, hepsinin kanatlarının kenarlarında ince metal klipler vardı. Dairenin merkezinde dik duvarları ve dibinde kum olan kaya bir kase vardı, tıpkı boş bir göl gibiydi. Duvarların üstünde banklardan oluşan sıralar, balkonlar ve seyircilerin arenaya bakabilmeleri için mağaralar vardı.
Kulesinin dibinde sadece çıplak kaya vardı. Fakat buradan GökKanat krallığının dağın tepesinde yayılmış olduğunu görebiliyordu. Kraliçe Kızıl' ın muazzam sarayı zirvenin gri ve siyah kayalarına kazınmıştı. Sarayın yarısının içi tüneller ve mağaralarla kaplıyken diğer yarısı göğe açıktı ve korumalarla kabarmıştı. Ateş renkli ejderhalar dağın yüzeyinde yayılmış, taş tozu ve kirle kaplanıp bir ÇamurKanat' a benzeyene dek yeni saray uzantıları için şurayı burayı kazıp patlatıyorlardı.
Savaş bu krallığı keskin pençelerle parçalanmıştı. Kil yıkılmış kuleleri, birçok duvarda yanık izleri ve yarısı ejderha kemikleriyle dolu bir dağ geçidi gördü. O izlerken bile, iki GökKanat' ın koyu kırmızı bir ejderhayı taşıyıp dağ attığını gördü. GökKanatlar bedeni ateşe verdiler ve dumanın üzerinde bir süre uçtular, kanatlarını birbirlerine sürtüyordu. Sonra döndüler ve uçup gittiler, bedeni kül ve sararmış kemiklerden oluşan bir yığın olmaya bıraktılar.
Doğuda, Kil denizin mavi, ışıldayan çizgisini görebiliyordu.
O ayrıca bacaklarına ve ensesine dolanmış olan ince teli de fark etti. İlk geldiğinde o kadar korkuş ve kafası karışmıştı ki, GökKanatlar' ın ona ne yaptığına dikkat etmemişti.
Teller kendisinden diğer mahkumlara uzanıyordu, onlarda da teller vardı. Biri onun soluna, ay kadar gümüşi bir tonda olan BuzKanat' ın bir bacağına doğru gidiyordu. Dişi BuzKanat kuyruğunu burnunun üzerine koymuş uyuyordu. Bir tel Kil' in sağındaki ejderhaya, üstünden dumanlar yükselen bir KumKanat' a gidiyordu. KumKanat yürüdükçe teli sallıyordu. Son üç tel de daireden çıkıyordu. Kil tellerin nereye gittiğini söyleyemiyordu; kasenin üzerinde karman çorman olmuş bir yığına dönüşüyorlardı ve hapsolmuş bütün ejderhaları birbirlerine bağlıyordu çünkü.
Yani Kraliçe Kızıl' ın mahkumları uçabilseler bile, hepsi de aynı anda havalanmak zorunda kalacaklardı... Ve sayıları neredeyse yüze ulaşan mahkumların hepsi birlikte kalacaklardı. Çok da uzağa gidemeyeceklerdi. Kil, bir ejderha kulesinden düşse ne olacağını merak etti. Teller diğerlerini de aşağıya çeker miydi acaba?
"Yemeyecek misin?" diye sordu onun etrafında uçan GökKanat.
"Aç değilim," dedi Kil, başını kanadının altına sokarak. Ejderha üzerinde birkaç kez daire çizerken onun kanat sesleri duyuluyordu.
"Bu yanlış şey mi?" diye sordu. "ÇamurKanatlar' ın ne yediğini bilmiyorum. Hiç birine sahip olmadık. Çünkü savaşta aynı taraftayız, biliyorsun. O yüzden bu kaba olurdu. Demek istediğim, onları mahkumumuz yapmak. Ama sen Barışın Pençeleri' ndensin, bu yüzden ÇamurKanatlar sana ne yaptığımızı umursamayacaktır. Hadi, bir şey yemelisin."
"Niye?" diye sordu Kil, başını olduğu yerde tutarak.
"Çünkü seni öldürmeden önce ölmeni istemiyorum," dedi dişi. Ses tonu o kadar duygusuzdu ki Kil' in ne dediğini anlaması birkaç dakika sürdü. Ama anladığında başını çıkardı ve GökKanat' a dik dik baktı.
"Hiç bir ÇamurKanat' la dövüşmedim," dedi o. Kil' in etrafında dönerken ustaca tellerden sakınıyordu. "Sonuçta biz müttefikiz. Bu yüzden cidden merak ediyorum. Eminim ki DenizKanatlar ve BuzKanatlar' la savaşmaktan farklı olacaktır. Ama Majesteleri seni ilk önce birkaç normal mahkumla dövüştürecektir ve eğer ölürsen, seninle dövüşemem."
"Ve bu üzücü olur," dedi Kil.
"Aynen. Hiç de çarpıcı olmaz. Gerçi en çarpıcı şey şu GeceKanat' la dövüşmek olur. Buradaki kimse hiç böyle bir şey görmedi. Ya zihnimi okur ve ne yapacağımı ben yapmadan önce bilirse?" O, kanatlarını kaldırdı ve Kil' in altından geçti. "En azından o yiyor. Hey, merak ediyorum acaba Kraliçe ikinizi birbirinizle dövüştürür mü? Ama o zaman sadece birinizle dövüşme şansı bulurum. Bir GeceKanat' ı yenebileceğini düşünüyor musun? Bence yenemezsin, fakat yine de sormak istedim."
"Yıldızuçuşu?" dedi Kil. "O iyi mi? Nerede o?" ÇamurKanat ayağa kalktı ve mahkumlardan oluşan daireye baktı. Aşağıya bakmadığı sürece o kadar kötü değildi.
DenizKanat olabilecek birkaç mavi ve yeşil ejderha görüyordu, fakat hiçbiri Tsunami olamazdı, ona benzemiyorlardı. Kaya kulelerine hapsedilmiş ejderhaların bir çoğu DenizKanat, BuzKanat veya KumKanat, yani savaştan kalan mahkumlardı. Birkaçı da kırmızı veya turuncu GökKanat' tı. Kil, onların kraliçeyi gücendiren vatandaşlar olduğunu tahmin ediyordu.
Sadece bir mahkumun rengi geceyarısı siyahıydı ve o da neredeyse dairede Kil' in ters tarafında duruyordu. Çok uzaktaydı. Kil onun yüzünü göremiyordu, fakat onun Yıldızuçuşu olduğunu düz, "korkmuş dikit" pozundan, oturma tarzından ve önüne düşmüş başından söyleyebiliyordu.
Keşke zihin okuyabilseydi! Kil umutsuzca arenanın karşısına mesaj yollayabilmeyi diledi. Ne diyeceğini bilmemesine rağmen... belki sadece Yıldızuçuşu' yla dalga geçtiği, favori parşömenini sakladığı veya çalışmak konusunda sızlandığı zamanlardan özür dilerdi.
"Onu gördün mü?" diye sordu GökKanat. "Çok konuşmuyor."
Kil homurdandı. "Ondan sana bir şey öğretmesini iste - mesela Kavuruş sırasında ejderhaların Pirhia' yı çöpçülerden nasıl aldığını. Sonra onu hayatta susturamazsın."
"Bunu yapacağım," dedi o. Görünüşe göre Kil' in şakasını kaçırmıştı. Kil ona yan yan baktı. Burada ışık çok parlaktı, dumanlar saçan bakır rengi pullarından yansıdığında daha da parlak olmuştu.
"Kimsin sen?" diye sordu Kil. "Bir gardiyan filan mı?"
"Iyk, hayır. Ben Tehlike," dedi o gururluca. "Kraliçe' nin Şampiyon' u. Senin ismin ne?"
"Kil," dedi ÇamurKanat. "Benimle dövüşmek derken neyi kastediyordun? Neden dövüşmek zorundayız?"
"Oha," dedi Tehlike. "Sen ciddi misin? Bunca zamandır bir kayanın altında filan mı yaşıyordun?"
"Öyle de denebilir," dedi Kil yüzünü ekşiterek.
"Cidden mi?" GökKanat başını merakla kaldırdı ve bir dakikalığına düşündü. "Pekala. Şu alttaki mekan kraliçenin arenası." Uzun, sivri uçlu kuyruğunu altlarındaki kaseye doğru şaklattı. "Majesteleri' ni eğlendirmek için her gün burada bir dövüş olur. Eğer yeterince dövüş kazanırsan serbest kalırsın."
"Tam olarak ne kadar?" diye sordu Kil.
"Bilmiyorum," diye yanıtladı dişi. "Kimse başaramadı ki. Majesteleri birkaçını kazanan ejderha olduğunda beni yollar ve bende her zaman onları öldürürüm." Omuz silkercesine kanatlarını kaldırdı. "Ben gerçekten tehlikeliyim."
Ve muhtemelen deli, diye düşündü Kil. Ne kadar hayatı aldı acaba? Sayıyor mudur? Ya da umursuyor mudur?
"Neye bakıyorsun?" diye sordu Tehlike. Kil Yıldızuçuşu' nu gördüğünden beri daire etrafındaki mahkumlara göz gezdiriyordu, fakat herhangi bir minik, altın pul veya garip renk göremiyordu. Güneşli ve Şeref neredeydi?
"Benimle birlikte buraya getirilen diğer ejderhalar..." dedi. "Onların nerede olduğunu biliyor musun?"
"DenizKanat orada," dedi Tehlike onun üstünde bir sarmal çizip kendisiyle Yıldızuçuşu arasındaki derin mavi bir ejderhayı işaret ederek. Kil Tsunami' nin öfkeyle sallanan kuyruğunu hemen gördü.
"Sıkıcı," diye ekledi Tehlike. "Birçok DenizKanat' la dövüştüm ben. Numaralarını bildiktrn sonra iş kolaylaşıyor."
Eminim ki Tsunami' nin hiç görmediğin birkaç numarası vardır, diye düşündü Kil. "Ya YağmurKanat?"
Ejder başını ona doğru kaldırdı. "Burada bir YağmurKanat mı var?"
"Onunla dövüşemezsin," diye ekledi Kil. "Hiç koruması yok onun, adil olmaz."
"Ben, Majesteleri bana ne derse onu yaparım," dedi Tehlike. "Ama daha bir YağmurKanat görmedim. Onu bu arenaya getirmediler."
"Bir KumKanat da var," dedi Kil umutsuzca. "O gerçekten çok küçük ve altın renginde, biraz da garip görünüyor -"
"Hiç bu tarz ejderhalar görmedim," dedi Tehlike. "Ama istersen bir gözümü açık tutarım." Havada yavaş, geriye doğru bir takla attı ve kanatlarını ona doğru eğdi. "Isınsam iyi olur. Bana şans dile!" Bunu dedikten sonra Tehlike arenaya doğru daldı.
Kil onun parlayan bakır vücudunu, altındaki kuma doğru döne döne giderken izledi. Birkaç ejderha da oradaydı, etrafı süpürüyor, duvarları kontrol ediyor veya koltukları koruyorlardı. Kil hepsinin bir aceleyle Tehlike' den uzaklaştığını fark etti. Nereye giderse gitsin, ejderhalar kaçıştılar, sanki onun etrafında bir zehir bulutu vardı. Hiçbiri ona bakmıyordu bile.
Tehlike umursamış gibi duymuyordu. O, arenanın etrafında sanki herkesin kendisi geldiğinde kaçışacağını biliyormuşçasına dolaştı, bunu yaparken de başını arenaya tepeden bakabilmek için bir mağaradan kesilmiş, en geniş kayadan yapılma balkona doğru tuttu. Sonunda kuyruğuyla havaya fiske attı ve arena duvarının kenarındaki kara açıklıkta kayboldu.
Kil kenardan bakabilmek için eğildi. Pençeleriyle zemine sıkı sıkı tutundu ve yükseklik nedeniyle gelen baş döndürücü miğde bulantısına karşı savaştı. Ölü tavşanın kokusu da yardım etmiyordu. Leşi buradan atsa GökKanat askerlerinden birini vurup vuramayacağını merak etti. En son ne zaman yediğini hatırlamıyordu - Yarıngören mağaranın altında görünmeden önce değil miydi? Bu bir ömür önce değil miydi? - fakat şimdi koca iştahı onu onu terk etmiş gibi duruyordu.
O izlerken, ejderhalar altındaki koltukları doldurmaya başladı. Neredeyse hepsi GökKanat' tı, fakat Kil şurada burada görünen KumKanatlar' ın soluk sarı ve beyaz pullarını da yakaladı. Hatta bir veya iki ÇamurKanat bile vardı. Kalbi hopladı. Kendi türü! Burada olduğunu biliyorlar mıydı? Peki bilseler, serbest bırakılmasını emrederler miydi, Kil Barışın Pençeleri' nden olsa bile?
Yani ÇamurKanatlar ve GökKanatlar savaşta müttefiklerdi, aynı taraftaydılar. Kil bunu daha önce hiç hatırlayamamıştı, fakat artık kesin hatırlardı. Eğer Yıldızuçuşu altında gladyatör savaşlarının olduğu bir kuleye zincirlemeyi düşünseydi, o zaman mükemmel bir öğrenci olurdum.
Koltukların dolması ne kadar sürdü bilmiyordu, fakat gardiyanlardan ikisi bağırdığında güneş tepede etrafı yakıyordu. Bütün ejderhaların ilgisi oraya çekildi. Stadyumun karşısında başlar eğildi ve kanatlar eğildi, pençeler çapraz yapıldı ve herkes beklerken bir sessizlik çöktü.
Kraliçe Kızıl geniş balkondan geniş balkondan çıktı ve kanatlarını güneş ışığını yakalayıp turuncu pullarından yansıtmak için açtı. Orada toplanmış, ateş üfleyen ejderhalar tısladı ve onu karşıladı. Kil bu sesi sadece Kerkenez ona alev püskürtmek üzereyken bir uyarı olarak verdiğinden biliyordu. GökKanat ejderhalarının saygıyla tısladığını anlaması onun birkaç dakikasını aldı.
Kil, kraliçenin etrafındaki ejderhalara kısık gözlerle baktı. Birçok koca GökKanat balkonda yerlerini aldılar ve iki tanesi ileriye, gün ışığına doğru bir şey yuvarladılar. Yaprakları olmayan, kıvrımlı ve sadece dört dalı olan bir ağaç gibi duruyordu. Soluk gri bir mermer parçasından yapılmıştı. Dalların üzerine yerleşmiş ve kuyruğu gövdeye dolanmış, gül taç yapraklarının renginde, derin kırmızı olan bir ejderha duruyordu. Ama güneş ona vurar vurmaz, pullarında yeni renkler adeta patladı. Takımyıldızı gibi görünen altın kıvılcımlar, pullarında dönen menekşeden oluşan galaksiler, ikide bir yer değiştiren soluk mavi bulutlar...
Kil keskince nefes aldı ve aynı anda altındaki ejderha topluluğundan kesilen nefeslerin ve mırıltıların dalga dalga geldiğini duydu.
Bu Şeref' ti ve o, güneş ışığında Kil' in beklediğinden daha da göz kamaştırıcı görünüyordu.
Narin gümüş bir zincir onu ağaç heykele bağlıyordu. Zincir çürük ve kırılması kolay gibi görünüyordu, ama yine de Şeref kaçmaya niyetli değil gibiydi. Uzun boynunu güneşe doğru uzattı, seyircileri görmezden geldi ve kendini dalların üzerinde yeniden yerleştirip gözlerini kapadı.
Korumalar kendilerini balkonun bir köşesindeki Şeref' in ağacına doğru ayarladılar ve kraliçe ileriye doğru adım attı.
Kurnaz bir ses tonuyla "Eee?" dedi, gülümsüyordu. Sesi arenaya ve yukarıdaki mahkumlara taşındı. "Yeni sanat eserim hakkında ne düşünüyorsunuz?"
Siz bana doğum günü hediyesi verirsiniz de ben size hiçbir şey vermez miyim? Okuyun sizi keratalar 😁 (28 Kasım' dı)
2. not: Dün gece son paragrafları yazmayı unutmuşum, kusura bakmayın. Yorgundum. İyi akşamlar.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro